info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Ortadoğu ve Büyük Ortadoğu Projesi - Haftanın Sohbeti / 8 Mart 2004
22/01/2025 SİYASET 54

    Neler Okuyacaksınız

Bizi takip eden kardeşlerimize saygı ve hürmetlerimi evvela arz ediyorum.

İnsanlık Tarihi Boyunca Savaşan İnançlar, Kültürler, Medeniyetler ve Dinlerdir 

Aslında insan tabiatı ile ilgili bir mantıkla ele aldığımız zaman ‘Niçin böyle bir Büyük Ortadoğu Projesi var?’ sualinin cevabını rahatlıkla verebiliriz. Aksi takdirde, meselenin insanla alakalı yönünü ortaya koymadığımız müddetçe ne Ortadoğu'da olup bitenlerin mahiyetini anlayabiliriz, ne Avrupa Birliği adı altındaki topluluğun neden bir arada bulunduğunu anlayabiliriz ve niçin biz kabul edilmiyoruz bu kadar uğraşmalara, didinmelere rağmen bunların temeldeki sebeplerini ancak o zaman kavrayabiliriz, bunu anlayabiliriz. 

İnanmak Fıtri Bir İhtiyaçtır

Şimdi kabul etsek de etmesek de insanlar tabiat sahnesine çıktığı andan bugüne kadar mutlak surette bir şeye inanmıştır; ama bu hak cihetinden olmuştur, ama batıl cihetinden olmuştur. Daha doğrusu inanmak fıtri bir ihtiyaçtır. Yani, siz bunu yok edemezsiniz. Bu fıtri ihtiyaç münasebetiyle beşer tabiatındaki bu hasreti doyurabilmek için ya işin doğrusunu seçmiş, doğrusunu bulmuş, onunla hayatını devam ettirmiştir veyahut da onu bulamamıştır ama tabii ihtiyacı olduğu için de inanmak mecburiyetinde kaldığından, o olması gereken ilahın yerine sahte ilahları koymuştur. Bu, birinci tespit. 
Şimdi bu mademki birinci tespitte inanmak fıtridir ve de mutlaka insanoğlunun hak veya batıl bir şeye inanması zaruridir; o halde ilk günden yani Hz. Âdem Seyfullah Efendimizin tabiat sahnesine çıkışından bu ana kadar olan kavgaların temelinde, kanaati şahsiyem benim o ki bunun da bir etkenliği olması lazım, bir etkisi olması lazım. Mademki bu bizim fıtri bir ihtiyacımız, o halde bu fıtri ihtiyacın yerine konulmasında ve de hayatı yönlendirmesinde, insanlara bakış tarzının kazanılması, insanlığın hayatı yaşamasında, yaşatmasında çok ciddi değer ölçüleri olmuştur. Şimdi, bu gerçekten hareketle geçmişteki savaşların temellerine indiğimizde görüyoruz ki artık kitleler arasında, topluluklar arasında, devletler arasında, milletler arasında savaşlar sanki kendi anlayışlarını, kendi medeniyetlerini veya maneviyatlarını, bir başka ifadeyle dinlerini başka ülkelere, milletlere kabul ettirme mücadelesi gibi ortaya çıkıyor. Gibisi fazla; bu kabul etsek de etmesek de aslında savaşan kültürler, medeniyetler ve dinler ve insan dediğimiz varlık da bunun sözcüsü oluyor veya hak sözcüsü oluyor. Eğer haksa inandığı şey, onun sözcüsü oluyor veya batıl sözcüsü; batılsa inandığı şey, o batılın temsilcisi oluyor. Yani tabiat sahnesine çıktığımız andan bu tarafa bu savaşı herkes veriyor. 
Şimdi verilen bu savaş günümüze kadar böyle devam ederken günümüzde insanlık artık bu dönemi geçmiştir, aşmıştır; ‘böyle bir şey yoktur’ demek gibi çok garip bir düşünce içerisine maalesef biz epey zamandan beri girdik. Sade biz girdik ama, etrafımızdaki ülkelere ve insanlara baktığımızda hiçbirinin böyle bir algılaması da yok. Anlatabiliyor muyum?
Ama bizim millet olarak halimize bakıldığında, bizi sanki o değerden kopartıp farklı dünyalara taşımak isteyen bir anlayış, bir zihniyetin senelerden beri ne bileyim sürdürdüğü politika ile beraber hayatımızı devam ettiriyoruz. Onun için bu meselede biz aldığımız eğitimin dışında, dünyanın hadiseye bakış tarzıyla, metoduyla, mantığıyla, metodolojisiyle bakarsak o zaman ne demek olduğunu, Büyük Ortadoğu Projesi’nin temelindeki hadisenin ne olduğunu ancak o zaman görebiliriz. Bilmem anlatabiliyor muyum?

İkiz Kuleler Vuruluyor Devlet Başkanı Haçlı Seferlerini Başlattıklarını İlan Ediyor 

“Neden?” diyeceksin. Şimdi durup dururken, çok basit bir olay, İkiz Kuleler vuruluyor Amerika Birleşik Devletleri'nde. Bir tanesi, bir devlet başkanı kalkıyor bunu esas alarak Haçlı Seferleri'nin başladığını ilan ediyor. Ne alakası var? Ne ilgisi var? 
Diyelim ki İslam dünyasında bunu yapan iki tane akılsız adam, beyinsiz adam çıktı, gitti burasını vurdu. Şimdi siz bu iki insanın yaptığı eylemi esas alarak onu öne çıkartıyorsunuz ve onun şahsında bütün İslam dünyasını suçluyorsunuz ve diyorsunuz ki “Artık biz İslam dünyasına Haçlı Seferi’ni ilan ettik”. Hemen ardından tabii siyonist güçler ‘Öyle şey konuşulmaz be. Ne biçim konuşuyorsun? İnsan, içinde düşündüğünü dışa vurmaz’ dercesine hadiseyi örtbas etmeye çalıştılar. Ama hadisenin temeli, Bush’un dediği gibidir. Bush gerçekten inanan bir insan ve hayatını, inancı istikametinde de yaşayan bir insan. Onun için ne dedi? “Biz” dedi “Haçlı Seferi’ne çıktık”. Şimdi Bush’un mantığı bu, Bush’un ordusunun da mantığı bu. Ama bu ordunun içinde Müslümanlar var. Şimdi bir söz vardır, atasözü vardır ‘Soba yandı mı kurusunu da yakar, yaşını da yakar’. Anlatabildim mi? Yani senin toplum hadiselerindeki psikolojilerin kaderi ne olursa olsun, sel gibi herkesi sürükler. Bunun dışına çıkamazsın. Anlatabildim mi?  Şimdi biz bunu, bu kaderi yaşıyoruz. Peki Bush açısından olay böyleyken, Ortadoğu'daki hadiselerin temelinde ne var ki bu mekân olarak, coğrafya olarak burası seçiliyor? 

Türkiye'de İslamcı Diye Kabul Ettiğimiz Kesim İsrail’e Kucağını Açmıştır

Şimdi, Ortadoğu'da kabul etsek de etmesek de İslam dünyasına çıbanbaşı olarak görülen İslam dünyasında bir İsrail Devleti var. 1948’de zannıma göre kurulan bir devlet var ve ilk defa 50 yılında da bunu kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir, Rahmetlik Menderes kabinesidir bunu kabul etti. Şimdi onu kabul eden bizler, İsrail'e de uzun zaman ciddi bir mesafe koymamıza rağmen çok enteresandır, Türkiye'de İslamcı diye kabul ettiğimiz kesim, en ciddi tavizleri vererek Türk dünyasının en mahrem meselesinde ona kucağını açmıştır. Çok fazla işin dedikodusuna da girmeyelim, yani işin bu tarafı da enteresandır. 

İsrail’in Gayesi Arz-ı Mev’ud Denilen Yerde Bir Dünya Devleti Kurmaktır 

İsrail'in arz-ı mev’ud diye bir davası var, bir ideali var, bir gayesi kısaca bir inancı var. Buna literatürde ‘akaid’ denir. Yani bizim amentümüzün birinci esası nedir? Allah'a imandır. Onların Amentüsünün birinci esası da arz-ı mev’ud denilen yerde bir dünya devleti kurmaktır. Tamam mı? 
Peki bu arz-ı mev’ud neresidir? 
Arz-ı mev’ud, Fırat'la Dicle arası coğrafyadır; eski, tarihi Mezopotamya dediğimiz bölgedir. Neresidir burası? Bizim Güneydoğu, içinde olduğumuz bölge. Şimdi bunu ele alıp ‘Peki o zaman Büyük Ortadoğu Projesi ile bunun ne alakası var?’ dersek, o zaman şöyle bir şey önümüze çıkıyor; deniliyor ki Fırat ve Dicle ama bunların çıktıkları coğrafya, uzandıkları, ilgilendikleri coğrafya ve bir de bu coğrafyanın etrafında bulunan tehlikeler nerede olabilir? Kafkasya'da olabilir, Ortadoğu'da olabilir. O halde biz bu coğrafyayı sadece kendisiyle sınırlanan, kendisiyle münhasır bir bölge olarak da düşünemeyiz; etrafı ile düşüneceğiz. İşte Ortadoğu Projesi’nin manası bu oluyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nin manası, sadece arz-ı mev’ud olmayıp arz-ı mev’ud ilgi itibarı ile sadece İsrail'i ilgilendiren ve fakat Büyük Ortadoğu itibarıyla da Amerika Birleşik Devletleri'ni ilgilendiren bir yapılaşma, bir bütünleşme projesidir. Anlatabildim mi? 

İşte, Büyük Ortadoğu Projesi Bu 

Evet, Amerika Birleşik Devletleri'nin Sayın Başkanı’nın Ortadoğu'ya, yani Irak'a çıkarma sebebinin ne olduğunu anladık. Nereden anladık? Kendi itirafı, kendi izahı. İsrail'in de bu bölgede hakimiyetinin mana ve mahiyetini kavradık. Neyden anladık? İsrail’in bu gizlediği, sakladığı bir mesele de değil.  Onun için bakın, bizim Harran Ovası Urfa'daki topraklarımız, o oraya yakın Güneydoğu'daki topraklarımız bu saydığımız ülkeler tarafından, ülkelerin şahısları tarafından kabul etsek de etmesek de bugün kendilerine aidiyeti olduğu iddiası ile beraber satın almak yoluyla veya uzun vade ile kiralanmak yoluyla tasarrufları altına girmiş de durumdadır. Biz bunu hatırlarsanız senelerden beri de izah ediyoruz. Büyük İsrail'in, Büyük İsrail olma projesi var. Bu projenin içerisine kabul etsek de etmesek de Anadolu da giriyor; yani, Güneydoğu da giriyor. Dikkatli olmamız lazım. Biz bu adamlara kalkıp da harp ilan edelim demiyoruz. Ama düşün ki senin toprakların üzerinde hesabı olanlarla sen eğer ittifak içerisinde bir şeyler yapacak olursan, aynı odada uyurken nasıl düşman seni gelir boğazlarsa aynı şekilde çok ciddi bir mağduriyetin mahkûmu da olabilirsin. Bunu demeye çalıştık ama siyasiler bu konuda maalesef uyanmadılar, uyanmak da istemediler ve uyanmayan, uyanmak istemeyen siyasilerimiz de hiç tahmin etmediğimiz, Allah Allah bu nasıl olur diyebileceğimiz hayretlere bizi düşüren maalesef şahıslar olarak da karşımıza çıkıyor. İşte, Büyük Ortadoğu Projesi bu. 
Büyük Ortadoğu Projesi’nin temeli… Evet orada bir takım ganimet, eğer harp lisanı ile beraber izah etmeye çalışırsak, ganimetler var. Nedir bu ganimetler? Yeraltı kaynaklarıdır. En önemlisi de petroldür. Buna yakın altın da var, uranyum da var; yani, her türlü madenin oldu bu bölgedir. Şimdi gerek Amerika Birleşik Devletleri gerekse İsrail ya o coğrafyada bu kaynaklara ulaşıp zenginliklerini daha fazla ortaya koyabilirlerse, o takdirde Amerika Birleşik Devletleri dünyanın tek kutbu olduğunu rahatlıkla ilan eden bir padişah olarak da karşımıza yarın çıkabilecektir. Şimdi böyle bir imkânın kendisine hediye edileceği bir coğrafya olarak da nedir? Karşımızda var. 

Irak’ta Asıl Hedef Saddam Değil, O Coğrafyadır

E bakıyorsun zaman zaman işte ‘Oraya biz demokrasi getireceğiz’. Hatırlarsan tabii Saddam… Saddam'a niçin karşı gelinmiştir? Şimdi dilersen biraz da bu olayı inceleyelim. Saddam’a neden karşı gelinmiştir? Evet, Saddam hayırlı bir adam değil, doğru. Tebaası da ondan razı değil. Bu da doğru. Ama Saddam hayırlı adam olmadığı, tebaasının ondan razı olmadığı için karşı gelinen insan değildir. Bilhassa İsrail için çok ciddi bir tehdit unsuru olduğundan dolayı Saddam, İsrail'in önünde en büyük engel ve büyük bir tehlikeydi. Neyin engeliydi? İşte bu Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve büyük İsrail ideallerinin önünde en büyük engeldi. Onun için bir sürü adama iftira ettiler ‘Vay sen de işte biyolojik silah var. Vay sende kitle imha silahları var. O var, bu var’. Bizi de inandırdılar yanlış anlama. Amerika Birleşik Devletleri'nin hatırlarsanız savaş nedeni de budur. Bir de o kadar masraf, 100 milyar dolar gibi büyük masraflar yapıldı. Bu masrafların ardından yapılan iş çok enteresandır, bir yerin işgalidir. 100 milyar dolar. Ne getirecektin buraya sen? Demokrasiyi getirecektin, insan haklarını getirecektin. Yahu bir defa Saddam'a 5 milyar dolar onu ne bileyim tamamen refüje edip uzaklaştırmak için harcamış olsaydı; 1.000 defa Saddam kaybolurdu, yok olurdu. Demek asıl hedef Saddam da değil. Ya nedir? O coğrafyadır. 
Şimdi eğer insanların huzuru, rahatı, mutluluğu; insan hakları dediğimiz haklar, demokrasi dediğimiz, demokrasi nihai gaye olmuş olsaydı o zaman geri kalan 95 milyar ile beraber bu istediğini Irak'a verdiğin zaman Iraklı abat olurdu. Bin defa da Amerika Birleşik Devletleri'nin bayrağın havaya kaldırırlardı. Ama o istenmiyor. Yani asıl gaye, asıl maksat bu değil. Asıl maksat buraların işgali, bir haçlı zihniyeti. Eğer Amerika orada olmadan orada olmuş, olunmuş olsa oradaki insanlar az evvel söylediğimiz kendi fıtratlarının gereği inançlarını yaşama, yaşadıkları inançları hayatlarına yansıtma gibi bir durum olacak ki Haçlı Seferi için bu çok ciddi bir yanlış olacak. Sen nasıl bir dindarsın ki senin karşında onların mantığına, inancına göre Müslümanlar kafirdirler. Kafire sen imkân tanırsın, hak verirsin. Antrparantez, buraya gelmişken; inanmayan kafire hayat hakkı veren ve can, mal, namus, din, vicdan emniyetini temin eden tek din İslam'dır. Bunun dışındaki dinler, karşısındaki şahıslara yaşama hakkı tanımazlar. Bunu çok iyi bilelim. Yani şimdi ABD gelecek, bizim komşumuz olacak, biz burada rahat edeceğiz; bunları bir defa unutalım. Bunu kafamıza koyalım.
Büyük İsrail Projesi’nin temelinde, Büyük Ortadoğu'nun temelinde aslında yatan gerçekler bunlardır. 

Ortadoğu’da Kilit Nokta Türkiye’dir

Onun için bu oyunun her ne kadar zemin olarak ihata ettiği merkez Ortadoğu olarak da görülüyorsa, asıl merkez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkiye burada bir kapıdır. Bu kapıyı kırmadan içeri girmek mümkün değildir. Ha şimdi idarede bazı arkadaşlarımız vardır; bunları belki oyalar, kandırırlar, ikna ederler ama bu yatsıya kadar devam eder. Türk milletinin basireti engindir. Bunu hemen görecektir. Efendime söyleyeyim şu kadar oyla beraber getirdiğine bir sille atıp ‘Sen bu işi anlamadın. Biz seni vatanperver, milliyetçi, memleketine, mukaddesatına sahip çıkan insan zannettik ama meğer sen hiçbir şey değilmişsin’ diyecek, sillesini atacak, kovacak; istediği, arzu ettiği bir hareketi, kendi duygu, düşünce ve de manasını yaşayan bir kadroyu getirecek, getirecektir. Yani o bakımdan Türkiye kilit noktasıdır, bunu çok iyi bilelim. 
Bak ‘Hesap Suriye’ denir. Suriye bir şey değildir bunların önünde, hatta İran'da bir şey değildir. Evet, İran çok şeydir; bir Suriye’ye nispetle, Libya'ya nispetle, bir Irak'a nispetle çok şeydir. Ama Türkiye’ye nispetle hiçbir şey değildir. Yani burada kilit noktası Türkiye'dir. 
Onun için bizden taviz almak, bizi bir noktaya taşımak, bizi insan olarak duygu, düşünce ve inanç dünyamızı asimile etmek gibi çok ciddi oyunların içerisine girmişlerdir. Bu noktadan hadiselere bakarak değerlendirmek, ona göre de Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tedbirlerini almak mecburiyetindedir. 
Amerikan Başkan Yardımcısı ne söyledi Irak çıkarması esnasında? ‘İslam alemindeki 22 ülkenin biz rejimini değiştireceğiz’ gizli kapaklı bir şey değil. Yani biz iftira etmiyoruz, olay budur; yani hedef bütün ülkelerdir. İnsan hakları, demokrasi, kadın hakları bunların hepsi hikaye olay budur. 

Büyük Ortadoğu Projesinde Türkiye’nin Yeri Parçalanmaktır

Amerika Birleşik Devletleri'nin bu büyük projesine mukabil, bizim siyasilerimiz de şöyle bir değerlendirme yaparak ‘Nasıl olmasa biz bunun önünde duramayız. Bu projeden bir parça olalım’ demek suretiyle, sanki neticede kendilerine bir pay düşecekmiş gibi bir yanlışın, büyük bir vebalin de içine giriyorlar. Amerika Birleşik Devletleri bu coğrafyada şerik kabul etmiyor; yani, İsrail'den başka bir ortak kabul etmiyor. Dolayısıyla bu projede Türkiye'nin yeri, yok olmaktır. Nasıl yok olmaktır? Türkiye'nin parçalanmasıdır. Kanaati şahsiyem benim o ki, Avrupa Birliği'ne uyum yasaları adı altında bastırılan yasaların temel esprisi de bu parçalanmayı kolaylaştırmaktır. Başka bir şey de değildir. Efendim bu yerel yönetimler yasasının temeli, ruhu bu; daha evvel çıkan yasaların mantığı ve ifade etmek istedikleri bu. Yani Türkiye'nin hukuki zeminle beraber hiçbir zorlama, baskı olmadan parçalanmasıdır. Kaç parçaya ayrılması? 7 parçaya, 8 parçaya, 10 parçaya ayrılmasıdır. Şimdi, Türkiye böyle bir kaderle karşı karşıyadır. 

Mandacılık Türkiye’de Kaçınılmaz Bir Akıbet ve Kader Düşüncesi Haline Getirildi

O halde Türk siyasetinin ve Türk milletinin oturup başını iki diz kapağının arasına alıp çok ciddi değerlendirmeler yapma zamanı gelmiştir. Bir defa, siyasi partilerimizin kısa mesafeli istikballer peşinde koşarak ciddi tavizler vermesi… Düşünebiliyor musunuz, merhum Mustafa Kemal Atatürk'ün partisi bile artık halkçı olmaktan çok uzak kalmıştır. Efendime söyleyeyim bağımsız düşünceye malik olmaktan çok uzak kalmış, Avrupa Birliği yanlısı olduğunu deklare ederek; ABD'nin de sanki bu bölgede Türk milletinin hesabı varmış gibi o taraflı bir siyasete meyletmişler ve bunu açık olarak gerek vekilleri gerekse teşkilatları deklare etmeye gayret ediyorlar. Şimdi en fazla bağımsızlık yanlısı olması gerekenler, bir de bakıyorsunuz bağımsızlıktan yana değil. Hele milliyetçilik ruhuyla millete sahip çıkma duygu ve düşüncesinde olması gerekenlere yine bakıyorsunuz; aaa bir numaralı ABD’ci olmuş, IMF’ci olmuş, Avrupa Birlikçisi olmuş. Kısaca mandacılık Türkiye'de sanki kaçınılmaz bir akıbet ve kader düşüncesi haline getirildi. Şimdi millete de bunu empoze etmeye çalışıyorlar. Yani, köleliğin adına hürriyet diyorlar; köle olmanın adını hürriyet diyorlar. Bu çok sakıncalı; Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Üniter Devleti'ni yok eden efendime söyleyeyim çok sakıncalı, vahim bir yoldur ve de manzaralı. 

Türkiye’nin Kendisine Yeni Müttefikler Bulması Lazım

Türkiye işte bu gidişatı durdurması, alternatif proje ile beraber bunun karşısına çıkması lazım. Ha nasıl çıkacak? Evvela Türkiye şu içindeki bozuk yapıyı düzeltmesi, birlik ve beraberliği millet olarak efendime söyleyeyim milli bir politika haline getirmesi lazım ve buna da mecburuz. Bu milli politikaya kavuştuktan, millet kucaklaştıktan, birbirini sardıktan, sarmaladıktan sonra ikinci hedefimiz de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Misak-ı Millî hudutları içerisinde gözü olmayan ve bu topraklarda hesabı bulunmayan devletleri arayıp bulması, onlarla kader birliğine gitmesi lazım. Sen şimdi Güneydoğu'daki komşuna, benim stratejik ortağım diyorsun. Yahu daha Lozan Anlaşması esnasında merhum Mustafa Kemal Atatürk'e teklif gönderiyor ‘Yeraltı madenlerini bana verirsen Güneydoğu sınırını kabul ederim, vermezsen etmem’ ve merhum vermiyor. O günden bu tarafa da kabul etmiyor. Sen şimdi ülkenin üzerinde yüzde yüz hesabı olan adamı dost diye ilan ediyorsun ve bana siyaset yaptım diye de uyutmaya çalışıyorsun beni. Bunların hepsi hikâye. O zaman ya sen onu tanımıyorsun veyahut da senin niyetinde bir bozukluk var. Bunu ben söylerim. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Kısaca peki efendim ne yapmak lazım? Ha bu bölgede İsrail'in hesabı Türkiye'dir, Anadolu'dur, Güneydoğu’dur. Amerika Birleşik Devletleri'nin hesabı Güneydoğu’dur. Avrupa Birliği'nin hesabı da Türkiye'dir yanlış anlamayın. Bütün bunlara baktığımız zaman Türkiye'nin o halde kendisine yeni ortaklar, yeni komşular, yeni dostlar, yeni müttefikler bulması lazım. Mesela ben geçen akşam bir kanalda izledim; bir tane ilim adamı, akademisyen hanımefendi kardeşimiz dediler ki “Mesela bu stratejik ortak, yeni yapılanmada bizim ortağımız Rusya olabilir. Çünkü Rusya da aynı tehlikelerle baş başa”. Türk dünyasını ayıktırabiliriz. Artı, Uzak Doğu’yu ayıktırabiliriz ve bu stratejik ortaklıkta, bu kader birliğinde gerek ekonomik yönden ayakta durabilmek gerekse kendimizi güçlü gösterebilmek için mutlaka güçlü devletlerle birlikte de bir gösteri birliğine efendime söyleyeyim gövde beraberliğine gitmemiz lazım geliyor ki; dediğim gibi mevcut olan şu yapıyı aşıp farklı bir yapıya, o yapıda da Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde hesabı olmayanlarla bu işi yapmamız lazım. 

Rusya’ya da ‘Bak Sen Ara Sıra Niyetini Bozabilirsin, Bak Seni de Tanıyorum’ Mesajları Vermek Lazım 

Şimdi az evvel Rusya dedim, Rusya'nın ise böyle bir hesabı ara sıra olabilir. Onu da eğer bu birliktelikte tutarsak, yani ona bakarken de ‘Bak sen ara sıra niyetini bozabilirsin, bak seni de tanıyorum’ mesajlarını da vermek lazım. O da bu düşüncelerden uzak olsun, ari olsun diye. Kısaca demek istediğim; benim şu, bu devlet olsun yerine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde Misak-ı Millî hudutlarımızda gözü olmayan, topraklarımızda hesabı bulunmayan, kültür yapımızı, örf, adet yapımızı ve de üniter yapımızı bozmak diye bir hesabı bulunmayan bir devlet veya devletler topluluğu veya milletler ile Türkiye'nin böyle bir kader birliğinde bulunması çıkarınadır, diyorum efendim. Bunu araştırmak lazım. Bunun için yola düşmek lazım. Böyle bir kader birliği yapan topluluğumuz bugün olsaydı, Kıbrıs meselesi bu noktada olmazdı. 

Kıbrıs, Biz Bağımsız Bir Politika Uygulamadığımız İçin Bu Noktadır

Kıbrıs niye bu noktada? Kıbrıs'ın bu noktada olmasının temel esprisi böyle kader birliği yapacak, bizim ‘evet’ diyeceğimize ‘evet’ diyecek, ‘hayır’ diyeceğimize ‘hayır’ diyecek dostları, arkadaşları maalesef devlet olarak bugüne kadar kazanmadık da ondan. Ya ne oldu? ‘Evet’ dediklerine ‘evet’ dedik, ‘hayır’ dediklerine ‘hayır’ dedik ama bizim ‘evet’imiz, bizim ‘hayır’ımız olmadı. Yani biz uydu bir politika… Bağımsız bir politika uygulamadık, uydu bir politika uyguladık. Şahsiyeti olmayan adam diyor ki taa yeni değil bu 150 sene evvel diyor ki, kendi efendime söyleyeyim hariciye masalarında bunu proje, plan, program haline getirmişler “Biz” diyor “Akdeniz'i, Afrika'yı, Anadolu'yu, Avrupa'yı kontrol edebilmemiz için Kıbrıs'ta mutlak surette hakimiyetimizin olması lazım”. Ya şeysine bakıyorsun bu milletin, bu devletin geçmişine bakıyorsun; 200 senenin biraz üzerinde. 
Bu kadar yakın zamanlık bir devletin 50-60 sene sonraki hedefi, Türkiye Cumhuriyeti'nin tasarruf ettiği bölgeler ve yerler oluyor. Bunlar bakıyorsun 100 sene evvel senin Anadolu üzerinde hesabı olan millet ve devletler… Kim bunlar? Bizim müttefikimiz diye efendim neymiş? Güçlüymüş; buna mecburuz.  Çok basit ve aldatıcı bir yalan rüzgarına Türkiye teslim edildi. En kısa zamanda millet ve devlet olarak bu yalan rüzgarından kurtulmamız, hakiki dostları… Gerçi ülkeler arasındaki dostluklar da menfaatle sınırlıdır. Menfaati menfaatimiz ile uyuşan ve bu dediğimiz noktalarda da bizimle çakışmayanları arar buluruz, o mesele değildir. Mesela Uzak Doğu'daki dünya şampiyonasında yapılan maçları hatırlarız; Japonya bize nasıl sahip çıktı, Kore nasıl sahip çıktı? Şimdi bu aransa bulunur, yani arayan demiş mevlasını da bulur belasını da bulur. Ama biz doğruyu, güzeli aramakta herhalde de biraz geciktik, geri kaldık. Bunu ararsak bulacağız inşallah. Evet efendim. 

Amerika Birleşik Devletleri Bölgede Yapmak İstediklerini Bizim Üzerimizden Yapmaya Çalışacak 

Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri çok kurnaz oynuyor. Diyor ki “Ben Ortadoğu'da yapmak istediğimi tek başıma yaparsam yıpranırım. O zaman bana el, ayak olacak bir devlet, bir millet lazım”. Hazır NATO bu işte biçilmiş kaftan. İstanbul'u merkez kabul ederek, yani Türkiye’yi merkez kabul ederek Ortadoğu devletlerinin bizi karşısına geçiriyorlar. Yani, yapmak istediklerini bizim üzerimizden yapmaya çalışacaklar. Bu olayda, bu hadiselerde Amerika Birleşik Devletleri bir yıpranacak ise Türkiye Cumhuriyet Devleti ve millet olarak biz iki yıpranacağız; bu kaçınılmaz neticedir. Türkiye aslında bu oyuna maalesef gelmek üzeredir. İnşallah akıllı bir büyüğümüz çıkar da bunları kökünden durdurur, diyebilirim bu konuda.

ABD'nin Ortadoğu’da Sahip Çıktığı Hiçbir Şahsın Akıbeti Hayır Olmamıştır

Şimdi tabi başta girerken bunu ifade etmeye çalıştım; ‘zaten nasıl olmasa biz bu büyük projenin karşısında duramayız, inisiyatif alalım, bizi kendi kollarının altına alsın, biz de burada bir pay alalım’ düşüncesinden hareketle bu noktaya gelindi. İşte onun karşısında duramayız. Eğer bu bir eşkıyalık, bir gasp olayı ise onun karşısına Türk milleti çok rahat durabilir. Kaldı ki ABD'nin bugüne kadar destekleyip sahip çıktığı Ortadoğu ülkelerinde hiçbir şahıs akıbeti hayır olmamıştır. Mesela Şah’ı düşünün. Şah’ı Humeyni'nin hareketinden koruyabildi mi? Şah kaçacak delik aradı, dünyada kendisine bir yer zor bulabildi ve adamcağız kanserden ölüp gitti. Bunun gibi mesela Irak'ta Saddam, sanki tek başına Irak'ta yaptığı hadiseleri yaptı. Saddam bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri'nin adına Irak'taki hareketlerin başında olan, bunları idare eden insandır. Çok enteresandır, İran savaşı esnasında var kuvveti ile ABD, Saddam'ı desteklemiştir. Ne zaman ki istediklerini bitirdi, yerine getirdi; ondan sonra Saddam'ın vazifesi bitti. Milleti tarafından da sevilmeyen bu insanı hain diye ilan etti. Yani onu kahraman olarak ilan eden de Amerika Birleşik Devletleri, hain olarak ilan eden de Amerika Birleşik Devleti’dir. Yani o hatırlarsanız peşmergelere yaptığı zulüm… Bunu Amerika Birleşik Devletleri teşvik ederek yaptırdı. Önce onlar suçlu, bunlar suçludur demek suretiyle teşvik etti Saddam'ı; arkasından da haksızlıkları tek tek dile getirerek peşmergeleri Saddam'ın karşısına dikti. 
Şimdi şunu demek için olayı bu kadar genişlettim; yani bugüne kadar hiçbir örnekte Amerika, ortaklık yaptığı adamlarını korumamıştır veya koruyamamıştır. Eğer bugünkü hükümet bu mantıkla hareket ediyorsa; bir Molla Kasım gelir, bu hesabı bozar bir. Ve bunun önünde Amerika'da duramaz iki. 
Bilmem anlatabiliyor muyum? Olay bundan ibaret. 
Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyor, saygılarımı arz ediyorum efendim. Allah'a emanet olsunlar. İstirham ederim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir