
- “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”
- Avrupa Birliği Esasen Türk Milletinin, Devletinin, Vatanının Bölünmesi ve Parçalanmasıdır
- Misyonerlik Faaliyeti ile Yapılmak İstenen; İnsanları Müdafaasız Hale Getirmektir, Türklüğünden Uzaklaştırmaktır
- Laiklik Nedir? Türkiye’de Laiklik Elden mi Gidiyor?
- Laiklik Bir Taraftan Dini Koruyor Bir Taraftan da Devleti Koruyor
- Bu İktidar Döneminde Din de Dindar da Millet de Zarar Görüyor
- Amerika Birleşik Devletleri Para İmparatorluğudur
- Bugün Bazı Partiler, İstiklal Savaşı Dönemindeki Mandacı Zihniyeti Hayata Geçirme Gafleti İçerisindeler
Neler Okuyacaksınız
Evvela bizi takip eden kardeşlerimizin egemen olabilmelerini Cenab-ı Hak'tan temenni ile bayramlarını tebrik ediyorum. Böyle hayırlı günlere gelmelerini de Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.
“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”
Şimdi merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün ifadesiyle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” millete aittir. Bir milletin egemen olabilmesi için, onun bir takım hareket kabiliyetinin olması ve bunun önünde engel bulunmaması lazım. Onun için de Anayasamızın 6. maddesinde egemenliğin kayıtsız, şartsız millete ait olduğu vurgulanıyor. Ama ne hikmetse Avrupa Birliği sevdası yüzünden biz kanımızı dökerek, canımızı vererek, milyonları şehit ederek elde ettiğimiz bu hakkı; masa başında oynaya, güle vermeye hazırlanıyoruz. Yani şimdi sen Avrupa Birliği'ni üst irade olarak kabul ettiğin zaman, istesen de istemesen de egemenliğini devretmiş oluyorsun. Yani bunun hiçbir izahı yok. Bunun manası ‘bize bu milleti ve devleti bırakanlar gününün şartlarında verdikleri mücadeleyi yanlış yaptılar, böyle yapmamaları lazımdı, onlarla birlikte mücadele eden onlara karşı işte İstiklal Savaşı olarak ortaya çıkan bütün bu dönemleri, bu ülkeyi bize emanet edenlerin yapmaması ve yaşanmaması lazımdı’ düşüncesinin kabulüdür, bugün Avrupa Birliği'ni bir üst irade olarak kabul etmek. Nitekim Anayasanın 90. maddesine ilave ile Avrupa hukukunu şu anda biz kayıtsız, şartsız egemenliğin bizde olmasına rağmen Avrupa Birliği ülkelerine devretmiş vaziyetteyiz. Yani insan soruyor, sorması gerekiyor “Peki o zaman sen 23 Nisan 1920’de temeli atılan ve açılan meclisin neyini kutluyorsun?”. Bu evet Çocuk Bayramı, onun için ben programlarda da seyrettim; hemen hemen bütün kanallar işin eğlence boyutuna temas etmiş, bu tip incelikleri kimse gündem etmemiş. Aslında bu incelikler üzerinde durulması… Bu haklara Türk milleti kavuştuğu için de onun için eğleniyoruz, onun için çocuklarımıza merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün ifade buyurduğu gibi bu bayramı hediye ediyoruz.
Avrupa Birliği Esasen Türk Milletinin, Devletinin, Vatanının Bölünmesi ve Parçalanmasıdır
Sen her şeyini kaybediyorsun, hiçbir hareket kabiliyetin kalmıyor, çıkarttığın yasalarla beraber ülkenin toprakları elinden gidiyor, yeraltı kaynakları taksim ediliyor, bölgeler arasında alabildiğine korkunç dengesizlikler ortaya çıkıyor, ekonomin çöküyor; ondan sonra da bir oyun, bir eğlence mesabesine bu büyük kutsal bayramı indirgeyerek hayatına geçirmeye çalışıyorsun. Bu yanlış, en azından çok ciddi noksanlıklarla ile dolu bir anma törenidir.
Biz, belki unutabilirim şimdiden söyleyeyim; Amerikan murahas azası, azaları Lozan'a iştirak ettiğinde Türkiye'nin bazı sınırlarını kabul etmiyorlardı, Güneydoğu sınırlarını kabul etmiyorlardı. Merhum İnönü, Mustafa Kemal Atatürk'e bir telgraf çekerek işte ”Bizim yeraltı kaynaklarımızın tasarrufunu ABD istiyor ‘O takdirde biz ancak sizin Güneydoğu sınırlarınızı kabul ederiz’ diyor. Ne buyurursunuz?”. Merhum “Biz istiklalimizi, bağımsızlığımızı canımızı vererek, kanımızı dökerek elde ettik; masa başında bunu kaybetmeyiz” diyor. Yani şimdi biz can vererek, kan dökerek elde ettiğimiz haklarımızı hiçbir sebep yokken, ne elde edeceğimiz de hiç belli olmazken; Avrupa Birliği aşamasında kaybetme noktasına geldik. Eğer milli bilinç uyanmazsa, yani bu bayramların hiçbir kıymeti kalmaz.
Avrupa Birliği esasen Türk milletinin ve devletinin, bunu defalarca ifade ettik ve yine de bu vesileyle ifade ediyorum; devletinin, vatanının, milletinin bölünmesi ve parçalanmasıdır. Topyekûn batının istediği Şark Projesi ile bu coğrafyadan Türk milletinin çıkartılması; bunu vicahi olarak böyle karşılıklı deme cüretini ve cesaretini bulamadıkları için de gerek Amerika'nın gerekse topyekûn batının, Avrupa Birliği isteği üzerinden ülkeyi parçalama hesaplarıdır, memleketi bölme hesaplarıdır. Şu ana kadar siyasetin bu konularda ciddi bir gaflet içinde bulunduğunu ve maalesef diğer partilerin de bu gaflete ortak olduğunu bendeniz görüyorum. Bu konuda da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, vatanına ve milletine sahip olarak korumak ve kollamak ile görevli olanların daha fazla gecikmeden ayıktırma vazifelerini yapılmasının ben şahsen gereğine inanıyorum. Aksi takdirde ‘atını alan Üsküdar'ı geçer ve bizim de yapacağımız hiçbir şey kalmaz’ sözü ile bu ifade buyurduğunuz sorunuzun cevabını vermiş olalım. İstirham ederim.
Misyonerlik Faaliyeti ile Yapılmak İstenen; İnsanları Müdafaasız Hale Getirmektir, Türklüğünden Uzaklaştırmaktır
Şimdi esasen misyonerlikle hedeflenen temel kitle, Türk milletinin kendisidir. Burada maksat aslında Türk milletinin manevi bir tercih yaparak Hristiyanlaştırılması da değildir. Birinci soruda ifade buyurduğunuz soruya cevap verirken “Batının bir şark meselesi vardır” demiştik. Yani ‘bu ülke, bu vatan Türklere ait değil. Onlar geldikleri vatana, ülkeye dönmeleri lazım. Anadolu, batılıların memleketidir’ böyle bir inançları vardır. İşte bunun hayata geçebilmesi için siz Türk kaldığınız müddetçe, Müslüman kaldığınız müddetçe bu düşünceyi hayata geçiremezler. Onun için topyekûn bu coğrafyada olan insanların teslim alınması lazım. Müslüman olduğu için de onu teslim alman zor, belki de imkansızdır. İşte misyonerlik faaliyeti ile yapılmak istenen; insanları tek tek teslim almaktır, müdafaasız hale getirmektir, Türklüğünden uzaklaştırmaktır. Siz Türklükten uzaklaşınca, o zaman ‘bu vatan Türk'e aittir’ diyemeyeceksiniz. Ne diyecek? Size bir aidiyet tespit ediliyor; işte siz Rum’sunuz, siz Ermeni’siniz, siz Süryani’siniz, siz Keldani… Neyse böyle, onların tespit ettikleri herhangi bir mezhebe, herhangi bir etnik gruba terk edileceksiniz. Siz de o aidiyetinizi geliştirip Türk veya Türklüğün vatanına hasım olacaksınız. Oynanan oyun misyonerlikte budur.
Şimdi asıl oyun bu olmasına rağmen, en büyük tehlike bu olmasına rağmen; birileri kalkıyor ‘Türkiye'de işte irtica vardır, laiklik elden gidiyor’ şeklinde gündemi saptırıyorlar. Yani ülke işgal edilecek, insanların bütün gönülleri, akılları ifal edilmiş; onları ayıktırmak, tabiri caizse vatana, millete, devlete sahip çıkmalarını duyarlı hale getirebilmek noktasında bu yoğun faaliyetlerin karşısında dimdik olabilmeleri için çalışmaları gerekirken olayı saptırıyorlar. Sanki böyle bir tehlike yok veya farklı kulvarlara hadiseleri çekerek işi sulandırıyorlar ve şu ana kadar da enteresandır başarısız olan bu iktidar; bu tip iddialarla beraber, ithamlarla beraber sanki bir şey yapacak da buna yaptırmıyorlar havasına sokup onu da temize çıkartıyorlar. İşin bir başka boyutu da bu.
Laiklik Nedir? Türkiye’de Laiklik Elden mi Gidiyor?
Şimdi gelelim Türkiye'de laikliğin elden gitmesine, gitmemesine. Bu konularda siyasiler de haksızlık yapıyor, efendime söyleyeyim bürokratlar da haksızlık yapıyor. Ya laisizmi, laikliği tam idrak edememişler veyahut da idrak ettikleri halde bu konuyu istismar ederek olayı saptırmaya çalışıyorlar. Nasıl mı?
Şimdi laiklik şu; devlet işiyle din işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yani devlet dine, din devlete müdahil olamaz. Her birinin kulvarı, kendine has bir boyutta gider. Ne din devlete, ne devlet de dine müdahil olması mümkün değildir. Şimdi laikliğin bir yönüyle beraber devlet korunur, bir yüzü ile beraber de din korunur. Yani ne dine zarar verir, ne devlete zarar verir. İşin enteresan tarafı, uzun yıllardan beri bizde laikliğin uygulamasında devlet egemen güç haline getirilerek dine zarar verilme ciheti tercih ediliyor. Böyle bir uygulama, böyle bir anlayış hukuki taammüllerde dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Anlatabildim mi? Yani laiklik bahanesiyle dindarlar haklarından mağdur edilmez ve yaşayışlarına karışılmaz. Taa nereye kadar? İnancını din kaynaklı devlet hakimiyetine sürükleme boyutuna gelene kadar, tercih boyutuna gelene kadar. Yani siz devlet yönetimini din kaynaklı olarak düşünüyorsunuz, bunu din emrettiği için yapmaya gayret ediyorsunuz. Eğer bu tip bir davranışınız varsa gerçekten laikliği ihlal etmiş olursunuz. Anlatabildim mi? Ha bugün bunu yapan Türkiye'de kim var veya Türkiye'de bunu hayata geçirmek isteyen hangi hangi siyaset var? El cevap; hiçbir siyaset yok, hiçbir kurum yok, hiçbir kuruluş yok. Aksi takdirde bunun müdellel bir şekilde ortaya konulup ispat edilmesi lazım, yani bu ithamların ispatı gereklidir. Böyle bir şey yok ortada. Peki bunu niye böyle diyorsun? Bu şekilde bunu demekteki kastın; demek sen bir gerçeği örtmeye çalışıyorsun veya dine ve dindara karşı ciddi bir husumetin var, bunu bu şekilde izhar etmeye çalışıyorsun.
Laiklik Bir Taraftan Dini Koruyor Bir Taraftan da Devleti Koruyor
Şimdi dinde yalan, haram olan, yasak olan birtakım eylemler vardır. Haa bu insanlık ahlakında, insanlığın örfünde, insanlığın geleneğinde de bunlar yasaktır. Mesela insan öldürmek; dine göre de yanlıştır, bizim beşeri idrakimize göre, beşeri ahlakımıza göre, beşeri hukukumuza göre de yasak yasaktır. Yalan konuşmak; dine göre de yasaktır, beşeri hukuka göre de yasaktır. Artı, gasp etmek, adam kaçırmak; dine göre de yasaktır, beşeri hukuka göre de yasaktır. Bunu çoğaltabilirsiniz.
Şimdi, din bunu emretti diye siz adam öldürmenin yasak olmadığını mı iddia edeceksiniz? Gasp etmenin yasak olmadığını mı iddia edeceksin, din bunu böyle emrediyor diye? Ha bunun laikliğe aykırı olabilmesi için; din emretti diye, devletin bir emri, devlet adına bu işi yapmış olmanız lazım. Anlatabildim mi? Devlet adına değil, siz eğer bunu millet adına aynı kuralları hayatınıza geçerseniz; laikliği uzaktan yakından ilgilendirmez, zerre kadar da zarar görmez laiklik. İfade edebildim mi?
Ha şimdi durum bu olunca, bakınız; laiklik bir taraftan dini koruyor, bir taraftan da devleti koruyor. Ha yanlış anlama veya anlatma suretiyle din üzerine gelenlere de “Yok” diyor “sen dindara da karışamazsın”.
Şimdi, uzun yıllardan beri bu maalesef ters çarkı döndürenler olduğu için işin hep bu zararlı, dinlere karşı zararlı boyutu gösterilmiş; ama dini koruyan boyutu gösterilmemiştir. Siyasi iktidarların görevi de meseleyi temelinden kavrayıp neyin yanlış, neyin doğru olduğunu göstererek mevcut hukuku teminat altına almasıdır; yani iktidarların muhalefetlerin görevi de budur.
Bu İktidar Döneminde Din de Dindar da Millet de Zarar Görüyor
Şimdi muhalefet kalkıyor, ‘laiklik elden gidiyor’ şeklinde teranelerde bulunuyorsa; bu adamın kastı az evvel dediğimiz misyonerlik faaliyetlerini örtmek, vatanın işgaline zemin hazırlayacak faaliyetleri göstermemek olur. Hayır öyle değil; ‘o zaman deme meseleyi bilmiyor’ diye ben şahsen bunu yorumlarım. Şu anda kimse kalkıp da laikliğin ihlalinden bahisle din kaynaklı ‘şu iş olsun’ dediğini ben şahsen okumadım, duymadım, görmedim. Ha bu yorum meselesi de olamaz. Bu bir hukuki değerlendirmedir, yapılanların tamamı hukuki kalıplara uyması lazımdır. Aksi takdirde laikliğin ve istismarı gündem olur ki zaten iktidarın böyle herhangi bir niyeti de yok. Yani ‘şu iş dine uysun, uymasın’ öyle bir niyeti de yok.
Artı bu coğrafyada, Anadolu coğrafyasında 50.000 kilise evi açılıyor; adamların sesi çıkmıyor. Türk evladı dinden tecrit ediliyor; hiçbirine en azından bir yol gösterme, ikaz etme… Artı, Milli Eğitim'de benim zamanım… Ben din dersi öğretmeniydim malum liselerde. Bizim zamanımızda ibadetler uygulamalı olarak öğrencilere öğretilirdi. Bunlar tedrisattan kalkıyor. Şimdi sen kalkıyorsun böylece yani insanı hem uygulamada hem inançta din boyutundan, kullarından çıkartıp Hristiyan olma tehdidiyle karşı karşıya bırakan bu iktidarı aşırı dindarmış mantığıyla, havasıyla itham ederek ilzam edersen millet huzurunda temize çıkartırsın. O zaman derler sana ki “Bu iktidarı besleyen arka bahçenin güçleri seni de mi besliyor?”. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu denir. Milletimiz bu konularda ayık olsun. Din zarar görüyor, dindar zarar görüyor, millet bu konularda zarar görüyor; bu dönemde olan budur.
Amerika Birleşik Devletleri Para İmparatorluğudur
Büyük Ortadoğu Projesi ile Amerika Birleşik Devletleri insan haklarını, demokrasiyi bu bölgeye getirmek iddiası, elbette bir şeyler diyecek yani. Aslında Amerika Birleşik Devletleri geçmişte para imparatorluğuydu; yani dünyada onu söz sahibi yapan parasıydı. Biliyorsunuz 1947 yılına kadar bir ülkenin para birimi altındı. Altına mukabil de her devlet ne kadar altını var, o miktarda parasını basabilirdi. Ama 1947 yılından sonra Amerika Birleşik Devletleri dünyanın tek hâkimi oldu ve dedi ki “Hayır, para birimi olarak ben altını falan kabul etmiyorum, ‘hard currency’ denilen kendi karşılıksız parasını devletlere, milletlere veriyor; hazinenizde bunu bulunduracaksınız, bunun karşılığında da siz paranızı basacaksınız.” Yani Amerika bir para imparatorluğu kurdu. Kağıdını boyuyor, dünyada ne kadar üretim var buna mukabil transfer ediyor.
Ama son zamanlarda, son zamanlarda derken bilhassa 10 yılı aşkın zamandan bu tarafa, bu oyunun bozulduğunu, yavaş yavaş bozulduğunu görmeye başladı. Hele bu 11 Eylül Hadisesi ile birlikte bu tamamen ortaya çıktı. İkiz Kuleler'in vurulması, Batının kendi değerlerine, kendi parasına dönmesi, artı müşterek bir para ihdas etmesi, euroyu ihdas etmesi, İngiltere parasına aşırı derecede değer vermesi vs.; dünya devletlerini de ayıktırmaya başladı. Böylece Amerika, o güne kadar parasıyla birlikte, karşılıksız parasıyla birlikte devraldığı dünya kaynaklarını rahat elde edemez hale geldi.
Mesela şu anda İran'la dikkat ederseniz aralarında çok ciddi çekişmeler var. Burada evet İran'ın kaynakları Amerika'nın gözünü o noktaya celp etmesine sebep bir şarttır ama şartlardan bir tanesi de İran diyor ki “Ben bundan sonra ticaretimde doları kullanmayacağım, Avrupa'nın eurosunu kullanacağım”. Böyle, bir ara bunu söyledi. Şu anda durum nedir, onu bilemiyorum. Bugün kullanmadıysa yarın kullanacak; yani bu, para birimi dolardan farklı bir paraya kayma.
O zaman ABD, Büyük Ortadoğu Projesi ile Osmanlı'nın interlandı olan bu coğrafyanın yeraltı kaynakları ciddi değerlere malik; yani bu 22 ülkenin yeraltı kaynakları, 10 tane dünyaya bakacak kıymette ve de değerde. İşte Büyük Ortadoğu Projesi, dün para ile elde ettiği, kendi parasıyla, karşılıksız parası ile elde ettiği bu coğrafyayı, kıymetli coğrafyayı; işte insan hakları getireceğim, demokrasi getireceğim adı altında kaynaklarını elde etme hilesidir, oyunudur. Tabi rahatlıkla bu ülkelere girebilmeleri için de insanlarını da kendi taraflarına, yanlarına almaları lazım.
Bugün Bazı Partiler, İstiklal Savaşı Dönemindeki Mandacı Zihniyeti Hayata Geçirme Gafleti İçerisindeler
İşte 23 Nisan Egemenlik Bayramı münasebetiyle mecliste yapılan konuşmaları ben takip ediyorum. Bir parti başkanı, genel başkanı, global dünya ile dünyanın dediklerine uymanın gerekliliğini bir parti başkanı savunuyor. Yani bunun manası şu; “sizi soyacağım dediği zaman sakın tepki koyarak karşılık vermeyin, soymasına imkân tanıyın.” Bunu bir parti başkanı mecliste söylüyor. Bu kadar büyük bir gaflet olamaz. Bu İstiklal Savaşı döneminde hatırlarsanız, işte bağımsızlık yanlısı olanlar vardı; mandacıların tarafında olan, Amerika'nın mandası mı İngiliz'in mandası mı olalım diyenler vardı. Bugün adeta insanımızı o noktaya taşıyabilmek için ki bazı partiler de bundan anladığım, buna soyunmuş vaziyette. O mandacı zihniyeti hayata geçirmek ve ellerindeki imkanları, yeraltı kaynaklarını karşı tarafa bedava verme gibi bir gafletin içerisinde.
Mesela bu anlayışın uzantısı olarak bakıyorsun kamuya ait en verimli kurumlarımız, kuruluşlarımız bedava fiyatına terk ediliyor. Mesela Telekom bunlardan biridir, Petkim bunlardan bir tanesidir, Tüpraş bunlardan bir tanesidir, Erdemir bunlardan bir tanesidir. Yani bu kadar 100 milyarlar değerinde olan bizim bu kıymetli kurum ve kuruluşlarımız, bedavaya milletin elinden çıkartılıyor. İşte global güçler ile beraber olanlara tevdi edilerek veya global güç sahiplerine verebilmenin bir gayreti ve de çalışması oluyor. Bunun topyekûn hayata geçebilmesi ve de bölgenin batı kökenli ABD'lilerin elinde rahat olabilmesinin hazırlığıdır, Büyük Ortadoğu Projesi; hele hele coğrafyamızın maalesef -gaflet içerisinde- bu anlayış sahiplerine tevdi edilmesi, verilmesidir.
Millet olarak ayık olmamız lazım, uyanık olmamız lazım. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bu bölgede yaşayanlara ait hiçbir faydası yoktur. Her yönüyle zarardır. Bu Irak cd'leri bir ara seyrediliyordu, ben de bir tanesini seyrettim. Diyor ki “Demokrasi bizim evimize bomba olarak düştü” diyor “sokağımıza ölü olarak geldi” diyor “Irak’a akan gözyaşı olarak geldi. Demokrasi bu” diyor. Yani çok güzel bunu özetledi, özetliyor. Evet olay budur. Büyük Ortadoğu Projesi, bu bölgenin insanının ve coğrafyasının imhası ve işgalidir; diyorum ve bizi takip edenlere saygılarımı, muhabbetlerimi arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız