info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Prof. Dr. Haydar Baş ile İcmal Gençlik Kampı - Afyonkarahisar / 30 Temmuz 2017

    Neler Okuyacaksınız

Öncelikle İnsan ve İman Davasıyla Yola Çıkmış Bir Kadroyuz

Çok muhterem üstatlarım, sevgili gençler, hanımefendiler, beyefendiler konuşmama başlamadan hepinizi saygılarım ve hürmetlerimle selamlarım. Sevgili arkadaşlar, biz yedisinden yetmişine hepimiz bir eğitimden geçmiş, tek vücut bir kadroyuz. Türkiye'de değil, dünyada böyle bir kadroyu bulmanız asla mümkün değildir. Önce insan ve iman davasıyla yola çıkmış; sonra içtimai, iktisadi, hukuki, ahlaki, sınai vs. bütün kurumların meselelerini dosyalar halinde halletmiş bir kadro haline geldik. Yedisinden yetmişine hepimiz, her şeyi bilen bir ekibiz. Bakarsanız bu arkadaş muavindir, otobüste muavinlik yapıyor veya şoförlük yapıyor; oturur ayet okur sana, hadis okur sana, teknik meselelerden bahseder, dünyanın içinde olduğu bunalımlardan nasıl çıkılacak bunları tek tek anlatır. Böyle bir kadro, samimi diyorum bulamazsınız. Allah nasip etti; biz, kendimi bildiğim günden beri kardeşlerimle bu mantık, bu anlayış içinde yoğrulduk geldik. 
Şimdi devletin yönetimine talip olduk. Devletin yönetimine talip olmamız da kendiliğinden olmadı. Öyle oldu ki mesela bulunduğum ilde kapıma geldiler yüzlerce, binlerce insan "Hocam mutlaka sen, bizi idare eden olmalısın". Yani bunu derken sadece sivil de değil, asker de bunun içinde. Ben buna bir mana veremedim. Yani ülke bu kadar boşalmadı, bana ihtiyacı yok. Niçin Haydar Hoca hep diyorlar? Neyse arkadaşlarla bir araya geldik, konuştuk “Bizim siyasete girmemiz gerçekten gerekli midir?”.

Erbakan’ın Ekibi Tam İki Buçuk Ay Bana Gidip Geldiler 

Biz ondan evvel de isterseniz oraya da bir iki cümle atfedeyim. Ben, Trabzon Li sesi'nde öğretmendim 1977 yılında. 70 yılında yanılmıyorsam Trabzon'a tayin oldum, becayiş yoluyla. Orda çok güzel de hizmetler yapıyordum. Erbakan Hocamızın partisinden bir gece yarısı, 77 yılında; merkez ilçe başkanı, Of ilçe başkanı, Akçaabat ilçe başkanı, teşkilat mensupları 10’a yakın arkadaş, Bahçecik Mahallesi'ndeki evime geldiler, kapımı çaldılar. Kapıyı açtım, Allah Allah… “Hoş geldiniz. Hayır haber" dedim. "Hocam, mühim bir haberimiz var". Evimin öyle küçük de bir salonu var; geçtik, oturduk, "Buyurun" dedim. "Erbakan Hocamızın selamları var. Sizi biz Trabzon milletvekili görmek istiyoruz". “Bu güzel bir şey ama” dedim “ben böyle bir hazırlığım yok. Bu işlerden anlamam. Niçin beni düşündünüz ki?”. Hakikaten Trabzon'da da o tarihlerde yetişmiş çok kaliteli ağabeylerimiz, insanlar var. Mesela bunlardan bir tanesi de İsmail Müftüoğlu, eski Adalet Bakanı. “Bak, mesela” dedim “İsmail Ağabey var. O varken bize gerek yok ki”. "Biz onu da alacağız". “Peki” dedim “onu aldığınız zaman, ben ikiye giremem. Benim mali durumum sıfır. Nasıl gireceğim?”. "Yok" dedi "sen birdesin, İsmail Ağabey ikide”. Dedim “Ben de onu kabul etmem. Yani benim terbiyem, İsmail Bey'in ikide olmasını kabul etmez. Çünkü bu insan Adalet Bakanlığı yapmış, sevilen; hakikaten millet tarafından sevilen, kadroları tarafından sevilen insan. Ben” dedim “onun üstünde olamam”. "Yok" dediler "biz bu işi halledeceğiz". Neyse o gece çay içtik, kahve içtik, ayran içtik; neyse, bunları gönderdim. Yarınki gün tekrar 5-6 arkadaş beni buldu, yani partiden yetkili arkadaşlar "Hocam, biz seni vekil yapacağız". Şimdi hiç düşünmediğim şey, kalbime girmeye başladı ‘Ulan, bedavadan vekil olacağız’.
Arkadaşlar, tam iki buçuk ay bana gidip geldiler. En sonunda dediler ki "Sayın Necmettin Erbakan, seni Ankara'da bekliyor". Ben de yetişmeme vesile olan büyük bir zat vardı, onunla devamlı bu konuyu istişare ediyordum. Ama hiç bana böyle "Oğlum git, faydalı olur" dediğini, böyle söz olarak duymadım. Artı, hiç öyle bir eğilimi de yok. Ben bekliyorum desin “Güzel olur, aferin, hizmet edersiniz”; öyle bir şey yok. Neyse, onu da sonra anlatırız.
Biz en sonunda, Allah selametini versin, Erbakan'ın davetiyle Ankara'ya gidiyoruz. Parti binasında, namaz için mescide iniyoruz. Mescitte ben Sayın Kadir Mısıroğlu'yla beraber karşılaşıyorum "Sen" dedi "niçin düşünüyorsun? Mutlaka girmelisin". "Güzel ağabey" dedim "senin unun kuru. Bizde öyle bir şey yok. Ben girdiğim zaman, çoluk çocuğumu kim bakacak?". Bizim de Kemeraltı'nda, Trabzon'da küçük bir dükkânımız vardır. 1 m² var veya yok, bilen arkadaşlar bilir; babam rahmetli oradan kazanır, bizi bakardı. "Şimdi" dedim "beni baktı yetmiyor, bir de bizim çoluk çocuğu bakacak". O zaman Osman hayatta, uzatmayalım... Bana dedi "Yahu sen" dedi "hayatı, namlunun ucundaki kurşun gibi yaşaman lazım", lafa bak. Dedim "Güzel de, yani bu kurşun ben olamam". Uzatmayalım… Dönüşte teşkilat daha fazla bastırdı; derken, beni ikna ettiler. 
Gittim, lisede istifamı verdim. Müdürün merdivenlerinden inene kadar, yani sanki dünyadan ahirete gidiyorum havasını yaşadım. Çok net konuşuyorum. Çünkü lisede çok  seviliyordum. Yani Trabzon Lisesi'nde biz 150'ye yakın hocaydık, en çok sevilen hocalardan biri de bendim. 

Abdesti, Guslü, Namazı, Orucu Bilmeyen Bir Nesil Ortaya Çıktı

Çünkü, hatıramı dilerseniz anlatayım. Gerçi 20 dakika konuşacağım, endişe etmeyin. Arkadaşlar, tabii benimle becayiş yapan arkadaşın öğrencilerini tanıyabilmem için ilk girdiğim sınıfta böyle çocuklardan 3-5 tane kaldırdım tesadüfen "Oğlum bana, kızım bana gusül abdestini, boy abdestini anlat" soru. Bir erkek, bir kız... Arkadaşlar hem kız hem erkek; bunlar lise 2’de, 16-17 yaşlarında çocuklar. Baktım, cevap veremiyorlar; herhalde utanıyorlar, dedim. "Alın birer tane kâğıt" dedim “şöyle kenarlara çekilin”. Diğer öğrencileri kaldırdım, aynı soruyu sordum. Arkadaşlar, 17 öğrenci... Ki Trabzon'u tanırsınız; hakikaten değerlerine sahip, mutaassıp kabul ettiğimiz bir bölgedir. 17 tane evladımız, boy abdestini bilmiyor. Vay... Ben şaşırdım. Bu nasıl olur? Ve ilgili arkadaşa telefon açtım. Dedim "Yahu sen ne yaptın?” dedim “bu çocuklara hiçbir şey öğretmemişsin. Boy abdestini dahi bunlar bilmiyor" bir fırça da attım ona. Dedi "Sen” dedi “onu bırak. Trabzon'da” dedi “senin yaşlıların bile boy abdestini bilmiyor". Onun üzerine bir daha fırça attım ona. Ama onu derken de ‘Ya bu doğru ise?’, bu soruyu kendime sordum. Ve arkadaşlar inanır mısınız, Kemeraltı'ndaki o küçük dükkânda ben çocukluğumun her döneminde kaldım, o esnafın tamamı beni tanır. Küçücük çocuk; bana “Hoca” derdiler, “Haydar Hafız” derdiler. Rahmetlik anam benim adımı ‘Haydar Hafız’ koydu, meşhur Haydar Hafız'dan dolayı. Sonra o Haydar Hafız, Allah rahmet eylesin, benim talimde Hocam oldu. Diyebilirim, dünyada onun üstüne bir Hoca yok. Sonra Hasan Akkuş'un öğrencisi Zülküf arkadaşımızdan da ben talim aldım. O da usulde, hakikaten dünyada birinci; Hasan Akkuş, rahmeti bol olsun. Yani böyle ha, yanımda sakın…
Sevgili arkadaşlar, tabii bu arkadaşımın sözü bana çok etki etti. Kemeraltı'ndan yukarıya ben yürümeye başlıyorum, her dükkâna giriyorum "Selamünaleyküm”, “Aleykümselam”," Çay söyleyin, içeceğim”. Başlıyorum "Yahu senin çocuğu bugün ben kaldırdım, boy abdestini sordum; bilmiyor. Sen ne biçim adamsın ya?", başlıyorum ona boy abdestini anlatmaya. "Niye söylemedin ona ki 3 defa ağzına dolu dolu su vereceksin, 3 defa burnuna dolu dolu su vereceksin, bütün vücudunu tertemiz yıkayacaksın? Niye söylemedin?", fırça da atıyorum ona. Benim meselem, onu öğretmek. Arkadaşlar yeminle konuşuyorum, anlatıyorum; dikkat kesiliyor. Anlıyorum ki o da bilmiyor. Vay be...
Sevgili arkadaşlar, bugün sokağa çıkıp bunları anlatmamıza gerek yok. Türkiye’yi bitirdi bu arkadaşlar. "Şeriatı getireceğiz" dediler, millete İslam'ı unutturdular. Abdesti bilmiyor, guslü bilmiyor, namazı bilmiyor, orucu bilmiyor; bir nesil ortaya çıktı. Şimdi, var mısınız bu ülkeyi tekrar insanını eğiterek, öğreterek yetiştirmeye? Var mısınız? Biz toplumu insanıyla kendi yararına kazanmadığımız müddetçe hiçbir hizmeti yapamayız. 
Böyle hatıralar devam etsin mi? Şimdi, tabii baktım ki ya bu bizim komşular gusül abdestini bilmiyor, esnaf... Geldim bu sefer “Anne” dedim ya “sen öğle namazının sünnetini biliyor musun?". "Ne demek?" dedi. Annem de böyle çakmak taşı gibi bir kadın. Babamı öyle idare ederdi ki babam asla sesini çıkartamazdı. "Ne demek istiyorsun?" dedi bana. "O zaman kıl, göreyim seni" dedim. Hiddetlendi bana. Namazı kıldı. Baktım, tam biliyor. "İyi" dedim "senin arkadaşın” o zaman onların ahiret arkadaşları vardı “Afet Anne’yi” dedim “çağıracağım. Ona da soracağım". "Sor. Hepsi bilir" dedi "Benim arkadaşlarım her şeyi bilirler”. “O kadar iddialı olma” filan. Neyse ben Afet Teyze’yi çağırdım, dedim "Sabah namazının sünnetini bana kıl". Arkadaşlar "Sübhaneke'yi okurum oğlum" dedi "euzü besmeleyi çekerim" dedi "elhamı şerif-i okurum" dedi "ondan sonra da ettehiyyatü okurum". "Aa, güzel de” dedim "oturunca ne okuyacaksın?". Ve ben böyle  gerçekten çok güçlü bir eğitime girdim, ama kadro kurdum; yediden yetmişe, Trabzon'u hallaç pamuğu gibi atmaya başladım.

Yalan Konuşanın Davası Hak Olamaz

İşte tam bu  dönem, bu adamlar geliyorlar; beni vekil yapacaklar. Biz de bu vazifeyi, kutsal vazifeyi bırakıyoruz; vekil olmaya koşuyoruz. Tabii o bahsettiğim büyük zata birkaç defa ben rica ettim "Bana görüşünü bildir" diye. Dedi "Evlat” dedi “Trabzon 3 tane çıkartabilir mi?". Dedim, “delinin zoruna bak. Ben vekil olacağım; o bana “Trabzon 3 tane çıkartabilir mi?””. 
Ve bizi 3. sıraya koyuyorlar; harcıyorlar. Üzerimizde ilgiyle duran arkadaşlara gittim, dedim “Niye yalan konuştunuz bana? Ben sizden vekillik istemedim. Kalktınız beni 3. sıraya koydunuz”. "Hocam, siyasete girdin ya" dedi çocuklar, vallahi billahi. Bunu diyen arkadaş; sakallı, cübbeli, sarıklı, şalvarlı arkadaş. Baktım ki benim inandığım dünyayla bunların inançları farklı; noktayı koydum. İlk günden itibaren arkadaşlarıma dedim ki “Bunların davası batıldır. Yalan konuşuyorlar. Yalan konuşanın davası hak olamaz”. Öyle birkaç tanesi kaçtı, gitti. Arkadaşlar, onları ikna etmek için bana geliyor. “Yok” dedim “benden kaçıp gideni ben reddederim. Kimmiş bunlar?” dedim “terbiyesizler. Aha işte kardeşleri, ağabeyleri, babaları, halaları, teyzeleri gusül abdestini bilmiyor ya. Bu adamları mı ben buraya alacağım? Defolsun, gitsinler”.
Sevgili arkadaşlar, böyle bir yolculuğa biz başladık işte. Ya şimdi oturur, konuşurduk "Şeriatı getiriyoruz". Şeriat gelecek, erkeksen inanma. Yani 24 saat "Şeriatı getiriyoruz”. Şeriatı getiren abdest bilmez, namaz bilmez, namaz kılmaz, orucu tutup tutmadıklarını bilmiyorum yani bu olaya şahit olmadım açık konuşayım; ama emniyette ajanlık yaptıklarına şahit oldum. İnanır mısınız, benim o günlerde emniyete gittiğim zaman onlar da beni severdi, saygıyla karşılardı "Sen farklısın Hocam". "Neyim farklı?". "Ya, hakikaten farklısın”. Hakikaten sonra anladım ki gerçekten farklıyım ya.

ABD’nin İş Birliği Teklifini Ben Reddettim Bunlar Balıklama Atladılar

Bize bir teklif geldi, Amerika Birleşik Devletleri'nden; benimle iş birliği yapacak. Kim? Amerika. Ulan, bizimle ne ilgisi olur Amerika'nın? Ben böyle bir düşündüm arkadaşlar. İşte Başkonsolos “Seninle görüşeceğim”. Dedim, ya benimle ne işi olabilir bunların? Tabii neticede Türkiye'de yaşadığımız için, dönen dolapları biliyoruz. Anladık ki bizden bir şey isteyecekler veya bunun karşısında ben ona verdiğim zaman da Türkiye'yi bana teslim edecekler. Tabii biz onların istediğini verdikten sonra bütün bunlar verilecek. Ben nefsimle düşündüm, düşündüm, karar verdim; ‘hayır’ dedim, ben bu adam olamam. Ben dünyaya bir defa geleceğim. Dünyam için ahiretimi satamam. İşte ‘filan gün gelecek’ dediler.  
Arkadaşlar tabii gittiler, konuştular; takriben 3 saate yakın ve artık uzun sohbetleri oldu. Dediler ki "Bizim kapılarımız Haydar Bey’e ardına kadar açıktır, bekliyoruz onu". Ben de şeye gitmişim, yurt dışına gitmişim; halbuki Türkiye'deyiz. Evet arkadaşlar, ben bunları reddettim. 3 yıl veya 4 yıl sonra, bizim ağabeylerimize gittiler; balıklama atladılar. Ne kıymetli bir şeymiş bu? Hâlâ bu beraberlik devam ediyor. Onlar beraber olduğu zaman, ben bu arkadaşları ayıktırmaya çalıştım. Ama beni dinlemediler; ilahiyatçı olduğum için dinlemediler beni. Halbuki ayetten, hadisten bilirim. Şeriatı getirecek oldukları için ayet, hadis lazım. En fazla da bunları bilen benim. Beni dinlemediler. 
Şimdi arkadaşlar, öyle bir noktaya bu kardeşlerimiz geldi ki dünya bunlara kapısını kapattı. Öyle mi? Kapı kapandı. Nereden gireceğiz diye düşünüyorlar. Yahu, sen hâlâ kovulduğun yere girmeye mi çalışıyorsun? Haydar Hoca gibi elinin tersiyle kaldırıp atsana; onurlu olursun, kıymetli olursun, değerini kimse ölçemez ve bilemez. İstemediler. Hâlâ bir gün farklı, diğer gün daha farklı konuşuyorlar. Yolları açık olsun. Ben yine başarılar diliyorum ama ne kadar dua edersek edelim, başaramazlar. Noktayı burada koyuyoruz.

İktisadi Sistemler Bir Medeniyetin İfadesidir

Arkadaşlar, Türkiye'nin ve açılıyoruz dünyanın bilhassa iktisadi problemlerini halledecek olan bir adam, bir kadro var; o da bu salonda. Anlaşıldı mı? Yani bizim dışımızda bu işi halleden bir ikinci Allah kulu maalesef yok. Allah bize nasip etti. Ne edelim şimdi, ölemeyiz ya. Ya bu kadar açık olan; bu ilim adamlarının tespiti, benim değil ha. Arkadaşlar, bu kadar tebliği yazan profesörler, bunlar iktisat profesörü; Alman'ı var, Fransız'ı var, İngiliz'i var, Amerikalısı var, var oğlu var.  
Sevgili arkadaşlar, ya ben bunları... Yani 9 tane biz uluslararası kongre yaptık. Bu adamların her biri konuştu ve itiraf ediyorlar "Biz böyle bir çözümü hiç ama hiç düşünemedik". Ahmet Kaşemoğlu var, Azeri bir kardeşimiz "Ancak böyle bir çözümü, bir Türkoğlu yazabilirdi". Doğru, neden doğru? Çünkü arkadaşlar, iktisadi sistemler bir medeniyetin ifadesidir. Sadece kafanda düşündüğün şeyler değildir. Bu, bizim medeniyetimizde. Bu medeniyetimiz ise bunda şefkat vardır, merhamet vardır, adalet vardır, iffet vardır, izzet vardır; yani insanlığın her şeyi bunda vardır. Bunu biz çok mükemmel bir şekilde dokuduk. Ama bütün kitapları okuyun, benim kitaplarımı; hiçbirinde bir ayet, bir hadis bulamazsın. Ben ayet ve hadisleri o kadar güzel hazmettim ki hayatımda, hayatım yaptım. Ayetin hükmünü anlatıyorum, adam zannediyor ki Haydar Hoca kendi hayatını anlatıyor. Bu Türkiye'de de böyle, Avrupa'da da böyle. Biz malum çelik eşya imalatı yapıyorduk. Avrupa'ya mal almak için gittim. Bu adamlar da sanayici, güçlü adamlar; ne senle görüşecek. Zorla bir tanesini ikna ettik, yanında oturduk. Enteresan; sohbet ediyorum, bir Türk arkadaşım da ona Almanca tercüme ediyor. Adam şaşırdı, bakıyor "Bu dedikleri bunun hayatında var mı?". 
Pardon, en güzel tarafı şimdi hatırıma geldi. Şimdi bir gün arkadaşlar beni havaalanından aldılar, Berlin sokaklarından gidiyoruz "Hocam" dediler "senin ceketin eski. Sana bir takım elbise alalım". Dedim "Yok, gereği yok. Bunlar eski de değil". Neyse, beni bir dükkâna soktular. Biz tabii en az bir 15 tane delikanlı var. Adam sordu ki "Siz kimsiniz?”. “Bunun çocuklarıyız” dediler. Böyle “Aaa” etti "Nasıl olur?" dedi. Bana dikkatli baktı. “Ben de anlamadım” dedim “onu” adama. Neyse, işin esprisini kavradım.

Biz İman Sahibi, İdealist, Özverisi Olan Bir Kadroyuz

Şimdi arkadaşlar, biz hakikaten Türkiye'yi bize 6 ay teslim etselerdi, yani yanılıp da bu millet deseydi ki “Tamam, biz bu Hoca’yı 6 ay iktidara kadrosuyla getirelim”; yeminle konuşuyorum, 6 ayda dünyanın tanıyamayacağı bir Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, hukuk devleti görecektiniz. Ben 5.000 lira asgari ücret vereceğim diyorum. Köylere çıkıyoruz, adam tabii benden 1-1,5 metre aşağıda oturuyor; böyle, benimle dalga geçiyor. "Sen" diyorum "ne demek istiyorsun?”. Yok, yok.  Arkadaşlar, böyle bir seçim kampanyasından sonra, bizim Türk halkı çok zeki 1.500 liraya oyunu verdi, 5.000 liraya vermedi. Çok zeki.  
Oturdum, bizim hanımla sohbet ediyorum. Dedim ya “Bu millete daha bir şey anlatmaya gerek yok. Ben ‘Böyle yapacağım’ diyorum, o gidiyor 1.500 lira veren insana”. 
Şimdi arkadaşlar, ben bunun sırrını çözemedim. Bu kadar insan buradayız, siz bunun sırrını çözebilir misiniz? Neden dolayı 5.000 lira verdiğim iz halde bize oy vermedi, 1.500 lira verenlere verdi? İzahını yapabilir misiniz? Yok, ben dinleyeceğim sizi, korkmayın. Var mı?  
Ne diyor? Haram lokma yediler, bizi anlamıyorlar. 
Arkadaşlar, böyle bir garip ülkedeyiz. İşte biz bu garip ülkeyi, asıl bu milletin vatanı haline getirmek için yola çıkmış, özverisi olan bir kadroyuz. Bunu iyi bilin. Onun için, yani arkadaşlarımızın, bak yeminle konuşuyorum, bir emsali yok. Böyle bir kadro bulamazsınız. Sadece bilgi sahibi değil; bunlar iman sahibi, idealist insanlar. Bu kadroyu bulmak için yeniden doğup Haydar Hoca'yla beraber olmak lazım.
Mukaddimeyi biraz geniş yaptık ama gerekliydi, öyle değil mi? 

Ehl-i Beyt Konusu Türkiye Gündemine Hiç Kimse Tarafından Getirilmedi

Şimdi dikkat ederseniz, ben o kadar enteresan konuları ele aldım ki bu konularda Türkiye belki asırlarca bazılarında hiç konuşmadı. Mesela Ehl-i Beyt konusu, Türkiye'nin gündemine hiç kimse tarafından... İstisna olan insanlar var. Mesela Mustafa Hayri Öğüt Efendiler, bu konuyu devamlı anlatırdı. Bendeniz O’ndan öğrendim. Ama bir başka insandan da Ehl-i Beyt'i duymadım. Biz kalktık düğün değil, bayram değil Ehl-i Beyt'i gündem ettik, milletin huzuruna çıktık. Şimdi “Yahu” diyorlar "bu Ehl-i Beyt yeni mi çıktı?". He he... Ehl-i Beyt yeni mi çıktı? Sonra biraz devam edip “La Haydar Hoca ya, doğru konuşuyor”. 
Ehl-i Beyt konusunda sevgili arkadaşlar öyle tespitler, öyle gerçekler yakaladık ki; yani en doğru, en dürüst kabul ettiğimiz insanlar, en büyük yanlışı yapan insanlar olarak… Okuyarak gördüm bunları. Allah Allah… İnanamadım. Dedim “Tamam, bu kaynak böyle diyor ama bir başka kaynak ne diyor?”. Baktık, onda da öyle. 
Şimdi benim küçük bir eserim var kardeşlerim ‘Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’. Bunu ezberleyeceksiniz; okumayacaksınız, ezberleyeceksiniz. Bu eser hep kaynaktır, tamamen kaynaktır. Denilenlerin bir tane değil, birçok ispatı vardır. Mesela İmam-ı Ali, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin halifesidir, hidayet emiridir. Bir sürü delil var bu konuda. Ama bize dediler ki "Filancıyı, Peygamber halife seçti". Yalan, vallahi yalan. Niye? Ben şimdi huzurunuza, şu anda televizyon herhalde naklen yayın yapıyor değil mi? Onun önünde Türkiye ve dünya İslam ilim adamlarına meydan okuyorum, hodri meydan. Gelsinler, bu konuyu tartışalım. Zaten çocuklar, benim bildiğim konularda, Karadenizli olmamdan kaynaklanır, hep ‘hodri meydan’ derim. 

Beyinleri Satılmış, Hakk’a Bakan Gözleri Kör Olmuş, Kulakları Sağır Olmuş; İşte Bu İnsanları Dirilteceksiniz

Mesela ekonomid e “Üzerime adam yoktur” derim; dinleyen zanneder ki bu adam mübalağa yapıyor. Vallahi yoktur. Ben bu işi bilen tek adamım, bunu iyi bilin ve bizimle gelmeyenler gaflettedir, dalalettedir, hatta vatana ihanettedir, bunu iyi bilin. Sırtını giydireceğim, karnını doyuracağım, ayağına ayakkabını giydireceğim, maaşını dolu dolu vereceğim; sen dönüyorsun yüzünü. Yahu seni şeytan mı çarptı be? Şeytan mı çarptı seni, Müslüman’ı dinlemiyorsun?
Sevgili arkadaşlar, böyle bir garip ülkedeyiz. Beyinleri satılmış, Hakk’a bakan gözleri kör olmuş, kulakları sağır olmuş; işte bu insanları ayağa kaldıracak, dirilteceksiniz. Ben başaramadım. Gittik, konuşurken kavga ettik. Halbuki sabredecekmişsin, edemedim. Ama şimdi öğreniyorum, illa sabretmek lazım. Bu Akçaabat var ya dünyanın en güzel yeridir”. “Evet”. Teleferikle köyden insanları şehre taşıyalım. Bu Galanima Deresi'ni 1-1,5 kilometre içeriye körfez halinde geliştirelim. Sağında, solunda dükkânlar, parklar, ne bileyim kahveler, pastaneler yapalım. Binlerce insan çalışsın, herkes burada geçinsin. Akçaabat’a girdik; dedik ‘tamam’, projeleri ortaya koyduk. Ya ben bakıyorum, hayran kalıyorum. Düşünebiliyor musun; 150 m genişliğinde o okulun olduğu bölgedeki dere genişleyecek. Bilmem sen 1,5 kilometreyi bırak; 1.000 metre yukarıya taşı körfezi. Ohooo… Yani dünyada orayı gelip görmeyecek bir insan, ben kabul etmiyorum; gelecek, oturacak. Trabzon'un döneri de çok güzeldir; döner yiyecek, çay içecek, çorba içecek. Bu hesabı yaparken bir de baktık; sıfıra sıfır, elde var sıfır. Sanki biz farklı bir şey anlatmışız.
Çocuklar bak, bu kardeşim “Haram lokma yedikleri için seni dinlemediler” dedi. Daha başka gerekçeler biliyorsanız söyleyin, boşa gitmeyecek; ben bunları alacağım, düşüneceğim, çözüm üreteceğim. Anlaştık mı? Hesap bilmiyorlar.  

Hayatta Olan İnsanları Konuşturup Atatürk Hakkındaki Eserim İçin Yeni Deliller Topladım

Sevgili arkadaşlar, biz bugün bu kadar geniş konuşmayı esasen düşünmedik ama sizi gördük dilimizin bağı çözüldü. Bugün size ben, merhum Mustafa Kemal Atatürk'ten bahsedeceğim. Yakında eserim çıkıyor. Şimdi, daha önce merhum Mustafa Kemal Atatürk hakkında hatırlıyorsunuz bazı bilgileri verdim. Şimdi bu bilgileri yazan arkadaşımız ikinci bir eser çıkardı, onu da okudum. Bu sefer o ilk yazdıklarını inkâr ediyor “Böyle bir şey yoktur” diyor. Dedim ki, bunun delillerine dayanarak yazdığımız eser de çürük olur. Ben yeni deliller topladım. Hayatta olan insanları konuşturdum. Şimdi size vereceğim bilgiler, hayatta olan insanların verdiği bilgilerdir. Anlaştık mı?  

Ben Mustafa Kemal'e “Kafir” Diyen Şerli Adamlarla Senelerce Savaştım 

Sevgili arkadaşlar, çok net konuşuyorum; ben aslında farklı bir yapıya sahibim. Hiç kimseyi kendimden üstün görmem. Mesela Avrupa'da giderim, adam... Yani servetinin ben belki de bir noktası değilim ama benim yanımda çok fakirdir. Halet-i ruhiyem bu, ne yapayım? Hiçbir zaman üstünlüklerini kabul etmem; ben onlardan üstünüm de, böyle bir insanım. Ama ben Mustafa Kemal'i seve seve kabul ettim. Şimdi kitabı okuyacaksınız inşallah, okutacaksınız ve acıyorum; üç kıtada bir imparatorluk kurulmuş, bu imparatorluk sallanmaya başlıyor. O kadar paşa var; evet ülkesi için, vatanı için fedakâr paşalar. Ama onların içinde bir insan var ki görüşleri gerçekten çok farklı, %100 isabetli. Allah mekânını cennet etsin. Ne kadar İstiklal Mücadelesi, Çanakkale Savaşları varsa bütün bunlarda, Eskişehir'de bir savaş hariç, bir tek mağlubiyet almıyor. Böyle bir insan. Arkadaşlar, bu normal bir şey değil. Yani ben şahsen çalışırdım, çalışırdım, sınava girerdim; 10 numaralık yapacağım derken 7 numara zor olurdu. Yani şimdi kafama sorardım "Ya oğlum, sen bunu anlamadın mı?". Yok, iyi anladım. Ama yazarken ifade edemezdim. Hepimiz öyle değil miyiz sevgili arkadaşlar? Ya ne hikmetse Mustafa Kemal Atatürk çalışıyor, yazılıya giriyor; hep 10 alıyor, 9 aldığı yok. O zaman burada bir özellik, bir hikmet var. Bunun başının üzerinde bir el var, el. Bu el, İmam Ali'nin elidir. Artı, göreceksiniz meğer irşad ve ikaz makamının da Evliya-i Kiram Hazeratı’nın da başı, büyük bir evliya Mustafa Kemal Paşa. Atmıyorum, burada okuyacağım size kendi ifadesinde ve bu adama yıllarca bu memlekette ‘dinsiz’, ‘kâfir’ dendi. Şimdi buna dinsiz, kâfir diyenlerin dinsizliğini var siz hesap edin. Allah bunların şerrinden bu milleti muhafaza eylesin.
İşte ben bu şerli adamlarla senelerce savaştım, anlaşıldı mı? Yani benim örneğim de Mustafa Kemal Paşa Hazretleri. Eğer onun savaşını görmeseydim, biz bu savaşta hep iflas ederdik ama devamlı kazanan da ben oldum. Bir tane hoca, Karadeniz'in meşhur hocası... -Akşam namazını kılmış mıydık? He? Kılmıştık- Akşam namazı sonrası bir hoca geliyor; sakal burada, cübbe tabii o biçim. -Sarık var mıydı? - Sarık da vardı. "Yahu sen, hoş geldin, nereden geldin buraya?" dedim “Nereden senin yolun buraya düştü?”. "Ha bu tarafın hocaları hep toplandık”. “Evet”. “Karar verdik; Haydar Hoca mutlaka bir parti kuracak, kurması lazım". "Yahu sizi ne ilgilendirir benim parti kurup kurmayacağım?". "Yok, bu memleket hepimizin. Sen kuracaksın bu partiyi". Neyse, epey sohbet ettik onunla, kalktı gitti. "Bakın" dedim "çok yüzlü adamı gördünüz" dedim "Şimdi buna şahit olacaksınız" ve biz partiyi kurarken bunları gönderdim özellikle. “Siz varsınız, bize ihtiyaç yoktur.” Yani ne oldukları belli ne olmadıkları belli. Ama kesinlikle imansız oldukları belli.

Mustafa Kemal Atatürk Kesinlikle Mandacılığa Karşıydı

Sevgili arkadaşlar, merhum Mustafa Kemal Atatürk nasıl bir insandı? Bir defa, kesinlikle mandacılığa karşıydı. Mandacılık nedir? Başka milletlerin, devletlerin himayesinde devlet olmak; devamlı seni koruyacak bir gücün olması manasına geliyor. “Başka bir milletin boyunduruğuna asla giremeyiz”. Kim diyor? Mustafa Kemal Paşa Hazretleri. 
Artı,”Bağımsızlık benim karakterimdir” diyor. Yani ‘Beni şöyle böyle düşünmeyin. Ben, bağımsız ruhlu bir insanım ve kesinlikle otoriteye karşıyım’. 
Artı, bir de Mustafa Kemal Paşa Hazretleri dindar bir insandı. Dindar olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyordunuz. Yani hiçbir zaman harama helal demedi, helale de haram demedi. Ama siz dediniz. Dediniz mi? Yahu konuşun, korkmayın; ben buradayım. Dediniz mi, demediniz mi? Dediniz mi? Yok, bu olmaz, dediniz. ‘Evet’ diye bağırın bakayım. Tamam. Öyle ‘evet’ deyin ki onların kulaklarının zarı patlasın. Avrupa bizi kabul etsin diye Allah'ın haram kıldığı hususlara siz helal dediniz. Misal vereyim mi? Gerekmiyor, iyi. Yani Atatürk hiçbir zaman harama helal dememiş, helali de haram yapmamış ve vatanını çok seven bir insan.
Sevgili arkadaşlar vatan demişken, üzerinde yaşadığımız topraklar için her türlü fedakârlığı kabul etmeye hazır olmalıyız. Nasıl yani? Ölüm de dâhil; yeri geldiği zaman ölmesini de bilmeliyiz. Yani milletin bu, tabiatında mevcut olan ilahi bir duygudur. Mesela bu duygu 15 Temmuz'da depara kalktı, kendini gösterdi. Öyle değil mi? Birisi ülkede ihtilal yapmak istedi, millet ona ‘dur’ dedi. Şimdi sakın ha Türkiye'de bir parti veya bir insan "Bu benim eserimdir" demesin. Milletin eseridir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün En Güzel Vasıflarından Biri de Milletini Sevmesidir

Ve sevgili arkadaşlar, milletimizi sevmeliyiz. Mustafa Kemal Atatürk'ün en güzel vasıflarından biri de milletini sevmesidir. Lozan Antlaşması'nda muahedeye gelen elçiler, Kürtlerin haklarını iddia ediyorlar, diyorlar ki "Siz Kürt vatandaşlarınızın haklarını gasp ettiniz, yediniz. Bunları geri vereceksiniz". İnönü tabii hazırlıklı geldi, diyor ki "Kürtler Müslüman’dır, yani bu vatanın asıl unsurudur”. Onun için bizde Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arap, Acem, hatırınıza ne geliyorsa 72 millet kelime-i şahadet getirdikten sonra vallahi de kardeştir, billahi de kardeştir ve biz böyle bir milletiz. Biz tek bir milletiz, Türk milletiyiz. Bunun adına Türk milleti denir. Bu esası Anadolu'da hâkim kılan, bu kuralı hâkim kılan insanın adına da büyük veli Hacı Bektaş denir. Adı neymiş? Hacı Bektaş-ı Veli. Hacı Bektaş-ı Veli'nin soyu İmam Hüseyin'den gelir. Annesi bir Türkmen hanımdır. Onun için Türklere karşı da muhabbeti sonsuzdur. İman ettiği zaman, hangi soydan olursa olsun "Bu Müslüman Türk'tür" derdi. “Türk devletini kuran, bu topraklarda yaşayan herkes Türk vatandaşıdır” Mustafa Kemal Atatürk. Yani o zaman burada yaşayan ‘işte şunun etnik grubu budur’, böyle bir şey yok. Hepimiz bir milletiz; tek bilek, tek yüreğiz. Bu şekilde bu ülkeye sahip çıkmaya da mecburuz sevgili arkadaşlar. Varız buna değil mi? Sağ olasınız.
Artı, bayrağımızı seveceğiz. Bizim gençlik yıllarımızda, hatta biraz daha yaşlandığımız dönemlerde, bayrak söz konusu olduğunda ‘o bir bez parçasıymış’. Ben, hadisler çıkardım, okurdum, sustururduk. Ama hemen unuturlardı, gene bir başka toplantıda bayrak inkâr edilirdi. Sevgili arkadaşlar Türk bayrağı, bu milletin kanıyla sulanmış bir simgedir; yani milletin kendisidir Türk bayrağı. Anlaştık mı? 
Artı, milletini sevmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin içinde yaşayan herkes neydi? Müslüman olarak yaşadın mı, Türk'sün ve milletini sevecek, devletini sevecek. Bu devlet, bize ait. Bunu asla terk edemeyiz ve buna karşı çıkamayız. Otururduk bir zamanlar, ıhlamur ağacının altında; 10 tane devlet kurardık, 20 tane devlet yıkardık. Böyle de bir huyumuz vardı. Bu kadar devlet kurup yıkan adamlardan bir şey olmaz, Allah muhafaza ve olmadı da. Devlet yıkarlar, devlet kurarlar. Bizim şimdi kurulmuş bir devletimiz var; Türkiye Cumhuriyeti Laik Demokratik Hukuk Devleti’dir. Anlaştık mı? 

Yönetimde Cumhuriyetçi ve Demokrat Olacağız

Artı, yönetimde de n e olacağız? Cumhuriyetçi olacağız, demokrat olacağız. Gerçi bizim sülale hep demokrattı, rahmetlik Menderes'in tarafı. Ben solculara da bir şey demiyorum. Annem, en güçlü solcuydu ama dedem demokrattı. Demokratların sinemaları vardı. Sinemalarda müstehcen filmler oynardı. Bunlar kalkar gece afişleri darmadağın ederdi. Rahmetli Burhan Ağabey rahmeti bol olsun. Bir gün sohbet ediyoruz, dedi "Hocam, bizde ölçü yok. Doğru, böyle toplantılar yapardık danslı manslı ama ben kesinlikle öyle bir şeye girmedim" dedi. "Yahu" dedim "sen, pek iyi adama benzemiyorsun”. “Vallahi yok" dedi. Sevgili arkadaşlar, sonunda bu ağabeyimiz dört dörtlük bir Müslüman oldu, dört dörtlük.  
Cumhuriyetçi olacağız, dedik. Cumhuriyet yönetimi, cumhurun yönetimidir. Şimdi burada, tamamımız cumhurun bir parçasıyız. Vatandaşların tamamı cumhuru temsil eder. İşte, demokratik yolla sandık başına gideriz, yüzde kaçı ‘evet’ demiş, yüzde kaçı ‘hayır’ demiş; böylece yönetim ortaya çıkar. Bunun adı, demokratik yolla cumhuriyetin yaşanmasıdır. Şimdi bazen insanların hepsine uyuyor "Bu kadar millet bu işe yaramaz, bunları yapamaz". "Eee, bu işi ben senden daha iyi bilirim, benim kadar da bu işi iyi bilen olmaz" deyip idareye el koymaya çalışırsak, yanlış yaparız. Niye? Bu o zaman cumhuriyetçilik olmaz. Ne olur? Ne olur? Diktatörlük mü? Yok, krallık olur. Diktatörlük, hukuk dışı; krallık, hukuk içinde bir yol. Öyle mi? Evet.
Arkadaşlar, bak bütün bu dediklerim merhum Mustafa Kemal Atatürk'te mevcut. 

Ehl-i Beyt’i Sevmeli Milli ve Dini Değerlere Sahip Çıkılmalıdır

Ehl-i Beyt’i sevmelidir. Peki çocuklar, Atatürk'ün nesli kime dayanıyor? Evet, biliyorsunuz. Artı, batı özentili olmamalıdır. Şimdi biz hep Avrupa Birliği'ne gireceğiz; Avrupa'ya, Avrupa'ya, Avrupa'ya... Bu iktidarın en fazla sevdiğim tarafı, bayındırlık hizmetlerini güzel yapmış; onun da güzel reklamını yapıyorlar. Ama baba, sen kamu kurum ve kuruluşlarından yüzlerce milyar Türk lirası almış bir ekipsin. Bunun sadece 15 milyarını masraf ederek bu bayındırlık hizmetlerini yaptın; yapman gerekiyordu zaten. Hadi 20 milyar diyelim, olmaz ama. E peki, diğer yüzlerce milyar nerede?
Şimdi sevgili arkadaşlar, yapılanlara ‘iyi’ diyoruz ama geride kalanlara bu hesabı da soracağız değil mi? Evet. Milletçe Türk milletine, devletine karşı olanlara; gene milletçe karşılık vermeliyiz, karşı durmalıyız. Vatan için tek yürek, tek bilek olmalı. 
Artı, milli ve dini değerlere sahip çıkmalı. Gururla "Ne mutlu Türk'üm diyene" demelidir. Bir cümle söyleyeceğim; Atatürk'ün izinde gittiğini kabul edip iddia edenler, bir ve beraber olmalıdır. Anlaştık mı?

Mustafa Kemal Atatürk’ün Soyağacı

Şimdi gelin, Atatürk'ün soyuna bakalım; Jandarma İstihbarat Subayı olan Mehmet Rıfat Efendi'nin torunu. Meriç Tumluer, belgelere dayalı ifadesinde diyor ki "Atatürk, hem anne hem de baba tarafından Hz. Hasan ve Hüseyin sülalesindendir". Evet, Mehmet Bey’i sıkıştırınca… arkadaşın başına… Öyle mi? Mehmet Bey’i sıkıştırdılar, o da inkâr etti, öyle mi? - Ha, ben de şimdi ona müracaat etmeden, yani onun kaynaklarına müracaat etmeden, yeni kaynaklardan demek ki Meriç Tumluer ne diyor kaynaklarında? Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soyundan. Kim? Mustafa Kemal Atatürk. Atatürk'ün dedeleri uzun yıllar Deliorman, Veliko, Dobruka, Turnava bölgesinde yaşadıkları biliniyor. Ehl-i Beyt’ten Seyit Sarı Saltuk Hazretleri’nin Rumeli'yi Müslümanlaştırma çalışmalarında bulunan oğullarının ve torunlarının soyunun, Atatürk'ün dedelerine kadar geldiği bilinen bir hakikattir. Bu soy, dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi'ye kadar uzanır. Demek ki Sarı Saltuk'un sülalesinden. Kim? Mustafa Kemal Paşa. Dedesi kim Mustafa Kemal Paşa'nın? Kızıl Hafız. Kızıl Hafız kim? Balkanları Müslüman yapan şahsın adı. Anlaştık mı? Evet. Dindar değilmiş. Ya daha ne olacak? Senin sülalende kaç kişiyi Müslüman eden var?
Atatürk'ün atalarının Anadolu'dan, Konya ve Aydın yöresinden geldiği yazılmaktadır. Atatürk'ün dedeleri, Anadolu'dan Rumeli'ye gidip Yunanistan'da Manastır vilayetinin Derbe-i Bala Sancağı'na bağlı bulunan Kocacık Nahiyesi'nde yerleşmişlerdir. Burası tamamen Türk'tür. Hatta bu aileler, Yörük Türkmenlerindendir. Yörük Türkmenleri biliyor musunuz? Bak, Hacı Bektaş'ın annesi neydi? Türkmen'di, Yörük Türkmeni yani. Anadolu'yu İslamlaştıran kimler? Atatürk'ün dedeleri, sülalesi. Anlaşıldı mı?
Kayıtlarda Müslüman Oğuzların, Tanrı Dağı ve Karagöz Yörüklerinden olup Konya ve Aydın yöresine yerleşmiş bulunanların isimleri teker teker yazılı bulunmaktadır. Buradaki 950 tarih ve 82 numaralı il yazıcı defteriyle, 1051 tarihi ve 469 numaralı il yazıcı defterinde Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Türk boy ve ailelerin isimleri açıkça yazılı bulunmaktadır. Yani bu kayıtlarda Atatürk'ün atalarının kaydı mevcuttur. Anlaştık mı?
Atatürk'ün dedesi Hafız Ahmet Efendi'nin saçları kızıl olduğu için adına Kızıl Hafız denirdi. Atatürk'ün dedesi Kızıl Hafız Efendi, Kocacık Nahiyesi'nde ilkokul eğitimi yaptırmakta olan bir insandı. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi de Kocacık Nahiyesi'nde dünyaya geldi. Atatürk öz be öz Türk olup Konya ve Aydın yörelerinden gitme çok asil bir ailenin de evladıdır. Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Ailesi, Fatih döneminde Karamanoğulları Beyliği'nin yıkılmasından sonra, 1466, Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleşmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Aile, Vodina Sancağı'nın Sarıgöl Nahiyesi'ne yerleşmiştir. Zübeyde’nin babası Sofuzade Feyzullah Ağa'dır. Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım, Yörüklük için şöyle söylüyor "Annem, her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e ‘Yörük nedir?’ diye sordum. Ağabeyim de bana ‘Yürüyen Türklerdir’ dedi”. Demek ki Zübeyde Hanım da Türk'tür.
Başbakanlık eski müşaviri Şecaettin Zenginoğlu'nun... Ah pardon, biz eserin adını okuyoruz. Yine Cumhuriyet'in temellerinin Hacı Bektaş'taki toplantılarda atıldığı bilinmektedir. Bu toplantılarda tutanaklar tutulurdu. Girik Adası Kumandanı Memiş Kumandan Çavuş, 14 yıl kumandanlık yapmış; Ata'nın soyu hakkında şunları söylüyor "Atatürk'ün anne tarafı da baba tarafı da Bektaşi’dir". Şimdi yeni iddialara göre ‘Bektaşi değil’ diyorlar. Ben farklı kaynaklardan Atatürk'ün hem anasının hem babasının Bektaşi olduğunu buldum, yazıyorum. Yani onların kitaplarıyla alakalı değil. Anlaştık mı?
“Yavuz Sultan Selim zamanında, Hacı Bektaş büyük bir yerdir. Hacı Bektaş'ta bir ilim mektebi var. Astronomiden tıbba varana kadar her türlü ilim okutuluyor orada. Orada bayanlar da eğitim görüyor. Yavuz Sultan Selim, o dönemde gök ilmiyle uğraşıldığı için Memiş Kumandan'ın babasını, Allah'a karşı gelmekle suçluyor. Memiş Kumandan, biliyorsunuz bir çavuş. Memiş Kumandan'ın babası, Yavuz Sultan Selim'e ‘Gökleri sen mi yarattın, Allah mı?’ deyince; Yavuz Sultan Selim, bu âlim ve atının başını vurduruyor. Başını kör bir kuyuya attırıyor, vücudunu ise şu an Ankara civarında olan bir yere attırıyor. Bu âlim, Kesikbaş olarak bilinmektedir. Karısına ise işkenceler ediliyor. Göğsüne çengel geçirerek asıyorlar. Kesikbaş'ın karısı da bir âlimdir ve kitapları da vardır. Yavuz Sultan Selim, ikisini de öldürdükten sonra onlara ait kütüphaneyi ve Hacı Bektaş-ı Veli'ye ait kütüphaneyi yaktırıyor. Yangın 7 gün sürüyor. Bu yangın üzerine yazılan şiirler de mevcuttur. Hacı Bektaş-ı Veli'nin kitaplarının olmamasının tek nedeni, Yavuz Sultan Selim'dir. Öyle bir ilim, erkan yerinde kütüphane olmaması mümkün mü? Bugüne kadar gelen eserler ise yangından çengellerle çekilip kurtarılan kitaplardır. Uzay Gözlem Merkezi de o yangında yanıyor. Yavuz Sultan Selim bu eziyetle yetinmeyip 13 yaşındaki erkek çocuklarını sürüyor. Benim akrabamı da... Ben Diyarbakır'da bulunuyorum. Birbirini öldüren, kan davası olan iki soy; aynı soydan olduğu öğrenildi. Kan davası o anda sona erdi. Yani bunlar birbirine kan davalı gibi gösterildi ama öğrenince aynı soydayız; bu dava bitti" diyor. "Bunlar, Yavuz Sultan Selim'in sürgün ettiği akrabalarımızdır. Yavuz Sultan Selim'in Kırım'a gönderdiği Peygamberimizin soyundan bir ailenin çocuğu, ben çocukken Türkiye'ye geldi; Türkçeyi unutmuştu. O ağladı, biz ağladık. Bir Peygamber soyuna bu zulüm yapılamaz”. Maalesef Alevilere bu zulümler yapıldı. Atatürk'ün sülalesi de bu zulüm ve katliamlarda Malatya'dan Selanik’e sürgün ediliyor. Çünkü Atatürk'ün sülalesi, Peygamberimizin sülalesindendir. Ulu soylarla biz, aynı soyundayız. Bizim kızım olanların annesi... Kan bağımız buradan geliyor. Kadını ana, Fatma Belkıs; bizim kızımız olanların annesidir".

Osmanlı Padişahlarının Anneleri 

Sevgili arkadaşlar, belki bunu okuyunca ‘böyle bir şey olamaz’ diyeceksiniz diye, ben farklı bir doküman daha getirdim. O dokümanı da sizlerle paylaşmak isterim. Okuyayım mı? 
Arkadaşlar, şimdi Osmanlı padişahlarının anneleri... Tabii, biz seciyemizi tanımamız lazım. Osman Bey'in annesi Hayma Hatun, Müslüman Türk. Orhan Bey'in annesi Mal Hatun, Müslüman Türk. 1. Murat'ın annesi, Bizanslı Horafira. Anladınız mı? 1. Bayezid’in annesi, Bulgar Maria. 1. Mehmet'in annesi, Bulgar Olga. 2. Murat'ın annesi, Veronika Hatun. Fatih Sultan Mehmet'in annesi, Sırp Maria Despina. Anlıyor musunuz?  2. Bayezid'in annesi, Rum Kornelia. Yavuz Sultan Selim'in annesi, Rum Beti. Tabii bunlara daha sonra Türkçe isimler koyarak adlarını değiştirdiler. Bunların tamamı da Hristiyan’dır. Dediğimi anladınız mı? Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi, Polonyalı Helga. Evet, Sarı Selim'in anası, Roxana. 3. Murat'ın anası, Rasel. 3. Mehmet'in annesi, Venedikli Bafo. 1. Ahmet'in annesi, Heplen, affedersiniz Helen. 1. Murat'ın annesi, İspanyol Vileo Letta. 2. Osman'ın annesi, Sırp Evdoksya. 4. Murat'ın annesi, Anastasya. 1. İbrahim'in annesi, Rum Anastasya. 4. Mehmet'in annesi, Rus Nadya. 2. Süleyman'ın annesi, Sırp Katrin. 2. Ahmet'in annesi, Polonyalı Eva. 2. Mustafa'nın annesi, Rum Evenia. 3. Ahmed'in annesi, Rum Evenia, affedersiniz 1. Mahmud'un annesi, Elexandra. 3. Osman'ın annesi, Sırp Mari. 3. Mustafa'nın annesi, Fransız Janet. 1. Abdülhamid'in annesi, Rum İda. 4. Mustafa'nın annesi, Bulgar Sonya. 2. Mahmud'un annesi, Fransız Riverya. Abdülmecid'in annesi, Rus Suzi. Anlıyor musunuz? 5. Murat'ın annesi, Fransız Vilma. 2. Abdülhamid'in annesi, Ermeni Virjin. Cennet mekân. Mehmet Reşat'ın annesi, Arnavut Sofi. Vahdettin'in annesi, Hendie.
Evet arkadaşlar, şimdi bunlar... Az evvel kimi okuduk? Mustafa Kemal'i okuduk. Bir de dedim Osmanlı padişahlarını okuyalım. Mukayese edeceğiz şimdi. Bunlar Müslüman, tamam mı? Hepsinin anası Hristiyan ama Müslüman... Mustafa Kemal'in soyu, Peygamber soyu; Müslüman değil. 

Atatürk Cumhuriyet'in Temellerini Hacıbektaş'ta Attılar

Evet, arkadaşlar, Atatürk… Cumhuriyet'in temellerini Hacı Bektaş'ta attılar. Arife Ulusoy anlatıyor, “Atatürk, milli mücadeleye başlamadan önce Hacı Bektaş'a gelip Hacı Bektaş-ı Veli'nin postunda oturan Ahmet Çelebi'nin şahsıyla görüşüyor. Birkaç sefer telgrafla haberleşirler. İki yaverini alıp Atatürk buraya geliyor. Atatürk, arabasıyla Ali Beli'ne gelince Cemalettin Çelebi karşılamaya gider”. Burada bir parantez açarak, Hacı Bektaşlı bir yazar olan Gönül Akkuş'un ‘Sır Olan Gelenekler’ adlı kitabında yer alan şu ifadelere yer vermek istiyorum "Cemalettin Çelebi, Atatürk'ü karşılamaya geldiğini gören Mucur Kaymakamı Nihat Bey, Atatürk'ün kulağına eğilir ve 'Paşam, Çelebi'nin bu hareketi davamız için bir olumluluk belirtisidir' der. Gerçekten de Cemalettin Çelebi, davetini kabul ettiği kişilerden ilk defa birini karşılamaya gitmiştir. Atatürk, üç gün boyunca Hacı Bektaş'ta, Cemalettin Çelebi'nin evinde misafir oluyor. Yanlarına Cemalettin Çelebi'nin oğlu, Arife Ana'nın kayınbabası Hamidullah Efendi... Başka kimseyi almıyorlar. Atatürk ile Cemalettin Çelebi üç gece neler yapacaklarını konuştular. Hamidullah Efendi de konuşulanları tek tek yazdı”. Anlaşılıyor mu arkadaşlar? Yani Müslüman olmayan Atatürk'e bakın neler yapmış? Kimle Cumhuriyet'in temelini atmış? Anadolu'nun manevi sahipleriyle beraber Cumhuriyet'in temelini atıyor. “Atatürk oradan ayrılırken Cemalettin Çelebi ‘Atam, Cumhuriyet’i ne zaman kuruyoruz?’ deyince, cumhuriyet kelimesini duyan Atatürk heyecanlanır ve Cemalettin Çelebi'ye yaklaşarak ‘Aramızda kalmak kaydıyla, en yakın zamanda’ cevabını verir. Cumhuriyet kelimesi ilk defa burada zikrediliyor. Yine bu görüşme sırasında Atatürk, Cemalettin Çelebi'ye annesi Zübeyde Hanım'ın gördüğü bir rüyayı anlatır. Zübeyde Hanım'a rüyasında Peygamber Efendimiz Aleyhisselam, altın tepsi içinde Kur'an ve kılıç getirdiğini söyleyince; Cemalettin Çelebi, Atatürk'e ‘Sen de rüyaya yat bakalım bugün, yarın konuşalım’ der. Atatürk o gece rüyasında delik taşa girdiğini ve kollarını dirseklerine kadar kanla dolduğunu görür ve sabah rüyasını Cemalettin Çelebi'ye anlatır. Cemalettin Çelebi rüyaları şu şekilde yorumluyor, ‘Peygamberimizin getirdiği Kur'an annene, kılıç ise sanadır. Aslında o kılıç sana verilmiştir ama annenin sütü sana helal olduğu için onun duasıyla sana gelecektir. Senin savaşacağının işaretidir. Delikli taşa girince kollarının kanla olması ise bu savaşın zaferle sonuçlanacağının göstergesidir. Zaferin mübarek olsun’". Şimdi arkadaşlar, inanmayan insanı görüyor musunuz? İnanmıyor. Bu kadar yalan, bu kadar iftira; vallahi kanım donuyor. Bunlar… Ya bunlardan Müslüman olamaz ya.
“Atatürk, bu görüşmeden sonra Hacı Bektaş'tan ayrılmadan Cemalettin Çelebi'yle birlikte Hacı Bektaş-ı Veli türbesini ziyaret ediyor. Atatürk, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'nin kabrine kapanır ve şöyle dua eder ‘Evladını önüme rehber eyledim, meydana çıkıyorum; yüzümü utandırma’”. Görüldüğü üzere Atatürk'ün başlattığı bu milli mücadele, Hacı Bektaş'ta yaptığı ziyaretle manevi bir boyut kazanıyor ve cumhuriyetin temelleri orada atılıyor.
Hacı Bektaş'ta tahrirat kâtibi olan zatın kızı İhram Hanım "Atatürk, Hacı Bektaş'a üç kişiyle geliyor. Hacı Bektaş'ta 47 gün kalıyor. 25 kişi Hacı Bektaş'tan, 27 kişi de illerden geliyor; 52 kişiden oluşan bir toplantı yapılıyor. Bu 25 kişi Amasya, Sivas, Tokat, Tunceli, Muş, Elazığ, Ege, Arnavutluk'tan geliyorlar”. Dikkat ederseniz hep Alevi olan bölgelerle merhum Mustafa Kemal Atatürk diyaloğunu geliştiriyor. Doğru, Sünnilerle yani bizimle bu işi yapsaydı, hiçbir şey yapamazdı. “Toplantının yapıldığı ev, 1932'de İnönü tarafından Atatürk'e bilgi vermeden yıktırılıyor. Hacı Bektaş'taki toplantıya İnönü katılmıyor. İnönü, Sivas'ta aralarına katılır. Sivas Kongresi'nde İnönü ‘Amerikan mandacılığının çıkarımıza olacağı’ görüşünü ileri sürüyor. Bunun üzerine Atatürk çıkıp bir konuşma yapıyor, diyor ki ‘Biz manda ve himaye altına girecek bir toplum değiliz, hiçbir zaman da olmadık. Biz uluslar kurduk, uluslar yıktık ama asla boyunduruk altına girmedik. Ya bağımsızlık ya ölüm; başka çıkar yol görmüyorum’ diyor. Allah şefaatinden ayırmasın”.

Zübeyde Hanım'ın Soyu Şems-i Tebrizi Hazretleri'ne Ulaşıyor

Evet, şimdi de Zübeyde Hanım hakkında elde ettiğimiz bilgilerden bazıları… Zübeyde Hanım'ın soyu Şems-i Tebrizi Hazretleri'ne ulaşıyor. Mevlana'nın hocası, Şems biliyor musunuz? Yani Hazreti Şems'in, Mevlana'nın hocası olduğunu bilmiyor musunuz? Evet, aynı zamanda Zübeyde Hanım'ın dedesi. Kim? Şems-i Tebrizi. Soyu ona dayanıyor. Şeyhülislam Hacı Seyyid Feyzullah Efendi'nin soyundandır. Bak, Seyyid Feyzullah Efendi'nin soyundan. Kim? Molla Zübeyde Hanım... Seyyid nedir? Peygamberin soyundan gelenlere ‘seyyid’ denir. Hz. Hasan ve Hüseyin'in her ikisinin soyundan gelenlere de hem seyyid hem şerif denir. Atatürk'ün babası hem seyyid hem şerif. Anlaştık mı? Hacı Seyyid Abdullah Hami Efendi, İbrahim Ağa, Sofuzade Feyzullah Efendi ve Zübeyde Hanım; böyle mükemmel bir şeceresi var. Hangimizin sülalesinde bu kadar mükemmel insan var arkadaşlar? Lütfen konuşun ya. Var mı? Türkiye'de var mı? Peki, buna dinsiz diyenlerden daha büyük dinsiz olabilir mi? Zübeyde Hanım'ın soyu, aynı zamanda Mevlevi ve Halveti şeyhleriyle donatılmış büyük bir sülaledir. 

Ali Rıza Efendi’nin Soyundaki Şeyhler

Ali Rıza Efendi'nin soyuna gelince, Selanik Mevlevihanesi postnişini Mevlevi Hacı Hasan, Molla Hasan,  buranın şeyhi. Şeyh Ahmet Efendi, oğulları Mehmet Ali ve İbrahim Ethem, Mevlevi şeyhi; Ali Rıza Halveti şeyhi. Bunlar babasının soyu, arkadaşlar. Şeyh Ali Rıza, Halveti Şeyhi. Şeyh Mehmet Nuri ya da bazı kaynaklarda Şeyh İbrahim Ethem, Şeyh Hafız Ahmet Efendi. Ali Rıza Efendi, Atatürk'ün babası. Onun soyu da bu.

Kızıl Hafız Ahmet Efendi, Mustafa Kemal Atatürk'ün Dedesidir

Şimdi gerek Molla Zübeyde Hanım’ı gerekse Mustafa Kemal Atatürk'ü size özetle okudum ve Osmanlı kaynaklarından değil ha! baskı yaptılar Hoca’ya. Öyle mi? Ben de dedim, ben daha farklı vakanüvis tarihçiler bunlar; hayatta olanlardan bu bilgileri aldım. Yahu, Atatürk hakkında sen delil arayacaksın da bulamayacaksın; üşütmen lazım biraz. Eğer delil bulamadın mı, mutlaka kafayı üşüttün demek. Elhamdülillah bizim kafa üşümedi. “Molla Hasan; Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın, annesi Ayşe Hanım'ın, annesi Emine Molla Hanım tarafının da soyudur. Yani Atatürk'le, Atatürk'ün baba tarafıyla ana tarafı akrabadır”. Anlaştık? Tamam. Akrabaymışlar, onu diyor burada. “Kızıl Hafız Ahmet Efendi de, muhterem Mustafa Kemal Atatürk'ün de dedesidir”. Şimdi Balkanlar'a gidiyorsunuz, Müslümanları görüyorsunuz. Onların tamamını Müslüman eden adamın adına Kızıl Hafız denir. Arkadaşlar, Balkanlar'a gittiniz mi? Gitmenizi tavsiye ederim. Yani ben Anadolu'yu Balkanlar'da yaşadım. Bu dünyayı bize kazandıran, işte bu insanın dedeleri ya sülalesi. Bu kadar küfür olur mu? Bu kadar dinsizlik olur mu? Şerefsizlik olur mu? Kusura bakmayın arkadaşlar. Allah, Kızıl Hafız Efendi'nin şefaatinden mahrum etmesin. 

Atatürk, İmam-ı Ali’nin Varisidir

Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi, Osmanlı arşivlerinde de seyyid olarak yazılmaktadır; yani, Peygamber soyu olarak yazılmaktadır. Anlaştık mı? 
Osmanlı evkaf defterinden alınan kayıtlarda 1857-1868 tarihleri arasında Selanik'te evkaf idaresinde ‘Kâtib-i Meclis Es Seyyid Ali Rıza Efendi namıyla, meclis kâtibi olarak görev yapmıştır’ ibaresi vardır. Ed-Seyyit lakabıyla... Neymiş? Atatürk'ün hem ana hem baba tarafı elhamdülillah seyyid. Anlaştık?
Burada önemli olan, Atatürk'ün bir Bektaşi olup İmam-ı Ali'nin varislerinden olmasıdır arkadaşlar; İmam-ı Ali'ye varis. Atatürk'ün soyunun gizlenmesinin asıl nedeni, İmam Ali ile kurulacak bu bağın saklanmasındadır. Yani bunu saklıyorlar. Ama oğlum, o onu yaşıyor ya; ne kadar saklarsan sakla. İmam Ali'nin eli, onun elinin üzerindedir. 
Cumhuriyet'in temelleri Hacı Bektaş Dergâhı'nda atılmıştır. Erzurum Kongresi sonrasında, 22 Aralık 1919'da Hacı Bektaş Dergâhı'nı ziyaret etmiştir. Ayrı bir zamanda Hacı Bektaş Dergâhı'nı ziyaret ediyor. Ben biliyorsunuz orayla da epey bir müddet ilgilendim. Atatürk'ün kaldığı evi de gördüm orada; cemevinin hemen yakınında, yanında. Atatürk Müslüman değilmiş. Ulan, yani adamın kafası almıyor. Bu kadar yalanı nasıl insan düşünüp konuşabilir?
Evet sevgili arkadaşlar, Hacı Bektaş Dergâhı'nı orada defalarca ziyaret etmiştir. Savaş sırasında Mevleviler alayı, bu dergâhın desteğiyle ortaya çıkmıştır. Yine ilk mecliste Atatürk, başkan; Konya Milletvekili, aynı zamanda Konya makam çelebisi postnişini Abdülhalim Çelebi, başkan vekili olmuştur. İkinci vekil kim? Cemalettin Çelebi Hazretleri'dir. Atatürk'ün iki tane mürşid-i kâmil nesi var? Vekili var ve bu adam dindar değil, dinle yakın değil. Çocuklar, daha ne diyeyim size?

Atatürk Kendisini Selanik Meydan Dedesi Olarak Tanıtıyor

Mevleviliğin Velet ve Şems olmak üzere iki kolu vardır. Velet kolu Sünni’dir, Şems kolu ise Bektaşi’dir. Mustafa Kemal, 18 Mayıs 1911’de Abdülkerim Paşa'ya gidip Gelibolu'dan gönderdiği bir mektupta… Abdülkerim Paşa'ya bir mektup Gelibolu'dan gönderiyor “Seni gören, seni seven, senin mucizat-ı meveddetini müşahade eden dedegânı meşruden Selanik Meydan Dedesi; bu fakir Kemal, yeni bir zemin-i içtihadın tayini hususunda zât-ı kerimullahtan niyaz eder" demektedir. Yani kendisini “Selanik Meydan Dedesi” olarak tanıtıyor. Atatürk; Kutbü’l-Aktabtır, tasavvuf tarihinde en büyük velayetin makamıdır. Anlaşıldı mı? 
Yalnız size bir şey söyleyeceğim. Eğer siz, bunları ben okurken bir manevi hâl yaşamadıysanız, böyle bir şey yok. Yaşadınız mı? O zaman, yeminle konuşuyorum Mustafa Kemal bu meclistedir. 

Atatürk, Bağımsızlık Sevdalısıydı

O askerî bir dahiydi. Bağımsızlık sevdalısıydı. Ülkesini ve milletini iyi tanıyan bir asker ve komutandı. Atatürk, Türk olmakla gurur duyuyordu. Böyle bir liderdi ve gerçek bir devlet adamıydı.
Anılarında diğer devlet başkanları, krallar, bakanlarla görüşmeleri var. Ama dikkat ederseniz, hakikaten orada da bir lider. Yani böyle görüşmesi… Gidip de hiçbir yalakalık yapmadı. Anlatırlar; bir tanesi gelmiş, bir şey yani olmayacak bir şey istemiş. O da gitmiş, müsaade istemiş, çizmelerini giymiş, gelmiş.  Had sahibi bir insan, yani herkesin anlayacağı dilden konuşuyor. Yeni dostluklar kurmasına rağmen, Türk devleti ve milletini en üst seviyede tutacak ilişkiler oluşturmuştur. Gençlerin geleceğini teminat altına aldı ve Türk toplumunda kadını kazandı, öne çıkardı. Şimdi hanımlar, size çok büyük işler düşüyor. Anlaşıldı mı? Ne yapacaksınız? E, siz de Atatürk'ün evlatlarısınız, çalışacaksınız. Hem burada bir şey vardı, onu arıyorum da... Ha, burada... 
Arkadaşlar Atatürk, evlatlık dediğimiz çocukların yetişmesine çok ama çok dikkat ederdi. Abdurrahim Tunçak, Ülkü Adatepe, Afet İnan, Rukiye Erkin, Nebile Hanım, Afife Hanım, Zehra Hanım, Bülent Hanım, Sabiha Gökçen... Bütün bunları yetiştiren, Mustafa Kemal Atatürk'tür. Allah rahmet eylesin, Allah şefaatinden ayırmasın. 
Biz biraz daha konuşursak, uçağı kaçıracağız. Herhalde ne kadar, iki saate yakın bir zaman oldu.  
Evet arkadaşlar, biz merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün etrafında bir ve beraber olur, devletimize sahip çıkmak istersek, milletin yönetimine sahip çıkmak istersek; yeminle konuşuyorum, en güzel şekilde bu işi biz yaparız. Bizim dışımızda da kimse bu işi yapamaz. Zaten sağ olsun, hiçbir şey bilmiyorlar. Biliyorlar mı?

Size Bir Şifre Vereceğim, Bunu Unutmayacaksınız 

Bunun dışında diğer konulara girmedim, iki saat; eğer diğerlerine girseydik dört, beş saat sürerdi. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Oturun ya. Ayağa kalkıyorlar beni göndermek için. 
Çocuklar, iki gün. Bu, üçüncü günümüz. Hakikaten çok dolu zaman geçirdik. Muhterem hocalarımın, arkadaşlarımın yaptıkları konuşmalar çok doyurucu oldu. Ben şahsen... Evet, şu ana kadar belki bu beş veya altıncı bizim kampanyamız, kampımız ama sanki bu en iyisi geldi bana. Doğru mu? Evet, Allah hepinizden razı olsun. Yalnız, bugüne kadar dediklerimin hiçbirini yapmadınız. Bana şimdi söz vereceksiniz, benim şu anda söyleyeceklerimi hayata geçireceksiniz. Burada bizden dinlediklerinizi, arkadaşlarımızdan dinlediklerinizi en yakınınızdan en uzağına kadar anlatacaksınız, ikna edeceksiniz, Bağımsız Türkiye Partisi'nin saflarına katacaksınız. Anlaştık mı? 
Yahu, konuşmak istiyorum... 
Sevgili arkadaşlar, hakikaten size doymak olmuyor. Allah hepinizden razı olsun, hayırlı ömürler versin, tul-ü ömür ile muammer olasınız. Maddî, manevî rızkınızı Cenab-ı Hak bol eylesin. Ümmet-i Muhammed'e de şefaatçi eylesin.
Size bir şifre vereceğim, bunu unutmayacaksınız. Sıkıştığınız zaman bir Fatiha, üç İhlâs okuyacaksınız. Hz. Fatıma anamızın mübarek ruhuna hibe edeceksiniz. Ne isteyecekseniz ondan isteyeceksiniz. Anlaştık mı? Hayırlı olsun, Allah'a emanet olun. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir