info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Milli Kahramanlarımızı Anma Programı / Yalova / 26 Nisan 2013

    Neler Okuyacaksınız

Yalovalı kardeşlerim, üç haftadan bu tarafa bizim sesimiz düştü. Ama sizlerin nazarlarıyla enerjimiz tam yerinde; sağ olun var olun. Konuşmama başlamadan hepinizi hürmetlerimle selamlıyorum. Rusya'dan Rusya'dan bizleri ziyaret için gelen sevgili dostum Lisiçkin Bey'e ve Azerbaycan'dan Bakü Devlet Üniversitesi'nden Sayın Ruşen Guliyev’e “hoş geldiniz” diyorum. Onlara da saygılarımı sunuyorum. Sağ olsunlar bizi unutmuyorlar. Kardeşlerim tabi konuşan arkadaşlarıma ne kadar teşekkür etsem az, Allah hepinizden razı olsun.

Bir Bilek, Bir Yürek Olma Devri ve Zamanıdır

Ülke çok ciddi bir virajdan dönüyor. İnşallah bir kaza olmadan, bir bela başımıza gelmeden, bu virajı tamamlar; ülkeyi bu badireden kurtarırız. Kusura bakmayın Demokrat Partili kardeşlerim de geldiler, onlar da hoş geldiler. Onları da saygılarımla selamlıyorum. Ülkemizde olması gereken kardeşlerim; Caferi’si, Sünni’si, Alevi’si, Şii’si hangisi olursa olsun, bir bilek, bir yürek olma; sağı, solu, ilerici, gericisi, bir bilek, bir yürek olma devri ve zamanıdır. Bunu hiç unutmayalım. Eğer çok basit sebeplerle, hatalar aramaya çalışırsak Allah korusun bu gemiyi batırırız. Ve geçmişte olduğu gibi eğer millet ve devlet inkıraza uğrarsa dönüşü mümkün olmayan bir yola gireriz. Onun için gençlere, sizlere çok büyük vazife düşüyor. Ben bakınız ülkemizde ve İslam dünyasında var olan bir gerçeğin üzerine iki yıldan bu tarafa, hatta iki buçuk yılda diyebilirsiniz buna, parmak basıyorum. Dikkat ederseniz Suriye ile Batı dünyası ciddi şekilde oyun oynuyor. Geçmişte hatırlarsanız kiminle oynamıştı? Kiminle oynamıştı? Irak'la Saddam'la oynamıştılar. Ne dediler Saddam'a? Dediler “Sen kimyasal silah kullanıyorsun; binaenaleyh bundan sonra da kullanacaksın. Biyolojik ve kimyasal silahları kullandığın için biz de sana harp ilan ediyoruz.” Kuveyt'e onu sokan Amerika'ydı. Ondan sonra hesaba çeken de yine Amerika oldu. Uzun sözün kısası, Amerika'nın dediğiyle yaparsan dünya aynen Şah gibi fare deliği kadar sana dar gelir. Hatırlarsanız Şah Amerika'nın Şark'taki en büyük temsilcisiydi. Ve Şah'ın ordusu Ortadoğu'da en güçlü orduydu. Buna rağmen Şah öyle oldu ki, ülkesinden ayrıldı. İnanır mısınız rahat edecek bir fare deliği bulamadı. Vatan cüda olarak vefat etti. Bunu niçin söyledim? Şunun için söyledim: Bu insanlara güvenilmez. Bunlara güvenerek yola çıkanlar, mutlak surette yaya kalırlar. Anlattığımız bu akıbetleri mutlak surette yaşarlar. Onun için aklımızı başımıza alalım.


Büyük Ortadoğu Projesi, İslam Dünyasının İmhası Projesidir

Efendim Hariciye Vekili gelmiş Amerika'nın, bizimle konuşmuş, bunu bir ‘lütuf’ zannediyoruz. Efendim Devlet Başkanı gelmiş bizimle beraber konuşmuş, bunu bir ‘lütuf’ zannediyoruz. Yahu bu adamların menfaati olmadığı yerde işleri olmaz. Bakınız Büyük Ortadoğu Projesi, Büyük Ortadoğu Projesi İslam dünyasının imhası projesidir. Evvela Müslüman kimliğinin, Hristiyan kimliğine tebdil edilmesi. Görünüşte Müslüman. Sakalı var, cübbesi var, sarığı var, şalvarı var. Bakıyorsun “Ya bu adam dört dörtlük. Sahib-üz zaman” , böyle dersin ona. Ama içini, kalbini açtığın zaman orada tevhid yok. Orada hiç bir şey yok, bomboş karanlık bir kuyu. Bizi önce böyle yapmak istediler. Ve maalesef de yaptılar. Ve hakikaten maalesef kendilerine bizleri benzettiler. Şimdi yapacakları iş ne biliyor musunuz? Yirmi iki İslam ülkesi üzerinde ne kadar kaynak var onları ele geçirmek ve insanını imha etmektir. İşte sırayla başladılar. Afganistan birinci noktada biliyorsunuz. Bugün Afganistan'da hayat var mı? Yok. Huzur var mı? Yok. Senelerden beri kan ve gözyaşı var. Öyle değil mi?  Kim yaptı bunu? Amerika Birleşik Devletleri. Geçin Irak'a. Irak'ta huzur var mı? Ne huzuru kardeşim! Irak'ta olan kan var, gözyaşı var. Hani Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçtiği zaman, insan hakları olacaktı, demokrasi olacaktı. Böyle bir şey var mı? Yok. 
Peki sevgili kardeşlerim, Tunus'ta oldu mu? Mısır'da oldu mu? Olmadı. Nereye giderlerse bunlar oranın insanının gözyaşını akıtıyorlar, kanını akıtıyorlar. Şimdi sıra inanır mısınız Suriye ile Türkiye'de. Büyük Ortadoğu Projesine göre olması gereken ne biliyor musunuz? Şu anda efendim Apo'ymuş, PKK'ymış bunların hepsi hikâye, bunların hepsi figüran. Bu senaryoyu kim yazdı? Amerika Birleşik Devletleri yazdı. Oyuncuları kimler? Bu adamlar, maalesef Türk siyaseti. Türk siyaseti aklını başına almadıktan sonra, ona felah yok. “Niye” diyeceksiniz. Olay şu: Amerika Birleşik Devletleri diyor ki, “Evvela Suriye'nin, Irak'ın, İran'ın, Türkiye'nin Kürt vatandaşları arasındaki coğrafyayı ben buluşturacağım, birleştireceğim. Büyük Kürdistan devletini kuracağım.” “Ama dikkat ederseniz” diyor Amerika, “Bunların her birinin başında olan adamların tamamı Yahudi asıllıdır. Ve aradan çok geçmeden ben büyük İsrail devletini kurup Arz-ı mev'udu gerçekleştireceğim.” Amerika’nın şimdi tiyatrosu bu. Bu tiyatroda baş oyuncular kim? Bizim Türk siyaseti maalesef Türk vatandaşları ve kardeşim belki bazı ülkelerin insanları tarihten tecrübeleri yoktur, bu oyuna gelebilirler. Ama bizim tarihimiz hep ölçülerle dolu, olaylarla dolu. Bunların hiç birinden sen ders çıkartmadın mı?
Sevgili arkadaşlar Fırat ve Dicle havzasında öteden beri İsrailler “Arz-ı mev'ud” tanrının onlara vaat ettiği topraklardır. Bu şekilde inanırlar. Onun için Amerika da bunların; arkadaşıdır, dostudur, büyüğüdür, yeri gelir kardeşidir. Amerika Birleşik Devletleri bu konuda tamamen İsrail'in yanındadır. Yani şu anda zannetmesin Kürt kardeşlerim ki, “efendim burada bize Güneydoğu bölgesinde bir coğrafya verecekler ve biz bu coğrafyada müstakil bağımsız bir millet, devlet olacağız.” Bunların hepsi hikâye, bunların hepsi hikâye… Bunların hepsi bir kandırmacadır. Yarın onlar senin elinden bunu alacaktır. Niçin sana… Amerika Birleşik Devletleri ta okyanusun ötesinden gelecek, Güneydoğu'daki olaya senin için müdahale edecek. Aklın bunu kabul ediyor mu arkadaşlar? Kabul ediyor mu? Peki, nasıl bu oyuna biz gelebiliriz? Yani bu kadar büyük oyuna biz nasıl gelebiliriz? Kürt arkadaşlarım, Kürt kardeşlerim yahu sen ve ben biriz, bunu iyi bilesin. Senin de aslın Türk’tür, benim de aslım Türk’tür, bunu bilesin.


Anadolu’yu İslamlaştıran,  Alevi Bektaşi İnsanlardır

Sevgili arkadaşlar bakınız dahası var. Anadolu'ya Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi'nin müridânındandır. Yetişmiş insan-ı kâmildir, büyük bir hak dostudur. Anadolu'ya 1230'lu yıllarda geliyorlar, bunlar Anadolu yaylasında müthiş bir irşad faaliyeti başlatıyorlar. O tarihlerde Anadolu yeni İslamlaşmaya başladı. Malumunuz 1071'de Malazgirt'te Sultan Alparslan Anadolu'ya giriyor. İçinden bazı insanları İslam yapıyorlar, Müslüman yapıyorlar. Ama kendileri irşad ehli olmadığı için Anadolu yaylasında hakikaten Müslümanlık çok kıt, Müslümanlar çok kıt. Hacı Bektaş'ın gayretiyle beraber o İslam'ın çok az olduğu coğrafyada bilhassa Türkmen Türkleri Hacı Bektaş'ın etrafına toplanıyorlar. Türkmen Türklerinin Hacı Bektaş'ın etrafında toplanmalarının asıl nedeni de: Hacı Bektaş'ın babası Arap, Anası Türk, Türkmen Türklerinden. Toplanıyorlar Hacı Bektaş da bunları evvela Müslüman ediyor. Bunların çoğu eşkıyaydı, hırsızdı, yolsuzdu, yol keserler, adam öldürürler, bu tip insanlardı. Bu insanlar o hale geliyorlar ki, karıncayı bile incitmiyorlar. “Her an bizi Allah görüyor, işitiyor, murakabe ediyor ve hesaba çekecek.” Bu noktaya geliyor o insanlar. İrşad ehli oluyorlar. Nefisleri tezkiye tezkiye oluyor, bambaşka insan oluyor. Anadolu'ya bunlar yayılıyorlar. Anadolu'yu İslamlaştıran, Müslüman yapan, o Alevi Bektaşi insanlardır. Anadolu'nun tapusu Alevilerin elindedir, bunu çok iyi bileceksin. 


Kurtuluş Yolu Ehl-İ Beyt’tir

Sevgili kardeşlerim mezhep kavgaları maalesef çok yanlıştır, çok yanlıştır. Hele Ehl-i Beyt'e karşı gelmek, o kadar büyük yanlıştır ki bunun telafisi asla mümkün değildir. Gelin olayda ayetleri konuşturalım, Allah konuşsun, bize söz düşmez. Peygamber Aleyhisselam Efendimizin mübarek sözleri konuşsun. Bizim hiçbirimize söz düşmez. Ben aynı zamanda Sünni bir insanım, yanlış anlamayın. Sünni bir insanım ve medrese tahsilim vardır. Medrese tahsilim vardır. İmam Hatip tahsilim vardır, İlahiyat tahsilim vardır. Bunun üzerinde doktoram profesörlük unvanım var. Yani sıradan da bir insan değilim, bilerek konuşuyorum. Şimdi bilerek konuştuğum için aramızda fitne o kadar muazzam büyümüş ki, yeminle konuşuyorum bu fitneye alet olanların hiçbiri Allah'a hesabını veremeyecek. O bakımdan var mısınız bu ülkede bir ve beraber olmaya? Kardeş olmaya var mısınız? Adamlar sahte insanlar ortaya koydular. Eşkıyayı, “evliya” diye tanıttılar. Anadolu yaylasında eşkıyalığın adına “evliyalık” dediler. Benim arkadaşlarım ciddi delilleri var. Meltem televizyonunu takip edin hayretler içerisinde kalacaksınız. Adam cellat, şimdi evliya tanınıyor. Size ben bir şey söyleyeyim, İslam fıkhına göre bir kasabın şehadeti makbul değildir. Niye? Çünkü kasap hayvanı kese, kese, kese, merhamet duygusundan mahrum kalmıştır. Şimdi bu adamlar celladı dünyanın en büyük velisi ilan ediyorlar. Bunların hepsi cellat yahu! Ne kadar büyük bir oyuna geldiğimizi, geldiğinizi göreceksiniz. Onun için kurtuluş yolu Ehl-i Beyt'tir. 
Şimdi bakın ne dedim, yani bu işi ben konuşmuyorum. “Hoca delilin var mı?” Gelin hep beraber okuyalım. Tathir Ayeti Kur'an-ı Kerim'de, “Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” (Azhap Suresi, 33. Ayet)  Ehlibeyt neymiş arkadaşlar? “Müslümanların en temizleri.” “Nereden bunu biliyorsun? Nereden bunu biliyorsun?” Ben demiyorum, işte Ayet-i Kerime söylüyor. En temizleri, tertemiz yapmak ister. O kadar temiz ki bir leke dahi bulamazsın. Şimdi bir tanesi efendim müceddidmiş, bir konuşma hazırlıyorum. Baktım diyor ki: “Fatıma” diyor, “kadınlığından kaynaklanan duygularından dolayı dünyevi düşünmüştür.” Seni aptal, seni manyak, seni ruh hastası! Durun durun. Daha var, daha var, heyecanlanmayın. Peki arkadaşlar, ben niçin öyle dedim? Bak Allah tertemiz yaptığı Fatıma'ya, adam ne diyor: “Kadınlık hislerinden dolayı…” Seni pezevenk seni! İki, De ki: “Ben Allah'ın sevgilisi…” Ayeti Kerime'de, Meveddet Ayeti, “Bu peygamberliğimi tebliğe karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum.” (Şura Suresi, 23. Ayet) Cenâb-ı Hakk'ın beyanı. “Muhammed'im sizden hiç bir ücret istemiyor.” “Ne istiyor?” “Ehl-i Beyt’imi sevmenizi istiyor.” 
Benim kalın kafalı, o Hazreti Fatıma anamda hata bulan adam, senin vazifen, Müslümansan, Fatıma anamı sevmektir, bitti. Bu âyet-i kerimeye göre arkadaşlar, İmam-ı Şafii Hazretleri buyuruyor ki: “Ehli beyti sevmek farz-ı ayndir” bitti. Yani biz bunları anlatırken kafamızdan anlatmıyoruz. Devam edelim mi? İnsan Suresinin sekizinci ayetinde Ehl-i Beyt hakkında “Ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve esire verirler, onları doyururlar.” (İnsan Suresi, 8. Ayet)  Hazreti Fatıma anamız, İmam Ali Efendimiz oruçlu, dikkat edin. Evlerinde yiyecek hiç bir lokma bir şey yok. Yahudi’den borç alıyorlar, onunla birlikte bir arpa ekmeği. Hazreti Ali Efendimiz eve getiriyor, Hazreti Fatıma anamız o arpayı ekmek yapıyor. İftar vakti, şu işe bakın, iş bu ya; yani büyüklük burada arkadaşlar. Kapı çalınıyor. Eee Sâ’il… “Ne istiyorsun?” “Karnım aç” diyor. “Beni doyurun.” O an iftar vakti Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma iftar için hazırladıkları ekmeği o fakire ikram ediyorlar. Ayet bunu ifade ediyor, bunu beyan ediyor. Hangi yiğit bunu yapabilir arkadaşlar? Ehl-i Beyt. Doğru, ben teferruata girmedim, Allah razı olsun. Abimizin dediği gibi. Efendim, Allah razı olsun. 

Müslüman, Müslümanın Kardeşidir 

Arkadaşlar ben şurada şunu demek için varım. Yani bu ülkede “Sen Sünni’sin, ben Aleviyim, Cafer’iyim” diyerek fitne çıkarmaya gerek yok. Neden çünkü bakınız Sünnilere göre; Sünnilere göre namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehâdet getirmek farzdır. Bunlara “İslam’ın şartları” denir. Gelelim Alevi kardeşlerimizin İslam şartlarına: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, humus, cihat, Emr-i bil maruf, Nehy-i ani’l-münker, tevella: Allah'ın sevdiğini sevmek; teberra: Allah'ın düşmanına düşman olmak, daha da ilerde. 
Şimdi sevgili arkadaşlar, İslam esasları bakımından aralarında hayır bakımından yarışırcasına kurallar koyan ve bunları hayata geçiren bu dünyanın birbirini reddetmesi asla mümkün olabilir mi? Onun için “Bu Alevi’dir, Bu Sünni’dir” diye birbirimize karşı çıkmayacağız. Herkesi olduğu gibi kabul edeceğiz. Ve mutlak surette kardeş olacağız. “İnnemâ-lmu/minûne iḣvetun” “Müslüman, Müslümanın kardeşidir.” (HucurâtSuresi, 10. Ayet)  Peygamber Aleyhisselam buyuruyor ki: “Müslümana kılıç çeken bizden değildir.” “Bir Müslümanı kasten öldüren de ebedi cehennemliktir.” Peygamber Aleyhisselam’ın hadisi. Şimdi soruyoruz arkadaşlar. Suriye kralına ve vatandaşlarına kılıç çekenler hangi esasa, itikada göre harp ilan ediyorlar? Bunlar Allah aşkına soralım, hangi dinin mensuplarıdır? Hangi Allah'a hesap verecekler? Sevgili kardeşlerim, hele Haçlı'nın safına geçip Müslüman'a namluyu doğrultmak hiçbir zaman Müslüman'ın yapacağı bir iş değildir. 


Şah-ı Velayet İmam Ali 

Yine Müslümanlar arasında en fazla dedikodu mevzu olan, acaba Hazreti Fahri Âlem, rihletinden sonra yerine bir insanı bırakmış mıdır, halife bırakmış mıdır? Bu konu İslam uleması arasında çok takip edilmiş ve araştırılmıştır. Bendeniz de bu işi araştırdım. Şimdi sizlere özetini takdim ediyorum. Veda Haccı’ndan sonra, Allah'ın sevgilisi Gadr-i Hum denilen yere geliyor, 124 bin sahabeyi topluyor. Bu sahabeye orada hitaben, “Ali benim kardeşimdir, vasimdir ve benden sonraki halifemdir.” Kim söylüyor? Peygamber Aleyhisselam Efendimiz. Çok enteresandır. Hazreti Ömerü’l-Fârûk Efendimiz, “Bâhin! Bâhin! Yâ Ali bin Ebî Tâlib! Yaşa, yaşa Yâ Ali! Kutlu olsun, sen Allah'ın sevgilisinin halifesi oldun” diyor. Ve o gün arkadaşlar, Hazreti Ebu Bekir Sıddık Efendimiz de İmam Ali'ye biat edenler arasındadır. Anlaşıldı mı? Fazla ileri gitmiyorum bu konuda. Hazreti Fahri Âlem Efendimizin o hutbede çok sözleri var. “Ey insanlar, bu Ali'dir. O benim kardeşimdir. Vasim ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir” buyuruyor. Daha var, “Ey insanlar, ben hilafet emirini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum, kıyamet sabahına kadar… ”
Şimdi gerek Sünni dünyasında gerekse Alevi dünyasında bir hakikat vardır. Şah-ı Velayet İmam Ali. “Hocam bu ihtilaflar ne?” “Onlara siz bakmayın. Benim dediğime bakın. Anlaşıldı mı?” “Peki, peygamberin döneminde, İmam Ali'nin yanında olan var mıydı?” Diyorlar ki, “Resulullah'ın sahabeler arasında Hazreti Ali'ye yakın olan kişiler yoktu.” Size ben hemen şunu söyleyeyim. En meşhur sahabeler İmam Ali'nin safındaydı. İsterseniz birkaç tanesini okuyayım. Selmân-ı Fârisî, Ebu-Zer Gifari, Mikdâd bin Esved, Ahmed bin Yâsir, Hâlid bin Saîd, Bureyde bin Esleme, Ubey bin Ka‘b, Huzeyme bin Sâbit, Ebû Heyseme bin Teyhân, Sehl bin Huneyf, Osmân bin Huneyf, Ebû Eyyûb el-Ensârî,  Cabir Bin Abdullah Ensari, Huzeyfe bin Yeman, Sa‘d bin Ubâde, Kays bin Sa‘d, Abdullâh bin Abbâs ve Zeyd bin Erkam… Bunlar Hazreti Ali'nin yanında olan insanlardır. Ben hepsini size faş etmeyeyim. Oldu mu? 


Ehl-i Beyt, Nuh’un Gemisi Gibidir; Binmeyen Yaya Kalır

Şimdi sevgili arkadaşlar, ameli esaslarda bir olan, itikadı esaslarda bir olan, Cenâb-ı Fahri Âlem Efendimizin, takdirine, sevgisine mazhar olan, bu yolun yanlışının olması asla mümkün değildir. Niye? Çünkü bu konuda Allah'ın ayetleri var. Yetmedi sevgili Peygamberimiz ne buyuruyor, bakınız. “Ehl-i Beyt Nuh'un gemisi gibidir. Kurtulmak istiyor musunuz? Gemiye bininiz. Gemiye binen kurtulur. Binmeyende yaya kalır.” Şimdi bana arkadaş sordu, “Sen nesin?” dedi. “Ben o gemiye binenlerdenim.” Kardeşlerim, bu anlattığım konuyu ifade eden, ehl-i sünnet dünyasında, bakınız ne dedik, “ben Sünni’yim”, ehl-i sünnet dünyasında, tam 200 küsur ulema eserlerinde bu hadis-i şerife yer verdiler. Bu insanlar ve bu eserler, İslam dünyasının en meşhur insanları, âlimleri ve eserleridir. Aşağı yukarı, 160-180 tane daha isim var. Bak bütün… Emanet edilen iki miras, biri Kur'an, biri Ehl-i Beyt. Ben şimdi öyle topluluk karşısındayım ki, hazır ol vaziyetinde olmam lazım. Sevgili kardeşlerim, esası demek istediğim şu: Anadolu Yaylası'nda, olması gereken, inancın yerinde maalesef fitneler, kavgalar zuhur etti. Buna bugün son vermek mecburiyetindeyiz. Ülkemiz parçalanma noktasına geldi. Onun için el ele vereceğiz. Bu işe “son” diyeceğiz. Var mısınız? 


Mustafa Kemal, Milletine Güvenen, Bağımsızlık Ruhunu Taşıyan Bir İnsandır

Arkadaşlar, biz iyi bir ekibiz. Bu gördüğünüz arkadaşlar hep beraber birbirimizden faydalanarak mükemmel bir oluş ortaya getirdik. Ve onun için hiç merak etmeyin. Yeter ki siz bize güvenin. Yeminle konuşuyorum, biz Türkiye'yi dimdik ayağa kaldırırız. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın.
Şimdi benim üzüldüğüm şey, kaç seçim? Üç tane büyük genel seçim geçirdik. Anlatıyorum millete. Bir de Noter tasdikli vekâletname dağıtıyorum. Ya ben bu işi biliyorum. Ben bu işin kitabını yazdım. Ve bu adamlar gerçekten, yeminle konuşuyorum. Yani bir sınıfta ben hoca olsam, on üzerinden iki numara alamazlar. Bunları seçiyorsunuz, beni seçmiyorsunuz. Ve en sonunda geldik geldik, ne dedim ben size? On sene evvel, on iki sene evvel… Ne dedim size? Ülkeyi bölecekler, madenleri elimizden çıkartacaklar. Hatırlıyor musunuz? Dedim değil mi? Şimdi ne oldu? Nereye geldik? Nereye geldik şimdi? Bu dediğimiz yere geldik mi? Eğer el ele verirsek vallahi de, billahi bu tekeri ben patlatmam. Ama “bir kabadayı seçeceğiz, elini masaya vuracak” derseniz ben o değilim. 
Ülkeyi daha evvel böyle bir badireden kurtaran, koruyan bir milli kahraman geldi, Mustafa Kemal Atatürk. Allah rahmet eylesin. Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük özelliği plan, program, proje sahibi olması, milletine güvenmesi, bağımsızlık ruhunu taşımasıdır. Hiçbir zaman esarete “evet” dememiştir. Esaretin devamlı karşısında olmuş, dimdik ayakta olan bir insandır. Ve Mustafa Kemal'in bu halini çekemeyenler Misak-ı Milli hudutlarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ben bazılarıyla yakındım, konuşurdum. Dedim “ya yıkılan bir imparatorluktan merhum Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdu. Allah aşkına sen şu yaştasın.” O zaman o arkadaşın yaşı altmış beş, yetmişe yakındı. “Allah aşkına” dedim. “Sen bir tane…” Dedim “ya bir kenef kurdun mu kenef?” Durdu. “Kuramadın” dedim. “Hiçbir şey yapamadın. Konuşuyorsun. İleriye geriye konuşuyorsun. Niye demiyorsun ki ‘ben bu ülkenin vatandaşıyım benim de bu memlekette şu şu şu haklarım var’, ülkeye sahip çık, Mustafa Kemal'e sahip çık, insanına sahip çık bir ve beraber yaşayalım. Niye fitne devamlı, fitne sokuyorsun?” 
Arkadaşlar bunlar fitne sokmaya meraklı. Ve bunlar bir zamanlar merhum Mustafa Kemal'in mübarek annesine şimdi anlatayım bakın ne kadar mübarek bir kadın. Allah şefaatinden ayırmasın. İsmi “Zübeyde” ama sıradan bir Zübeyde değil. “Molla Zübeyde.” Selanik'te Rıfat Efendi Hazretlerinin dergâhında, Rıfat Efendi meşhur bir Bektaşi mürşidi. Orada hizmet eden, saçını orada süpürge eden, gece gündüz ibadet-ü taatte bir insan. Onun vasiyetnamesini okursanız benim dediklerimi çok iyi anlarsınız. Babasına gelince babası Bektaşi bir ailenin “Ali Rıza” ismindeki oğlu onunla beraber bir yuva kuruyorlar, iki ailede Bektaşi. Dünyaya bunlardan “Mustafa” adından nur topu gibi bir insan geliyor. İşte onun adı da “Mustafa Kemal.” Mustafa Kemal, arkadaşlar Mustafa Kemal yedi yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmediyor. Yani altı yaşlarında okuyor, öğreniyor. Yedi yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmediyor. Sekiz yaşında hafız-ı kelam oluyor. Biliyor musun? Öğrendin işte. Bak Mustafa Kemal sekiz yaşında hafız-ı kelam oluyor. Yetmiyor, devrin en meşhur hafızlarını alıyor, karşısına diziyor. Okutuyor, dinliyor; okuyor, dinletiyor. Meşhur Yaşar hafız var. O devrin hafızlarının en meşhurlarından Atatürk'ün danışmanı. Efendim “bana” diyor “en seçkin hafızları getireceksiniz. Ben okuyacağım, onlar dinleyecek. Onlar okuyacak, ben dinleyeceğim.” Ve makam hususunda çok titizdi. Allah rahmet eylesin. Az evvel de bir şarkı söyledik: “Nihânsın dîdeden ey mest-i nâzım.” Değil mi? Nerede arkadaşlar? O şarkıyı da çok severdi merhum. Allah rahmet eylesin. Yani makamşinas bir insandı. 
Şimdi bu Mustafa Kemal, bu Mustafa Kemal her cuma namazını Hacı Bayram Camii'nde kılıyor. Leblebici Camii'nde kılıyor. Ama bir gün devrin başbakanı ihbar ediyor. “Paşam” diyor, “bir suikast haberi aldık. Tedbirli olmanız lazım.” Ondan sonra cuma namazlarını orada kılmayı seyrekleştiriyor. Aman aradan zaman geçiyor. “Vay onun anası bilmem ne, o dinsiz.” Duydunuz değil mi bunları? Şimdi sevgili arkadaşlar, bu adamlara hep beraber “yuh olsun” demeye var mısınız? “Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmelidir. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmelidir. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” Atatürk kaynağı göstermiş. “Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla, mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi’nde kazandığı zafer fani insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli nişanesidir.” Kim diyor bütün bunları? Mustafa Kemal Atatürk. Arkadaşlar burada çok sözler var. Şimdi ben demek isterim ki Türkiye'nin böyle kahramanları var. Onların nesilleri sizler. Aynı yolda gidiyor musunuz? Müjde ediyorum, Türkiye'yi kimse bölemez. 


Kapitalizmin Panzehiri, Milli Ekonomi Modelindedir

Yalovalı kardeşlerim bizim hazırladığımız ekonomi tezi Rusya'da, Rusya Parlamentosu’nun Liberal Demokrat Parti danışmanı Profesör Doktor Sayın Lisiçkin’in de ve Jirinovski’nin davetiyle Rusya Parlamentosunda Duma'da bunu arz ettik. Bütün dünyaya oradan deklare ettik. Yani orada biz kapitalizmi tarihe gömdük. Ve Rusya'da gerçekten devlet millet birliğini gördük. Bize anlatıldığı iftira edildiği gibi değil. Bizi davet eden muhalefet partisi ama karşılayıp meclisi gezdiren iktidar partisi milletvekili. Mükemmel bir işbirliği var. Bütün partilerin genel başkanları, danışmanları iktisat danışmanları oradaydı. Demek istediğim şu arkadaşlar. Şunu iyi bilin. Kapitalizmle bugün dünya hiçbir yere gidemez. Varması mümkün değil. Onun panzehiri bizde, Milli Ekonomi Modeli. Eğer ticaretle meşgul iseniz, sanayiyle meşgul iseniz, sizin yatırım yapmanız için bütün imkânlar bizde. Bunların size bunları vermesi mümkün değil. 
Düşünebiliyor musunuz Türkiye 35 yıldan beri alnınızın terini paraya çevirmiyor. Yani gayrisafi milli hasılanızı para olarak piyasaya sürmüyor. Peki, ne yapıyor? Devlet bankalarından, kimlerden? Mesela Amerikan bankalarından, İngiliz bankalarından, Almanya bankalarından kredi alıyorlar. Sendikasyon kredilerini gelip hazineye koyuyorlar. Hazinedeki bu dövizin karşılığında Türk lirasını basıyorlar. Hâlbuki paranın tarifi nedir? Emektir, üretimdir. Yani Türk milletinin emeğidir, Türk milletinin üretimidir. Aldığın borç sana ait değil ki, yabancının parası. Onun karşılığında basılan para sana ait değil, o kadar borçlusun. 35 yıldan beri Türk milleti kendi parasını esir etmiş. Ve cebimizde var para ama adı bizim, tadı başkasının. Şimdi iktidar diyor ki, “efendim” diyor “bizim IMF'ye diyor 1 kuruş borcumuz yok.” E güzel de peki İngiltere'ye yok mu? Amerika'ya yok mu? Avrupa Bankalarına yok mu? Yani IMF nedir? IMF'ye her devirde 15 milyar dolar, 10 milyar dolar borçluydun. Asıl borç Amerika'ya. Asıl borç İngiltere'ye. Almanya'ya, İtalya'ya… Sen bu borçlardan haber versene. Niye bunları söylemiyorsun? Türkiye'nin bugün 800 milyar dolar borcu var sevgili arkadaşlar. Sen madem bu kadar kazançlısın niye memuruna para vermiyorsun? İşçine vermiyorsun? Emekline vermiyorsun? Tarım kesimini desteklemiyorsun? Ha söyle bakalım. Sen bu millete düşman mısın? Düşman değilsin, doğru. Ama cebin yok oğlum, delik senin cebin. Para yok orada ki. Para yok orada. O para ne zaman olacak biliyor musunuz? Bağımsız Türkiye Partisi iktidar olduğu gün. 
Sevgili kardeşlerim nasıl? Gelin anlatayım size. Bak burada dünyanın en meşhur iki tane iktisat profesörü var. Söylersem hemen sözümü keserler. “Yalan konuşma ne biçim konuşma” derler. Ruşen Hocam Türkçeyi bilir. Şimdi o dinlesin, sorun ona “evet doğru mu yanlış mı?” Arkadaşlar milletin parası alnının teridir. Nedir o? Yılsonunda kazancıdır. Bunun adına “gayrisafi milli hâsıla” denir. Yani bir yıllık kazancımızın adına “gayrisafi milli hâsıla” denir. Ve bu kazanç para değildir. Nedir? İşte senin dolabında maldır. Bilmem nerede envanterinde şudur budur. Yani para değildir. Bunu paraya nasıl tebdil edeceksiniz? Eğer bunu paraya tebdil etmezseniz piyasa daralır. Elinizde malınız olduğu halde paranız olmazsa işin içinden çıkmanız da mümkün olmaz. Bir misal vereceğim. Benim meşhur misalimdir. Bir çuval buğday. Tarlaya attınız. Altı yedi ay sonra toparladınız. Ne oldu? On çuval oldu. Kaç paraya attık bunu? Bin liraya. Geriye on çuval buğday toparladık. Ama piyasada bunun karşılığında bin Türk lirası var. Biz bu bin Türk lirasına piyasadaki bu buğdayı satın alabilir miyiz? O zaman o dokuz çuval mukabili emisyonu genişletmemiz lazım. Öyle mi hocam? Emisyonu genişleteceğiz. Senyoraj hakkını devreye koyup paramızı basacağız. Anlaşıldı mı? O zaman o dokuz çuvalın karşılığında para piyasaya gitti mi? Kime gidecek bu? İşçiye, memura, emekliye, köylüye, hayvancısına, madencisine… O zaman para piyasada olacak. 


Senelerden Beri Türkiye Parasını Devreye Koyamıyor

Şimdi Türkiye'yi bugünkü şartlarda ele alıyorum. Bir buçuk katrilyon Türk lirası Türkiye'nin yıllık kazancı. Arkadaşlar, asgari Türkiye'nin beş yüz milyar Türk lirası emisyonu genişletmesi lazım. Ama senelerden beri Türkiye parasını, devreye koymadığı için en az yüzde altmışını devreye koyması lazım. Yani yüzde altmış emisyonunu genişletmesi lazım. O zaman bir buçuk katrilyonun karşılığı ne olur? Altı yüz, altı beşin otuz, dokuz yüz. Dokuz yüz milyar Türk lirası emisyonunu genişletecek. Dokuz yüz milyar. Bak senede biz en az tehir ettiğimiz faiz borçları, her yıl verdiğimiz elli altmış milyar faiz. Bunlar da kar olarak yanımızda kalacak. En az bir trilyon Türk lirası. Soruyorum size arkadaşlar. Haydar Hoca size o zaman vatandaşlık maaşı verebilir mi? Annelerime maaş verebilir miyim? Oğullarıma burs verebilir miyim? Gelinlerime ev yapması, evlenmesi için kredi verebilir miyim uzun vadeli? İşçime, memuruma, emeklime istediği gibi maaş verebilir miyim? Vallahi de veririm, billahi de. Var mısınız?
Sonra kardeşlerim yani bu iş bir kerende konuşulup ortaya gelmiş değil. Yedi tane dünyanın en güçlü iktisatçıları bunu lime lime etti. Öyle kolay değil. Bu arkadaşlar burada oturduğuna böyle bakmayın. Biraz delikanlı isterim onların karşısında konuşmaya. Vallahi öyle. Bunlar yutmuş adamlar işi. İşin matematiğini bilenler bu arkadaşlar. Biz bunlarla beraber el ele verdik, dünyayı kurtarmaya karar verdik. Var mısınız? Endişe etmeyin. Ha şu salon, şu salon bu gece Yalova'yı vallahi döndürür. Ama gidip çalışmamız lazım. Çalışmamız lazım. PKK'ya teslim olmuş bir adamdan, vay biz neler bekliyoruz. Lan dedim ya bu arkadaştan iyi kabadayı olur. Yumurta topuk ayakkabı vereceksin, sırtına bir ceket, eline bir otuz üçlü tesbih güzel yürür. Onu yapar. He vallahi, delikanlı arkadaş kabul ediyorum. Ama bu hesap kitap işlerini de anlamaz. Niye beni dinlemediniz? Bundan sonra var mısınız dinlemeye? Sağ olun.
Şimdi gelelim bu Milliyetçi Hareket Partisi'yle, Cumhuriyet Halk Partisi'ne. Sakın ha bunları onlardan farklı zannetmeyin. Alın birini, vurun ötekisine. Hepsi bir tavanın balığı. İlla Bağımsız Türkiye Partisi, var mısınız? O zaman... Şimdi sevgili kardeşlerim, Türkiye huzur istiyor, birlik istiyor, dirilik istiyor, bolluk istiyor, cebi para istiyor, sırtını giydirmesini istiyor. Arkadaşlar bütün bunların formülleri bende. Ben bunları hep anlattım. Ama isterseniz başlayıp anlatayım. İstiyor musunuz? “Hayır” deyin yahu yorulduk. Evet, siz de bana lazımsınız. Allah razı olsun. Şimdi bak uzakta arkadaşlarım taa Trabzon'dan geldiler. “Hocam güzel de yani bize bir çay içirmeyecek misiniz?” diyorlar bana şimdi. E bu sohbete doyum olmaz. Yani ben konuşmuyorum, siz beni konuşturuyorsunuz ha. Hepinize saygılarımı arz ediyorum. Allah'a emanet ediyorum. Sağ olun var olun. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir