Neler Okuyacaksınız
İbadetlerde esas Allah rızasını elde etmektir
Efendim; evvela idrak ettiğimiz bu mübarek ayı Cenab-ı Hakk, evvela nefislerimiz hakkında hayırlara vesile eylesin. Sonra milletimize ve bütün islam alemine hayırlı ameller yapmaya vesile kılsın. Fitneden, günahlardan arınmamıza vesile olsun diyorum.
Şimdi, bütün ibadetlerde olması gereken esas, Allah rızasını elde etmektir. Yani fiiller ne kadar görüntü bakımından güzel olursa olsun, mahiyet itibarıyla bizi Allah'a taşıması, Allah'ın ondan razı olması niyetini taşımamız lazım. Yani, Allah bizden razı olsun ki; bizim bu yaptığımız ibadetin de bir değeri, bir kıymeti olsun. Dolayısıyla burada niyet çok mühim.
Onun için: “İnnemel Amalü Binniyyat”
Ameller niyetlerine bağlıdır, niyetlere göredir. Çok güzel böyle şekli olarak yaptığınız ibadet gibi görünse de eğer onun içini niyet olarak doldurmuyorsanız; hiç bir mana ifade etmez. Niyetiniz sağlam olacak.
Bu cümleden olmak üzere; şimdi bazen insanlar iyi işler yapsa, ibadet yapmış olur şeklinde son zamanlarda oryantalizmin ortaya attığı bir iddaa var. Bu ölçüden olaya baktığımız zaman görürüz ki; bu tamamen İslamiyet'in içini boşaltmak için saçma sapan bir düşünceden ibaret bir iddiadır. Hangi amel yani ibadet olursa olsun, mutlaka orada Allah'ın rızasını kulun göz etmesi lazım. “Allah benden razı olsun ki, ben bu ameli icra edeyim”, niyeti bu olacak. “Benden razı olması lazım.” Yoksa Allah'ın senden rızası yoksa, sen ne yaparsan yap hepsi boştur. Yani onun için Allah'ın emirlerinde iki cihet vardır.
Allah'ın emri olduğu için onu biz ifa ederiz, eda ederiz, yerine getiririz. Yerine getirdiğimizden niyet olarak -Efendim- amel işlediğimizden dolayı da bu yaptığımız ameller, ibadetler, bizim olgunlaşmamıza, bizim manen yükselmemize, yücelmemize vesile olur. Yani iki cephesi var meselenin. Biri kul açısından kıymet kazanır. Ne demek? Yani kul Allah'ı memnun ettiği için de o yaptığı ibadetten nefsine düşen pay vardır. O payla artık; mesela orucu düşünürsek, orucu kabul edersek; nefsimizi tezkiye ederiz, nefis temizlenir, temizlenen nefis Allah'a kendini daha yakın görür. Yani nefsin temizlenmesi ile ruhun yücelmesi eş anlamlıdır. Bu manada -ama hangi manada- bunu eğer siz Allah rızası için böyle yaparsanız, ruhunuz yücelir. Aksi takdirde basit bir beden hareketi tarzında mütalaa edip bu işin içine girerseniz, yaptığından hiçbir şey olmaz, manevi kazanç olarak. Belki bedenini geliştirebilirsin, -Efendim- fiziki birçok kabiliyetler elde edebilirsin ve fakat orada niyetin Allah rızasını kazanım, ibadet olmadığı için de manevi hiçbir şey kazanamazsın. Tabii kulluk kulluk yoluna girebilmenin ilk şartı zaten bu niyet ve kul olmanın da asıl gereği itaattir; Allah'ın emirlerine boyun eğmektir.
Nasıl Arif olunur?
Ayet-i kelimede de Yüce Rabbimiz “Ben insanları ve cinleri ancak bana kul olsunlar, ibadet etsinler, beni tanısınlar diye yarattım” buyuruyor.
Estaizübillah ‘’vema halaktül cinne vel inse illa li ya'budun”
“İnsanları ve cinleri -burada ubudiyetten kasıt, Arif'i Billah olmak, Allah'ı tanımak- beni bilsinler, diye tanısınlar, diye yarattım.” diyor. “İbadet etsinler yani beni tanısınlar.”
Onun için ibadet bu ayeti kerimeden yola çıkarak diyoruz ki; aynı zamanda bir ilim dalıdır. Yani öyle bir ilim dalı ki;
1 - Gözle okuyarak elde ettiğiniz bilgi var.
2 - Yaşayarak yaptığınız ibadetlerle elde ettiğiniz ilim dalı var. İbadetlerle elde ettiğiniz ilmin adına “hâl ilmi” denir ve bu yolda terakki edip nihai noktaya varan insana da “arif” denir.
Arif'i Billah yani Allah'ı bilen, tanıyan. Bir insan ne kadar kitap okursa okusun, arif'i billah olabilmesi için mutlaka kalp ayinesinde, o ayineyi ilahiyi cilalaması (gerekir). “Ben yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.” Yani tecelli ederim; orada o kulumu severim, kulum da beni oradan sever, oradan görür. Neyle ulaşırsın bu noktaya, bu hale? İbadetle. Onun için ibadetsiz insanın Allah'ı tanıması, bulması mümkün değildir. Bazıları iddia ediyor.
İşte, ben hiç unutmam, bir delikanlı birtakım eserler okuyordu, risaleler okuyordu, dedim; “Feridun” dedim, “Sen” dedim, “Allah'ı da zikretmen lazım. Yani, evet bunlar güzel oku, aklını geliştir. Ama hiçbir zaman kalbin bu yönden Allah'a yürüyemez, kendini avutursun.” “Yok” dedi, “ben” dedi, “bunlara ihtiyacım yok.”
“Sen bilirsin” dedim.
Neyse bir gün geldi, “Senin dediğininin doğru olduğunu kabul ederek” dedi, “ben” dedi, “Allah ismini okumaya devam edeceğim, la ilahe illallah diyeceğim.”
“İyi bir seçim yaptın.” dedim. Ve başladı. Aradan çok geçmedi, bir ay geçti, bir akşam hiç unutmam, bu Ayasofya’da sohbetteyiz, arkadaşlarla birlikte. “Hocam benim” dedi, “bir maruzatım var” dedi. “Buyur” dedim. “Yahu” dedi, “ben” dedi, “benim içimden bir ses Allah yok diyor bana” dedi.
Tabii ben güldüm. “Hani” dedim, “ya Feridun” dedim, “senin nefsin iman etmişti. Sen demiyor muydun banaki “benim nefsim iman etti, öyle işte Allah'ı zikre, tevhide gerek yok.””
“Evet” dedi.
“Peki” dedim, “bu sonuç ne, onu söyle bakayım bana.”
Şimdi dedim olayın aslı şu; bugüne kadar nefsin seni kandırdı: “Kitap oku bu işi hallettin!” Senin de hoşuna gitti, işine kolay geldi, yaptın, o yolda yürüdün. Ama ne zaman la ilahe illallah kelime-i tevhidi ile Allah ismi celali ile ona vurmaya başladın. O “yok” dedi, “Musa ama Musa bu kadar uzun boylu Musa değil.” Kalktı, isyan etti. “Ben de varım!” dedi, “ne demek sen Allah diyorsun, la ilahe illallah (diyorsun), benim.”
İşte burada o beni devreden çıkartabilmek için ibadet şart, hele zikrullah şart.
Orayı geçeceksin, geçtiği zaman. Onu geçmedin mi, Efendim, 50 sene ibadet yaptın oradasın sen, birinci basamakta, geçemezsin, onun bir kuralı var. Affedersiniz ibadet demişim. Okudun, 100 sene okudun, ama ibadetle orayı geçmediğin müddetçe takılır kalırsın, birinci basamaktasın, -Efendim- ileriye gidemezsin. Bunun için insanı arif yapan, Allah'ı bilmenin kapısına getiren, taşıyan Allah ilmini insana öğreten ibadettir.
O bakımdan biz okumamış insanlara cahil diyemeyiz. Eğer ibadet yapıyorsa, bunlar ümmidirler, okuma yazmaları yoktur, ama senden benden fazla İslamın huşuunu, huzurunu, mutluluğunu, sabrın, -efendime söyleyeyim- zikrini, Allah'ın muhabbetini, Allah korkusunu, kanaatını, tevekkülünü, tefekkürünü hâl olarak, yani ilim olarak yaşarlar. Neden?
İşte dediğimiz o yolla, ibadet ilmi ile bu halleri elde ederler. Binaenaleyh, hiçbir mümin ibadet olmadan bu kulvardan geçemez, bu yoldan geçemez. İşte oruç burada, bu işin ana başlıklarından bir tanesidir. Oruçla nefsi tezkiye edersin. Tezkiye edilen nefsin yücelmesi, işte o diğer ibadet-ü taatla, Allah'ı zikirle ortaya çıkar ki; -Yunus’un galiba olacak- “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun,” noktasına gelir.
Allah’ın rızasını kazanmak için Ramazan Ayı bir vesiledir.
Ramazan, ramazan bir sevinç bir huzur günü, baştan sona kadar bir bayramdır. Ama biz burada Allah'ın rızasını elde edeceğiz, Allah'ı daha yakın tanıyacağız, onunla arkadaş olacağız, dost olacağız, bir atmosfer, bir haleti ruhiye içinde; işin içine dahil olman, orucunu tutman, hiçbir zaman sana yük olmaz. Ha böyle bir atmosferde değilsin; “Yahu bu sıcak havada kardeşim oruç mu tutulur? Aç mı durulur? Susuz duracak manyak mısın sen? Ya ruh hastası mısın?” Niye?
Onun getireceği getirilerden haberi yok. Anlatabildim mi? Onun kalp gözü kapalı. Allah oraya bir tane mühür atmış, oradan ötesini göremiyor. Buraya gelmişken bu hususu da bir kaç cümle ile (açıklayayım).
İnsanoğlunun iki tane gözü var. Bir baş gözü, ikincisi kalp gözü. İnsan baş gözüyle bu tabiatta, bu evrende olan varlıkları seyreder, olayları görür, kulağı ile onları işitir. Kalp gözüyle de bir de öteki alem var, yani maneviyat alemi var; onu görür, onu duyar. Kalp kulağı ile orasını seyreder, orayı duyar. Şimdi; insan odur ki hem kafa gözünü hem kalp gözünü çalıştırabilsin. Onu çalıştırdığı zaman işte, kâmil insan dediğimiz, günümüzün şartlarında erdemli insan denilen kişilik de budur, o olgunlaşmıştır. Yüce yaradanı çok iyi tanır, her an Onun huzurunda olduğunu bilir, Muhammed’siz onunla beraber olunamaz, bunu yaşar.
Şimdi bazılarının dediği gibi Muhammed'e ne gerek var? Aptal! Muhammed’siz olmaz. Muhammed'e gideceksin ki onunla beraber olacaksın. Allah'a açılan kapı da Muhammed var, Muhammed’siz o saraydan içeri giremezsin.
Muhammed'e gidebilmek için de Ali kapısı var. Ordan da girmeye mecbursun. Ali kapısından da girmedin mi yaya kalırsın. Yani, bunlar hep birbirini mütemmim cüzleridir. Binaenaleyh, kul bu şuur, bu inanç içinde olarak bu yolculuğa girecek. Bu yolculuğa girdi mi de sonucu hiç merak etme. Bir ay geçer, işte bu oruçlu iken; mukabeleye gidilir, -efendime söyleyeyim- hayırdı, hasanattı, namazdı, gece nafile ibadetler namazlardı, dini sohbetlerdi, nasihatlerdi, bütün bunlar bir ay geçer, Onu bir çocuğun ilkokula başladıktan sonra, -efendim- ikinci-üçüncü aydan sonra nasıl yavaş yavaş geliştiğini seyredersen, görürsen Onun da (gelişimini) öyle seyredersin. Allah Allah! Ramazan'ın başında farklı, sonunda daha farklı. Bu Onun elinde olan bir olay değil. Anlatabildim mi?
Ramazan Ayı sosyal olaylarda bir denge sağlar suç oranları azalır
Diğer taraftan bakınız; Ramazan-ı Şerif öyle mübarek bir ay ki; benim rahmetli kızım Fatıma Tıp Fakültesinde, Farabi Hastanesi'nde yoğun bakımda kalıyordu. Orada doktorlar -Allah razı olsun- nöbetçi arkadaşlar, hastanenin, oranın dekanı, bana müsaade etmişlerdi. Ben devamlı gidip geliyordum. İnanır mısınız, Ramazan geldi yoğun bakıma gelen yok, giden yok! Ama ondan önce trafik kazası, bilmem kurşunlanma, meyhanede kavga, ramazan geldi hepsi bitti. Tabii; sosyal olaylarda bir denge; ramazan bunu da kazandırıyor. “Ama Efendim bazı yerlerde olmuyor.” Onun dünyasında orucun yeri yoksa, elbette olmaz. Biz orucu kabul edip müslüman olarak onu hayata geçirenden bahsediyoruz. Tabii bölgemiz inanç bakımından yoğun bir –efendim- hayat yaşadığı için o bakımdan burada, ramazanda hakikaten sokaklarda, caddelerde, şehirlerde, köylerde, çok tatlı günler yaşıyoruz. Allah herkese nasip etsin. Allah herkese nasip etsin.
İslam'ın 5 şartının 4’ü Amel ile İlgilidir
Şimdi tabii burada yani islam'ın şartı dediğimiz bu ibadetlerle, az evvel söylediğimiz gibi bütün ibadetlerle, kul Rabbına yürür, Allah'ına yürür. Bunlar olmadan da insanın kalp boyutunda Cenab-ı Hakk’a yürümesi asla mümkün değildir. Ha ben bunu düşünerek yaparım, -efendim- kitap okuyarak da bunu elde ederim, sohbette de bunu yaşarım. Bunların belki bir kısmı bir noktaya kadar seni taşır. Ama istediğin nihai noktaya varabilmen asla mümkün değildir. O noktaya varabilmen için o islamın şartları dediğimiz ibadet çeşitlerinden hepsinden geçmen lazım, hepsinden bir manevi lezzet alman lazım, feyz alman lazım, ruh dünyasının enginlikle o –efendim- muhabbeti, o seyri yaşaması lazım. Bunu yaşamadıktan sonra, onlarla birlikte olmadıktan sonra –efendim- başta da söylediğim gibi diğer yollar o ibadetlerin yerini asla tutamaz. Onun için de bu ibadetler bizim boynumuzun borcu, farz-ı ayndır. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek, bunlar farz-ı ayndır, farzdır yapılması. Yani buradan yürümenin şartı bu. Ha buna ilave olarak çeşitli hayırlar var, doğru. Ama bunlar işin esası. Bu esas olmadan seni Allah'a taşıyacak hiçbir binek, burak olamaz. Bu işin bineği, gemisi bu. Rotanı çevirdiğin zaman bu gemide, bu gemi seni Allah'a taşır. Olayın özü ve aslı budur özet olarak.
Orucun faydaları nelerdir?
Şimdi –efendim- tabii orucun faydaları üzerinde durduğumuz takdirde hatırımıza gelmeyecek kadar çok ciddi faydaları var. Nedir bu? Mesela bir yıl boyunca siz yiyorsunuz, içiyorsunuz, tıka basa bütün mideyi dolduruyorsunuz. 365 gün gece gündüz bu çalışıyor. Takdir edersiniz ki bir makine parçası bile sürekli çalıştığı zaman dinlendirmeye ihtiyacı oluyor. Bu vücudun ihtiyacı olmaz mı? Oruç mevsimi aynı zamanda vücudun ihtiyacının, istirahat ihtiyacının giderildiği mevsimdir. Bakınız karaciğeriniz ciddi bir huzura kavuşur, rahatlığa kavuşur. Karaciğerde aldığınız gıdalardan, yağlı besin maddelerinden veya ilaçlardan bir de baktınız ki enzimlerini yükseldi. Ben mesela çok ilaç alıyorum, alıyordum daha doğrusu. Birden fırladı. Yediğimiz yemekler de herhalde yağlıydı. Karaciğer çekemedi bunu, neredeyse iflas etme noktasına geldi. Arkadaşlar, “Ne yapıyorsun ya!”
“Ne yapacağız?”
“İşte bu ilaçları keseceksin, artı yağlı yemeği terk edeceksin, mümkünse aç kalacaksın.”
“Yok”, dedim “bu kadar aç kalamayız da, destek oluruz size.”
İnanır mısınız? Oruç ibadeti ile beraber karaciğer normale intikal etti. Ne ilaca gerek kaldı! Sadece bir tansiyon şeker ilacı alıyoruz, -Efendime söyleyeyim ne şuna ne buna ( gerek kalmadı ). Enzimler normale indi. Biz karaciğeri sağlama aldık. Bağırsak da öyle, mide de öyle. Eğer işi disiplinli bir şekilde Allah'ın emrettiği, Peygamber Aleyhisselamın uyguladığı tarzda. Biz şimdi iftar sofralarına oturduğumuz zaman yemek yarışına hepimiz giriyoruz. Ne kadar yıl içerisinde yemediğimiz yağlı -efendime söyleyeyim- proteinli, tatlı, hatırınıza ne geliyorsa karbonhidratlı yemekler önümüzde. Yani şimdi sanki biz bir yarışa kalkıyoruz. Öyle değil! Hakikaten o vücuda bu istirahati yaptıracak tarzda, sebze ağırlıklı, hem az az sahurda iftarda yemek suretiyle, eğer bunu uygulama tarzına giderseniz; inanır mısınız; bir ay sonra hem kilo vermiş olacaksınız, hem sağlığınıza 100'de 500 kavuşmuş olacaksınız. Dediğimiz şartlarda. Anlatabildim mi?
Oruç Nedir? Orucun ruhunu nasıl taşımalıyız?
“Oruç nedir?” dediniz. Oruç imsak vaktinden, akşam güneşi grubuna kadar ınsanın yemekten içmekten birtakım münasebetlerden beri olmasıdır. Kendisine helal olan –efendim- işlerin haram olmasıdır. Yeme helaldir, içmek helaldir, -efendim- bir insanın nikahlı zevcesi ile bir arada olması helaldir. Ama o işte imsak vakti dediğimiz; imsak vakti ne? Gece bir noktaya kadar gider, gündüzün başladığı çizgidir, imsak budur. Gündüzün, yani karanlık devam eder ama o noktada karanlık bitmiştir, bir anda gündüzün aydınlığı başlamıştır, gene karanlık sürüyor. İşte o noktanın adına biz imsak diyoruz, dini literatürde. Yani gece ile gündüzün buluştuğu nokta. Oradan başlar orucun vakti, nereye kadar devam eder? Akşam güneşin grubuna, güneş batar; –efendim- o ana kadar işte o dediğimiz fiillerden bir Müslümanın uzaklaşmasıdır, yemek yememesidir, su içmemesidir, -efendim ne bileyim- hanımına yaklaşmamasıdır. Kısaca bu zaman içerisinde geçirdiği vaktin adına bu şekilde -niyet tabii dediğimiz gibi mühim- oruç diyoruz.
Orucu bozan ve bozmayan hususlar
Tabi bunlarda mühim. Ramazan-ı Şerif'te bizi takip eden kardeşlerimiz bunları da öğrenmek ister. Ya biz ne yapsak orucumuzu bozuyor, ne yapmasak orucumuzu bozmuyor. Bizim de tabii senede bir defa uygulama alanımız olduğu için ramazan mevsiminde, dilerseniz bunlar fıkıh konusudur, böyle tek tek okuyarak atlamadan bizi takip eden kardeşlerimize bunu güzelce öğretelim.
Orucu bozup sadece sadece kazayı gerektiren haller, birde orucu bozuyorsunuz kefaret oluyor. Yani kefaret ne demek? Bozmanıza mukabil tutmanız gereken oruç. Kaç gün o oruç? 61 gün. Bak; bir günü bozdunuz yani kefaret işlediniz; o gün onu kaza ediyorsunuz, bir de 60 gün onunla birlikte oruç tutuyorsunuz, ikisi birlikte ne olmuş oluyor 61 gün. Ha orucu bozduğunuz zaman 61 gün gerektiren haller var, bir de orucunuzu bozduğunuz zaman sadece kaza yapmanız gerektiği haller var.
Orucu bozup sadece kazayı gerektiren haller
Biz isterseniz kazadan başlayalım. Ondan sonra diğerine geçelim.
Bakınız; mesela;
• Abdest alırken boğaza suyun kaçması: Boğazınıza su kaçıyor, sizde bunu yutuyorsunuz. Bu sizin orucunuzu bozar ama kefaret değildir. Gününe gün edersiniz. Burada önemli bir husus var. Orucunuzu bozduğunuzu bildiğiniz halde akşama kadar da yemeyeceksiniz, oruca tutuyormuş gibi devam edeceksiniz.
• Kulağa yaş ilaç damlatmak, derideki yaradan içeri girecek ilaç koymak: Yani vücuda herhangi bir ilaç nevinde bir şey zerk etmek, dahil etmek. Vücut bundan istifade etmeye başladı mı, bu da orucu ne yapıyor? Bozuyor. Ama ne yapıyor? Kefaret yapmıyor, kefaret olmuyor.
• Vücuda iğne ile ilaç ve aşı şırınga etmek: Mesela öğrenciler okullarda aşı oluyorlar, oruçluyken çocuklara aşı yapmamk lazım. Niye? Eğer bu aşıyı yaparsanız, o takdirde çocuğun orucu bozulmuş olur.
• Bir insan kendini zorlayarak ağız dolusu kusarsa bu da orucumuzu bozar.
• Kağıt, pamuk, pişmemiş pirinç, darı, mercimek tanesi gibi ilaç ve gıda olmayan bir şeyi yutmak: Bunu da aldığınız zaman orucun bozulmuş olur.
• Dişlerinizin kanamasında yalnız kanı veya tükürükle aynı miktarda karışık kanı yutmak: Dişinizi kanatıyorsunuz ondan sonra onu yutuyorsunuz. Eğer bir dişiniz kanarsa mutlaka onu dışarı atmanız lazım. Bu kanı vücudunuza dahil ediyorsanız, bu da demek orucunuzu bozuyor. Bunlar fıkhî kurallardır yani bana göre sana göresi yok bu işin. Hangi Mezhep İmamına gidersen git, bunlar hepsi aşağı yukarı aynıdır.
• Güneş battı ezan okundu zannederek iftar vakti gelmeden orucu açmak: Güneş batıyor, sofrada oturuyorsun, faraza birisi diyor sana ki “ezan okundu”. Sen de besmeleyi çekiyorsun, başlıyorsun yemeğe. Tam yemeğin ortasına geliyorsun ve hocaefendi “Allahu Ekber” diyerek; “Yav daha ezan yeni okunuyor oğlum, sen yanılttın bizi!” Orucunuz sadece bozulur, kefaret gerekmez. Anlaşıldı mı?
• Oruçlu olduğunu unutup yiyip içtikten sonra orucum bozuldu diyerek tekrar yemek: Şimdi orucunuzu unutuyorsunuz, yiyorsunuz, karnınızı da doyuruyorsunuz. Bu şekilde olursa orucunuz bozulmaz, unuttuğunuz halde. Ama “benim orucum bozuldu” diyerek, unutarak “yedim bunu, nasıl olmasa oruç bozuldu, diyerek yerseniz, o zaman orucumuz bozulur. Anlaşıldı mı? Diğer bir husus şu:
• Taharetli iken vücuda su kaçırmak: Taharet alırken ona da dikkat etmek lazım. Erkeklerin hanımların buna dikkat etmesi lazım.
• Birisinin orucu zorla bozdurulması: Geliyor adam, orucunu zorla bozduruyor. Bunlar tabii normal olmayan haller. Burada da orucunuz bozulur, ancak kefaret olmaz.
• Burnunuza sıvı bir ilaç damlatmak: Bu da burun yoluyla vücuda dahil olduğu için, burada da orucunuz bozulur kazası gerekir. Eğer bir insan kolonyağını sadece koklarsa, bu orucu bozmaz. Ancak kolonyağını burnunuzla çekerseniz o da ilaç hükmüne girer, yani vücudunuza dahil etmiş olursunuz.
• Dişçiye geliyorsunuz dişçinin dişi çekebilmek için uyuşturucu vermesi: Bu da orucu bozuyor. Vücuda bir şey dahil oluyor. Böyle olduğu zaman genel kural olarak orucu bozuyor.
• Hastaların, bilhassa bu tansiyon hastalarında dil altı almaları: Bunu yutması, ilaç nevinden de olsa bu da orucu ne yapar, bozar.
• Kalp hastalıkları için sağlam deri üzerine konan ve derinin gözeneklerinden emilerek kalbe fayda veren ilaç -Bu nasıl bir şeyse bilmiyorum- sağlam deri üzerine konulduğu için orucu bozmaz: Bu herhalde Diyanetin fetvası. Bunu da ilk defa ben okuyorum. Evet. Kalp rahatsızlığı deri üzerine konan ve derinin gözeneklerinden emilerek kalbe fayda veren ilaç sağlam deri üzerine konulduğu için orucu bozmaz, bence bunun araştırılması lazım. Ben mesela bu içtihata karşı oldum. Mühim olan vücudun bundan istifade etmesidir. Burunla deri arasında netice bakımından fark yoktur. Ama tabii iddialı olmamamız lazım, araştırmamız lazım.
• Kadınların ve erkeklerin ilaç olarak fitil kullanmaları orucu bozar: Fakat guslü gerektirmez.
Orucu bozan hem kaza hem kefaret gerektiren haller
Efendim şimdi, bir de burada orucu bozup, hem kazayı hem kefareti gerektiren haller var. Bunları da okuyalım mı ?
• Ramazan ayında oruçlu olduğunu bildiği halde ve imsaktan önce niyetliyken gündüz bir şey yiyip içmek: Niyet etti, gündüze çıktı, başladı yiyip içmeye. Bu nedir? Bu hem kaza yaptı hemde kefaret. Yani hem kefareti 60 gün, kazası da 1 gün; 61 gün oruç tutması lazım. Sigara içiyor bilerek; bu da kefareti gerektirir.
• Ramazanın bir gününde kaza lazım olan bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse başka gününde de bu şeyi kasten yine yaparsa kefaret lazım gelir. Anlaşıldı mı bu?
• Ağzına giren kar, yağmur ve dolu isteyerek yutmak: Nasıl olmasa kar yağıyor, “canım ne olacak, bundan ne olur” hararetini gideriyor, alıyor, bu su içmek gibidir. Nasıl su içmek orucu bozar kefareti gerekir, gerektirirse bu da aynen öyle. Ama bilerek, tabii kasti olarak. Ama boğazına kaçtı, aynen boğaza kaçan su gibidir. O ne yapıyor? Kazayı gerektiriyor.
• Az miktarda tuz yemek: Bu da hem orucu bozar hem de kefaret ( gerekir ). Burada şu hususu belirtmek lazım. Ulema, yemediği halde tuzun tadına, bilhassa ramazan günü hanımefendilerin bakmasına müsaade etmiştir. Yemek yapacak işte, ya bu tatlı mıdır tuzlu mudur? Yutmadan dilinin ucuyla beraber tatmasına müsaade etmişlerdir ve bu müsadede vücudun bir faydası da yoktur, onun için müsaade ettiler. Yani yoksa Ulema, ekstra bir şeyle ona bu imkanı tanımadı. Anlatabildim mi ?
• Oruçlu olduğunu unutarak yiyen kimse oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra, orucun bozulmadığını bildiği halde yine yiyip içerse hem kefaret hem de kazası gerekir.
Bu husus böyle. Orucu bozup kazası gereken, orucu –efendim- bozduğu halde kefareti gereken, fiilleri de kısa da olsa özetledik.
Razamazan Ayı Neden diğer zaman dönemlerinden farklıdır?
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Tabii madden manen bir yıl geçirdik, şimdi önümüzde çok ciddi manevi servet kazanma dönemine girdik. Nasıl maddi servet kazanıyoruz, manevi servet de kazanmak, Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın cennetini kazanmak, Cenab-ı Hakk'ın cemalini kazanmak, Ehlullahın muhabbetini kazanmak, Peygamber Aleyhisselam Efendimizin şefaatini kazanmak gibi bir mevsime girdik. Onun için bunlar müstesna zamanlardır. Mesela günlerden cuma farklı bir gündür, aylardan ramazan ayı o da çok farklı bir aydır. Yani bunları vesair zamanla mukayese edemezsin. Kadir gecesi bakın, aklıma geldi. Çok farklı bir zamandır. Kadir Kur'an-ı Kerim'in indiği gecedir ve bu ay da bu gece saklıdır. Genelde ramazan ayının 27. Gecesi olarak bilinen Kadir Gecesi, Müslümanların en fazla gece olarak itibar edip kurtuluşuna vesile olduğu gece. Ve bu gece yapılan ibadetler bin ayda yapılan ibadetlerden daha efdaldir. Ha bunu biz demiyoruz. Bakınız, Kadir Süresi: Estaizübillah; “İnnâ enzelnâhu fî leyleti-lkadr”
İnşallah ileride o da işlenecek. Devam ediyor:
“Leyletu-lkadri ḣayrun min elfi şehr”
Kadir Gecesi “ḣayrun min elfi şehr” bin aydan hayırlıdır. Ve bu gece sabaha kadar melekler –efendim- semadan yeryüzüne inerler, Allah'ı anan, O’na kulluk yapan kulları ile beraber olurlar, onlara dua ederler. Tanyeri ağırana kadar selamet vaktidir, duaların kabul olduğu vakit. Böyle bir gecenin de içinde bulunduğu bir aydır, ne? Ramazan ayı. Tabii içinde bulunduğumuz şimdi idrak ettiğimiz bu ay. Bu akşamı da “Kadir” bilerek onun için her gece en azından küçük de olsa bir Kur'an okumak, istiğfar etmek, salat-ü selam getirmek, kelime-i tevhid okumak, ne bileyim arkadaşlarınızla dini sohbetler yapmak, malayani dedikodulardan uzaklaşmak, gece gece namazları kılmak. Bu geceyi böyle değerlendirirsek, ola ki o gece de “Kadir Gecesi” olmuş olur, bin ayda yapacağımız ibadetten daha eftal olan ibadetleri yapmış oluruz ki; bu da o gecenin ihyası ile -efendim- büyük bir manevi servet kazanmamıza vesile olur. Onun için Ramazan'ı bundan dolayı (iyi değerlendirmeliyiz).
Niçin bu gece o kadar efdaldir? Çünkü o gecede Allah'ın Kur'an'ı indi.
Kur'an kitab-ı ilahi olarak en büyük kitaptır
Kur'an kitab-ı ilahi olarak en büyük kitaptır. Ama diğer kitaplar yok mu? Var, diğerleri maalesef aslı ile beraber oynanmış ve hakikatlerinden uzaklaştırılmış olarak. Fakat kıyamete kadar Kur'an'a noktasına, virgülüne hiç kimsenin müdahale edemeyeceği bir kitabı kerimdir, Kur'an.
“Bu Kur'an'ı biz indirdik, Onu muhafaza edecek de biziz.”
Anlatabildim mi? Ayet-i Kerime. Böyle bir kitabı kerimdir. Onun için burada bir insanın hem dünya hayatında düzenli bir şekilde hiç kimseye zarar vermeden bütün insanlar hatta memnun edecek bir tarzda hayat yaşamasının koşulları şartları var. Ve hem de bunu yaşarken Allah'la manen arasını bulmak, her an Allah'ın huzurunda olduğunu bilerek ona hesap vereceğiz şuuruyla bir kul olma edasını insana kazandırmak, işte böyle bir kitap Kur'an. Ha ben öleceğim, hesap vereceğim, dirileceğim, işlediğim en küçük bir sevabın karşılığı verilecek ve yine işlediğim en küçük bir günahın cezası verilecek, işte bu muhakemeyi kula kazandıran, ezel ve ebed olan kainatın halıkı olan Allah'ı kullarına tanıtan, bu Kur'an. Zati ve subuti sıfatları ile Allah'ın kullarının önüne bilgi olarak seren, ibadetle onu ona yaşatan Kur'an’dır. Peygamberleri tanıtan, Peygamberimiz’i tanıtan bütün mükevvenatın sırlarını, varoluş gayesini, dengesini; değil mi; bu kadar muazzam kainat var, milyarlarca galaksiler var, yıldızlar var, henüz daha ışığı dünyaya gelmemiş yıldızlar var, bütün bunları ortaya koyan müthiş bir kitab-ı kerimdir Kur’an. Zerreden kürreye kadar ilahi bir dengeyi kulun hem gözüne, hem gönlüne, hem kafasına, hem kalbine zerk eden öyle bir kitap ki; bu ancak Allah'ın kelamı olabilir. İnsana söyleten; O kitabın indiği gece “Kadir Gecesi”, işte bu ayda Ramazan ayında. Onun için Ramazan çok farklı bir ay. Biz çocukken sevinirdik, eğlenirdik, atlardık, zıpladık, camilere teravihlere giderdik, cami cami dolaşırdık, caminin saflarında -çocuk yaşında- koşardık. O zaman çok farklı bir gelenek de vardı. İnşallah bu gelenekler tekrar ihya edilir. İşte böyle bir mevsim Ramazan-ı Şerif.
İnşallah tabii öyle bir iftar programı da inşallah beraber yaparız diyerek bizi takip edenlere tekrar hayırlı ramazanlar ve iftarlar niyaz ediyor saygılarımı sunuyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız