Neler Okuyacaksınız
Sırat-ı Müstakim ne demek?
İfade ettiğiniz gibi doğru yol manasına gelen, “sırat-ı müstakim” insanları Allah'ın rızasına kavuşturan; yani Allah; “Ben bundan razıyım, bu kulumun yaptığı işler güzeldir, doğrudur.” dediği yol üzeri insanın gitmesidir.
Efendim öyle işler vardır ki; siz bunları eda edersiniz yerine getirirsiniz, görünüşte de çok güzel olur ve fakat bu yaptığımız işlerden Allah razı olmaz, hoşnut olmaz. O takdirde insan görünürde çok güzel şeyler de yapmış olsa, hakikatte sırat-ı müstakim yani doğru yol üzere olmuyor. Neden? Çünkü yapılan işin özünde “Allah bu işten razı mıdır, değil midir?”, merkezde bu soru vardır. Bu soruya cevap verdiğiniz zaman “evet bundan Allah razıdır”, o zaman yaptığımız iş hoşa gitmemiş olsa dahi, görüntüde pek mükemmel görünmese dahi, o iş sürat-ı müstakim üzeredir.
Bir başka mana her insanın kalbinden Allah'a bir yol gidiyor, işte bu yoldan insanın sağa sola sapmadan Allah'a vasıl olmasıdır. Bir manada Onun rızasına kavuşmasıdır, bir manada Onun cemalini müşahade etmesidir, bir manada Onun muhabbetine gark olmasıdır, sevgisine, aşkına gark olmasıdır. İşte bu hal üzere insanın hayatının devamına biz “sırat-ı müstakim üzere devam eden hayat” diyoruz.
Ayet-i kelimeler de Allah bizi uyarıyor, ayıktırıyor. Yanlış yapmayalım, hata etmeyelim, o yolun dışına çıkmayalım diye; Cenab-ı Hakk bizi birçok ayetinde uyarıyor. Mesela; Sure-i Fatiha’da;
“sirâtal mustakîm,” “en'amte aleyhim.”
Cenab-ı Hakk kimmiş bu sıratı müstakimden bahsederken? Allah’ın nimet verdiği.
Bu nimet verilen insanlar kimlerdir? Manen rızıklanan.
Manen rızıklanmak ne demektir? Cenab-ı Hakk’ın feyzini muhabbetini alan. Şimdi bu insan işte sırat-ı müstakim üzere olan insandır.
Hadis-i şerifte Cenab-ı Peygamber Efendimizin bir gün sahabesi ile birlikte otururlarken, elinde bir çalı parçası yere birçok çizgiler çiziyor ve ortasından bir çizgi çizdikten sonra sahabesine şöyle buyuruyor; “Bunların hepsi bir yoldur, gördüğümüz çizgilerin tamamı bir yoldur. Ama şu ortada gördüğünüz yol, dost doğru sırat-ı müstakim olan yoldur. Bunun dışındakilerinin her birinin başında şeytan yatar.”
Siz o yollardan bir tanesini tercih ettiğiniz zaman farkında olmadan Allah'ın rızasının dışına çıkar, helak olursunuz.
Bu ne demek? Demek ki, insanların kalbinde çok miktarda yollarlar var, düşünce yolları var, tarzları var. Ama bir tanesi var ki; düşünce tarzı, düşünce kulvarı doğrudan insanı Allah'a bağlıyor. İşte Resulullah'ın beyan ettiği o sırat-i müstakim denilen doğru yol, insanı Allah’a vasıl eden, Allah’a bağlayan yol. Diğerlerinin başında beyan ettiği gibi; düşüncedir, felsefedir, -efendim- nazariyedir, hülasa şu veya budur. Bunların her birinin “başında ne olur?” diyor. “Bir şeytan vardır.” Ona tabi olursanız “doğru yoldan gidiyorum” zannı ile gittiğiniz halde, Allah muhafaza etsin bâtıla yanlışa sapıklığa düşmüş olursunuz. O bakımdan insanların hayatlarını yaşarken çok dikkatli ve de titiz olması lazım.
‘’O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecek’’
Bu sorunuzda ilgisi alakası olması bakımından burada bir ayeti mealen okumak istiyorum:
‘’O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecek’’ ( Furkan Suresi 25. Ayet)
Cenab-ı Hakk, –efendim- kıyametten, o sahneden bahsediyor. Yani şu gördüğümüz nizam, tabiatın, evrenin bu hali, böyle kalmayacak. Bugün müspet ilim de bunu kabul etti, er veya geç tabiatta mevcut olan düzen, nizam, onun en küçük parçası atom çapından küresine kadar bozulacak; yani bir fiziki kural olarak.
Mesela şu anda galaksilerde bulunan kara delikler bunun çok açık bir ifadesi ve de ispatıdır. Nötron çöküşü dediğimiz maddenin yokluğu; yani biliyorsunuz Einstein diyor ki; -elektronların hareketinden bahisle efendim- bazen bir bakıyorsun, bir enerji bazen de bir yoğunluk; o nötronlar -yani o enerji midir yoğunluk mudur, artık orasını fizik olarak ben tam bilemeyeceğim de-, yalnız “maddeyi, maddenin hakikatini özünü teşkil eden bu şey hareket, elektron hareketi, çekirdek etrafındaki elektron hareketi.” Şimdi bu –efendim- yoğunluktur veya bir enerjidir; ne olursa olsun. Bunun zamanla çökeceği, dolayısıyla nötron merkezinde buluşacağı; böylece maddenin madde dediğimiz bu yapının yok olacağı; yaş sınırına göre bazı –efendim- faraza bir milyar ömrü var, bazısının iki milyar ömrü var, bazısının beş milyar ömrü var. Mesela bugün şu tabiatta mevcut olan varlıkların on altı milyar yıldan beri hayat sürdüğü ve fakat bunun birçoğunun da nötron çöküşüne tabi olarak; yani bu enerjiyi kaybederek kara delik haline geldiği; düşün ki; bunların tamamında bu kader yaşanacak o zaman bütün kainat bir karadelik olacak.
Kısaca ben şunu arz etmek istiyorum. Yani bu tabiat, bu kadar mükemmel düzenli olmasına rağmen, bunun da bir sonu gelecek. İşte ondan bahisle Allah, “o zaman” diyor, “bölük bölük melekler inecek.” “İşte o gün gerçek mülk merhametli olan Allah’ındır. Çok merhametli olan Allah’ındır. Kafirler için de pek çetin bir gündür o.” ( Furkan Suresi 26. Ayet)
Pişman olmuşların ahiretteki sözleri
Şimdi dikkat ederseniz ayeti kerimede Allah bir tablodan ve o tablo karşısında bir sınıf insandan bahsetti. “O gün zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der.” Yani zalim kimse kimdir? İman ehli olmayan Hz. Muhammed’e isyan eden, -efendim- O’nu alelade bir beşermiş gibi gören, hatta O’na hakaret eden, -ne bileyim- O’na geleni hiçe sayan, adaletiyle hükmetmeyen; bunun sınıfları vardır. İşte onu kastediyor Cenab-ı Hakk. “Zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısıracak, eyvah diyecek.” Yaaa! Parmaklarını ısıracak o hakikatleri gördüğü zaman. “Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım, gel dediği, beraber olalım dediği zaman, keşke ben de onunla beraber olsaydım”. ( Furkan Suresi 27. Ayet)
Peki, Resulullah (s.a.v) Efendimiz nereye davet ediyor insanları?
İşte o bahsi geçen, doğru yola, sırat-ı müstakime. Adam, “benim tuttuğum yol daha doğru daha mükemmel daha akılcı daha mantıklı görmüyor musun?” diyerek; Peygambere ters dönüyor. Ama nereye kadar, o ana kadar. “Keşke ben” diyor; “O dediği zaman bu işi yapsaydım, onunla beraber olsaydım.”
“Yazık bana.” Şimdi burada çok enteresan bir tembih var; “keşke falancayı o batıla giden insanı yolculuğu dost edinmeseydim.” (Furkan Suresi 28. Ayet)
Şimdi orada peygamber ve peygamberle beraber olanla olamadığı için eyvah diyor ve ondan sonra -onunla niçin olamadım?- hayıflanıyor. Ondan sonra da şu adamla niye oldum, diye ona da hayıflanıyor. Kimmiş o insan? Nur-u Muhammed'den onu kopartan, “canım o da birdir o da aynıdır” diyen. Şu anda öğle enteresan haller ve de –efendim- hileler var ki, bu tezgâhlar insanları maalesef İslami hakikatlerden, imanı hakikatlerden, Peygamberani nurdan mahrum ediyor.
Halbuki şu bir kanundur; Hz. Muhammed Aleyhisselam'a çıkmayan hiçbir yol, ne olursa olsun, insanı felakete sürükler. Neticesi mutlaka Muhammed Mustafa Aleyhisselam Efendimize çıkacak olan yoldur işte demek istenilen sırat-ı müstakim.
Ve dost edinmeseydim o peygamberin dışındakini. Çünkü “zikir bana gelmişken o”...
Buradaki zikirden maksat Kur’an’dır, namazdır, Allah'ı anmaktır, salat-ü selam getirmektir, kelime-i tevhid okumaktır, oruç tutmaktır, zekât vermektir. Kısaca Kur’an’ın içerisinde mevcut olan ve mektuz olan bütün hakikatlerdir.
“O bana gelmişken, bu hakikatler bana gelmişken beni” diyor “ondan saptırdı.” (Furkan Suresi 29. Ayet) Yani, canım Kur’an’daki hakikatler ile beraber olmana, ondan olmana gerek yok. Şimdi yeni bir moda çıktı; 3 tane din. Efendim, “hangisinde olursan, kurtulursun” manasına gelen öyle bir batıl ifade ki; çok açık ve net konuşuyorum. Tarihin hiçbir döneminde din ile bu kadar oynanmamıştır.
Evet, sonra bu böyle bir netice, nihayeti de bir şey değil, bu milletin imanıdır.
İmanını muhafaza eden insan, Türklüğünü de muhafaza ediyor
Bu millet bu imanı yaşattığı sürece, vardır; yok ettiği sürece, gider. Biz şimdi Türki cumhuriyetlere gidiyoruz. Samimi olarak konuşuyorum, imanını muhafaza eden insan, Türklüğünü de muhafaza ediyor, kimliğini muhafaza ediyor. Ama bu kimliği, imanı kimliğini kaybettiği zaman bir de bakıyorsun; milli kimliğini de millet olma vasfını da kaybediyor. Devamlı surette “moskof” diyor, “Rus” diyor, “Moskova” diyor. Yani sevdalandığı yerin adını söylüyor. İşin hakikati de budur, bundan da kaçış yoktur.
Evet, ve burada enteresan bir ayet var. Peki sırat-ı müstakim olmayan yol nedir?
Şeytanın yoludur. “Şeytan insanı yüz üstü bırakır, rezil rüsvay eder” (Furkan Suresi 29. Ayet) diyor Allah. Şimdi bu şeytana tapan arkadaşlarımız, kardeşlerimiz de hatırıma geliyor. Cenab-ı Hakk şeytan için:
“...innehu lekum aduvvun mubin” “... o sizin için çok açık bir düşmandır.” (Yasin Suresi 60. Ayet)
Nitekim, ben o gariban delikanlıları televizyonda seyrederken; samimi olarak konuşuyorum. Çok acıdım. “Yahu” diyor; “sakın bizim gibi olmayın böyle yapmayın” diyor, “biz ipin ucunu kaçırdık.” Bu manaya gelen bir konuşma yaptı. Ama iş de işten geçti. Şimdi bizi takip eden, bilhassa gençliğimiz, bu konularda çok dikkatli ve titiz olmasını ben şahsen teklif ediyorum. Biz sıradan insanlar değiliz, biz tarihe mührünü vurmuş bir ecdadın varisleriyiz. Ve mutlaka sırat-ı müstakim olmaya, bu yol üzere olmaya mecburuz, bir mana da memuruz. Bunu bilerek bu büyük millete sahip çıkalım, onun bu değerlerini koruyalım, korumaya gayret edelim, diyorum Efendim.
Bunda şüphemiz olmasın Cenabı Peygamber Efendimiz İstanbul'un fethinden bahisle, bir askerden, bir komutandan bahsediyor, müjdeliyor onu, bu milletin evladıdır. Bu millet onun evladıdır. Efendim müjde-i Peygamberiye vasıl olmuş bir dedemiz var, bir neslimiz var, bir atamız var.
Kale Resulullah:
“Letüftehannel Kostantiniyyetü veleni’me’l emîrü emîrühâ veleni’me’l ceyşü zâlike’l ceyşü”
“Muhakkak İstanbul fetih olacak. Onu fetheden kumandan ne güzel, askerleri de ne güzeldir.”
Şimdi kim bunlar? Benim dedem, senin dedendir. Dünyada böyle bir ceddi olan ikinci bir nesil gösteremezsin. Ya bunlar gurur vesilesidir. Onun için biz ceddimizin milletimizi anarken, bir başka manada –affedersin- abdestli de olmamız lazım.
Evet buyurun.
Sıratı müstakim üzere olmak için ne yapmalıyız?
Şimdi tabii burada Cenab-ı Hakk'ın bize çok güzel beyanları var, Resulullah'ın mübarek hadisleri var. Biz bunlar istikametinde amel ettiğimiz, işimizi gördüğümüz zaman, korkmayalım, yüzde yüz sırat-ı müstakim üzere olacağız, oluyoruz. Nedir bu?
Bakın ayet-i kerimede;
Estaizübillah
“kûnû meas sâdikîn” “Sadıklarla beraber olun” (Tevbe Suresi 119. Ayet) diyor.
Kim bu sadıklar? Bu yarenler kimlerdir?
Hak dostlarıdır, sabır ehlidir, kanaat ehlidir, tevekkül ehlidir, tefekkür ehlidir, zikir ehlidir, hizmet ehlidir; yani başkası gibi o tembel tembel yatıp uyuyamaz, horlayamaz. Ya? Gayretlidir, himmetlidir, çalışır, kazanır, dağıtır. Komşusuna, dostuna, akrabasına, arkadaşına, milletine, devletine, vatanına her şeyine faydalı bir eleman olur, hüdayinabit gibi bir insan değil.
İşte bu kim oluyor?
Sadık, sadık insan. Bakınız; bu doğru olmayı Cenab-ı Hakk sadece bizden istemiyor. “Dost doğru olunuz!” emrini Allah evvela peygamberine, Muhammed Mustafa'sına emrediyor. Değil mi? “Emrolunduğun gibi dost doğru ol.” ayeti kerime hatırınızda ise;
“Festakim kemâ umirte” (Hud Suresi 112. Ayet)
İstikametini öyle yap ki, sana ne emir olundu? Tam bunun üzere ol. Bir santim ileri-geri yok, anlatabildim mi?
Peygamberine, Allah bunu böyle beyan ediyor. Sonra efendim peki bu insanlar nasıl insanlardır, biz bunları nasıl seçeriz? Cenab-ı Hakk buyurur ki; ‘’Onların yüzünde secde eseri vardır.’’ (Fetih Suresi 29. Ayet)
Ne varmış? “min eseris sucud” “Secde eseri” varmış.
Benim senin ifaden değil. Secde eseri. Bir başka hadiste; ‘’Onları gördüğünüz zaman” Cenabı Peygamber Efendimiz her insana “Allah'ın dostlarıyla arkadaş olunuz”, beyanında sahabe diyor: Kimdir bunlar Ya Resulullah? Öyle ya! Allah'ın dostları, arkadaşı kimdir bunlar? “Onları gördüğünüz zaman” -çok enteresan bu ifade- “size Allah'ı hatırlatır.” Size Allah'ı hatırlatan insanlar kimdir? “Allah'ın dostlarıdır.’’
Demek ki Ahmet’e, Mehmet’e sormana gerek yok. Kimmiş? Onu düşündüğün zaman, şöyle gözünü yumarsın onu hatırına getirirsin, kalbine Allah düşerse bil ki bu adam dürüst bir adamdır, mümin bir adamdır, Müslüm bir adamdır, vatanperverdir, milletini, devletini, bayrağını, sancağını her şeyini sevendir. Neymiş ölçü? Gözünü yum, onu bir düşün. Cenab-ı Hakk’ı hatırladın; bil ki bu adam hak, doğru dürüst bir adamdır. Ölçü bu. Hâkim kalbin. Anlatabildim mi?
Allah'ı hatırlayamadın, düşündün onu, kumarı hatırladın; düşündün onu, serveti hatırladın; düşündün onu, bilmem neyi hatırladın. Bu demek ki, bu sınıftan değil, bu sınıfa girmiyor. Kim giriyor bu sınıfa? Onu düşündüğün zaman, onu hatırladığın zaman, dediğimiz gibi faydalı işleri, bir hassa Cenab-ı Hakk’ı hatırlıyorsan, milletine, devletine vatanına, bayrağına, sancağına sahip çıkacak hissi duygulara, bu duygulara bürünüyorsan, bu bir terbiyedir, eğitimdir yanlış anlama işte budur.
Tabii canım bu lafla olmaz, lafla bu işler olmaz.
Evet, daha. Bir başka hadis-i şerifte; “Allah'ın öyle güzel dostları vardır ki; bahadır kulları vardır ki”, -bakın bunların vazifesine – “kulları Allah’a sevdirirler.” Eşkıyadır, yalancıdır, dolandırıcıdır, üçkâğıtçıdır ne bileyim düzenbazdır. O tip insanlar bak. “Onları Allah’a sevdiriyor.” Onlarla arkadaş oluyorsun, omuzuna vuruyor ekmeği alıyor.
“Niçin yapıyorsun, olur mu böyle? Gel ya bundan vazgeç.” Seviyor, okşuyor icabında kulağını tutuyor, çekiyor. Adam da bakıyor, benim için bunlar. Ne yapıyor bu sefer? O insan o -efendime söyleyeyim- meyhanede, kerhanede, postahanede, şurada burada avare gezen adam, Allah’ı seviyor. Ondan sonra; “Allah da o kullarını sever” diyor. “Allah'ı sevdirirler “sonra “Allah'ı da o kulları sevdirirler.” Bak çok enteresan; köprü yani. “Allah’a kulları sevdiriyor; kullara da Allah'ı sevdiriyor.”
Çok nazlı, evet. Efendim var mıymış?
Benim evladım, niye olmasın ki yani? Yeryüzünde hep, sana bilmem şunu bunu sevdirecek adam mı çıkar? Değil mi? Allah'ı, Resulünü, Onları da sevdirecekler elbette vardır. Değil mi?
Yine Cenab-ı Hakk bunlarla beraber olmayı da şöyle, ayet-i kerimede;
Estaizübillah “vec'al lena min ledunke veliyya”
“Ya Rabbi bizi sana ulaştıracak, seninle arkadaş yapacak, dost yapacak bir dost arkadaş ver.” (Nisa Suresi 75. Ayet)
Evet yani ne yapacağız? Ne yapmamız lazımdır sorunuza, zanlıma göre bu kadar kestirme, ancak cevap verebiliriz.
Sırat-ı müstakim üzere yaşamanın kriterleri nelerdir?
Yani kendini nasıl müftü yapacak? Değil mi? Doğru. Hakikaten de insanın böyle bir muhasebeyi nefis ile nefsini muhasebe etmesiyle; ben bu işin neresindeyim, uzağında mıyım, çok uzağında mıyım, yakınında mıyım veya tam içinde miyim? Buradaki ölçü bir insanın Allah'ı arzu etmesi istemesidir veya Allah’a kavuşma istemesidir. Eğer biz Allah'ı arzu ediyor, istiyorsak; bilelim ki bizim tuttuğumuz yol, doğru bir yoldur. Çünkü Allah’a kavuşmanın içinde ölüm de var. Öyle nokta geliyor ki, o ölüme de hodri meydan diyorsun, değil mi? Bu yol doğru olmayacak da hangisi olacak? Yani insan Allah için nefsini feda edebilecek, verebilecek veya vermeyi düşünebilecek bir imana sahip olması çok büyük bir üstünlüktür.
İki. Böyle bir insan nasıl bir insandır? Allah'ı unutmayan bir insandır, hatırından çıkarmayan bir insandır. O zaman bu insanın özelliği Allah'ı çok anmasıdır. Zaten zikretmek demek, Allah'ı unutmamak demek, hatırda tutmak demek, ismi anıldığı zaman insanın hoşlanması demektir, hoşuna gitmesidir, bu hal üzere olmasıdır. Daha! Cenab-ı Hakk’ın emrettiklerini tam manası ile ihtiva edecek, itaat edecek. İşte bunu emretti, yoruma girmeyecek. Bunu nehyetti, ondan kaçmayacak. Nehyinden de kaçmayacak derken, haram kıldığı şeyin haramiyetinden kaçmayacak. Yani onu kalkıp, eleştirmeyecek, bu haram mı haram; helal mi helal. Yani öyle işin mütalaası, müzakeresi -yani mütalaa, müzakere derken anlama babında değil; ya; yapayım veya yapmayayım babında böyle bir hal- olmayacak. Nitekim burada da itaatten murat ayet-i kerimede;
‘’ Kim Allah'ın Resulüne itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur ’’ Nisa suresinin 80. Ayeti.
Resullaha itaat bu işin merkezidir. Ve Cenab-ı Hakk’ın koyduğu ölçülere, öyle şek şüphe götürmemek şartıyla, insanın uymasıdır; diye özetleyebiliriz.
İnsan Allah’ı nasıl tanıyabilir?
Şimdi tabi; o mevzunun devamı olarak bir insanın Allah’ı tanıması için; Kuran’a sarılması lazım, onu çok okuması lazım. Değil mi?
Daha! Bir de Cenab-ı Hakk’ı sevenlerle beraber olması lazım. Az evvel söyledik. Sevmenin ölçüsü neydi? “Onu düşündüğün zaman Allah'ın hatırlanmasıydı.” Buradan sorunuzla ilgili çok açık ayet-i kerimeler var:
‘’ Bizim için mücahede edenleri bizim yollarımıza hidayet ederiz’’ (Ankebut Suresi 69. Ayet)
Allah için nefsiyle mücahede eden insan var. Yani gelişi güzel bir hayat yaşamıyor, murakabe, muhasebe ediyor. Ve bu şekilde bir tercihin içine giriyor, gelişi güzel bir iş yapmıyor. Bu bir mücahede metodudur. Yemesinden içmesine, davranışına, giymesine, insanlarla münasebetine, hizmetine, her şeyine kadar -bu mücahede- nefsi ile mücahedeye girer. Bu yolda gayret sarf eden insan için Cenab-ı Hakk “Ona biz hidayet ederiz.” diyor. Tamam mı?
Bir başka ayet-i kerimede;
‘’Muttaki olup Allah'tan korkan kimselere, Allahu teala çıkacak yol verir, sapıklıktan onu kurtarır, ummadığı yerden de onu rızıklandırır’’ (Talak Suresi 2-3. Ayet)
Çıkacak yol demek, yanlışa sapmaktan korunması, doğruyu bulması, hakkı yaşaması demektir.
Bir başka ayet;
Furkan nedir?
‘’Ey iman edenler Allah'tan korkarsanız o sizin için Furkan yaratır’’ (Enfal Suresi 29. Ayet)
Yani, Cenab-ı Hakk’tan korkmanın çok büyük faydaları var. Neyin hak neyin batıl olduğunu; neyin yanlış neyin –efendim- doğru olduğunu; neyin faydalı neyin zararlı olduğunu; Furkan'ın manası bu.
Bunları Cenab-ı Hak senin gönlüne ihsan ediyor. Dolayısıyla yaptığın işlerin her birinde bir bereket olur. Bereket budur.
Bereket nedir?
Bereket nedir? Eğer yaptığınız iş güzel olursa, faydalı olursa, -efendim- zararı olmazsa; işte bereket odur. Miktarlar aynı da olsa; bir tanesinde fayda var, diğerinde zarar varsa; mesela helal-haram. Bir para çalınır, bu haramdır. Kabul edelim ki bu bir trilyondur. Bir para kazanılır; oda bir trilyondur, o da helaldir. Birisinde ne vardır? Hak vardır, hukuk vardır, doğruluk vardır, batıl yoktur. O parada ne vardır? Bereket vardır. Bunun, helal ve haramın ayrılmasının tefrikini yapan insan “furkan sahibidir.” Kuran’ın bir manası da, bir ismi de nedir? “Furkan.”
Evet.
“Allah kimin kalbini İslam'a açmışsa o rabbi katında bir nur üzere olmaz mı?” buyuyor. (Zümer Suresi 22. Ayet)
Şimdi insanların kalbinin İslam’a açılması; güneş tabiata doğuyor. İslam'ın güneşinin de insanın iç tabiatına doğması lazım. O lütf-u ilahidir, nur-i ilahidir. Allah onu kuluna ihsan ettiği zaman, kulun hali çok farklı olur, çok başka olur. Allah bu hali hepimize nasip etsin.
Yine son olarak bir ayet daha okuyalım;
‘’Biz ona tarafımızdan ilim öğrettik’’ (Kehf Suresi 65. Ayet)
Değil mi?
Şimdi Cenab-ı Hakk’ın insanlara ikram ettiği ilimlerle, ikram ettiği nur ile hak ve hakikati gören insan, “Cenab-ı Hakk’ı bilen, tanıyan, O’nun yolunda giden, Onunla beraber olan, Onun rızasının dışına çıkmayan insandır.” Diyoruz. Ve bizi takip eden bütün kardeşlerimize bu yol üzere olmalarını dua niyaz ve taleple, hayırlar diliyor, saygılarımızı arz ediyoruz efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız