info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Rahmeten Lil Alemin Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed Sempozyumu / 2000
06/09/2025 DİNİ YAŞAM 18

    Neler Okuyacaksınız

Peygamberimiz, İnsanın Hem Meleki Hem de Beşeri Yönünü Kemal Mertebesine Ulaştırmıştır

Eûzübillahimineşşeytanirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. Çok muhterem üstatlarım, misafirler, kıymetli dinleyenlerim ve de ekranları başında bizi takip eden aziz milletim. Kapanış konuşmasını yapmadan hepinizi saygı, sevgi, hürmet ve de muhabbetlerimle selamlarım. Ben konuşmamı uzun olmasın diye okuyarak yapmak istiyorum. 
İnsan, varlık âleminin en şereflisidir. Bu âleme tertemiz geldi. Bu güzelliğini ve temizliğini devam ettirmek için Allah ile dost ve de arkadaş olması lazımdır, onunla olması lazımdır. Peygamberler, özellikle de Peygamberimiz, insanları Allah'a taşıyan birer vasıta ve birer elçidir. Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Cenâb-ı Hakk'ın ruh olarak yarattığı ilk insan olmasına rağmen maddesiyle bu âleme en son peygamber olarak teşrif etmiştir. O, insanın hem madde, hem de mana yönüne hitap etmek suretiyle onu tam bir doyuma kavuşturmuştur. Bir başka deyişle Peygamberimiz, insanın hem meleki hem de beşeri yönünü ele alarak onu kemal mertebesine ulaştırmıştır. Allah'ın “Sen olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım” hitabının muhatabı olan Fahr-i Âlem Efendimiz, her türlü ölçüden ve ahlaki vasıftan mahrum bulunan cahiliye insanlarından mükemmel bir cemiyet vücuda getirmiştir. O insanlar ki vahşetin, cehaletin, zulmün, işkencenin, hayâsızlık ve de rezaletin, zinanın, soygun ve gaspın, hırsızlık ve eşkıyalığın, riba ve tefeciliğin, sihir ve vehmin, cin ve şeytana esaretin hâkim olduğu bir dünyanın insanı idiler. Can emniyetinin, mal emniyetinin, namus emniyetinin, din ve vicdan emniyetinin, vatan emniyetinin bulunmadığı bu topluma Allah Resulü hak, hukuk, adalet, barış getirmiş; Allah'ın terbiye ettiği bir mürebbi olarak onları manevi sahada eğitmiş, yaratıcısıyla buluşturmuş, ebedi saadetin kapılarını açmıştır. O bir din getirmiştir. Bu dini vaaz etmiş, aynen hayatına geçirmiş ve hem de onu yaşayan insanı da yetiştirmiştir. Bu tarihte eşi görülmemiş bir hadisedir. Tarih boyunca hiçbir ideoloji, hiçbir sistem ve doktrin sahibi kendini hayata geçiren, insanı yetiştirememiştir. İnsanı yetiştirmedeki bu eşsiz dehası ile Allah Resulü tek ve benzersizdir. 
Tarihe mâl olmuş hiçbir insan yoktur ki hayatı Peygamberimizinki kadar açık ve seçik olarak bilinsin, tarihi belgelerle sabit olsun. Sadece Peygamberimizdir ki, hayatının her safhası en ince ayrıntılarına kadar insanların önüne serilmiştir. Onun getirdiği ilahi prensipleri kabul etmeyenler dahi, Resulullahın bu tarihi şahsiyetini doğrulamaya mecbur kalmışlardır. Zaten örnek alınacak insanın hayatının her yönünün ve her safhasının bilinmesi de zaruridir. Binaenaleyh, Peygamberimiz bu yönüyle insanlığın malumu olan tek şahsiyettir. 

Peygamberimiz, İslam’ı Hayatının Her Anında Yaşayarak Tebliğ Etmiştir

Tarihin hangi döneminde olursa olsun, tez sahibi insanlar, temsil ettikleri davayı, yaşayışları tam olarak hayatlarına geçirememişlerdir. Peygamberimiz ise tebliğ ve tebşir ettiği İslam'ın en küçük ayrıntısından, en büyük meselelerine kadar hayatına geçirmiştir. “Yapınız” diye emrettiklerini bizatihi kendi nefsinde uygulamış, “yapmayınız” diye yasakladıklarını da hiçbir şekilde hayatında onlara yer vermemiştir. Bu bakımdan, Peygamberimiz canlı Kur'an'dı. Hz. Ayşe'ye onun ahlakından sorulduğu zaman, “Onun ahlakı Kur'an'dır” cevabını vermiştir. Nitekim Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in dünyasında mücerret hakikatler müşahhas hale gelmiştir. “Onun kendisine vahyedilen, vahiyden başka bir şey değildir” diyen Cenâb-ı Hak, bu şekilde onun yerini ve nasıl olduğunu beyan etmiştir.
“Peygamber Aleyhisselam Efendimiz ‘in bu yönüyle sözleri hükümdür, o bakımdan da bunları inkâr, mutlak surette küfürdür.” Zübde-i alem olan Fahr-i Kâinat Efendimiz ‘in kemali, hiç kimseyle mukayese edilmeyeceğine göre, kâinat onun devrinde en mükemmel dönemini yaşamıştır. Bu sebeple onun dönemine “Asr-ı Saadet” veya “Nur Asrı” denir. O yaşadığı cemiyeti, nardan nura tebdil etmiştir. Cehalet, dalalet ve sapıklığın pençesinde kıvranan, manevi bir yangının içindeki bu dünyayı kurtuluşa ve saadete ulaştırmıştır. Ashabın örnek hayatı hiçbir devirde yaşanmamış, ashap gibi örnek bir nesil tarih kaydetmemiştir. Bir davanın kemali, onu tatbik eden kadronun kemali ile özdeştir. Onun içindir ki, yalnız Peygamberimiz değil, onun ashabı da beşerin ulaşması mümkün olmadığı makamlara ulaşmıştır. Zira Peygamberimizin varlığı bile, ashab-ı kiram için bir feyiz, muhabbet ve irşat vesilesiydi. Cenâb-ı Hak, Cuma suresinde “Ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen odur. Hâlbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler” (Cuma Suresi, 2. Ayet) buyurmak suretiyle, Allah Resul’ünün yüklendiği misyonu beyan ediyor. Ubey bin Kâb da, “Peygamber, göğsüme yumruğunu vurdu, o an sanki Allah'ı gördüm” buyuruyor. Bütün bu haller, Allah sevgilisinin, mürebbisinin Allah olduğunun izahı ve de ispatıdır. O, bir nazarda, muhatabı olan insanları vasılı illallah etmiş, “sahabe” dediğimiz mevkiye yükseltmiştir. 
Bu noktada “Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ‘in manevi ciheti, yani Allah indindeki yeri nedir?” diye sorarsak, herhalde anlatılması zor olan yönü de bu olması lazımdır. “Zira onu Allah methetmiş, sen olmasaydın bu âlemi yaratmazdım” diye hitap etmiş, bu sebeple onun bir adı da “Fahri Âlem” olmuştur. O aynı zamanda Rahmeten lil-Âlemindir. Mübarek vücutları, Hakk'ın nispet kokularını taşırdı. Bazılarının zan ve iddia ettikleri gibi, o sadece bir beşerî değildir. O bir beşerdi ama tecelligâhı hak olan bir beşerdi. Kulluk makamlarında ekmel bir kuldu. Hakk'ı gösteren bir ayna olması sebebiyle, adı “Mir'atül Hak” idi. O bakımdan, o şimdi dahi ölü değil, diridir. 
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ‘in gerçeği olmadan, Allah'a gitmek mümkün değildir. Mutlak vuslat onunladır. O olmadan, Allah'a olan manevi yolculuklar tamamlanamaz. Onsuz vuslat mümkün olmadığından, Hz. Muhammed ‘siz bir hayat da mutlak surette zevaldir. O her peygamber ve velinin arzulayıp yükselmek istediği en üstün makamlara ve hatta cemalullâhi müşahedeye, mükâlemeye yükselen tek seçilmiş nebidir. Bu yönüyle o, “Halilullah'tır, Habibullah'tır, Kelimullah'tır.” Bu mevzuda, onun risaleti, diğer peygamberlerinki gibi belli bir kabileye veya millete müteveccih olmayıp, kıyamete kadar gelecek insanların tümüne şamil bir risalettir. O bakımdan dünyanın neresinde olursanız olun, onu duyanlar koşup gelmişler ve bu ilahi daveti kabul etmişlerdir. Habeş'ten bir Bilal, İran'dan bir Selman-ı Farisi, kendi kavminin mensupları ve hatta cinler onun davetine koşarak gelmişlerdir. Farklı coğrafyalardan, ayrı ayrı renk ve ırktan değişik dilleri konuşan insanların, İslam'a fevc fevc akın etmeleri, onun bütün âleme geldiğinin, bir başka ifadeyle mesajının evrensel olduğunun ispatıdır. Bu yönüyle o, Rahmeten lil-Âlemindir. 

Türk Milletinin İslam'ı Kabuldeki Yönü, Aşk ve Muhabbet Olmuştur

Bu mevzuda, Türk milletine gelince, hiçbir milletin baskısı olmadan, kendi iradesiyle ve de gönlünün rızasıyla, İslam dinini seçmiş, bin yıl gibi uzun bir zaman, bu yüce dine hizmet etmiştir. Türk milletinin İslam'ı kabuldeki yönü, aşk ve muhabbet olmuştur. Ehl-i Beyt'e karşı olan muhabbeti, aile hayatına yansımış, evladına Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin, Hamza, Ahmet, Mehmet vesaire gibi isimler vermiştir. Esasen bu, peygambere olan muhabbetin sevdaya dönüşme tarzıdır. Örfümüz, âdetimiz, geleneğimiz, aile içi ve dışı kurallarımızın tamamı, bu sevgi ve de Hz. Muhammed aşkıyla yoğrulmuştur. Yusuf Has Hacipler, Kaşgarlı Mahmutlar, Hoca Ahmet Yeseviler, Mevlana'lar, Yunuslar, Hacı Bektaş-i Veliler, Türk hamurunu yoğuran Sofiler ve değerlerdir. Onlar bu milletin temelini birlik ve beraberlik ruhuyla yoğurmuş, kardeşliği, dostluğu, yardımlaşmayı düşünen, düşenin elinden tutmayı, büyüklere saygı, küçüklere sevgi beslemeyi ve de sadece Allah'a kul olmayı bu millete öğreten muallimlerdir. 
Biz, her dönem ve devirde, saygıda, sevgide ve muhabbette, birlik ve de beraberlikte el ele verip, çalışmada huzur ve saadeti yaşamış bir milletiz. Tarihimiz tetkik edildiğinde, bütün dallarda, günümüze dek erişilmemiş, sahalarında doruklaşmış bütün dünyanın gıpta ile izlediği birçok şahsiyetlerle karşılaşılır. Esasen milletimiz ilimde, sanatta, düşüncede, hatta örf ve ananelerinde dahi emsalsizdir. Selimiye'nin mimarisindeki muhteşemlik, Sinan'ın taşıdığı imanın maddeye nakşıdır. İbn-i Sina'dan, Pir-i Reis'ten, tıp ve astronomi sahalarında hala sitayişle bahsedilip istifade edilmesi, sahip oldukları iman ve kültürün zenginliğindendir. Itrî'nin günümüze kadar gelen beste ve güfteleri, aynı iman ve kültürün söz ve notalardaki kaynaşmasının eseridir. Fatih'in İstanbul'u fethedişindeki dehası ve İslam'ı seçişi, gayrimüslimlere İslam'ı tercih ettirmesinin sebebi hep bu imanın eseridir. Mevlâna’nın bütün dünyayı kendisine hayran bırakan hoşgörüsü, aynı kültürün ve imanın insan ruhuna hükmedişidir. İşte biz taşıdığımız Allah, Peygamber, Sahabe ve Ehl-i Beyt aşkıyla muhteşem medeniyetler kurmuş bir milletiz. Bu yönümüzde diyebiliriz ki dünyanın eşsiz ve de tek milletiyiz.

İnsanlık, Kendine Yabancı, Kendinden Uzaktır

Günümüzün insanı son derece geniş teknolojik imkânlar içerisinde, milyonluk şehirlerin ortasında yapayalnızdır. Kendine yabancıdır, kendinden uzaktır. Bir bunalım ve buhran içerisindedir. Bütün bu istenmeyen hallerin sebebi, insanı insan yapan değerlerden, eğitim ve ölçüden uzak olması, insanın yaratıcısından kopuk bir hayatı tercih etmesindendir. O halde, bugünün asıl davası, insanı süfli arzuların esiri yapan düşünce ve görüşlerden kurtarmak, iman ve insan mevzuunda ilahi mikyaslar içerisinde onu eğitmektir. İnsana aradığını verebilecek deva, ancak Allah'ın Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile gönderdiği, onun getirdiği yüce din ve dindedir. Biz bu hakikati çok mükemmel bir şekilde kavramış ve hayatımıza geçirmiş bir milletiz. Kurumları, cemiyetin her sahasında eğitilmiş ve doğru vadiye yönlendirilmiş insan unsuru üzerine bina etmek suretiyle muhteşem bir medeniyet kurduk ve bin yıla yakın bir sure buna devam ettik. 
Buraya gelmişken, batı dünyasının dine tayin edip takdir ettiği yeri de görmekte fayda vardır. Batı, insan unsuruna yabancı kaldığı, dini toplum hayatından tecrit ettiği için süreklilik arz eden bir talep krizinin manevi buhranın içine düşmüştür. Dinin vaizi Allah'tır, kaynak vahiydir. Hz. Peygamber de ancak kendine vahyedileni yaşamış ve de tebliğ etmiştir. Akıl, vahyin hikmetlerini anlayıp kavramakta mükelleftir. Tekrar ediyorum: Akıl, vahyin hikmetlerini anlayıp kavramada mükelleftir.  O hakikati arama konusunda tek başına söz sahibi değildir. Sadece vahyi, beşerin idrakine sunan vasıtadır. Batı bu kuralı terk etmiş, dinin merkezine vahyi değil, aklı koymuştur. Dinin merkezinde akıl olunca da dinin vaizi akıl olmuştur, insan olmuştur. Allah adı sadece kullanılan bir kelime olarak kalmıştır. Şu veya bu isimlerde var olan din, hakikatte beşerin ürünü, bir felsefedir. Böyle bir anlayışta vahiy, tahlile, tenkide tabi tutulmuş ve de aklın verasına geçilememiştir. Böyle olunca da din, toplum hayatının dışında mütalaa edildi; insanoğlu içinden çıkamadığı buhran ve de bunalımlara düştü. Devam eden sistem ve rejim değişiklikleri ve de arayışları, huzuru, mutluluğu ve gerçekleri arama seferberliği hattı zatında o gerçeği arama seferberliğidir. Şayet batı, dinin merkezine vahyi koymamakta ısrar ederse, bu bunalım, bu kriz, bu talep sürekli devam edecek, neyi aradığını bilmemenin yorgunluğu içinde arayacak, arayacak, arayışına devam edecektir. 
Diğer taraftan, Müslüman olduğu halde 73 yıl gibi uzun bir zaman İslam'dan ayrı düşmüş Müslüman Türk dünyası vardır. Bu kadar zaman İslam'dan ayrı kalmanın getirdiği yorgunluk, bilgisizlik ve de atalet, bu dünyayı örfünden, âdetinden, geleneklerinden ve de maneviyatından koparmış, bizlere de muhtaç hale getirmiştir. Dünyanın bu manzarası karşısında bize düşen vazife, her iki dünyaya şefkat ve merhamet kanatlarını açarak, İslam ve Hz. Muhammed gerçeğiyle onları buluşturmak ve de tanıştırmaktır. Böylece dünyanın muhtaç olduğu sükûnu, istikrarı, adaleti ve de barışı temin etmek mümkün olacaktır. Bu ulvi vazifede Türk milletine muvaffakiyetler dilerim. İnsanlık, Allah'ın ve Muhammed'in güzelliğine muhtaç, bu güzelliğe gidişle bayrak olacak milleti yani sizleri bekliyor. 
Son sözüm, Allah'ın sevgilisini anlatma bakımından, çok manidar bulduğum, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu Atatürk'ün olacak. O, Peygamberimiz için, bakınız, “O Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir. Fakat sonsuza kadar o ölümsüzdür.” Hepinizi saygı, sevgi, muhabbetlerimle selamlıyorum. Allah'a emanet olun. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir