Neler Okuyacaksınız
Berat Kandili
Özel Sohbet 1995 -1996
Evvela bu mübarek gecenin milletimize, İslam alemine ve bütün insanlığa hayırlı, uğurlu olmasını; bu vesile ile nefislerimizin, aile efradımızın, yakınlarımızın, dostlarımızın Allah'ın rahmetiyle mağfiret olunmasını niyaz ediyor; kardeşlerimizin kandillerini tebrik ediyorum. Hayırlı, uğurlu, mübarek olsun.
Berat Gecesi Kur'an'ın Levh-i Mahfuzdan Dünya Semasına İndiği Gecedir
Efendim şunu çok iyi bilmek lazım, Allah'ın insanoğluna zamanlar içerisinde bahşettiği çok mükemmel zamanlar vardır ki bunlardan bir tanesi şu anda idrak etmekte olduğumuz mübarek Berat Gecesi’dir, Berat Kandili’dir. Bu gece sadece insanlara, müminlere ait olmayıp Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin meleklerine de tahsis ettiği bir bayram gecesidir. Biliyorsunuz melekler için gece ve gündüz fark etmediğinden, onlar için bayram bu gecedir. Melaike-i kiram hazeratının iki bayramı vardır. Bir tanesi bu gecedir, diğeri de Kur'an-ı Kerim'in dünya semasından insanlığa indiği Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in Hira Dağı’nda, Hira Mağarası'nda indiği Kadir Gecesi’dir.
Esasen bu gece de Ayet-i Kerime'ye göre mübarek bir gece olup bereketli bir gece olmasının sebebi, Kur'an'ın levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş olmasında saklıdır. Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak esteizübillah ‘inna enzelnahu fi leyletin mübareke’ yani, biz onu mübarek bir gecede indirdik (Duhan Suresi, 3. Ayet).
O gece, işte bu gece. Şaban Ayı’nın 14. gününü yaşıyoruz. Yarın Allah nasip ederse 15. gününe giriyoruz. İşte 15. gecesi leyle-i berattır, Berat Gecesi’dir.
Kur’an Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri'ni İzah Eden Beyandır, Delillerdir
Bunun bu kadar ulvî ve kudsi olması, Kur’an’ın levh-i mahfuzdan dünya semasına inmiş olmasından kaynaklanır. Çünkü Kur'an, Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri'nin zatını, sıfatını, esma ilahisini izah eden, anlatan beyanıdır, ayetleridir, delilleridir.
Allah Kur'an Vasıtasıyla Bizi Bize Anlatıyor
İnsanoğlu o Kur'an'a tabi olmak sureti ile evvela kendi şahsını, nefsini tanıyor; bilahare onu yaradan Rabbini tanıma imkan ve fırsatını buluyor. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ‘men arefe nefse, fekad arefe rabbe’ nefsini tanıyan, Rabbini tanır. İşte insanın kendi nefsini tanıyabilmesinde ölçüyü, yolu, mikyası bildiren, gösteren Kur'an'dır. Eğer Kur'an olmamış olsa idi, insanın kendini tanıması mümkün olamayacaktı. Allah Kur'an vasıtasıyla evvela bizi bize anlatıyor. O bakımdan Yunusumuz ne kadar güzel demiş ‘İlim ilmi bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır’. Evet, biz kendi zatımızı Kur’an vasıtasıyla tanıyoruz. Sade bu değil.
İnsanın Kendini Tanımaktaki Rolü, Allah’ı Tanımasıdır
2. Kur’an insanın kendi nefsini tanıtmakla bırakmıyor, insan kendi nefsini tanıdıktan sonra onu bir ayine-i ilahi yapıp Rabbini tanıyor. İşte az evvel okuduğum Hadis-i Şerif'teki maksat buydu. Allah'ı tanır; kendini tanıyan, nefsini tanıyan Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri’ni tanır. Esasen insanın kendini tanımaktaki rolü, Allah’ı tanımasıdır. Allah'ı tanımadıktan sonra, kendini tanısa ne olacak tanımasa ne olacak. Bunun kıymeti nerede ortaya çıkıyor? İnsan, Allah'ı tanımaya arif oluyor kendini tanımakla da ondan.
Binaenaleyh asıl mesele, asıl dava insanın kendini tanımasıdır. Burada toparlıyorum, işte insanın kendi özünü tanımasına anahtar Kur'an olduğu için, Allah'ı onunla beraber tanıması münasebetiyle Allah'ı tanıyan; bütün eşyayı, mahlukatı, kainatı tanımış olur ki işte Kur'an bütün bunları insanın önüne seren ve sergileyen bir kitab-ı ilahidir. O kitap, bu mübarek gecede indi; leyle-i berat, Berat Kandili. Allah onun azameti, yüzü suyu hürmetine insanları affediyor.
Bu Gecenin Manası: Beraat Etmek, Temize Çıkmak, Af Olunmak, Kurtulmaktır
Berat, ne anlama geliyor? Beraat etmek. Ne demektir? Temize çıkmak demektir. Değil mi? Af olunmak demektir, kurtulmak demektir. Peki nereden insan kurtulur? Kendisine yabani olan şeyden, zararı olan şeyden. Nereden af olur? İşlediğinden. Eğer işlediği masiva, hata, isyan, vebal varsa bundan. Yani ne demek oluyor istivah anlamı? Kelime anlamı, kurtuluş; beraat ediyor insan. Beraat etmek, kurtuluyor. Neden kurtuluyor? Günahından kurtuluyor. Neden azadi oluyor, hürriyetine kavuşuyor? Meşakkatinden, dünyanın meşakatinden, mihretinden; bunlardan uzak oluyor. Kime yaklaşıyor? Kendisini yaradan yüce Rabbine. Yani insan kendisini dünyaya bağlayan duygu, düşünce ne varsa bütün bunlardan adeta bu gecenin yüzü suyu hürmetine rıhlet ediyor, çıkıyor, hafifliyor. Ruhu bedeninden çıkıyor, kime vuslat ediyor? Kendini yaradan Rabbine. İşte bu anlam; beraat etmek budur, kurtulmak budur. Neden işte? ‘Beden kafesinden uç ey kuş, öz hürriyetine uç’. Mevlana kaddesallahu sırrahul aziz, öyle diyor ‘yırt beden kafesini uç’. İşte insan uçacak. Bizim için, esasen daha doğrusu insan için, iman ehli için beden bir muvakkat hapishane. Arifler bunu böyle tarif ediyor. Zira hakikatteki alem, onun geldiği Rabbinin indidir; ona kavuşmak istiyor. Ona gitmek günahlardan, masivadan temiz olmakla mümkün. İşte bu gecenin yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak, beraatımızı veriyor. Temizliyor bizi. Temizleneceğiz bu gece. Temizlenmemiz lazım. Ruhumuzu hafifletmek, onu yüceltmemiz lazım. Bu gecenin bu anlamı, bu manası var.
Berat Gecesi Bir Hesap, Murakabe ve Muhasebe Gecesidir
Diğer taraftan bir başka manası var ki tabii Rabbimiz böyle ulü’l azim, fevkalade bir gecede dünyaya gelecek olan, bir yıl içerisinde doğacak olanların… 2. Dünyadan ayrılacak olanların, rıhlet edecek olanların ki buna biz ‘ölüm’ diyoruz. Meşreb-i sufiyede Hak'a yürümektir. Allah'a yürüyecek olan yani ölecek olanlar, doğacak olanlar hep bunlar tek tek tespit ediliyor bu gece. 3. Daha, sade onunla kalınmıyor. Rızıklar, rahmet nasibi. Öyle ya biz en büyük rızık, insanın Allah'ın rahmetine kavuşmasıdır. Hani Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak ne buyuruyor? ‘en'amte aleyhim’, nimet verdiklerin dua ediyoruz Cenab-ı Hak’a. Yarabbi, senin nimet verdiğin. Kim bu nimet verdiği Allahımız’ın? Kalplerine iman nuru verip ibadet aşkı verip kendi sevdasını verip insanları haliyle, sözüyle ikaz edip irşad eden. İşte bu, nimet. Bunların yoluna bizi ilet, diye dua ediyoruz Kur’an’da. İşte bu tip rızıkların ve maddi rızkın dağıldığı, tespit edildiği bir gece. Kısaca bu gece aynı zamanda bir hesap, bir murakabe, bir muhasebe gecesi.
Berat Gecesi Bayram Gecesidir
Bu nedenle bütün bu nedenlerden, bu sebeplerden ötürü olacak ki melaike-i kiram hazeratı insanlık adına, bizim için bayram ediyor; bu gecede bayram ediyor. Bu gece öyle bir bayram gecesi ki mahlukatın tamamı, melaikenin tamamı, ehl-i iman olanın tamamı bayram eder. Allah o bayramı yaşamayı, yaşatmayı bütün ümmete, özellikle milletimize nasip eylesin.
Bu gecenin yüzü suyu hürmetine Kafkaslar’da Rus zalimlerine karşı mücadele eden Çeçenli kardeşlerimizi galip getirip düşmanlarını zelil mağdur eylesin. Yine aynı zamanda Bosna'da Sırplara karşı mücadele eden aziz Bosnalı mümin kardeşlerimizi de düşmanlarına karşı galip eylesin diye dua edelim. Bizi dinleyen kardeşlerimize de rica edelim, bu gece bu kardeşlerimizin galibiyetleri için dua etsinler. Cenab-ı Hak bu duaları makbul eder, bunda hiç de kimsenin şüphesi olmasın.
Bu Gece Hepimiz Bir Yıl İçinde Neler Yaptığımızı Düşünmeliyiz
Kısaca böyle bir hesap, kitap, mürakebe, muhasebe gecesi. Bu gecede hep düşünmeliyiz; ne yaptık bir yıl içinde? Mademki muhasebe gecesi, mürakabe gecesi; biz bir yılda ne yaptık? Belki başkasına hesap verirken çok şeyimizi gizleyebiliriz. Ama hiçbir şey yok ki Allah'a kapalı olsun. Hatta bizim nefsimize, bize karşı kapalı olur; Rabbimize karşı açık olur. Neden? Sen 50 sene evvel, 60 yaşındaysan, yaptığını unutursun. Cenab-ı Vacibul Vücud bunların hiçbirini unutmaz. Zaten huzur-u mahşerde ‘ikra kitabe’, oku kitabını dendiği zaman; Allah Allah… O senin nice unuttukların varken, tek tek önüne çıkacak. İşte bu muhasebeyi bu gece yapmak lazım. Bu tip geceler, bayram gecesi olması münasebetiyle; bayramın değerlenmesi, ibadet-i taat ile Allah'ı zikir ile kısaca bu hesabı yapmakla geçirilmesi lazım ki gece tam anlamıyla değerlensin. Rabbimiz de bize rahmet eylesin, kusurlarımızı affeylesin ve bu gecenin feyzinden ümmet-i Muhammed feyziyab olsun, diyoruz. Allah hepimiz için hayırlı, uğurlu, mübarek etsin. Milletimize birlik, beraberlik ihsan eylesin. Kardeşlerimizin kandilleri hayırlı olsun, diyorum.
Tek Maksadımız Allah'ın Rızasını Kazanmaktır
Şimdi esasen insan için en büyük vebal, kendini yaratan bütün mahlukatı halk eden Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri’ne ortak koşmasıdır. Buna ‘şirk’ diyoruz. Bu geceden istifade edebilmek için evvela bu şirkten tamamen temizlenmek lazım, şahadet getirmek lazım, kelime-i tevhid okumak lazım. Allah'a hiçbir şey ortak koşmayacağız. ‘La mabude lahu’, Allah tek mabûddur, ibadet yapılandır. ‘La maksu’ değil yani. Tek maksadımız Allah'ın rızasını kazanmaktır. ‘La mahbube lahu’, sadece sevilen Cenab-ı Vacibi Vücud’dur. İşte bu anlamları içeren tevhidi okumak. Yani ‘la ilahe illallah’ dediğimiz zaman, Allah'tan başka ilah yoktur dediğimiz zaman maksadımız; o Allah'ın rızasına, muhabbetine nail olup ona hiçbir şeyde ortak, eş koşmamayı kalbimize yerleştirme. Bu şekilde ne yapmaktır? Tekâmül etmektir, birincisi bu.
İnsanların Hakkını Gasp Etmek Kadar Korkunç Bir Eylem Olamaz
İkincisi; Cenab-ı Vacibul Vücud kullarından istediği, zatına ortak koşmamak. Yani, buna ‘şirk’ diyoruz. İkincisi de kulların hakkını gasp etmemek. Yani insanların hakkını gasp etmek kadar korkunç bir eylem olamaz. ‘Kul hakkı’ diyoruz buna biz. Cenab-ı Hak hiçbir kulun hakkına sünneti gereği, buna ‘sünnetullah’ denir, müdahale edemez. Onun için ister inanan olsun ister inanmayan olsun, insanların mümin olarak biz hayatımız çizgisi içerisinde hukukuna mutlaka uymak mükellefiyetimiz vardır. Cenab-ı Hak bir zerrenin hesabını soracak; işlediğiniz zerre kadar hayır varsa mükafatı, şer varsa cezası. Yani sen şerrin nispetinde bir insanın hak ve hukukuna taarruz ettin ise, Allah korusun bunun hesabını veremezsin. Taa nereye kadar? O insanın seni affetmesine kadar.
Binaenaleyh, kul hakkı deyip geçmeyeceğiz, insanlarla helallik almış olacağız. Bu bizim en yakınımızda da olur, en uzağımızda da olur fark etmez. Dostumuz da olur, düşmanımız da olur. Değil mi ki onun biz hakkını gasp ettik; işte bu gecenin füyuzatından istifade etmemiz zor, belki de imkansız olur.
Zina, En Büyük Kul Hakkıdır
Birincisi şirk, ikincisi bu dedik. Üçüncüsü, Allah korusun ‘zina’. Taht-ı nikahında olmayan bir insana efendime söyleyeyim yaklaşmaktır. Bir kişiye, kadına yaklaşmaktır zina. Bu günahta af olunmaz. Bu en büyük kul hakkı. Anlatabildim mi? Allah'ın koyduğu hudududur. Zaten geçmiş kavimlerin helak olmasının asıl nedeni, sebebi nedir? İşte bu zina felaketidir. Allah nikahı, nikah ile insanlar arasındaki münasebeti helal kılıyor. “E canım ne olacak; nikahlı olsa ne olacak, nikahsız olsa ne olacak? İkisi de birbirinden razı”. Öyle şey yok.
Hayatın bir ölçüsü ve de bir gayesi vardır. Sen, sıvıdır diye, affedersin idrarı içebilir misin? O da sıvıdır. İdrar, sıvıdır. Onun temizi nedir? Sudur; su helaldir, su içersin. Efendim “o da sıvıdır”, onu içemezsin. Bu ne ise, o da odur. Yani mutlak surette Cenab-ı Hak, bunlara bir ne koymuştur? Ölçü koymuştur. Bu ölçüye insan uyacaktır. Mümin sadece bedeni ile insanlara yaklaşması zina değil. Kalbini bozarak bir insana tevessül etmesi bile kalp zinası olur, göz zinası olur. Bunlara bile Müslüman, dikkat edecek. Onun için Müslüman’ın hayatında namus emniyeti tamdır; kadın olsun, erkek olsun.
Tesettür Neden Gereklidir?
İşte tesettürün bundan gereği var. “Efendim tesettüre ne gerek var?”. “Ne gerek var” ne demek ya. Eğer sen dış dünyanla beraber karşındaki insanın iç dünyasını tahrik etmiyorsan, o zaman senin sokakta yürümen de ibadet olur kadın olarak. Güzel, güzel ama değil dış dünyanla, dış tabiatınla eğer insanların kalp aleminde bazı duyguların tahrik edilmesine vesile oluyor ve de ona bazı düşünülmesi mahsurlu olan şeyleri düşündürüyorsan; işte orada da suçlusun, vebal altındasın. Fiili olarak bir işi yapman şey değil, hoş. Sen de, efendim gizli bir şekilde, hayal dünyasında bu işi yapan insan da günah altındadır. Sen iki günah altındasın. 1.Kendini mânen, çok affedersiniz madden ona, onun hayal dünyasına girme gibi bir takdim içerisinde olman münasebetiyle onu günaha sokuyorsun. 2. Kendin günaha giriyorsun. Yani iki vebali birden taşıyorsun.
Batı Dünyasında İktidar Denilen Keyfiyet Yok Olmuştur
Buraya gelmişken müsaadenizle, bakınız bugün batı dünyasında yanlış anlamayın tesettür nedeniyle esasen insanımız o kadar şeyini kaybetmiştir ki; bunun farkında bile değiliz. Çok basit gibi geliyor bize. Kadın ve erkek, erkekliğini ve kadınlığını kaybediyor; gücünü kaybediyor. Batı dünyasında iktidar denilen keyfiyet yok olmuştur. Bir ilim adamı olarak konuşuyorum; yani, hayal ettiğim bir şeyi anlatmıyorum. İlim. Danimarka'da 38 yaşına erkek veya kadın geldiği zaman işi bitiyor bunların ki aslında şehvet, kullarına Allah'ın verdiği en güzel nimetlerden biridir. Bunun bile zevkinden mahrum oluyor. Anlatabildim mi? Nedir bunun asıl nedeni? İnsan eliyle, diliyle, bakışlarıyla, işitmesiyle, her şeyiyle enerji sarf ediyor. Pek ileri gitmek istemiyorum. Bu enerji devamlı harcanıyor, farkında olmuyor. Devamlı harcanıyor, farkında olmuyor. Ama kendisi için olması gereken hal zuhur ettiği zaman iktidar kalmadığı için, zembereği boşanmış saat gibi vazifesini yapamıyor. Anlatabildim mi? Zaman, yaş ilerledikçe; bu hal, keyfiyet, sıhhat onda bayağı dökülüyor. Bir de bakıyorsun ne erkekte erkeklik kalmış ne kadında kadınlık. Bu benim düşüncem değil, yanlış anlama. Fransa'da Sorbonne Üniversitesi’nde 60’lı yıllarda profesörlük yapmış, Pedagog Prof. Le Pere J. Kürsü Başkanı “Tek yol” diyor “Muhammed-i hayatın tesettür anlayışını hayatımıza geçirmeye bağlıdır” diyor “Batının iktidarı buna bağlı” diyor.
Batıda Aile Hayatı Güçlü Değildir
Şimdi çok enteresandır; kadın erkekte aradığını, erkek kadında aradığını bulamıyor. Bak tesettürde neler çıkıyor? “Efendim ne var tesettürde?”. Bak neler var. Sen düşün ki erginlik çağına, çok affedersin, evlilik çağına gelene kadar 10-15 tane hanımla arkadaşlık yapıyorsun. Kiminin gözü, kiminin kulağı, kiminin yüzü, kiminin sözü, kiminin eli, ayağı filan hoşuna gidiyor. Öyle bir insan tipi hayalinde zuhur ediyor ki bunu en sonunda evleneceği bir kadında, kadın da erkekte bekliyor. İkisi bir araya gelip yuva kurduğu zaman, mümkün müdür ki bu kadar müteferrik unsurlar bir araya gelsin de bu insan ortaya çıksın? Mümkün değil. Onun için batıda aile hayatı güçlü değildir, kuvvetli değildir. Neden? Hayaldeki erkek bulunmamıştır, kadın da bulunmamıştır. Zaten iktidar da kalmadığı için fos oluyor bunun neticesi. Anlatabiliyor muyum? Tabii tabii.
Hayatta Ölçü Olmazsa, O Hayatın Ne Zevki Ne Gayesi Olur
Şimdi burada bizim üzerinde durmak istediğimiz nokta, yani bu ilmi bir hakikat. Ne oluyor o zaman? İnsan… Homoseksüellik diyoruz. Kadın erkekte, erkek de kadında aradığını bulamayınca ne yapıyor? İkisi hemcinslerinde bu yolu denemeye, bu zevki tatmaya çalışıyor; erkek erkekte, kadın kadında. Allah muhafaza etsin. Lutilik dediğimiz kötü amel zuhur eder ki toplumların helak olması demektir bu.
Neymiş? İnsanlık… Ne ilerlemesi, hayvanlaştık, Allah korusun. Efendim, e insan istediği gibi yaşaması lazım. Öyle şey mi olur? Sen istediğin gibi her hal, hareketi yapabilecek olsan, ölçüsüz bir hayat içinde olsan, hayatta ölçü olmazsa; o hayatın zaten ne zevki olur ne gayesi olur ne maksadı olur. Hiçbir şeyi olmaz. E ben şu anda istiyorum ki, askerlik yapmayayım. O zaman ne olacak bizim Güneydoğu'nun hali? E canım, benim canım öyle istiyor. Hadi oraya sen o askeri koymazsan, vatan elden gider. Mutlaka bir insan, bir ölçüye uyuması lazım. Her konuda bu böyle. Yapmadığın takdirde nasıl o taraf elinden çıkarsa; vücudunun diğer tarafı, nefsine ait mükellefiyette bir ölçüye malik olmadığın zaman o yönün boşalır, gider senden.
Binaenaleyh, uzattık mı bilemiyorum, Cenab-ı Hak'ın her emrinde ne kadar güzel nükteler ne kadar güzel faziletler var. Bu sebeple diyoruz ki Allah'ımız bize… “Zina nedir canım işte” diyemezsin, haramdır. İslam'ın koyduğu tedbirler o kadar enteresandır ki “Canım ya bu iptidailiktir”. Hadi ordan be, sen ne anlarsın? Senin kafan ne anlar? O neticeyi insan düşündüğü zaman işte o eyleme yaklaşamaz. O zaman herkes birbirine hakikatte insan sevgisiyle bağlanır. Sevgi budur. Onun hukukuna uyar, saygılı olur; kadın olsun, erkek olsun. Ve eskilerimiz ne kadar güzel, Allah onlara rahmet eylesin, herkes birbirine namusunu emniyet ederdi. Niye? Hudut belliydi. Anlatabildim mi? İşte bunun olması için, bu eylemlerin olmaması lazım; az evvel ifade ettiğimiz neticenin zuhur (etmesi için). Onun zuhuru için de işte insana Cenab-ı Hak diyor ki “Sen şayet böyle bir hal olursan, bu geceden istifade edemezsin”. Allah korusun.
‘Bidat’ Kendi Koyduğun Hükümleri Din Yerine Koymaktır
Evet daha, kendi kendine ‘bidat’ yani dini kaideler icat etmek. Adam kalkıyor şimdi fetvalar veriyor. İslam'ın i’sinden haberi yok veyahut ta bir iki tane kitap okumuş; müctehid oluyor herkes. Kardeşim senin ictihad edip fetva vermen mümkün mü ya? Neymiş? Ben bunu böyle düşünüyorum.
Türkiye Cumhuriyeti hukuk fakültesini kurdu. Bu fakültede herkes hukuk tahsili yapıyor. Hayır “Niçin bu kurulmuştur canım?” deyip de biz hukuku inkâr etsek, yani fakülte eğitimini inkâr etsek, öğretimi inkar etsek, her birimiz elimize birer tane kanun kitabı alsak? Bu ceza hukuku nevinden olabilir, aile hukuku nevinden olabilir, miras hukuku nevinden olabilir. Düşünebildiğini… Miras meselen olduğu zaman aç hukuk kitabını, bak ona. Ee? Hüküm ver. Yapabilir misin bunu? Mümkün değil. Niye? Çünkü meseleyi bilmek kâfi değil sadece, bir de bunun usulü var. Hadi bu da yetmiyor. Örfi var. O da yetmiyor, adeti var. O da yetmiyor, geleneği var. Yani bunların birer uygulanış stili var. O şablonu oturtma var. Bunu sen yapamazsın. Onun için uygulamada görüyorsun canlı şeklini, hâkim şunu şu sebepten reddediyor; şunu şu sebepten kabul ediyor. Bütün bunlar senin bilgine bir şekil veriyor. Müşahhas bir örnek karşına dikiliyor. Avukat olduğun zaman müdafaanın tarzı çıkıyor ortaya; hâkim olacağın zaman hükmünün tarzı çıkıyor ortaya; savcı olacağın zaman iddianın tarzı çıkıyor ortaya. Yani canlı birer şekil kafanda o hukuki deyimler, terimler, ibareler ortaya canlı birer müşekkel halde çıkmış oluyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Niçin geldim buraya? Ha bidat. Kendi kendine “Ben bunu böyle yaparım”. Oğlum sen nasıl yaparsın böyle? İşte onu canlı şekle sokacak olan bir erbaptan, bir alimden; ahsetmen, öğrenmen, onun şekli ile şekillenmen... “Hayır, ben onu öyle yapmam. Aklım buna kafidir. Kendim içtihat ederim” dersen, işte o zaman… Allah rahmet eylesin, bizim bir hocamız vardı, “Gidersin” derdi “kabaklıktan aşağıya yuvarlanıp gidersin”. İşin… Dine hurafe sokma, bidat bu. Yani, kendisi koyduğu hükümleri din yerine koyma.
Peygamber’in Mezhebi Var mıydı, Meşrebi Var mıydı?
Şimdi en büyük bir bidat ile karşı karşıyayız, yanlış anlamayın. İnsanımıza bu gecenin yüz suyu hürmetine… İslam'ın iki ana temeli ve kurumu vardır. Bunlardan bir tanesi mezheptir ki tarihen bu sabittir, Rasulullah ile başlar. Peygamber’in mezhebi var mıydı, meşrebi var mıydı? Yoktu. Ama her sahabenin bir mezhebi, her sahabenin bir meşrebi vardır. İlmen bunu ispat ederiz. Ben şey olarak söylemiyorum, afaki konuşmuyorum; ilim olarak konuşuyorum. Peygamber, merkezdir. Mezhep, meşrep yol demektir. Merkezin yolu olmaz ki canım, yönü olmaz ki. Değil mi? Ona yol olur, ona yön olur. O bir Beytullah. Herkes ona koşuyor. Peygamber’in etrafındaki sahabelerin bir yolu var (ona bulmak) onu bulmak için; işte mezhep. Bütün sahabenin bir mezhebi var, bir meşrebi var. Onun için fıkıhtan bizim uyduğumuz zat İbn-i Mesud, İmam-ı Azam kanalıyla, maneviyat yolunda, kalp ilmi yolunda İmam-ı Ali Efendimiz’dir, Hz. Ebubekir Efendimiz’dir. İbn-i Abbas Efendimiz, fıkıh yolundadır. Kısaca buna gerekirse bir zaman, ona da değiniriz.
Siyasi Bir Mantığı Dinin Kurumları Yerine İkame Etmek En Büyük Bidattir
Yani şunu demek istiyorum, öyle efendim bu iki ana kurum İslam'ın kurumudur. Adam kalkıyor, bu iki ana kurum sanki yokmuş gibi onun yerine siyaseti ikame ediyor. O ne kadar “Ben dine hizmet ediyorum” demiş olsa da bunlara hizmet esas kabul edip başını o yola koymadık sonra %500 bidat içindedirler. %100 değil, %500. Siyasi bir mantığı, siyasi bir mantaliteyi, demokratik bir anlayışı ve kurumu dinin yerine, dinin kurumları yerine geliyorsun, ikame ediyorsun. Bu bela kadar büyük bela var mı? Allah senin belanı verir be. Ne zannediyorsun sen? Anlatabildim mi? En büyük bidat bu. Bunu böyle bilmiş olasınız. Efendim memlekete hizmet edilmeyecek mi? Tabii. Siyasi kurumların vazifesi millete, memlekete, dine hizmettir. Onlar bu şekilde kendilerini tanzim edecek. Mukaddes olabilmesi için, doğru olabilmeleri için de dindara, Müslüman’a, dini kurumlara hizmet etmeleri; camilere, hayır kurumlarına, millete, herkese hizmet etmeleri gerekir. O zaman meşru olurlar. Ne kadar hizmet ederlerse, meşrudurlar; ne kadar uzak olurlarsa, gayrimeşrudurlar. Anlatabiliyor muyum?
Elhamdülillah ülkemiz öyle bir noktaya geldi ki bugün hangi parti olursa olsun artık Müslüman'a bir şey söylemediğini görüyoruz. Hep Müslüman’a kendi itikatları nispetinde sahip çıkıyorlar. Bu nedenle bütün partili müntesipleri tebrik ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. Ricamız şu mübarek gecede; daha fazla bu dine sahip çıkmaları, hizmet etmeleridir. O zaman göreceksiniz, göreceğiz ki ülkede birlik, beraberlik, sevgi, muhabbet, dostluk, kardeşlik alabildiğine gelişecek. Hakikaten Cenab-ı Hakk'ın beyan ettiği kardeşlik, ülkemizde revaç bulacaktır. Değil mi? Kardeşlik ancak manevi duyguların tekemmül etmesiyle ortaya çıkar. Evet.
Kısaca bu olmayacak; bidat. Bidat ehli de bu geceden istifade edemez.
İtikadi Hatalar Zafiyet Kesinlikle Kabul Etmez
İtikadi hatalar hiçbir şeye benzemez Amelde hatan olur, af dilersin. Geldik işte bu geceye, af dilersin. Cenab-ı Hak affeder seni. Ama itikadi hatalar o kadar enteresandır ki buradan 1 milimetre açı farkıyla, 1 milimetre, bir yere nişan alıp ateş ettiğin zaman, 2 kilometre gittiği zaman; bu 1 milimetre, 200 metre olarak hedefe gider, ayrılır. Aya füze olarak gönderdiğin zaman bu açı farkını bir de baktın ki aya gitmemiş, bilmem nereye gitmiş. Değil mi? Onun için itikadi hatalar, zafiyet kesinlikle kabul etmez. Bu nedenle işte bidatı terk edeceğiz. Dinin kaide ve kurumlarına göre biz içtihat edeceğiz ki; o zaman bizim düşüncemiz sırat-i müstakim üzere olsun. Aksi takdirde sırat-i müstakim‘in anlamı ne olur? “Bana göre, ben şöyle düşünüyorum…”. Sana göre, bana göre… Dünyada 4 milyar insan var, 5 milyar insan var; 5 milyar tane kaide çıktı ortaya, kural çıktı ortaya. Herkes “bana göre” der. Gelgeç hanı mı bu yahu? Değil mi?
Sıla-i Rahmi Terketmek Büyük Bir Vebaldir
Evet daha, sıla-i rahim. Bunu terk etmek de büyük vebal. Bunu terk edenler de bu geceden istifade edemezler. Anayı, babayı, akrabayı ziyaret edeceğiz. Bunlar eğer tabii anne-baba rıhlet etmiş, ahirete göçmüşse kabirlerine gidip muhasebe yapmamızı, ölümden sonrasını hayatımıza geçirmemizi temin eder ki o zaman dürüst oluruz. Biz de öleceğiz. “Ben dün sizler gibiydim. Yarın siz, benim gibi olacaksınız”, kabir bize bunu söylüyor. Sizin gibi konuşurdum, eğlenirdim, sohbet ederdim, yerdim, içerdim, okurdum ama yarın siz de benim gibi böyle olacaksınız. Bu muhasebeyi yapma imkanını sıla-i rahim ile birlikte elde ederiz. Onlara yardım ederiz.
Hülasa bunları terk etmek lazım. Yani, bu şeylerden iç içe olan arkadaşlarımız geceden istifade edemezler, bu saydığımız 5 ana hususla.
Allah Kullarını Affetmeye Bahane Arar
E peki bu gecenin önemine gelince; bu gecenin önemi çok. Mademki af gecesidir, mağfiret gecesidir; mağfiret olmak isteyen insan kapısına gitmez mi, mağfiret kapısına yaklaşmaz mı? Ha yaklaşacak. Sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu mübarek gecede, Hz. Aişe annemiz buyuruyor “Baktım, yanımda yok. Bir dene göreyim, secdede Cenab-ı Hak’tan af diliyor. ‘Ya Rasulullah, Allah senin yüzü suyu hürmetine bütün mahlukatı halk etti, sen de mi bunu?’. ‘Allah affetmedikten sonra ben ne işe yararım?’” buyuruyor Peygamberimiz. Her şey Cenab-ı Hak’ın rahmetiyle muhterem arkadaş. Yine Hz. Aişemiz’den rivayet edilmiş bir hadis, Allah şefaatinden mahrum eylemesin, “Ben” diyor “onu aradım, bulamadım; hangi zevcesinde, hangi hanımında. Babam Ebubekir'e gittim, onda da yok. Halimizi anlattık, beni getirdi” diyor “Beraber gittik” diyor “Cennet-ül Baki Medine-i Münevvere'de, Allah'ın sevgilisi hıçkıra hıçkıra böyle ağlıyor. Duası şu ‘Yarabbi eğer beni sana isyan edenlerin defterine yazdın ise oradan sil. Sana kul olan abitlerin, seni seven aşıkların defterine yaz Yarabbi. Şaki’lerin defterine değil, seni kabul edenlerin defterine beni yaz Yarabbi’ diyor ve ağlıyor Peygamber Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz”. Yani affını diliyor Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah şefaatinden mahrum eylemesin.
Bu sebeple diyoruz ki, bu gece af gecesi. Biz de affımızı dileyeceğiz ve onun duası bu gecede şudur “Yarabbi sen affedicisin. Affetmeyi seversin. Beni de affeyle”. Tekrar ediyorum, bizi izleyenler hemen bir tarafa yazsın “Yarabbi sen affedicisin. Affetmeyi seversin. Beni de affeyle” bu gecenin zikri, duası, özü bu. Sabaha kadar af dileyelim Cenab-ı Hak’tan. Onun kapısına. Rabbimiz kullarını affetmek için, bağışlamak için bahane arıyor. Allah, kullarını affetmeye bahane arar. Yani bizi şöyle yukarıya tutmaz. İşte bu gece en büyük bahaneleri ortaya koyalım ve affımızı temin edelim inşallah. Bu konuda da özetle diyebileceğimiz budur. Bilmiyorum fazla mı uzattık?
Nefsi Tanıyan Bir Müallimin Bize Yol Göstermesi Lazım
Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefsi raziye, nefs-i merziye, nefs-i safiye, kamile bütün bunları anlatmamız gerekiyor. Ama ben öze, bunun bir öz şeysini vereyim dilersen. İbadet niçin ilim, onu söyleyeyim.
Şimdi başta girerken ne dedik? Kur'an, insana kendini anlatıyor kendisine. Biz, ibadet yaparak kendimizi tanıyoruz. Emmare-i insanın kendi içinde Allah'a vasıl olabilmek için bir yol var. Her insanın kalbinden Cenab-ı Hak'a bir yol gidiyor, Peygamber Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz buyuruyor. Şimdi bu yol önünde en büyük engel de gene bizde. O nefis dediğimiz perdeler, Allah'la kendi aramızdaki perdelerdir. Zaten bunlar olmamış olsa, bu perdeler arada olmamış olsa Cenab-ı Hak’ı her zaman, her yerde, her mekânda görürüz ve de isyan etmemize gerek kalmazdı. O zaman adımız da insan olmazdı. İnsan denmesinin nüktelerinden biri de imtihan safhasında olmamızdan dolayıdır. Yani, bu engeli koydu araya ki; bunu aşabilirsek işte adımız insan olacak, meleğin de üstüne çıkacağız. Hayır takılıp kalırsak belhum adal, hayvandan da aşağı ineceğiz. İbadet yaparak o şey de bize burak, binek, ibadettir. Bu nefsin kademelerini aşmada binek, ibadettir. Tabii, ibadettir ama bu işin ilmini bilen insan sana bunu yaptıracak. Herkes de bunu yapamaz.
“Ben bir şey aldım” bir misal vereceğim “reçete aldım doktordan. Bunu uyguluyorum” diyebilirsin. Başın ağrıyor, sana doktor bir ilaç yazıyor; miden ağrıyor, bir ilaç yazıyor. Birtakım tahlillerden sonra. Ama bir tanesinde gripten dolayı başın ağrımıştır, bir tanesinde tansiyondan dolayı ağrımıştır. Şimdi müsaade buyurun. Siz tansiyonunuzu düşürmedikten sonra bu baş ağrısı gitmez. İstediğiniz kadar grip için verilen ilacı kullanmış olursanız olun; tuzluya, yağlıya devam ettiğiniz müddetçe tansiyonunuz artar. Neymiş? Ben gribim. Halbuki senin tansiyonun yükselmiş. Bu inceliği anlatmak istiyorum. İşin farkında değilsin. Hayda tuzlu, yağlı arttıkça tansiyonu yükseltiyor. Bir de baktık ki baş ağrısı çok ileri noktalara gitmiş ve beyin kanaması olmuş, elden çıkmışsın. Ne yapıyoruz? Hemen bir doktora müracaat ediyoruz. Tansiyonunuzu ölçüyor, bakıyor. Bu ağrı, başın ağrısı; acaba tansiyon yüksekliğinden mi, şu veya bu nedenden mi? Değil mi? Veya bir başkası sebepten mi? “Efendim” diyor “bu” diyor “şu sebepten. Size ona göre bir…”. Yani, netice baş ağrısı ama etkiler farklı.
Şimdi şunu demek istiyorum, “E be canım açarım kitabı, Kur'an'ı; dualar okurum, bu yolları geçerim”. Yapamazsın işte. Bu yol çok uzun, delilsiz varılmaz. Yollar harami, yani yollarda eşkıyalar var. Nasıl madden yolumuzda eşkıya varsa, şakiler varsa; manen de eşkiyalar var. Onları geçmiş, onların hilesini görmüş bir ağabey, bir hoca lazım bize. Anlatacak sana. Hz. Musa ilmi ledüne talip oluyor, “Hz. Hızır'a uy” diyor Allah ona. Hz. Hızır'a gidiyor, bir pazarlık yapıyorlar. Ona alim oluyor, hoca oluyor. Kim? Hz. Hızır, Hz. Musa'ya. Biri veli, biri Peygamber.
Uzatmayalım, geleceğim nokta şu; yani, nefsini tanıyan, nefsimizi bilen bir muallimin, bir üstadın bizde eli olması lazım, bize yol göstermesi lazım, “Kardeşim şu kadar şunu okuyacaksın, şunu yapacaksın” neyse. Nefs-i emmareyi, o ibadet-i taatla aşıyoruz.
Allah ile Kul Arasında 7 Tane Nefis Perdesi Vardır
Şimdi bu perdeler… Allah'la kul arasında birinci perde açtık. Düşün ki, Allah’ımız ile aramızda 7 tane perde var. Hep perde olunca bir de tül perde var, tül şeklinde. Işık kaynağı, o 7 perdenin arkasında. Feyiz kaynağı, ışık kaynağı, nur kaynağı, hakikatin kaynağı onun arkasında. O perdeler, nefis. Birini açtık. İkincisini gene, şekli ile beraber açtık. Üçüncüsünü… İbadet bunlar, açtık. Dördüncüsünü. Şimdi ne kadar yaklaşıyorsa, o kadar muhabbetimiz fazla oluyor. Kimi tanıyoruz burada? Üçüncü perdeyi de geçtik. Kimi tanıdık? Birinci perde de tanıdığımız Allah ile üçüncü perdeye geçtikten sonra tanıdığımız Allah, sevdiğimiz Allah bir mi söyle bakayım. Mantık olarak, değil. Niye? Çünkü birinde sana gelen süzmenin miktarı %5 ise, üçünü geçtikten sonra %30 olmuş, %40 olmuş.
Hatırıma bir şey geldi; büyük veli Şems, Konya'ya geliyor. Hz. Mevlâna, dergahından affedersiniz medresesinden çıkmış, onu atın üstünde görüyor. Yularını tutuyor “Söyle bakalım bana” diyor, anlıyor onun büyük bir deha olduğunu Hz. Şems “‘Seni layıkıyla tanıdım’ diyen Bayezit mi büyük, ‘Yarabbi, hakkıyla seni tanıyamadım’ diyen Hz. Muhammed Aleyhisselam mı büyük?”. Diyor ki Hz. Mevlâna “‘Seni layıkı ile tanıyamadım’ diyen Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ‘Seni tanıdım’ diyen Bayezit’ten çok büyük” diyor. Tabii izahını yapıyor, “Zira” diyor “Hz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Cenab-ı Hak’ın her gün 70.000 tecellisini kalbinde yaşıyor. Buna 70.000 hicap denir, yani 70.000 perde. Her gün o tecellileri kalbinde Cenab-ı Peygamber Efendimiz yaşıyor. Cenab-ı Hak 70.000 ayrı görüntüde, cilvede diyelim kulu Muhammed'e, Peygamber’i Muhammed'e kendini tanıtıyor. Her Allahın günü, 70.000 ayrı güzellik. Bakıyor ki bu tecellilerin sonu yok; zatından tecelli, sıfatından tecelli, esmasından… Her gün ama; bir gün, iki gün değil. Hz. Bayezit ise hayatında, diyelim 10 tane tecelliye mazhar olmuş, zannetmiş ki haşa Allah bu kadar büyük. Onun için ‘Layıkıyla seni tanıdım’ diyor. O ise her gün 70.000 ayrı perde geçiyor. O da ‘Tanıyamadım’ diyor. Bundan” diyor “‘Tanıdım’ diyen, ‘Tanımadım’ diyenden küçük; ‘Tanımadım’ diyen, ‘Tanıdım’ diyenden çok büyüktür” diyor. “Allah…” diyor Hz. Şems, sayha atıyor, kendinden geçiyor. Alıyor, dergahına geliyor. Ondan sonra dostlukları başlıyor.
İbadet En Büyük İlimdir
Şimdi ne demek istiyorum? Yani insan, bu perdeleri açtıkça Allah'ı tanımaya başlar. Allah, kulunun kalbine daha fazla tecelli eder. Sen Allah'ı tanıdıkça kalbinde olan masivayı boşaltmaya başlarsın. Bu neyle olur? İstiğfarla olur, salat-ü selamla olur, kelime-i tevhidle olur. Bu sefer, Allah'a olan bilgin artar, marifetin artar. Yani kendini tanıdığın nispette ona müsavi orantılı ilim de artar, Allah'ı bilme ilmi de artar. En sonunda perdeleri kaldırıyorsun, kaldırıyorsun, ibadetle kaldırıyorsun; bir de bakıyorsun, hakikat çıkmış ortaya.
“Salatullah selamullah aleyke ya Rasulullah.
Görülen kendi zatıdır, değil sanma ki gayrullah.
Salatullah selamullah aleyke ya Rasulullah’.”
Görülen kendi zatıdır, değil sanma ki gayrullah. Enteresan değil mi? Nasıl anlıyor bunu? İşte o perdeler kalkıyor.
“Huvel evvelu vel ahiru vez zahiru vel batın ve huve bi kulli şey'in alim.” “Görülen O, görülmeyen O, evvel O, son O.” (Hadid Suresi, 3. Ayet)
Ama şimdi diyoruz, göremiyoruz; perdeler kapamış gözümüzü. Bunun biraz daha ifratı; perdelerin kalbin önüne tam tıkanması, ibadetin terki, ‘hatemallahu ala kulübihim’dir (Bakara suresi, 7. Ayet). Allah… O kimsenin kalbini mühürledi mi, Allah korusun; hiçbir şey göremez, tam kör olur. İlim işte ibadetle ne yapıyor böyle? Tekemmül ediyor, gelişiyor. O bakımdan ibadet, en büyük buraktır. Ne burağı? Allah'ı tanıma burağı.
Allah'ı tanımak neydi? İlimdi. Arif olmak ne olur? Alimlik olur. Değil mi? Onun için hükmediyor ve diyoruz ki, ibadet en büyük ilimdir. Kitap oku, binlerce cilt kitap oku; Allah'ı tanıyamazsın. İbadet yaptığın zaman Allah kalbine tecelli eder; o tecelli ile Allah’ı tanırsın. İşte tanımak değil miydi ilim? Allah'ı tanıdın mı daha neyi tanırsın? Eşyayı tanırsın, kâinatı tanırsın, hakikati tanırsın. Değil mi? Eğilim neydi? Eşyayı tanımak değil miydi? Evet efendim, bu kadar kâfi zannederim. İnşallah bir başka sohbetimizde gene sözümüzdeyiz.
Berat Gecesi Yapılacak İbadetler?
Şimdi kardeşlerime tavsiyem, dediğimiz gibi bu gecede evvela az evvel söylediğimiz duayı uyumadan sabah namazını kardeşlerimiz kılsınlar, öyle bir-iki saat istirahatten sonra işlerine gitsinler. ‘Bu ömür böyle geçiyor, gidiyor.
“Yarabbi sen affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affeyle” diye dua edelim.
10 tesbih, 20 tesbih, 1.000 tesbih; bu duamız olsun.
İstiğfar edelim.
Salat ve selam okuyalım.
Kelime-i tevhid okuyalım.
Biliyorsak Kur'an-ı Kerim'i açıp okuyalım, bilmiyorsak Kur'an niyetiyle ihlasları okuyalım, Fatiha Suresi’ni okuyalım. Yani, bildiğimiz kadar ibadet-ü taatla bu gece meşgul olalım.
İki rekâtta bir selam vermek suretiyle 12 rekât da namaz kılalım. İki rekâtta selam vererek 12 rekât namaz kılalım.
Kısaca af kapısına bu gece girelim, duralım yani. Öyle olalım ki “Yarabbi bizi affet” diye vicdanımız ile birlikte ağlayarak, sızlayarak hele bir gözyaşımızı döktük mü o kadar memnun olur Cenab-ı Hak ki; bilemezsiniz. O zaman bizi bir değil, binlerce defa affeder.
Hep beraber dua edelim ‘Ya Rabbi sen affetmeyi seversin, affedicisin, affetmeyi seversin. Beni, bizleri, bizleri seyredenleri, ümmet-i Muhammed’i affeyle. İman etmeyen insanlara da hidayet nasip eyle. Zatının, sıfatının yüzü suyu hürmetine, bu gecenin yüzü suyu hürmetine hayırlar nasip eyle’ demek suretiyle kandillerini tebrik edelim. Allah hepinizden, hepimizden razı olsun” diyelim. Âmin.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız