
Neler Okuyacaksınız
Her İnsanın Vazifesi Allah'ın Rızasını Kazanmaya Dönük Olmalı
Kur'an’ın ve de İslam'ın temel gayesi; yeryüzünde yaşayacak olan insanın, insan olarak yaşayabilmesi için insani ve İslami vasıflara sahip olarak bir karakter, bir şahsiyet oluşturmaları ve bu şahsiyeti tekemmül ettirerek de Allah'ın rızasını kazanmalarıdır. Nihai olarak her insanın vazifesi, Allah'ın rızasını kazanmaya dönük olması lazım. Her yaptığımız iş, ne olursa olsun, hangi cins ve neviden olursa olsun kalbi boyutta Allah'ın rızasını kazanmaya dönük olması lazım. Yani, ben, bu işi ‘Allah benden razı olsun’ diye yapmamız gerekir. Şayet insan, yaptığı işlerde Allah'ın memnuniyetini ve rızasını kaybedeceğini hisseder ve de anlarsa, maddi olarak bunun karı ne olursa olsun onu, o işi mutlak surette Allah rızası istikametine çevirebilmesi, yönlendirebilmesi şarttır ve de esastır. Aksi takdirde maddi olarak kazanan sen, manen kaybetmiş olabilirsin. Halbuki kulluk hayatı sadece bu dünyaya matup bir hayattır ve de bu bir imtihandır. Bu imtihanı kazanmadan, rihletimiz ebedi hüsranımıza sebep olabilir. Bu münasebetle bizler, Kur'an'ın beyan ettiği, tarif ettiği insan; kimin ölçüsünde olacağız? Cenab-ı Peygamber Efendimizin ölçüsünde, mikyasında olacağız. Anladığımız gibi bir insan olmak yerine Peygamber Aleyhisselam Efendimizin modelinde, şahsiyetin de bir insan olacağız.
Peygamber Efendimizde Allah'a Karşı Sonsuz Bir İman Vardır
Peygamber Aleyhisselam Efendimizin hayatına baktığımız zaman en önemli karakterler şunlar; yani sıfatlar olarak bakıyoruz ki sonsuz bir iman var Peygamber Efendimizde Allah'a karşı, İslam'a karşı sonsuz bir iman var, itikat var. Hatırlarsanız amcası Ebu Talip “Yeğenim, sana bu Kureyş her şeyin en fazlasını verecek. Servet istiyorsan, istediğinin çok çok üzerinde; mevki istiyorsan, onun çok üzerinde; kadın istiyorsan, istediğinin çok üzerinde; her şeyin en fazlasını verecek”. Ancak bir şartı var Kureyş'in; Muhammed’in inandığı, yaymakta olduğu dinden vazgeçmesi. “Bundan vazgeçerse, biz onu itminana kavuştururuz. Her şeyin en fazlasını ona veririz” dedikleri zaman Ebu Talip'e, amcasına çok enteresan bir cevap veriyor Peygamberi Efendimiz. Buyuruyor ki “Amca, ay ve güneşi bana verseler, sağ elime verseler ve de” yani bizim hatırımıza gelemeyecek ne kadar kıymetli varlıklar var ise “bir elime ayı ve de güneşi, diğerine de her şeyi koysalar; ben yaymakta olduğum, anlatmakta olduğum İslam'ı, Allah'tan bana bir emir gelmedikten sonra asla vazgeçmem. Benim maksadım, gayem Allah'ın rızasına vasıl olmaktır. Yeter ki Allah’ım bana ‘Muhammed'im, efendim ben senden razıyım’ desin diyedir benim yaptığım iş”.
Şimdi demek ki bu ölçü; bizim Peygamber Efendimizin şahsında gördüğümüz, herhangi bir maddi çıkarla insanın inancını terk etmemesi. Çıkarın miktarı ne olursa olsun, inancına sahip olması; bunu görüyoruz. Peygamberde olan ilk ve en önemli husus budur. Sana her şeyi veriyorlar ama sen, onların hiçbirine tenezzül etmiyorsun. Dikkat edersek, günümüz insanı çok basit menfaatler ile ve de bahanelerle büyük, çok ciddi sapmalar içerisinde bulunuyor. Soruyorsun “Bunu niye böyle yaptın?”. “Efendim ben şu işimi şöyle yapacağım, şunu böyle yapacağım, gazetemi şöyle çıkartacağım” bilmem ne. Bunlar lafı güzaftır, birincisi bu.
Ahiret ve Dünya Birbirinin Tamamlayıcısıdır
İkincisi, ahirete imandır. Bakınız günümüz insanının en fazla sıkıntıya düştüğü nokta, kanaati şahsiyem, öldükten sonra dirilip hesap verme; o noktada düğümleniyor ‘Acaba ya bu olacak mı, olmayacak mı?’. Halbuki Peygamber Efendimizin ve de ashabının hayatına baktığımızda, o hayata geçebilmek için adeta sahabe içerisinde yarış var. Yani bir insan, ölümünü temenni edebilir mi? Ama sahabede biz bunu görüyoruz. Bu neden kaynaklanıyor? Ölümle; ölümden sonraki hayat ile ölümden evvelki dünya hayatını bu insanlar birleştirmiş, yani ölüm perdesini kaldırmışlar. Mevlana’mız da diyor ki “Her iki dünya da yok oldu bende” yani hem maddi dünya, içinde yaşadığımız dünya hem de ahiret; “Bende bunların hepsi yok oldu” diyor, sadece Allah sevgisi, muhabbeti kaldı.
Bir Müslüman, demek ki ahiretle dünya arasında çok uzun köprüler kurmayacak. Bunların her ikisi birbirinin içine geçmiş, birbirinin de mütemmimidir, tamamlayıcısıdır. Zaten Müslüman, sonu olan bir varlık değil sonsuz bir varlıktır; ezeli değil ve fakat ebedidir insan. Yani siz, ezeli değilsiniz ama ebedi bir varlıksınız, sonunuz yok.
Binaenaleyh, bizim düşünce ufkumuz 60-70 yıllık hayatı kuşatan olmamalı; onu hem kuşatacak hem de aşacak. Yani, o kadar sonsuz bir hayat için bir program içine girmek gerekir ki 60 yıldan sonrası için, 70 yıldan sonrası için, yani bu hayattan sonrası için de hazırlığınız tamam olması lazım. Bu karakteri de yaşayacağız. Neye göre? Peygamber ölçüsüne göre. Yani bunun ifratı ve tefriti de yok. Evet, ben yaşayacağım ama evet, sonsuza hazırlık yapacağım ama… Ee dünyayı da terk etmeyeceksin. Niye? Peygamber öyle buyurdu; o, öyle yaşadı. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölüp yok olacakmış gibi de ahirete, oraya çalışacağız. Müslüman, iki kanatlı bir kuştur. Birisi dünyada, birisi ahirettedir. Her ikisi müsavi olursa uçabilir. Bunlar, Rasulullah'ın mübarek hadislerinde ve de hayatında görülen unsurlar.
Kur’an Bize Bu Hayatın Tesadüfi Olmadığını ve Mutlaka Sonunun Geleceğini Beyan Eder
Ahiret…. Ha onu diyordum, günümüzün bence en büyük problemi bugün burada. Yani, sanki ölmeyeceğiz ve sanki dirilmeyeceğiz. Halbuki Kur'an bizi devamlı ayıktırıyor. Mesela Cenab-ı Hak, Ayet-i Kerime ‘ila-l ibili keyfe hulikat ’ ‘Devenin yaradılışına baksana’ diyor (Gaşiye Suresi, 17. Ayet). Hakikaten deve, enteresan bir varlık. O hörgüç var sırtında ya; hayvancağız 15-20 günlük yola çöl şartlarında çıkar. Gerçi bugün otomotiv sanayi geliştikten sonra deveye de belki ihtiyaç kalmadı; bu kadar kervan, bu kadar yol. Ama geçmişte enteresandı 10 günlük, 15 günlük yolu hayvan yürür, o hörgücünde bütün besinini, suyunu stok eder, ne kadar gideceğini hissi kablel vuku, efendime söyleyeyim anlardı. Allah buyuruyor ki, bu bir hayvan neticede “Ona bakıp da ibret al” diyor. Gör, yani benim gücümü, kuvvetimi gör. Hayvan bunu düşünüyor, bunu yapıyorsa; demek ki buna yaptıran bir ilahi irade var.
Sonra dikkat ederseniz, devenin ayakları çöl şartlarına uygundur. Bizim ineği getir, o çöl şartlarında yürütemezsin; 10 saat yürütemezsin, hayvan ölür. Niye? Tırnaklıdır, batar; bir daha çıkartamaz ayağını. Ama devenin ayakları pabuç gibi, böyle şapar gibi diyelim; o şartlara uygundur. Mesela deve dikeni dediğimiz o dikeni inek yediği zaman rahatsız olur. Deve çok rahat onu yiyebilir. Dudağının ortasında bir yarık vardır; sanki o iklimi, sanki diyor iklimin şartlarına göre…
Şimdi “Bütün bunlar tesadüf olabilir mi?” diyor Cenab-ı Hak. “Düşünsene” diyor ve yine Kur'an-ı Kerim'de bir tane, iki tane değil çok ayetler var. “Biz insanı” diyor “kopmuş su damlasından yarattık”. Neticede şu gören, işiten, muhakeme eden, ne bileyim bu kadar icatlar, keşifler yapan hep insan; yani, bizim eserimiz. Ama senin aslın da “Evelem yeral insanü enna halaknahü min nutfe…” (Yasin Suresi, 77. Ayet) “Bir kopmuş su damlası; bir meniden ibaretsin,” diyor Allah “Şimdi kalktın haline bakmıyorsun da bana isyan ediyorsun”. Yani bu kadar kabiliyetin bir damla su içerisinde bulunması mümkün mü? İşte Allah orada, o hazine haline getiriyor onu ve tohum gibi yeşeriyor.
Kısaca, Kur'an'ın beyanları bize bu hayatın tesadüfi olmadığını ve bunun mutlaka sonunun geleceğini; artı dirileceğimizi, hesap vereceğimizi yaptığımız her zerrenin ne olursa olsun.
Müslüman, İnsanların Elinden ve Dilinden Zarar Görmediği Kimsedir
Bakın, dikkat ederseniz günümüzün en büyük problemi, hesap verme artık endişesi kalmadı bizde. Onun için helaldi, haramdı ayıran yok, ayırmıyoruz. Adam gelsin de, nereden gelirse gelsin. Ya kardeşim, alıyorsun ama bu helal mi, haram mıdır? Çoluk çocuğunu besliyorsun bununla beraber. Eskiler bir lokma haram, haram bir lokma şu kursaktan derler, tabir enteresandır, gırtlaktan aşağı giderse, o bünye helak olur; yani, manen kaybedersin. Niye? Ya nedir yani? O bir aşıdır. Şimdi süte bir damla yoğurt damlatırsın, koskocaman işte 10 kilo, 20 kiloluk süt ne olur? Tadını kaybeder, yoğurt olur. Eğer haramla sen bu helal bünyeyi ifsat edersen, aşılarsan; bu bünyede hayır kalmaz. Bir damladır ama bir damla zehrin, bir tabak içine düştüğünü kabul et veya herhangi bir tencerede kaynayan çorbanın içine düştüğünü kabul et, bir damla.
Binaenaleyh, helal-haram diye bir şey kalmadı. Onun için her şeyimiz bozulmaya başladı. İşin temeli buradadır. Yediğimize dikkat edeceğiz, içtiğimize dikkat edeceğiz, giydiğimize dikkat edeceğiz, arkadaşlarımıza dikkat edeceğiz, insanlığımızı çok güzel bir tarzda ve de şekilde ortaya koyacağız. ‘El-muslimu men selime’n-Nasu min lisanihi ve yedihi’, ‘Müslüman, o kimsedir ki insanların elinden ve dilinden zarar görmediği, bilakis fayda gördüğü insandır’ buyuruyor Peygamber Aleyhisselam Efendimiz. Böyle bir model.
Şimdi hakikaten komşu komşudan endişe ediyor, birbirimizden endişe ediyoruz ‘Acaba şu yanlışlığı yapabilir mi?’. Soruyoruz “Kardeşim, Müslüman mısın?”. “Elhamdülillah”. E bana soruyorsun, peki Müslümanlar… Kaldı ki Müslüman insanların bile emin olduğu bir insan olması lazım gelirken, bunu tamamen kaybettik; Müslüman, Müslüman’dan endişe ediyor. Müslüman’dan bütün insanlar emin olması lazım. Düşünsene Peygamber Aleyhisselam Efendimiz, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret edecek ve onu öldürme kararı alan Kureyş, ne kadar kıymetli eşyası varsa Rasulullah’a teslim ediyor “Al Muhammed, bunları sen koru”. Hem de çok enteresan, emanetini teslim ettiği Muhammed'i, Allah şefaatinden ayırmasın, gece öldürecekler, yok edecekler; bakın, ölüme. Hz. Cebrail geliyor, hicret emrini getiriyor. O da bu emanetler bana teslim edildi diye Hz. Ali’yi evinde bırakıyor “Sen” diyor “hicret etme” diyor “ya Ali” diyor “şu emanetleri yarın sahiplerine teslim et”. Allah Allah… Deme, Müslüman başka insan. Hz. Ali de emanetleri teslim edeceğim diye yatağına yatıyor Peygamber Aleyhisselam Efendimizin orada.
Hülasa, emin insan olması lazım Müslüman’ın, emin insandır. Hele günümüz şartlarında birtakım dedikodular var; işte Müslüman şunu yaptı, Müslüman bunu yaptı, Müslüman adam öldürdü. Oğlum sen hikâye mi anlatıyorsun? Böyle bir Müslüman tipi yok, modeli yok. İslam'da böyle bir model görülmemiş. Müslüman, eşittir melek. Bunu kafana koy. Ama “Ya Hocam, Kur'an-ı Kerim'de bir sürü cihad ayetleri var. Ne olacak?”. Cihat bir taarruz değildir, nefsi müdafaadır. Dikkat et. Hendek Savaşı öyledir, Bedir öyledir, Uhud öyledir. Bana sen bir tane göster. “Mekke'ye gittiler, Mekke'yi aldılar”. Ya Mekke, babasının vatanı kardeşim ya. Yani şimdi, bana ait olan yeri ben almayacak mıyım? İşgal değildir; kendi doğduğu, büyüdüğü, işgal edilen yerin eşkıyalardan temizlenmesidir. Bedir'e bak, aynıdır; Uhud, aynıdır. Yani Müslüman, kimsenin, Allah muhafaza etsin, hiçbir şeyine dokunamaz. Böyle yetişti. Yanlış anlama, korktuğu için de değil ha. Yani öteki ölmesini beceriyor da bu beceremez mi? Ha o Allah'a vereceği. Az evvel dedik ya, dünya hayatı 60 yıllık; kafasında bir serüven yok, bir düşünce yok. Ya? Sonsuz bir düşünce var, sonsuz yaşama arzusu var Müslüman’da; rahat olma. Onun için de böyle olması lazım.
En Güzel Örnek Hz. Muhammed (s.a.a.)’dir
Evet, yani Müslüma n farklı bir insan. Onun en müşahhas örneği ‘usvetun hasene” Muhammed'im’dir’ diyor Allah. (Ahzâb Suresi 21. Ayet) ‘Onda en güzel örnekler var’. Hangi yönden? Hangi yönden bakarsan bak. Mesela ben, ailemde huzurlu bir model geliştirmek istiyorum; acaba bu Amerikan modeli mi olsun, Paris modeli mi olsun, Londra modeli mi olsun, Almanya modeli mi olsun? Düşünmene gerek yok, Hz. Muhammed'in modeli kafidir. Hatta bugüne… Yaşanan koalisyon hükümetleri, bence Cenab-ı Peygamber Efendimizin aile hayatına baksınlar, örnek alsınlar. En doruk noktada bu kadar insanın yaşadığı, çok sesliliğin hâkim olduğu… Hepsi istediğini konuşuyor, yanlış anlamayın. Eğer demokrasi konuşmaksa; bu, İslam'da ve Peygamber’in hayatındadır. Konuşamazsın, edemezsin, sus; öyle bir şey yok. Ve gerçekten samimi olarak konuşuyorum; Müslüman insanların aile hayatına baktığınız zaman, bu hürriyeti doruk noktada görürsünüz. Herkes istediğini konuşabilir ama sıradışı konuşmaz ve herkes de sorumluluğunu bildiği için edep içerisindedir, terbiye içerisindedir, hakkaniyet tavrı içerisindedir; gelişigüzel, alabildiğine, başıbozuk, sorumsuz bir tarzda ve de şekilde de değildir. Yani işin sonsuz bir hürriyet cephesi olduğu gibi, fevkalade manevi bir disipline tarafı da vardır ve bugün insanlığın muhtaç olduğu hürriyet de budur. Onun için onun modeli, bunun modeli değil; bizim özümüzün modeli, Türk'ün özünün modelidir, İslam modelidir. Biz bununla medeniyetler kurduk. Anlatabiliyor muyum?
Vallahi bu vasıflar… Ahlak, tabii. Rasulullah'a “Din nedir?” diye soruyorlar. “Ahlak, güzel ahlaktır” buyuruyor. “Din nedir ya Rasulullah?”. Güzel, yani oradan işi alıp yola çıktığımız zaman her türlü davranışımız, oturmamız, kalkmamız, yememiz, içmemiz, ticaretimiz, aile hayatımız, insanlarla münasebetimiz işte model olarak bir küçük Muhammed örneği olacak ki o insan Kur'an modeli, Hz. Muhammed modeli olsun, diyorum efendim.
Peygamberler Vahyi Uygulayan İnsanlardır
Dinlerde bir vahiy vardır bir de bu vahyi tebliğ eden bir peygamber vardır. Neden vahiy var? Neden peygamber var? Allah'ın maksadı vahiy ile bildirilir; maksadı bildiren de peygamberdir. Yani peygamberler, o vahyi uygulayan insanlardır. Aksi takdirde, eğer her insanın anladığı gibi olsaydı; bunun din değil de bir düşünce sistemi olması gerekirdi. Yani, bir felsefe olsa dediğin doğru. Ben anladığımı yaparım, anlamak istediğimi uygularım; o zaman bu, din olmaz. Ne olur? Bir felsefe olur. Kimin dini olur? Senin dinin olur. Her ne kadar adına İslam diyorsan da vallahi de senin dinin olur billahi de. “Ama Hocam, gene ayet okuyor bu adam”. Okuyor ama oğlum kabı farklı, tası farklı bunun. O kafasının içerisinde, şu kadarcık bir beyin var; onunla beraber bu işi çözmeye çalışıyor. İşin müşahası var. Az evvel okuduğum Ayet-i Kerime zaten ‘Muhammed’imde sizin için güzel örnek vardır’ diyor.
Bakınız, gene Allah'ın sevgilisine soruyor sahabe “Ya Rasulullah, namazı nasıl kılacağız? Emredildi ama, öyle ya nasıl kılalım? Ayaklarımızı sağa mı çevireceğiz, sola mı çevireceğiz? Ellerimizi yukarı mı kaldıracağız? Yani ne yapacağız, ne yapmamız lazım?”. “Anladığınız gibi” demiyor, “Kur'an'ı açın, okuyun ve anladığınız gibi namazı kılın” demiyor. Çok enteresan “Benden gördüğünüz gibi kılın” diyor.
Onun için eskilerimiz çok güzel bu ilimde, ilim aksetmede. Ben medresede okudum biraz olsun biliyorsunuz. “Hangi Hoca'da okudun?” derlerdi bize, “Hangi medrese okudun?” demezler. Niye biliyor musun? O hocanın ahlakına göre, talebesini ölçerler. Hatta bizim bölgede bir hoca vardı, biraz böyle şey geçinirdi, hürriyet taraflısı. Bizim şeyler ona ‘zart zurt Hoca’ derdiler, kendi kafasına göre; yani Kur'an'a, Rasulullah'a, o modele değil de kedi kafasına göre bir hoca işte tarzı, ameli esas almayan. Tabii insanların içerisinde böyle mutlaka bir şey olur, onlar da “Aa filan Hoca”. Niye? Namaz kılmıyor; onu örnek gösteriyor. Yani, namaz kılanı öyle örnek göstermez. Kumar oynayan ona “Filan Hoca da oynuyordu”. Yani, sanki filan hocanın oynaması onu kurtaracak veya o hoca ölçü mü?
Bunu şunun için söyledim; din aksedilirken, öğrenilirken edep, terbiye çok mühimdir. Geçmiş hep onun üzerinde durur “Hangi Hoca’dan okudun?”, bu mühim. Onun sebebi, temeli de Kur'an'ı bir Müslüman’ın şuursuz bir tarzda anlaması değil peygamber modeline göre anlamasına kendini şartlandırır.
Sünnet, Peygamber’de Bulunan Güzel Ahlakın İç Tabiatımızda Hâkim Olmasıdır
Rasulullah sabretti. Ama nasıl? Rasulullah'ın kanaati var. Mesela, insanlar kanaatkâr olması lazım, diyoruz. Acaba Peygamber’in kanaati nedir? Kanaat dediğimiz şeyin ölçüsü Peygamber’de nasıldır? Peygamber Efendimiz hanımlarını sevdi, insanları sevdi. Ama nasıl sevdi? Mesela hanımına, ashabına gönül koydu. Hani buna biz halk arasında ‘darılmak’ diyoruz. Nasıl; bunun tarzı, tavrı nasıldır? Ölçü kim olacak burada? O, Allah'ın ölçü diye gönderdiği Muhammed Mustafa’sı olacak, ona benzemeye çalışacak. Hepimiz ona benzeyeceğiz, benzemek isteyeceğiz; ahlak bakımından, davranış bakımından, huy bakımından, sünnet… Sünnet, o huyların bize huy olarak transferidir. Yani, Peygamber’de bulunan o güzel ahlak-ı hamidenin bizim iç tabiatımızda hâkim olmasıdır. Sünnetin asıl manası budur. Münferit anlamda sünnet çoğalabilir. Ama sünnet-i seniye bir hal tarzıdır, bir ahlak tarzıdır, bir modeldir, yani ahlak modelidir. İnsan-ı kâmil dediğimiz insan, o modeli kendi iç tabiatında model etmeye çalışır. “Ama Hocam ya, filancı işte Peygamber Aleyhisselam Efendimizin sadece cübbesini giymeye sünnet diyor. Bu, bunun manası ne? O taklitten için, tahkikine gidileceğini bildiği için; hiç olmazsa biz buradan taklitle işe başlayalım diyor, işin ruhunu da yakalarız. Terbiyede taklit esastır. Yani, mantığına çocuğun siz anlatarak onu adam edemezsiniz. Konuş, konuş, konuş, konuş, konuş akşama kadar bir mesele anlatırsın ona; o çocuğu istediğin noktaya taşıyamazsın. O bir haldir, bir davranış biçimidir, stilidir. Onu işte ortaya koyacaksın, koyacağız. O da kim gibi olacak? Burada tabir-i caizse herkes Peygamber’i hayatına geçirmekle yarış yapacak. Ne de? Kur'an'ı anlamada. Ben anladım Kur'an'ı ama kim gibi? Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimiz gibi; eğer sen onun sünnetini, hadislerini devre dışı bırakırsan. Çünkü Kur'an'ı en güzel anlayan kimdir? Hz. Peygamber’dir. Hayatını en güzel geçiren kimdir? Hz. Peygamber’dir. Anlatan kimdir? Hz. Peygamber’dir.
Şimdi sen onun anlatmasından, uygulamasından, sünnetinden şüphe edersen; o senin anladığın Kur'an, Kur'an olmaz. Ne olur? Senin kendi kafandaki fitnen olur. İzah edebildim mi? Riyanın adına o zaman sen tevazu dersin. Adam riya yapıyor, tevazu. Niye? Peygamber modelini görmemiş. Şimdi adam geliyor, dinine hakaret ediyor. Orada -celal meşrep- “Sus, ne yapıyorsun?” diyeceği yerde; güya halim, selim olma. Bunun adına ‘riya’ denir. Dalkavuk seni. Tevazu, çok daha farklı bir şey. Anlatabildim mi?
Ha bütün bu sınırları ortaya koyacak olan kimdir? Allah'ın sevgilisidir. Onun hayatını onun için çok okumak, okuyanlar ile arkadaş olmak...
Sonra Peygamber Efendimizin insan olarak kıyamete kadar devam eden bir yönü var. Ruhaniyeti ayette sabit; haydır, diridir. Yani siz onu öldü zannederseniz, çuvallarsınız. Nesi? Cesedi aramızdan ayrıldı, ruhaniyeti tasarruf ediyor. Eğer trafolara iyi yaklaşırsan, genel trafo ile beraber diyalogunu iyi kurarsan; belki de o rüzgârın esintisinden sen de istifade edebilirsin. Belki de değil, edersiniz, ederiz yani. Ben şahsen Peygamber Efendimize inanmayı bu manada anlıyorum. Değil mi? Öyle anlayacağız. Nitekim hacca giden arkadaşlar bazen çok harikulade olaylardan bahsediyor. Diyelim bir tanesinde psikolojik hal oldu; ikincisinde… Bu kadar milyonlarda bu psikoloji böyle mi olur ya? Sonra bu psikoloji niye burada olmuyor da orada oluyor.
Şimdi, üzüm üzüme baka baka kararır; taklit edeni, taklit edeceğiz. Bizim halkımız ariftir. Onları arasınlar, o arkadaşlarla arkadaş olsunlar, dost olsunlar. Arayan Mevlasını bulur, bunda hiç de şüphesi olmasın.
Eğer böyle bu geçmişe ait bir hal olmuş olsaydı, Allah'ın adaletinden şüphe etmek gerekmez miydi o zaman, haşa; adil-i mutlaktır o. ‘Bizi ondan sorumlu tutacağına göre bize göndermediği, vermediği şeyden nasıl sorum tutabilir?’ demez mi insan? Kıyamete kadar bakidir, hiç endişeniz olmasın.
Namazlarımızı Zevk Haline Getireceğiz
Bu bir uyanıştır, uyanma oldu. Bundan sonrası da kolaydır. Yani, ‘kaza kılacağız’ deyip de olayı büyütmemek lazım. Olayı… Aslında bir zevktir bu. Zevk haline getireceğiz eda edeceğimiz namazlarımızı, kaza edeceğimiz namazlarımızı zevk haline getireceğiz. Zira biz Müslüman bir milletiz. Akıl baliğ olduktan sonra sorumluyuz. Allah korusun, gayrimüslim bir topluluk olsaydık, Müslüman olduktan sonra sorumlu olurduk. Ama mümin, Müslüman bir millet olduğumuz için, akıl baliğ olduktan sonra sorumluyuz. Onun için bu kazalarımızı eda edeceğiz.
Burada mezhep imamlarımız kolaylık olsun diye bazı içtihatta bulunmuşlar. Mesela, İmam-ı Şafi Hazretleri buyurmuş ki “Kaza namazı olan kardeşlerimiz, sünnetinin yerine farzı eda etsin”. Anlatabildim mi? Yani “farz, kaza namazı. Kaza namazını eda etsin, sünneti kılmasın; sünnetin yerine farz namazını kaza olarak kılsın”, diyor. Bunu da yapabilir arkadaşlar. Benim bütün mezhep imamlarına saygım sonsuz, efendime söyleyeyim. Ama ben olsam ne yaparım? Ben olsam hem sünneti kılarım, zaten kaza edilecek namazı sadece farzdır, bir de vitir namazıdır yatsı için. 4 rekattır bu, çok çok senin 4 dakikanı alır. İşe girdiğin zaman diyorsun ki “Ya daha olsa da yapsam”. Bunun karakteri de budur. Bunu böyle diyoruz.
Ha şu konuda bir şey daha var, yaşlı ağabeylerimiz de sonradan başlamış olabilirler. Onlar kılmada zorluk çekiyor ise kendi mali durumları hakikaten iyiyse fidye versinler bu eda edemedikleri namazlar için. Sıhhatleri müsait değildir, ona kefaret olarak fidye versinler. Umulur ki Cenab-ı Hak affeder. Ama ben onların yerinde olsam, nefsim için söylüyorum, oturduğum yerde ima tarikiyle bütün namazlarımı kaza eder, kılarım. Anlaştık mı? Hayır ‘yapamıyorum’ derse, öteki yolu tercih etsin; ‘yapıyorum’ derse otursun sandalyesinde, ohh böyle namazını kılsın. Hiç zorluk yok.
Namazda Vesveseyi Nasıl Terk Edeceğiz?
Şimdi geliyoruz namazda vesveseyi nasıl terk edeceğiz? Şimdi namaz, ben bunu eskiden anlatmıştım, bir fotoğrafçının banyo odasına benzer. Fotoğraf makinesiyle bütün görüntüleri alır, o filmi aldığı görüntüleri getirir, banyosuna kor. Orada ne çektiyse, orada o çıkar karşısına. Şimdi dikkat edilirse insanın gözü, kulağı, duyu organları birer fotoğraf makinesi gibi hayatı resmediyor. Namaz da bizim banyo odamız. Şimdi neyi çektiysen, namazda önüne o geliyor. Ne yaptın? Efendime söyleyeyim ticaret yaptın, bak ‘Allahu ekber’ başlarsın müşteri ile pazarlık etmeye “Ulan keşke şunu şöyle yapsaydık, bunu böyle yapsaydık”; hanımın ile kavga etmişsen veya aranız bozuksa onu “Ulan karıya bunu dedik ama keşke demeseydik veya şöyle deseydik”. Kısaca demek istediğim, namaz dışında fotoğraf makinesi ile neleri çektiysek, namaz denilen banyo odasında onlar kalbimize, önümüze çıkıyor.
Peki ne yapalım ki çıkmasın? Onun için bu dil ile bu kalp, namazın dışında da hep Allah'la beraber olacak. ‘La ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah’ veya ‘Allah, Allah, Allah’ namazın dışında bu daim bir zikir olur; o zaman fotoğraf makinesinin bütün resmettiği, senin zikrin olur. Namaza durursun, gene zikirle meşgul olursun; namazdan çıkarsın, gene zikirle meşgul olursun.
Şimdi bak, 1. tip arkadaşlardan bahsediyoruz ki herhalde ben de, sen de öylesin, biz de öyleyiz; namaza durduk mu kavga ediyoruz. Niye? Namazın dışında işimiz kavga, gücümüz kavga da ondan. Bu hallerden kurtulmak için gelin hep beraber karar verelim, Allah'ı zikre başlayalım, Cenab-ı Hakk'ı zikredelim, onu sevelim, o banyo odasında da bunlarla karşılaşalım, bu vesveselerden kurtaralım, diyorum efendim.
Korku Halini Zikrullah ile Kontrol Altına Alabilirsiniz
Beşer olmamız münasebetiyle biz bir korku yaşarız. Bu normaldir. Bunu herkes yaşar, biz değil. Ben de burada bir akşam geldim, ulan baktım ev sallanıyor, “Eyvah” dedim, gittik. Pencereden atlayacağım, çok yüksek. Hülasa biz de insanız; biz de çekiniriz, biz de korkarız. Ha bunun bir ifrat noktası var, oraya kaymamak lazım. O biraz devam eder, ondan sonra da kontrol altına alırsın kendini. Bu kontrol hali ve gene az evvel bahsettik ya zikrullah ile ancak temin edilir. Dersin bu sefer kendi kendine “Oğlum ne korkuyorsun? Sen manyak mısın? Ölmeyecek misin? Öleceksin. Niye hazırlığın yok?”. O zaman murakabe ediyorsun, başlıyorsun. Murakabe ettiğinde baktın “Ya ben dört dörtlük İslam’ı yaşıyorum. Hadi oradan… Ölürsem öleyim” dersin. Ama hazırlığımız yoksa, korku bizi kemirir; yani bu, imansızlıktan filan değil. Kardeşlerimiz bu konudan endişe etmesinler ama dediklerimi de unutmasınlar. Taatte, ibadette artık bundan sonra berkemal olmak üzere yürüsünler, diyorum.
Bunun ölçüsü de Peygamber Efendimizin sünnetidir. Ona uyduğu, Kur'an'a uyduğu, sünnete uyduğu zaman ölene kadar devam etsinler. Zaten o dostluk, o arkadaşlık ahirette de vardır, bakidir. Allah mübarek etsin. Bizi takip eden kardeşlerimize Allah nasip eylesin böyle dostları, arkadaşları bulmayı. Bizi izleyen arkadaşlarımıza saygılar, hürmetler arz ediyorum. Allah'a emanet ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız