info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Meltem TV Diyalog Programı - Avrupa Birliği - İstanbul / 4 Aralık 2004

    Neler Okuyacaksınız

Efendim, sohbetimize başlamadan bizi takip eden kardeşlerimize hayırlı geceler, saygı ve sevgi, hürmetler arz ediyorum


Topluluklar Arasındaki Mücadelenin Temeli Milletlerin Kalplerinde Taşıdığı İnançtır

Şimdi, biz şu ölçüyü bir defa unuttuk veyahut da bunu kaçırdık: İlk insan Hazreti Adem'den zamanımıza kadar insanlık, kendi inançlarının mücadelesini veriyor. Yani hiçbir varlık yok ki yaratılışının dışında hayat sürebilsin; yani herkes kendi varoluş gayesini yaşadığı tabiata, coğrafyaya yansıtıyor. Tabidir ki inanan insanlar, Müslümanlar da inandıkları hayatı hem iç hem de dış tabiatlarına yansıtırlar. Bunun zıdd-ı kâmili olan, farklı inançların temsilcisi olan kişiler de aynı inançta, aynı itikatta kendi dünyalarına, iç ve dış tabiatlarına bu inançlarını yansıtırlar. Yani coğrafyalarda, toplumlarda, millet ve devletlerde hâkim olan aslında, kabul etseniz de etmeseniz de inançların yansıması vardır. Batı toplumu, teslis akidesini hayatının bütün kurum ve kuruluşlarına yansıtmıştır; bu bir kanundur. Efendim, haa, Şark-İslam toplumu da İslam'ı iç ve dış tabiatına kendi coğrafyasında yansıtmıştır. Şimdi, bu iki coğrafya arasında, iki topluluk arasında olan mücadelelerin temelinde belki görünüşte şu veya bu sebep ortaya çıkar, öne çıkabilir ama asıl onları tetikleyen ana unsur, ana âmil o milletlerin kalplerinde taşıdığı inançtır. Onlar her bulundukları konumda, efendim, fert ve toplum olarak bunların mümessilliğini yapmıştır. Şimdi, onun için bir inanç ne olursa olsun, yeter ki ona inanan salik, inandığı inancının uğrunda kendi nefsini feda edebiliyorsa dünyanın en güçlü silahı da odur.
Şimdi, İslam toplumlarına, daha doğrusu İslam'a inanıp hayatını sürdüren Müslümanların hayatına da baktığımız zaman, inancı için hayatını seve seve feda eden, fedakâr, hakikaten çok samimi bir inanan insan topluluğu mevcuttu. Mesela Cenab-ı Fahri Kâinat Efendimizin devr-i saadetlerine inildiğinde, savaşlarda sahabe gelir, Peygamberimize; “Ya Resulallah dua et, bu savaşta ilk şehit olan ben olayım.” Çünkü şehadet rütbesi, peygamberlik rütbesinin hemen ardından gelen bir rütbedir. Elbette buna inanan insan seve seve canını verecektir. Şimdi, bunu hayat gayesi hâline getiren bir toplumun dünyadaki yerleşimi, vaziyet alışı, efendim, tehdit unsurlarını değerlendirmesi, ona göre gücünü, kuvvetini takdir edip tayin ve tespit etmesi, kabul etseniz de etmeseniz de efendim, onun inancını inkâr edenler için çok ciddi bir korku unsurudur. Çünkü bu tehdit unsurlarına göre hayatını değerlendirip ve ona göre meydan savaşları yapıldığı ve inandığı inancı içinde seve seve canını verdiği için -sayın başkanın tabiri çok doğru- Batı elbette sizden korkacaktır, zira inandığı inanç için canını seve seve veren bir silah var ortada; insan silahı. Tabii Sayın Başkan, bu toplumu geçmişiyle çok iyi tanıdığı için, bizim de bugüne kadar, efendim, insanımız, mesela İstiklal Savaşı'nı, Çanakkale mücadelesini göz önüne aldığımız zaman önümüze çıkan tablo bundan farklı bir tablo değil. Yani illa canını feda eden Hazret-i Peygamber'in dönemindeki sahabe değil. İşte, şundan 2-3 asır evvelki bir Müslüman değil. Ya? Daha dün Çanakka le'de merhum Mustafa Kemal Atatürk anlatıyor: “Seve seve Türk askeri şehit olmak için kendi önündeki insanın ölmesine rağmen sırada olanlar da ölüme atılıyordu.” Yani bu Çanakkale'de yaşadığımız, Dumlupınar’da yaşadığımız, Sakarya'da yaşadığımız, İnönü Savaşlarında yaşadığımız, Büyük Taarruz'da yaşadığımız, ne bileyim yani bunlar daha yakın tarih, 100 yılın içinde olmuş olaylar. 100 yıldan bu tarafa olmuş olaylar. Mesela 1974 yılında Kıbrıs'ta yaşadığımız… Müsaade et de korksunlar senden yani.

Müslüman Türk Milleti Bulunduğu Coğrafyadaki Emniyet ve İnsan Hakları İçin Canını Bile Vermiştir

Şimdi, niçin  Türk Milleti seve seve canını vermiş? Bir de dilersen Müslüman-Türk Milleti'nin canı veriş gayesini de ortaya koyalım. Yani Müslüman Türk Milleti bulunduğu her coğrafyada, evet inancının mücadelesini vermiş ama o inanç da ona hakkaniyeti, hak ve hukuku tavsiye etmiş, onu öğretmiş. İnsan haklarını hem nefsinin hem etrafının ve hem de bulunduğu coğrafyanın doya doya yaşamasını ona emretmiştir. Yani kimsenin malına, canına, namusuna, ırzına kimse tecavüz edemez. Onun için Müslüman Türk'ün bulunduğu coğrafyada can emniyeti, mal emniyeti, namus emniyeti, din ve vicdan emniyeti, seyahat emniyeti, hülasa, hatırınıza gelen bugünkü insan hakları kavramının içine giren bütün hak ve hürriyetler için -yabancı tehdit unsuru dedik ya- onlardan koruyabilmek için, bunları koruyabilmek için canını vermiştir. Dolayısıyla Türk milleti çok fedakâr bir millettir. Efendim, bu hakları, insan haklarını insanlık için koruyabilme adına kendini feda etmiştir. Bunu çok iyi biliyor Batı ve şunu da çok iyi biliyor Batı; o hakları geçmişte Batı dünyası, her dönem ve devirde eze eze çiğnemiştir.

Batı, Tarihin Her Döneminde İnsan Haklarını İstismar Etmiştir

Batı'nın insan haklarından bahsetmesi zor, belki de imkânsızdır. İnanmadığı bir davayı ifade etmesi, yani inandığı için değil, bu terimleri, bu kuralları, bu kıymetleri Batı, tarihin her döneminde istismar etmiştir. Bugün de insan hakkı diyerek istismardan başka yaptığı bir şey yoktur. Şimdi, Türkiye'de insan haklarına tecavüz dediği şey, Türk milletinin nefis müdafaasıdır. Varlığını ortadan kaldıran, onu yoklukla karşı karşıya bırakan tehdide karşı direncini ortaya koyuyor. Aynı tehlikenin, aynı tehdidin kendileri için olduğunu gördüğümüz zaman, mesela Batı daha zenci-beyaz kavgasını bitirmiş değildir. Efendim, hatırlarsanız bundan 5-6 sene evvel bir eyalette, efendim, zencileri neredeyse linç edeceklerdi. Yani kısaca orada toplumun aleyhinde olabilecek, devletin aleyhinde olabilecek hiçbir fiile kesinlikle müsaade edilmez, kesinlikle. Amerika Birleşik Devletleri'nde de böyledir, Avrupa ülkelerinde de böyledir. Şimdi, ne hikmetse, uzun zamandan beri bizim aydın kesimini ve buna mümasil halk kesimini etkileyerek “orada hürriyet vardır, Batı dünyasında hürriyet vardır”, bu bize özendirilecek şey olarak takdim edilmiştir ama işin aslına baktığınız zaman Batı'da olan hürriyet, gidersiniz Avrupa'da bir lokalde oturursunuz veya bir caminin mahfilinde oturursunuz, ne bileyim, avlusunda oturursunuz, varsa tabii. Sohbet konunuz Türkiye'dir, yani orada Türk cemaati, Müslüman cemaatin konusu Türkiye'dir ama öyle anlatılır ki Türkiye'nin her şeyine küfredilir. Şimdi, Avrupa'da bir insanın cami içerisinde veya lokalde Türk vatandaşlarının Türkiye'nin aleyhine geçmesi ve onun hakkında aleyhinde konuşma yapması, ne bileyim, sözleri irat etmesi Amerika devletinin, affedersiniz, Alman devletinin, Fransa devletinin, Hollanda devletinin zerre kadar aleyhinde olan bir iş değildir. Dolayısıyla onun da menfaati nedir? Orada belki de bu konuşmaları onlar da organize edebilirler. 

Avrupa’da Din Hürriyeti Dediğin Şey, Türkiye'nin Aleyhinde Konuşmaktır

Şimdi, “kamusal alan” diye bir tabir çıkardılar ki tabii Türkiye'de bunları konuşturanlar da benim kanaat-i şahsiyem, şimdi, Türkiye'yi yöneten insanların da çok ciddi yanlışları var. Yani oyun tek tarafla oynanmıyor, çift oynanıyor. Efendim, kamusal alan! Neymiş? Orada başörtüsü örtülmezmiş. Neymiş bu? Kamusal alanmış. Tabii, bunun hukuki izahı, yeri ve zamanı gelirse bunu da yaparız. Bir defa, başörtüsü Allah'ın bir emri ise bunun kamusu mamusu yoktur. Tamam mı? Devlet millet için vardır, insan için vardır. Yani benim için olan devlet benim inancımı korumak mükellefiyetindedir. Eğer o devlet benim inancımı korumuyorsa benim devletim değildir. İşin en basit ifadesi budur. Dolayısıyla bu ifade, kamusal alan ifadesi bir defa yanlış. Ben bu tartışmaya girmiyorum. Asıl anlatmak istediğim şey şu: Şimdi efendim, kamusal alan, onun için biz Avrupa Birliği'ni istiyoruz; orada kamusal alan yok. Hem de çok akıllı, çok sevdiğim, hürmet ettiğim ağabeylerden bir tanesi bunu diyor. Dedim; ağabey ya sen çocuk musun? Sen erkeksen git Avrupa'da, orada hürriyet var… Nasıl? Gidiyorsun camide oturuyorsun Türkiye'nin aleyhine, anasına, avradına küfrediyorsun. Hürriyet bu. Din hürriyeti dediğin şey Türkiye'nin aleyhinde konuşmak, Türkiye'ye küfretmek.  Beş dakika sen Alman devletinin aleyhinde konuş, camiyi kamusal alan ilan eder, camiye bile sokmaz seni. Bunu böyle bilesin. Orada jetonu düştü. Çok doğru diyorsun. 

Devlet-Millet Arasındaki Tefrikayı Kaldırıp Birliğe, Beraberliğe Kavuşmamız Lazım

Tabii, şimdi, sen o… Bizde şimdi milletin ve devletin bekasına ait olan mevzularda fikir ve düşünce üreten yerine, milleti ve devleti çökerten, yok eden fitneler, dedikodular üretiliyor. İşin mihengi noktası burada. Haa, aklı başında olan insanlara düşen şey, bakınız kabul etsek de etmesek de ülkede korkunç bir tefrika var. Yani siville, devletle millet hakikaten öyle bir noktaya taşınmış ki, birbirinden adeta birbirini reddeden, birbirini kabul etmeyen iki ana unsur haline gelmiş. Sanki birisi hak, birisi batıl noktasında hayatı yaşıyor. Halbuki bu devlet de bizim, bu millet de bizim. En kısa zamanda bu fitneyi millet olarak ortadan kaldırmamız ve birliğe, beraberliğe kavuşmamız lazım. Aksi takdirde, niçin millet kendisinden bıkmış, kendisinden kaçıyor, bir başka yerde kendi varlığını arıyor, yani Avrupa, Avrupa Birliği nedir yani? Avrupa'da bir şey yok, maddi hayat da yok. Maddi hayat da bitmiştir Avrupa'da.
Konuşalım da bunu. Yani Avrupa öyle lanse edildiği gibi, takdim edildiği gibi bir şey de değil. Niye? Şimdi, biz öyle bir varlık dünyasında kendimizi bulduk ki, herkes birbiriyle kavga ediyor; karı kocasıyla, evlat, anası, babasıyla. Okula gidiyorsun, okulda düzen yok, nizam yok. Hülasa, çevrede düzen, nizam yok. Biraz daha işi genişlet; vilayette, ilçede, köylerde... Yani bir kavga, bir gürültü; huzur yok. Haa, şimdi milletin aradığı bu barış, bu birliktelik, bu sevgi, bu muhabbet, bu dostluk, bu arkadaşlık ve bu kardeşlik. Buna bizim döneceğim, bizim aradığımız şey millet olarak budur, buna döndüğümüz zaman göreceğiz ki o kamusal alanmış şunlar bunlar, hepsi hikâye. Türk milleti cefakardır, vefakardır ve bütün bu zorlukları aşmasını da çok iyi bilen bir kabiliyeti, ne bileyim bir yapısı da vardır. İnşallah bunu da bu kabiliyetiyle aşacaktır. Bunda da hiçbir zaman, kimsenin kuşkusu olmasın.


Kürdistan Dediğin İnsanların Medeniyeti Türk Medeniyetidir, Tamamı Bu Milletten Bir Parçadır

Şimdi, eğer Batı'nın gözüyle hadiselere bakarsanız bu çok tabiidir. Onların zaten vazifesi, kendileri için hayat boyu tehdit unsuru olarak gördüğü -az evvel söylediniz- ve korktuğu milleti bölmektir, parçalamaktır. Yani onu almak gibi bir derdi yok. Ya? Ondan korku derdi var. O korktuğu düşmanının iyi halini ister mi? Yani çok mükemmel olsun, dünyada söz sahibi olsun, gücü olsun, kuvveti olsun, silahlı gücü olsun, teknolojik imkânları yerinde olsun. Bunu düşünür mü? Elbette düşünmez. E, ne yapacaktır? Az evvel söylediğiniz gibi Türkiye'nin bölüp parçalanmasını isteyecektir. Şimdi bakınız, yine mevzuya girerken işlediğimiz konudan işe başlarsak ne dedik biz? Medeniyetlerin mücadelesi ve inançların kavgası var dünyada. Şimdi, o Güneydoğu'da bizden ayrı gibi gösterdiği insanların medeniyetine bakalım. Onların medeniyeti Türk medeniyetidir. Yani orada Kürdistan dediği insanların tamamı bu milletten bir parçadır. Araştırın bakın ben ilim adına konuşuyorum bunu. Yani bunların medeniyeti Türk medeniyetidir, dili Türk dilidir. İfade edebildim mi? Efendim, kendi boylarında konuştuğu bir dil yok mudur? Elbette olacaktır, vardır amma Türk medeniyetidir ve Türk kültürünü hayatlarına tamamen yansıtmışlardır. Türk siyasetini paylaşmışlardır ve bu da yeni değildir. Efendim, Türk milletiyle beraber ta şu kadar zamandan beri bir aradadırlar, bir arada olmanın komşuluk hukukunu, insan hakları dediğimiz hususu ve hukuku hayatlarına geçirmişlerdir. Şimdi, kimin adına kiminle, efendime söyleyeyim, konuşuyorlar? Kime avukatlık yapıyor bu adamlar? Bizim siyasi, efendim, iktidar sahibi olan insanlarımızın diyeceği bir laf vardır: Bu insanlarla bizim bir derdimiz, bir problemimiz yok. Haa, fitne doğrudur, oraya da girmiştir ama her fitnenin olması bunun ayrı olduğu manasına ve ayrılması gerektiği anlamına gelmez. Ya? Bu bizdendir, biz de bundan bu milletteniz. Kısaca; dili birdir, örfü birdir, âdeti birdir, geleneği birdir, dini birdir, medeniyeti birdir, kültürü birdir, siyaseti birdir. Sen nereden bahsediyorsun deyip elinin tersiyle itmesi ve dinlememesi gereken insanlar eğer onu milletin aldığı oylarla beraber mecliste dinler, alkışlarlarsa o az konuşuyor, niye fazla konuşmasın ki? Niye bölmek istemesin ki? Sen niye dinliyorsun onu? O sözü ağzından çıkardığı zaman, efendime söyleyeyim, “dur” diyebilseydin ikinci cümleyi, üçüncü cümleyi getirmesi zor ve de imkânsız olacak.
Şimdi biz, bakınız maneviyat unsurunu kaybeden insanımız, artık duvarı birbirine bağlayan çimento harcını yok etti. Gönülden gönüle insanları birbirine bağlayan maneviyattır; biz bilerek yahut da bilmeyerek bu bağı kopardık, bunu yok ettik, bununla mücadele ettik. Darmadağın olduk. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Şimdi, bunlara, bizi biz yapan bu değerlere hep beraber teveccüh edeceğiz, onlara tenezzül edeceğiz, hayatımıza yansıtacağız, gönlümüzde onları iktidar edeceğiz; o zaman Laz'ıydı, Çerkez'iydi, Kürt'üydü, Türk'üydü, Arap'ıydı, Boşnak’ıydı, Sırp'ıydı bir vücut, bir bilek olacağız. Bu geçmişte böyle olmuştur. Merhum Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları cumhuriyeti kurarken böyle bir kültür milliyetçiliğinden, böyle bir şemsiyeden bahsederek olayı izaha, ifadeye ve uygulamaya da koymuşlardır. Örnek ortadadır. Yeni örnekler arayıp da işte, Türkiye'nin bölünmesine, parçalanmasına imkân hazırlamak büyük bir ihanettir; hiç kimse de buna müsaade etmez. 


Batı, Müslüman Türk’ü Tehdit Görüyor

Şimdi bu nedir? Bu inanç mücadelesidir; siyaset, kültür, medeniyet mücadelesidir. Elbette ki o topluluktan meydana gelmiş adam, ben de dinledim o konuşmayı, efendim, bize işte bir din birliği diyen adam, nasıl biz din birliği değiliz, bir Hristiyan kulübü değiliz gibi lafları eden adam kalkıp da Kıbrıs'taki Rumların eline tasarrufu veren bir irade kimin, efendim, sözcülüğünü yapıyor? Müslüman'ın sözcülüğünü yapmıyor, Müslüman Türk'ün sözcülüğünü yapmıyor, değil mi? Hristiyanların sözcülüğünü yapıyor. Kısaca, kabul etsek de etmesek de Batı, kendi ağzıyla ifade ediyor: “Siz bizim için tehdit unsurusunuz, biz sizden korkuyoruz.” E, senden korktuğunu elbette her konumda, Güneydoğu'da bir Kürt meselesi ihtat edecek, orada gösterecek, Kıbrıs'ta gösterecek, efendim, yine Kuzey Irak bölgesinde gösterecek; her yerde bunu gösterecek. Burada aklını başını alacak olan topluluk biziz, başkası değildir; yani onlar bildiğini elbette okuyacaktır, ama onları da durdurmasını bilecek olan bizim siyasi irademizdir. Onları konuşturan yine bizimkilerdir, yanlış anlamayın. 
Millet de bu şekilde bunların davranacağını ve bu şekilde uygulamayı yapacağını hiçbir zaman tahmin etmedi. Çok farklı bir tahminle, ciddi bir yöneliş içerisinde bunlarla beraber oldu, yani bu kadroyu seçti, bu bizi temsil edecek, bizim haklarımızı koruyacak, e ne bileyim, her şeyimizde bize sahip çıkacak, diye. Ama millet de hakikaten hani ters köşeye yattı diyebiliriz. Ters köşeye bu milleti yatırdılar. Şimdi, inşallah siyasi iktidar, bu 17 Aralık tarihinden sonra aklını başına devşirir de icraatlarını milletin lehine dönüştürmeye çalışır. 
Şimdi, biz bunları 3 Kasım'da ve ondan evvel miting meydanlarında bar bar bağırarak söyledik, biz vazifemizi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Bunlar da böyle olacaktır, olmaması da mümkün değildir. İnşallah bu noktada ayıkacak olan milletimizdir, ayıkır, kendine gelir ve bayrak yere düşmez, diyorum. Başka bir şey de söylenmez.


Avrupa Birliği Bitme Noktasına Gelmiştir, Türkiye Gayret Ederse Lider Ülke Bile Olabilir

Avrupa Birliği dediğimiz ülkeler topluluğu, esasen yeraltı kaynaklarının tamamını tüketmiştir, yani Avrupa -bizde bir tabir vardır, sıfırı tüketti derler- yeraltı kaynaklarını tamamen tüketti. İki, bununla da kalmıyor, Avrupa'nın nüfusu ihtiyarladı, gençliği aradan çıktı. Üçüncüsü, birlikteliğe geçtikten sonra Avrupa, müşterek para unsurunu kullanmaya başladılar; şimdi, müşterek para unsurunu kullandıkları için de her devlet kendi parasını istediği zaman üretimine mukabil emisyonunu genişletemiyor. Merkez, yıl sonunda veya takdir edilen bir zaman sonra, işte, basılabilecek olan parayı takdir ediyor. Bu ise emisyonun gittikçe daralmasına, genişleme imkânı olmamasına sebep olacak ki üretim, Avrupa'da artacak, para azalacak. Önümüzdeki günlerde bu ise Avrupa'da çok ciddi bir para darlığı getirecek. Bu para darlığı Avrupa'nın para darlığı, bazen enflasyon olarak, bazen efendim, deflasyon olarak, bazen de stagflasyon olarak yansıyacak. Benim görebildiğim kadarıyla bu sebeplerden dolayı Almanya'da içinde olmak üzere, Almanya ve Fransa da içinde olmak üzere, Avrupa'nın 15 yıllık bir hayatı var, yaşayan görecek. Efendim, çünkü bu gidişle, efendim, Avrupa durgunluk sürecini yaşamak mecburiyetinde kalacak ve de az evvel de söylediğim gibi bazen deflasyonu, bazen enflasyonu, bazen stagflasyonu yaşamak suretiyle de ekonomisinin çok ciddi batağa saplanacağı da kesindir. Benim kanaatim de 15 yıllık bir zamanı vardır.
Buna mukabil Türkiye'nin imkânları ise bütün Avrupa ülkelerinin imkânlarının çok daha üzerinde. Biz bugüne kadar hiçbir yeraltı kaynağımızı devreye koymadık. Altın, bor, toryum, uranyum, efendim, petrol hep hatırınıza ne geliyorsa… Bütün bu kaynaklar, enerji de işin içerisinde olmak üzere, bütün bu kaynaklar, bakire bir yatak hâlinde bizi bekliyor. Türkiye, eğer insanıyla el ele verir, millet ve devlet kaynaşmasıyla büyük bir azim ve gayretle yılmadan, 24 saat çalışır, gayret eder, didinir ise en kısa zamanda Avrupa'yı yakalar, ondan sonra dünyanın en güçlü ülkeleriyle birkaç sene içerisinde başa baş olur ve 4-5 yıl sonra da dünyanın tek lider ülkesi hâline gelebilir. Neden? Çünkü Türkiye'nin bunu yapabilecek çok ciddi bir genç nüfusu var, çok ciddi yeraltı kaynakları var, kısaca potansiyeli her yönüyle buna müsait, ancak ne hikmetse bugüne kadar siyaseti buna müsait olmadı. Allah nasip eder, milletimiz hakikaten teveccüh eder, efendim, kendisiyle beraber olan iradeyi de bulursa, onunla buluşursa bu işi biz yaparız diyorum, efendim.


Büyük Orta Doğu Projesi ile İlk Defa Türkiye, Haçlı Saflarında Müslümanlara Karşı Yer Almıştır

Şimdi tabii bu, çok yönlü bir soru. Türkiye bir defa Büyük Orta Doğu Projesi’ne “evet” demekle Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasetine %100 ram olmuş vaziyettedir, yani Türkiye ram olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde Türkiye, bir baston vazifesi şu anda görüyor ve bu Orta Doğu, Büyük Orta Doğu Projesi de öyle sıradan bir proje değil, bütün İslam ülkelerini “ılımlı İslam” demek suretiyle aslında Hristiyan yapmaktır, bunun bir başka manası yoktur. Yani bu konuda Türkiye Amerika Birleşik Devletleri'nin samimiyetle yanında yer almıştır. Bu iktidarla beraber, hatırlarsanız yaptığımız bir konuşmada da geçen haftaki sohbetimizde olacak, ilk defa Türkiye, Haçlı saflarında Müslümanlara karşı yer almıştır. Şimdi, böyle bir konuma geldi Türkiye. Amerika'ya bu derece ram olup her dediğini yapmaya hazır olan bu siyasetle memleketimiz, ülkemiz aslında çok ciddi rizikolara da efendim, sahne olma durumuna gelmiştir. Şimdi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesine Amerika Birleşik Devletleri razı olur mu? Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasetindeki Türkiye, Birlik’te Avrupa Birliği'nde olduğu süre içerisinde ABD'nin sözcülüğünü yapacaktır. Bunu bilen Amerika Birleşik Devletleri, o Birlik içerisinde kendisini temsil eden, hele Türkiye gibi dirayetli bir ülkenin, silahlı gücünün en üst seviyede olan bir ülkenin olmasını elbette arzu edecektir, isteyecektir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'yi isteme nedeni budur. ABD'ye, affedersiniz Avrupa Birliği'ne girmek isteme sebebi budur ve orada Avrupa Birliği'ni devamlı kontrol altında tutsun diye, tutayım diye Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'yi burada tampon olarak kullanmak ister, kullanmak isteyecektir. Benim de Türk siyasetine öteden beri anlatmaya çalıştığım, eğer siz, hakikaten bu birliğe samimi olarak girmek istiyorsanız ABD ile beraber görüntünüz çok mahsurludur, yanlış oynuyorsunuz. Sizi bu şekilde gören Avrupa Birliği, kendi içine kabul etmez. Neden? Çünkü AB ile ABD arasında bizim görmediğimiz, farkında olmadığımız çok ciddi bir mücadele var, rekabet var. ABD'nin farklı bir niyeti de Avrupa Birliği’ni de imha etmek. Yani şu anda sen, Avrupa'nın Amerika'ya karşı rahat olduğunu mu zannediyorsun veya Rusya'nın Avrupa'ya karşı rahat olduğunu mu zannediyorsun? Hepsi tedirgin vaziyette: “Ben”, diyor “dünya imparatoruyum.” Efendim, işe Afganistan'dan başladı, şimdi Orta Doğu'ya indi. Orta Doğu'dan, işte, bu İran mı olur, Suriye mi olur, atla o tarafa Rusya mı, geç o tarafa Avrupa mı olur?.. Hepsi endişe içinde. Bunu… Dolayısıyla böyle bir dünyada, tek kutuplu bir dünyada, Avrupa’ya da sirayet etmek isteyecek olan ABD iradesi, efendim, Türkiye'yi tampon olarak o birlikte tutmak isteyecektir. Benim acizane gördüğüm husus bu. Onun için bu sebepten de Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde olması zor ve belki de imkânsızdır. Yani bu gerçeği Avrupa'nın görmemesi hiç mümkün değil, bu bir realite, bunu görmemesi hiç mümkün değil. Zira Avrupa'nın şu anda kendini koruyabilecek ordusu da yok, askeri de yok, tamam mı? Hülasa, bu birlikte vücuda gelecek olan silahlı iradenin, efendim, oluşundan sonra belki Türkiye nazarı itibare alınıp düşünülebilir. Eğer Türkiye emniyet vermiş olsaydı, onu silahlı gücü olarak değerlendirebilirlerdi ama bu görüntüyü şu ana kadar Türkiye verememişti. Ben onu, acizane, görüyorum. Amerika'nın hesabı da Türkiye üze… Amerika Birleşik Devletleri yani, “Türkiye Avrupa'da olsun da işte ekonomisi güçlensin, şu imkânlar sahip olsun.” diye düşünüyorsanız siz de yanılıyorsunuz. Bir devlet, bir devleti babasının hayrına oluşunu istemez, hep kendi menfaatleri istikametinde kullanmak için ister. Bilemiyorum…


Diyalog Hikayesi, İşgale Zemin Hazırlar 

Şimdi, Peygamber’in hadisleriyle sünnetini tehdit ve tehlike gören insanların bir diyalog diye bir şeyi kabul etmeleri hiç mümkün değil, yani bu bir defa kuru iddia. Zaten dinlerin arasında diyaloğun olması mümkün değil. Yani bir dinden bazı şeyler çıkacak, diğer dinden bazı şeyler o dine dâhil edilecek, onun münderecatına, efendime söyleyeyim, ilave edilecek. Bu, bunlar çok yanlış düşünceler, böyle bir şey olmaz. Bu nereye benzer; işte, bir adamın kafasını alırsın, bir adamın bacağını alırsın, birinin bilmem kalbini alırsın… E böyle bir ortaklaşa insan vücuda getireyim demek gibi bir şeydir bu. Böyle bir şey olmaz, herkes kendi şahsına mahsus bir oluş içindedir, onu diğerine benzetemezsiniz. Anlatabildim mi? Şimdi, işin hakikatine, mesela bu dinlerarası diyalog diyen insanların “Kur'an” demeleri, “Biz Kur'an'ı kabul ediyoruz” demeleri de tamamen hurafedir ve batıldır, yanlıştır. Peygambersiz Kur'an olmaz, peygambersiz din olmaz, sünnetsiz Kur'an olmaz her şeyden evvel; sünnet Kur'an'ın yaşanan hayat tarzıdır. Sünnet nedir? Kur'an'ın yaşama geçiş tarzıdır, Kur'an nasıl yaşanacaksa Peygamber onu yaşamıştır, Allah'ın emirleri, Cenab-ı Peygamber’in hayatında gösterilmiştir. Emredilen, efendim, hususlar Kur'an'da ayet olarak geçer, uygulamasına sünnet denir, Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu manada, sünnetle ayet arasında hiçbir fark yoktur; sünnet demek ayet demektir. Onun için vahiy de “metluv” ve “gayr-i metluv” olmak üzere iki kısma ayrılır. Tamam mı? Metluv olan, efendime söyleyeyim, işte, Kur'an'ın bildiğimiz ayetleri; gayr-i metluv da Cenab-ı Peygamber Efendimizin sünnetleridir, hadisleridir. İzah edebildik mi? E sen şimdi, bunsuz bir Kur'an düşünüyorsun, samimi değilsin, çok temiz bir münafıksın.
Olacağın şey budur. Gel şimdi, Kur'an'da Allah'ın Peygamber’e yüklediği misyonu biz, şöyle bir iki ayette görelim. Bakın; Bakara suresinin 151. ayetinde; “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden Peygamber’in bir vazifesi, tezkiye etmek (yani kötülüklerden arındırmak, nefsini temizlemek) size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.” Bilmediğimizi bize öğretiyor ve kitabı, hikmeti… Hikmet ne? Allah'ın kastı. Muradını Cenab-ı Hak bize peygamberiyle öğretiyor. Yani Kur'an ayetlerini tefsir eden, anlatan Hazret-i Fahr-i Âlem Efendimizdir. Niye? O maksadı biliyor da ondan. Şimdi, onun, haşa, bilmediği maksadı senin, benim bilmem mümkün değil. Peki, nasıl Kur'an ki Peygamber yok da sen varsın. Sen bu maksadı bileceksin, sen bu maksadı anlatacaksın! Hülasa, bunun adına bizim halkımızın dilinde “iyi bir gavurluk” denir, başka bir şey denmez. İki; bakınız: “And olsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan” (Burada da gene muhatap Hazret-i Fahr-i Âlem Efendimiz. Neymiş; Allah'ın ayetlerini okuyacak.) “Kendilerini temizleyen” (Peygamber, aynı zamanda insanları tezkiye ediyor, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten, yukarıda söylenildiği gibi) “bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân Suresi: 164. Ayet). Yine kendi maksadını o Peygamber’ine öğretiyor, Peygamber’i de işte “bu ayetteki Allah'ın kastı budur” diyerek onu anlatıyor. Kısaca demek isteriz ki Peygamber’siz Kur'an'ı anlamak, anlatmak, yaşamak, yaşatmak hiç mümkün değil, onu anlayan, anlatan, yaşayan ve yaşatan da Hazret-i Fahr-i Âlem Efendimizdir; Kur'an, ayetler olarak kitapta mevcut olan, sünnet onların yaşanılan hâli, ifade edilen veya Peygamber’in ikrar ile tasdik ettiği şeylerin adına da hadis denir. İzah edebildik mi? İfadesidir, ikrar ile tasdikidir yani kabulüdür, efendime söyleyeyim, uygulamasının adı sünnettir; hepsi ayetlerdir. O hâlde, hadis sünnet, ayet bu üçlünün tamamı, Kur'an'ın münderecatıdır. Anlaşıldı mı? Bunların birine bilerek yahut da bilmeyerek yorum getirerek, işte, önce işte, “biz hadisleri tetkik ediyoruz efendim” birtakım mazeretler beyan etmek suretiyle “bunlar sahih midir, tevatür müdür, zayıf mıdır gibi bahanelerin arkasına sığınarak aslında inkârlarını zaman içerisinde kusup en sonunda diyalog noktasına kadar da gelmişlerdir. Bu bir, efendim, Vatikan projesidir; İslam'la Müslümanlıkla, Müslümanla alakası yoktur. Bu da Müslümanın Hristiyana karşı direncini yok edip ki Afganistan'la başlayan hadise, Amerika Birleşik Devletleri resmen ilan edildi, Haçlı savaşı diye. İşte Irak'taki de onun devamıdır, bir Haçlı seferidir. Felluce'deki bu katliamlar, vesaireler.. Bizim kuzey bölgemizdeki, Kuzey Irak'taki, güneydoğumuzdaki olaylar; hani Musul, Kerkük, Telafer olayları... Bunlar hep o düşüncenin, o inancın devamıdır. İfade edebildik mi, bilemiyorum. Yani bu savaştır. Şimdi böyle bir savaş olduğu zaman, böyle bir işgal olduğu zaman Müslümanlar direncini ortaya koymasın, hemen teslim olsunlar diye, işte bu diyalog dediğimiz hikâye ile beraber bizleri devre dışına çıkarmak istiyorlar. Eğer vatanını müdafaa eder, hukukunu korur, haklarını savunursan adın da eşkıya olur, terörist olur. Olay budur. Mücahidin adına, vatanperver -efendime söyleyeyim- insanın adına maalesef, işte, terörist diyorlar. Şimdi, bu insanların, bu insanların kalkıp insan haklarını dava etmesi gibi bir mesele olabilir mi? Bu mümkün değil, bunlar işin sözündedirler ama günümüze kadar hiçbir Batı devleti ve ferdi, bu hususta samimi davranmamıştır, hep insan hakları insan hakları demiş ama işi sözde bırakmışlar ve de istismar etmişlerdir.
Bu diyalogla beraber varılmak istenilen asıl netice de budur, anlatabildik mi? Yoksa “sen, bir din öğren de dini yaşa da ahiretini garanti altına al”, böyle bir hikâye değil bu. Ya? “Yarın ben senin ülkeni işgal edeceğim, şimdiden hazırlan, beni hazmetmeye hazırlan, bana sakın el kaldırma, bana itiraz etme, haberin olsun” demektir. Şimdi, diyaloğun başladığı yerde işgal de mutlaka gelir. Bunu kafamıza koyalım.
Şimdi niye Brüksel onu desteklemesin, niye Avrupa Birliği ona destek vermesin, neden maddi imkânlar önüne sermesin? Adamı sen hizmetkarı oldun, hadimkârı oldun, elbette seni taltif edecek, elbette sana kucağını açacak, yer verecek, para verecek, onun hademesi oldun, uşağı oldun, zaten biz senelerden beri bunu demiyor muyuz? Bunu anlatmaya çalışıyoruz.
Şimdi, bu tabii bir soğuk savaş, psikolojik harptir; adamlar kurallarına göre oyunu oynuyorlar. Bizde de hainleri buldular, hainler de onların avukatlığını yapıyor. Her kim bu şekilde söylerse bu insanların masum hiçbir tarafı yoktur. Bunların demek istediği, ülkeyi teslim edin, vatanı teslim edin, kendiniz de teslim olun, dininizi diyanetinizi de her şeyinizi terk edin, demek istiyorlar. Bunların demek istediği budur. Bunlar haindir, bunları dinlemeyin.
Tabii bunları kesinlikle dinlemeyin. Ben de size bunu tavsiye ediyorum. Allah'tan güçlü daha hiçbir irade yoktur. Ona inanan insan, dünyanın en güçlü, efendim, varlığıdır. Bunu da böyle herkes bile, hiç kimse buna bundan da tereddüt etmesin. Savaş meydanlarında evet, teknoloji çok ileri bir unsurdur, bunu kabul etmemek de mümkün değildir ama onun üstündeki irade de onu kullanan eldir, iradedir, kişidir; bunu böyle bilelim. Ben size, 74 savaşını iyi biliyorum, hatırlatayım; Kıbrıs çıkarmasında Rum askerlerini tanklara bağlayarak Türklere karşı savaştıramadılar. Türklere karşı tanklara Rum askerini bağladılar savaştılar. Orada silah olması olmadığı için Rum mağlup olmuş değildir, kalbinde iman olmadığı için mağlup oldu ve bizim silahlı gücümüz onlardan çok daha üstün olduğu için değil, imanımız güçlü olduğu için. Benim şimdi endişem, acaba o iradeyi biz devam ettirebiliyor muyuz? İnşallah devam ettiriyoruz. Bu psikolojik savaşta bunu bizden alıyorlar. Türk milleti tarihin en şecaatli, en merhametli, en şefkatli, en âlicenap milletidir; Türk milleti kendisini iyi bilsin, kendini tanısın, palavralara kulak asmasın, bunu diyorum.
İnşallah milletimiz bunu görerek iyi bir seçimini yapacak ve bu denilenler, istenilenler hep tahakkuk edecektir, milletin bunda zerre kadar kuşkusu olmasın.

Paranın Alım Gücü Artmadıktan Sonra Paradan Altı Sıfır Atmak Palavradır

Şimdi, Erzurum uzak dedi, meydana yakın. Şurada kala kala 25 gün bir zaman kaldı, bunu göreceğiz, sıfırların atılması… Eğer iktidar bunlara, sadece bunlara güveniyorsa demek ki bunlar da bir işi bitirdiler, sıfırı tükettiler, sıfırla uğraşıyorlar, sıfırlar onları tüketecek. Şimdi, efendim, burada önemli olan husus, paranın alım gücünde bir değişiklik oldu mu, arttı mı yani? Faraza altı sıfırı kaldırdık ama ona mukabil, onun karşılığında olan faraza 5 liranın alım gücü arttı mı? Ha? Artmadı. E, ne konuşuyorsun? Paranın alım gücü artmadıktan sonra bütün bu hikâyeler, palavradır. İki; burada çok ciddi bir riziko daha var: Yeni paraya geçilirken vatandaş parasını dikkatle kullansın ve fazla harcama yapmasın, piyasa oluşana kadar şu ana kadar iş yapamayanlar da efendime söyleyeyim, zararını bu yeni değerler üzerindeki parayla beraber çıkartabilirler. Yani 1 liralık malı 2 liraya da satabilirler. Böyle bir rizikosu da var bu işin. Ben gizli bir dualisyonun, devalüe’nin de olabileceği kanaatindeyim, ama bekleyelim, çok zaman kalmadı, şurada 20-25 günlük bir zamanımız kaldı, uygulamayı görelim, hep beraber nasıl bir rahatlık hep beraber bunu yaşayalım. Ama bu korkunç bir hiçtir, kandırmacadır, başka bir şey değildir. Öyle şey mi olur ya? Alım gücü, parada alım gücü arttı mı, mal mı ucuzladı onu söyle bana sen, yani benim imal ettiğim bu mamul ucuzladı mı? Ucuzlamadı. E, daha sen ne konuşuyorsun? Veya elime geçen paranın alım gücü arttı mı? Mamul ucuzlamadı, alım gücü -elimdeki paranın- artmadı, sen diyorsun ki ben bununla beraber Türkiye'yi düzelteceğim. Bunların hepsi, efendim yani bir hayal, başka bir şey değil.


Gerçek Enflasyon Pazara Gittiğim Zaman Gördüğümdür

Şimdi, enflasyonu yanlış hesaplıyorlar, doğru hesaplıyorlar, ben onu bilmem. Ben pazara gittiğim zaman cebimde verdiğim paraya bakıyorum ama baktığımda öyle %10'lara, %20'lere, %30'lara enflasyonun düştüğünü de görmedim. Müsaade edersen, ben bir araştırma yaptım -ki bu araştırma %100 doğru olan bir araştırma- enflasyon yüzde kaça indi, hep beraber tespit edelim, bakın: Et, geçen yıl 8 milyondu, şu anda 12 milyon, artış oranı %50; iki, beyaz peynir 4.750.000 liradan 5.850.000 liraya çıktı, artış oranı %24; zeytin 4 milyondan 6 milyona çıktı -bunlar aynı cins mamuller olduğu için teferruatına girmiyorum- %50 artış; süt 1 milyondan 1 buçuk milyona çıktı, artış %50; kuru fasulye 1.250.000 liradan 2.250.000 liraya çıktı, artış %80; yumurta 100 liradan 150 liraya çıktı, artış %50; ekmek 300 liradan, affedersiniz ekmek 150 liradan 300 liraya çıktı, artış tam %100; çay 300 liradan 400 liraya çıktı, artış % 34; şeker 1.600.000 liradan 1.900.000 liraya çıktı, artış %19; makarna 450.000 liradan 550 bin liraya çıktı artış %22; 5 litrelik yağ, 7.900.000 liradan 9.900.000 liraya çıktı, artış %25; çocuk bezi 2.250.000 liradan 2.650.000 liraya çıktı artış %17; nohut 1 milyondan 1.750.000 liraya çıktı artış %75; pirinç 1.600.000 liradan 2.150.000 liraya çıktı artış, %34; demir 550.000 liradan 670.000 liraya çıktı, artış %21; çimento 5 milyondan 5.500.000 liraya çıktı artış %10, en asgari az bunda; doğalgaz %35 zam yedi. Kira %40, bunlar yani tam araştırma, öyle atma değil, akaryakıta %32. Ortalama yıllık enflasyon %41. Sen hangi %9'dan 10’dan bahsediyorsun? Bütün bunlar da zaruri maddeler; bir tanesini de ki benim bunu, bunu kullanmayacağım, bunu almayacağım. Hangisini diyebilirsin? Dolayısıyla yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yalan rüzgârı. Yatsıya kadar gider, başka gitmez. “Sonu ne olur?” Vatandaş diyor; “Cebimde bir şey yok, bu adam yalan konuşuyor.” diyor kardeşim, “doğru konuşmuyorlar” diyor. “Cebimde benim bir şey yok, bunun dediğiyle benim cebim örtüşmüyor.” Git onu vatandaşa sor bakalım. Geçmişte ona dua eden, şimdi küfrediyor. Beni konuşturma. Yani ilk seçtiği zaman dua, dualarla hatim dualarıyla, ilahilerle vesaireyle onu başa getirenler şimdi küfrediyor. “Ne kadar yanıldık ne kadar aldandık.” bunu söylüyor. Halkın içine girin, onlarla konuşun, bu soruları bana değil, onlara sorun, alın onları ekranlarda gösterin. Niye bunu yapmıyorsunuz? Vatandaşa gidin mikrofonu tutun, ne diyorsunuz deyin. Bakın neler diyecek size.
Bak şurada %41 kaç kalem bak… Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı, on yedi, on sekiz, on dokuz, yirmi; yirmi kalem, yirmi 20 kalemde %41. Ondan sonra gel de efendim, %9’muş, %5'miş, bunların hepsi tiyatro. Ha, inşallah olacak. Ha o, o gün gelecek inşallah, ondan endişe etmesin milletimiz, efendim, onu getirecek olanlar bunlar değil ama. Şimdi, ben vatandaşlarıma bunu çeşitli programlarda ifade ettim, beni iyi takip etsinler bu reçeteyi bulurlar ve görürler, endişe etmesinler. Bütün zorlukları biz aşacağız ve onların layık olduğu hayatı aziz milletimize yaşatacağız, diyorum. Bu geç saatte bu konulara da girip artık kardeşlerimizi de yormayalım bizi takip edenlere hayırlar, saygılar ve selamlar arz ediyorum efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir