
Neler Okuyacaksınız
Bağımsız Türkiye Partisi, İkinci Kuvâ-yi Milliye Hareketinin Partiye Dönüştüğü Harekettir
Basın mensupları hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün burada hem Beyoğlu ilçe binamızın açılışını yapıyor ve hem de sizlerle birlikte kamuoyuna Bağımsız Türkiye Partisi'nin son gelişen olaylara bakış tarzını ifade etmek istiyoruz.
Bağımsız Türkiye Partisi ülkenin içinde bulunduğu zaruretlere binaen ortaya çıkmış bir siyasi harekettir. Bir başka ifadeyle ikinci Kuvâ-yi Milliye hareketinin partiye dönüştüğü harekettir. Peki, o zaman Kuvâ-yi Milliye nedir? Biliyorsunuz ki Kuvâ-yi Milliye’nin ilkini Merhum Mustafa Kemal Atatürk istiklal mücadelesi esnasında milis kuvvetlerini bir araya getirerek Kuvâ-yi Milliye dönüştürmüş ve büyük bir zafer ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuş idi. Ancak millet ve devletlerin hayatında inişler, çıkışlar olması münasebetiyle de şu anda içinde bulunduğumuz coğrafyamız milletimizin kültürel, siyasi hali ve de devletimizin içinde bulunduğu şartları yeniden bir Kuvâ-yi Milliye harekâtını başlatmak durumunda ve mecburiyetinde kalınmıştır. Bu münasebetle de bizler ikinci Kuvâ-yi Milliye harekâtını 1995’li, 1996’lı yıllardan itibaren kültürel düşünceler, fikirler ve efendim konferanslar panellerle başlattık. Şu anda geldiğimiz noktada meselenin efendim fiili mahiyette partileşmeye döndürülmesi, tebdil edilmesi dönemini, devrini yaşıyoruz. “Kuva” demek arkadaşlar “güçler” demektir, “kuvvetler” demektir. “Milliye” “milli güçler, milli kuvvetler” manasına geliyor. Yani millete ait güçler kuvvetler. Şimdi siyasi olarak milletimizin tamamını ifade eden bir siyasi döneme girdik. Bunun içinde efendim sağ düşünceden olan, sağcı kardeşlerimiz var. Sol düşünceden olan, solcu kardeşlerimiz var. “Aydın” dediğimiz kesim var. Efendim “çağdaş” dediğimiz arkadaşlarımız, dostlarımız, kardeşlerimiz var. “Dindar” dediğimiz insan grubu var. Hamalı var, çöpçüsü var, çiftçisi var. Hülasa topyekûn Türk milletinin kendisi var. Kuvâ-yi Milliye harekâtı demek bu harekât demektir. Efendim bazen belki size sorarlar. “Bağımsız Türkiye Partisi yelpazenin neresindedir?” Hiç çekinmeden cevap verebilirsiniz ki, “Bağımsız Türkiye Partisi eğer yelpaze Türkiye ise, o yelpazenin kendisidir.” Bilmem anlatabildim mi?
Türkiye’yi Parçalamak Asıl Hedeftir, Biz Birlik Olmak Mecburiyetindeyiz
Sevgili arkadaşlar sayın basın mensupları sizlere takdir edersiniz ki nasıl istiklal mücadelesi esnasında basına çok görev düşmüş ise bugün içinde yaşadığımız şartlar münasebetiyle de basının olmazsa olmaz görevleri vardır. O da nedir? Türk toplumunun içinde bulunduğu şartlardır. Bakınız Türkiye'de uzun zamandan beri ortaya konulan bir senaryo var. Bu senaryo münasebetiyle milletimizi bölmek, parçalamak asıl gaye ve maksat. Efendim devletle milletin arasını açmak, milletle devleti birbirine düşürmek ve onları kavga zemininde Türkiye'yi, Türkiye coğrafyasını parçalamaktır asıl hedef. Efendim etnik gruplara ayırıp memleketimizde binlerce yıldan beri kardeş olan gerek efendim örf, adet, gelenek ve gerekse maneviyat birliği etrafında kenetlenmiş insanları bölük pörçük etmektir. İşte bu vaziyet karşısında, bu manzara karşısında bizim toplumumuzun, daha doğrusu Türk geleneğinin efendim bilge kişileri vardır. “Örnek insan” dediğimiz kişileri vardır. Türk toplumu akıl sorar, bunlardan görüş alır. Bu bilge kişiler artık toplumda da vazife görmez duruma geldiğinden bilge kişi harekâtı olarak da Kuvâ-yi Milliye esas oldu, şart oldu. Binaenaleyh biz bunun içinde varız. Neden? Türk toplumunu bir araya getirmek efendim bir gövde, bir bilek, bir yürek olmak mecburiyetindeyiz sevgili basın mensupları. O bakımdan Bağımsız Türkiye Partisi harekâtını sizler topluma olduğu gibi ifade ederseniz, anlatırsanız samimiyetimle ifade edeyim ki, samimiyetimle meseleyi izah edeyim ki toplumumuzda artık efendim hallolmamış meseleler kalmaz. Sosyal patlamalar mutlaka önlenmiş olacaktır.
Büyük Orta Doğu Projesi, Türkleri Orta Doğu'dan Çıkarmak İçin Kurulmuş Bir Plandır
Bakınız şu anda en yakın zamanda önümüze çok enteresan meseleler geldi. Müsaade ederseniz bunlardan işe başlayalım efendim. Nedir bu efendim? Büyük Orta Doğu projesi. Büyük Orta Doğu projesi diye bir projeyle Güneydoğumuz ve maalesef Gürcistan, Acaristan’da başlayan bir hareket. Suriye'de gündeme gelen efendim Kürtler ve Araplar arasındaki çatışma daha önceden sahneye konulan bir Irak işgali aslında bu projenin bir parçasıdır. Bunu çok iyi görelim. Bu proje yeni değildir. Batı dünyasının öteden beri bizim Orta Doğu coğrafyasında hesabı vardır. Mesela 1850’lerde başlayan harekât Batı dünyasında, Türk Osmanlısını Hicaz bölgesinden çıkarma harekâtı olarak karşımıza çıktı. Yetiştirdiği ajanlar, misyonerler, misyoner ajanlar on binleri o bölgede gittiler, vazife gördüler. Ne yaptılar? Müslüman halkı, Müslüman Türk halkına karşı çıkardılar. Şiilerle Sünniler arasında büyük bir kavga başlatmak istediler. Ancak bu oyuna ne Sünniler geldi, ne de Şiiler geldi. O zaman dediler ki “yeni bir mezhep kuralım. Bu mezhep etrafında Müslüman Arapları toparlayalım ve bunlarla birlikte gayemize, hedefimize nail olalım.” Bakınız yeni mezhep kurarken yeni bir insanla da o coğrafyayı hallaç pamuğu gibi attılar. Efendim Hamper denilen insan o bölgeye yani Hicaz bölgesine bizzat İngiliz sömürge bakanlığı tarafından mezhep kurmak üzere gönderilmiştir. Hamper hatıratında anlatıyor. “Ben” diyor “Abdülvahap isminde gururlu mağrur bir delikanlı gördüm. O medreseyi bitirmiş, kendisi dersiam olma derecesinde üstün bir tahsile, bir eğitime, bir öğretime malikti. Onunla beraber hukukumuzu geliştirdik. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmedi. Öyle bir noktaya getirdim ki” diyor, “onu mutlaka sen bu bilginle, hadis bilginle, Kur'an bilginle, tefsir bilginle bir efendim mezhep kurmalısın. Sen İmam-ı Azam'dan da üstünsün, Ahmet bin Hanbel'den de üstünsün, İmam-ı Malik'ten de üstünsün” diye, “ona her gün bu telkinleri yaptım. Daha iyi kontrolümün altını alabilmem için ‘Safiye’ adında o bölge insanını yoldan çıkarmak için İngilizler tarafından gönderilen bir hanımla onu” diyor, “evlendirdim. Müt'a nikâhıyla beraber onları bir araya getirdim.” Şimdi muhterem arkadaşlar, “benim gündüz ona ikna edemediklerimi, Safiye akşamleyin ikna ediyor.” “Bu şekilde” diyor “mezhebin temellerini atıyorduk.” Ve bildiğiniz Vehhabilik meşhur Vehhabilik mezhebi o coğrafyada Türkleri oradan çıkarmak için kurulmuş bir mezheptir. Ve maalesef o mezhebin hükümlerini de verenler İslam kaynaklarını gösteriyorlarsa da maalesef İngiliz kaynaklarıdır. Onun için sevgili arkadaşlar bu hareket orada kalmadı. Bu hareket maalesef istiklal mücadelesinde merhum Mustafa Kemal'in silah arkadaşlarıyla beraber bunlara karşı durulmuş ise de bu fikri bazda, kültürel bazda, eğitim bazında, yeraltı faaliyetleriyle beraber bunun önünü geçilememiştir. Zaman içerisinde bunlar da örgütlenmiş maalesef Türk toplumunun içerisinde bir yer almışlardır. Şimdi sevgili basın, “ne olmuş, almış da ne olmuş?” İşte bunlar kendilerine sözcüler bulmuş. Kendilerini temsil eden ilim adamından, siyaset adamına kadar efendime söyleyeyim insanları devreye koyabilmişlerdir. Şimdi bu insanların devrede olduğu dönemde bir de bakıyorsunuz ki Büyük Orta Doğu projesi gündeme ediliyor.
Büyük Orta Doğu Projesi, Büyük İsrail Projesidir
Büyük Orta Doğu projesi ne? Büyük Orta Doğu projesi büyük İsrail projesidir. İsrail devletinin kurulma projesidir. Taa Acaristan'a, Gürcistan'a kadar uzanan sınır. Yani Kafkasları içine alan sınır. Fırat ve Dicle havzası öte taraftan taa Fas, Hicaz bölgesi bunun içerisinde bir İsrail imparatorluğu. Bu imparatorluk kurulacak ve bu imparatorluk kurulurken de bu coğrafya üzerinde yaşayan insanların tepkisini önleyebilmek için belki büyük bir savaş çıkacak. Bu kıyamet savaşı itikat olarak da Hristiyanlara lanse edildi. Sayın Bush da bu akaidin başında ve Amerika Birleşik Devletleri'nin başında bu savaşı çıkarmak için hararetle bekleyen bir devlet başkanıdır. Şimdi iki şey bir anda buluşuyor. Çakışmıyor iki şey bir anda buluşuyor. Nedir? Bir İsraillerin düşünce ve itikat esaslarını ifade ettikleri efendim Hristiyanlara, Hristiyanlık dininde Hazreti İsa'nın efendim göğe çıktığını ölmediğini iddia etmek yoktur. “Hazreti İsa bizzat çarmıha gerilmiş ve öldürülmüştür” inancı vardır. Ama Evangelist mezhebine göre ki bu mezhebin kurucuları Yahudilerdir. Bu itikada göre, bunlara göre de “Hazreti İsa ölmemiştir, çarmıha gerilmemiştir.” Ne olmuştur? “Semalara çıkarılmıştır.” Bu aslında İslam'ın akaididir. İşte Yahudiler bunu, bu düşünceyi Hristiyan topluluğuna bizzat idari kadrosuna efendim lanse etmiş, böyle bir kadro oluşturmuştur. Şimdi bu kadro diyor ki: “Hazreti İsa'nın yeryüzüne inmesi lazım. Yeryüzüne indiğinde de efendim onun yanında bizim olmamız lazım.” Yani bu harekâtı yapanlar. Onun için işte bu “Arz-ı mevud denilen saha içerisinde büyük bir savaş çıkacak, dünya kana bulanacak ve Hazreti İsa da bunun akabinde arza inecektir. Hazreti İsa'yı arza inmesine vesile olduğu için Hristiyanlar da mükâfat alacaklar.” Böyle garip bir inancın sergilendiği bir coğrafya. Neresi? Orta Doğu ve bu Orta Doğu’da, efendime söyleyeyim, İsrail'de, Büyük İsrail Devleti’ni ve de imparatorluğunu kuracak. Şimdi bu projeyi ortaya atanlar birisi itikadı nedeniyle çıkardadır. Birisi de coğrafi zemini elde etme babında çıkardadır. Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve milletinin bu coğrafyada ne çıkarı var bu sahne içerisinde? Hiçbir şey yok. Maalesef sevgili basın mensupları bizim hükümetimizde Sayın Başbakanımızın Amerika gezisi esnasında bu projeye balıklama atladığını “evet” dediğini görüyoruz. Türkiye'ye geldiklerinde bir de bakıyoruz ki efendim Büyük Orta Doğu projesi içinde olunması mutlaka gereken bu projeymiş gibi efendim bizim iktidar mensupları tarafından devamlı suretle ifade ediliyor. Bu projede asıl olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti baki kaldığı müddetçe bu sahneler cereyan etmesi mümkün değil. Yani İsrail'in kalkıp ta Gürcistan'a, Kafkasya'ya gitmesi öte taraftan safa inmesi ve Hicaz bölgesini işgal etmesi mümkün değil. Onun için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bizzat imha edilmesi, refüze edilmesi ve ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu proje bunu gerektiriyor.
PKK Harekâtının Temeli Türk Vatanını İşgal Etmek, Türkiye’yi Etnik Gruplara Bölmektir
Bakınız hemen burnumuzun dibinde çok affedersiniz bir efendim federe devletin anayasası yani; Irak bölgesindeki federe devletin anayasası onaylandı. Ne demektir bu? Bizim kuzeyimizde artık bir Kürt Devleti resmiyet kazanmıştır. Peki, bu Kürtlerin dostları, arkadaşları, akrabaları hangi topraktadır? İngiliz efendim kaynaklarına göre konuşursak bunların akrabaları, bunların kardeşleri, amcaları, dayıları Türkiye'dedir, Güneydoğu'dadır. Zaten uzun yıllardan beri Güneydoğu'da savaşın esprisi temeli de budur. Yanlış anlamayın. Senelerden beri o bölgeyi bizim elimizden koparmak. Bakın hatırlarsanız Amerika Birleşik Devletleri'nin güçleri vardı o bölgede. Ne yaparlardı? Havadan indirmeyle beraber PKK güçlerini desteklerlerdi. Şimdi PKK'nın ismi şu veya bu ama bir harekât orda oluşturulmuştur. Bu harekâtın temeli de kabul etsek de etmesek de Türk vatanını işgal etmek, etnik gruplara Türkiye'yi bölmek, Türkiye coğrafyasını bilhassa Güneydoğu elimizden almak. Dahası var, İstanbul'u da merkez yapmaktır ABD'nin bu projedeki maksadı. Şimdi bu projeye bizim iktidarımız Sayın Başbakanımız “Türkiye'nin menfaati vardır” diye balıklama atlıyor.
28 Mart Seçimi İktidara Ders Vermek İçin Bir Fırsattır
Sevgili arkadaşlar yirmi sekiz Mart önümüzdeki mahalli seçim aslında birtakım belediyelerin başkanlarının seçimi değil. AK Partisi iktidarının milletimizden “yaptığın iş yanlıştır, gittiğin yol yanlıştır, milletin sana ders vermesi gerekiyor” demesi gerektiği, onu ikaz etmesi gerektiği seviyorsa da ve de onu ikaz etmek istiyorsa da böyle bir seçimdir. Onun için yirmi sekiz Mart'ta biz kamuoyuna çok kıymetli milletimize buradan ifade edip şunu aktarmaya çalışıyoruz. Bağımsız Türkiye Partisi rüzgârıyla bu iktidarı dövün ki iyi bir ders alsın.
Küreselleşme Tiyatrosu ve Türkiye’nin Ekonomik Kuşatması
Ben de bu turnedeyim şimdi. Coğrafyayı Türkiye'yi geziyorum, seçim münasebetiyle gazeteleri de okuyorum. Eee “yabancı sermaye Türkiye'ye geldi, geliyor, toplanıyorlar. Sayın Başbakan toplanmış, konuşmuş.” Hikâyeye bak. Olayın aslı ne biliyor musunuz arkadaşlar? Bunlar tiyatro oynuyorlar. Yabancı sermayenin Türkiye'ye gelme gibi bir derdi yok. Olması da mümkün değil.
Şimdi niçin ben aynı zamanda iş adamıyım. Uzakdoğu'yla, Çin'le, Avrupa'yla iş yapan bir arkadaşınızım. Bakınız benim bir iş adamı olarak bu şartlarda gelip Türkiye'de iş yapmam hiç mümkün değil. Neden? Efendim işçi fiyatlarının bedava seviyesinde olduğu dünya dururken kalkacağım ben sigortasıydı, şusuydu, maaşıydı, birçok derdi olan dünyaya gelip yatırım yapacağım. Bunlar hikâye. Peki, olayın nasıl ne? Bak Çin'e gidip Çin'de işçilik bedava fiyatına. Mesela şu gözlüğü kabul edelim. Bu gözlük bizim dünyamızda bir milyarsa, çok samimi konuşuyorum bunu bir dolara almanız mümkündür. Bu derece fark var. Arada yüzde bin fark olan ekonomik şartlar duruyor efendim global sermaye sahipleri oraya gitmiyor. “Oo bizi çok seviyorlar, bize yaren olacaklar bize geliyorlar.” Nereden çıkartıyorsunuz bunu ya? Bu yalan, bir tiyatro. Bu Türkiye'nin tapularının satılmasıdır. “Hocam nasıl oluyor bu ya?” Olay şu arkadaşlar. Bakınız bendeniz uzun zamandan beri siyasete girmeden de şu meseleyi ifade etmeye çalışıyordum.
Globalizm yani küreselleşme büyük bir gücün iradesinde dünya hâkimiyetini kurmak istiyor. Bunların meselesi sadece bir ülkenin siyaseti de değildir, kültür dünyası da değildir, inanç dünyası da değildir. Ya onların coğrafyasıdır, ekonomisidir. Hatırlarsanız “Avrupa Birliği'ne uyum yasaları” adı altında birtakım yasalar çıkıyor. Bu yasaların tamamı zannediyoruz ki Türk toplumu içindir. Onun için siyaset bunu bildiğinden “biz bunu başkası için çıkarmıyoruz bu kanunu efendim.” “Kim için çıkartıyorsun?” “Halk için çıkartıyor.” Ba ba ba şuna. Ne halkı? Sen ne zaman halkı düşündün ki? Sen kim halk kim? Halkın geçim kaynağı olan devletin gelir kaynaklarını kalktın peşkeş çektin. Efendim ben bunları özelleştiriyorum. Kim aldı bunu? Kaç paraya aldı? Hülasa bunların hepsi tiyatro. Ne oldu arkadaşlar?
IMF'nin koyduğu, bastırdığı stand-by anlaşmalarına göre ne yapılmıştır? Piyasadan para yavaş yavaş, yavaş yavaş emilmiştir. İşçinin cebinde para kalmadı, memurun cebinde para kalmadı, esnafın cebinde para kalmadı, sanayide para kalmadı, orman köylüsünde para kalmadı, tarım kesiminde para kalmadı, balıkçısında para kalmadı, hamalında para kalmadı, çöpçüsünde para kalmadı, çiftçisinde para kalmadı. Hayyalesselah, bittik bir şey kalmadı. Ne oldu bu sefer? E para olmayınca pazar neden oluşur? Yani talep neden oluşur? Paradan oluşur. Cebinde para varsa gidersin elin cebinde efendim istediğini alırsın. E para yok cepte ki. Gidiyorsun pazara kebap kedisi gibi bakıyorsun. Allah Allah! Dilinle ağzını yalıyorsun çıkıyorsun. O ateş pahası, bu ateş pahası. Korkunç da bir maliyet enflasyonu var, sevgili arkadaşlar.
Yıllardan beri ben bunu ifade ediyorum. IMF heyeti gelip “işte enflasyonu aşağı düşüreceğiz” gibi hikâyelerle aslında Türk toplumuna pompaladığı enflasyon adı altında bu mağduriyeti ortaya koyup iflasın kapılarını açmak ve bunu yaptılar. Hâlbuki Türkiye'de olan talep enflasyonu değil, maliyet enflasyonuydu sevgili arkadaşlar. Bu maliyet enflasyonu münasebetiyle de ucuzluk değil, yerinde saymak oldu ama ceplerde para bittiği için de mala talep olmadı. Bu sefer üretici ne yaptı? Ürettiği mamulü ya sermayesine pazarlamak durumunda kaldı veyahut da zararına. E zararına satılan mal bu üretimi yapan insanı ayakta tutabilir mi? Tutamadı. Ve bir de baktık ki dükkânlar kapandı. Öyle değil mi? İş yerleri kapandı. Daha sanayi kurumlarımız, fabrikalarımız kapandı. Ben şahsen üç tane fabrika kapattım. Gelin göstereyim size. Hikâye anlatmıyorum. Hayatın içinden geliyorum. E ne olacak şimdi? İş yerlerini adam kapatınca? Bekliyoruz şimdi. Kimi bekleyeceğiz? İktidar yabancı sermayeyi Türkiye'ye getirecek. İsim bu. Olay o değil. Kapanan fabrikaları ucuz pahasına, ucuz fiyatına bir altın tepsi içinde bu adamlara ikram etme oyunu bu. Şimdi buna “dur” demeye var mısınız arkadaşlar?
Kıymetli basın mensupları, kıymetli basın mensupları sizler bizim gözümüzsünüz, kulağımızsınız, her şeyimizsiniz. Bunu sizler aktaracaksınız ki bunları vatandaşımız anlayacak. Buna göre tedbirini alacak. Vay şimdi adam bir numaralı eşkıya kalkıyoruz en büyük evliya olarak takdim ediyoruz bunu. E ne yapsın bu insan? Nasıl seçsin iyiyle, kötüyü? Ha onun için çok rica ediyorum sizlere. Asıl vazife sizdedir. Onun için sizlerle vatanperver insanlar bir araya gelip el ele verirsek ki hepimizin görevi de budur. Bu vatanı, bu milleti ve bu devleti Misak-ı Milli hudutları dahlinde olan bu coğrafyayı teminat altına alırız. “Bu hepimizin başta gelen görevidir” diyorum.
Radikal İslam Bir Tiyatrodur, Şimdi de Ilımlı İslam
Ve sevgili kardeşlerim bakınız bir konu daha var. Müsaadenizle onu da arz edeyim. Kültürel yabancılaşmadan bahsedeceğim bir kaç cümlede, şayet vakitlerinizi almıyor isem. Efendim bakınız neymiş bu? Daha evvel bir hareket başlattılar. “Radikal İslam.” Allah Allah! Nereden çıktı bu ya? Radikal İslam, radikal İslam… Aslında böyle bir şey bir tiyatro bu da. Nasıl Orta Doğu birtakım tiyatrolarla elimizden aldıysalar, nasıl bizi arkadan vurup o coğrafyadan çıkarttıysalar şimdi bu coğrafyadan çıkartmanın yolları. Radikal İslam, radikal İslam bir de bakıyoruz ki adam din adına efendim en milli değerlerimizle, en milli kurumlarımızla karşı karşıya gelmiş. Allah Allah! Ya Müslüman barışık insandır. Ama onun şahsında bütün Müslüman toplumu, İslam toplumlarını “vay bunlar radikal.” Belinde tabancı, elinde bıçak saldırıyor. Öyle değil mi? Bir tip çizildi. Efendim nedir bu tip? ABD'yi kabul etmediğin zaman, Avrupa Birliği'ni kabul etmediğin zaman sen otomatikman bu adamsın. Anlatabildim mi? Şimdi ve bunlar da işte bu çatışmayı vücuda getirerek, efendim bu olmuyor. O halde gelin İslam'a yeni bir elbise biçelim. O da “ılımlı İslam.” Müsaadenizle, o ılımlı İslam nedir? Kaynaklarından sizi aktarayım. Nasıl bu ılımlı İslam? Bunun taşeronları ne milletin huzurunda samimi olarak konuşuyorum, yüzleri olacak. Efendim şayet zerre kadar da inançları varsa ne de Allah huzurunda efendim yüzleri olacak. Zira bu insanlar bu ülkenin bölünmesi, parçalanması için maalesef ve de maatteessüf bu “misyoner faaliyetleri” dediğimiz faaliyetlerin bir unsuru haline gelmişlerdir. Bakınız şu bundan tam dört ay evvel, pardon üç ay evvel şimdi üçüncü ayda mıyız? Evet. On iki, yirmi dokuz, iki bin üç. Tarih Kemalist Dergisi ve Tercüman Gazetesi'nde Sayın Kabaklı Beylerin efendim makalesinden bunu aldık. Bu şu: Müslümanların her şeyini tahrif ederek bu sözü söyleyen bu konuşmayı yapan bu tarihte Massignon, efendim Vatikan'ın dinler arası diyalog kurumunun başkanı Massignon. Efendim “Müslümanların, Türk Müslümanların her şeyini tahrif ederek mahvettik. Dinleri, ahlakları, dine bağlılıkları ve insani duyguları mahvoldu. Onların milli ve manevi değerlerini batı medeniyeti rotasında eriterek kendimize benzettik. İslam'dan uzaklaştırdık. İslam'ı öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur'an-ı Kerim öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Ehl-i sünnet itikadı başta gelen düşmanımızdır. Düşmanımız olan bu itikadı geçmişte sabık inançlara kanalize ettik. Son yıllarda ise Müslüman görülen bazı ilahiyatçılarla on dört asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vadinde bulunarak, yurt dışında iş imkânı sağlayarak hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hristiyan yapınız.” Ardından ne olacak? Bu coğrafyada onların eline geçecek. Neden bizi Hristiyan yapmak istiyorlar? Yani bunlar “hidayete ersin, bunlar kâfirlerdir.” Bunun için mi? Değil. Afrikalı bir yazar aynen şöyle söylüyor. “Hristiyan misyonerler” diyor, “bizim dünyamıza geldiği zaman elimize İncil verdiler. Kapatın gözlerinizi, dua edin” dediler. “Biz de aynısını yaptık. Gözümüzü açtığımız zaman baktık ki ayağımızın altındaki coğrafya onların eline geçti.”
Asıl Dava Türk Coğrafyasıdır
Şimdi arkadaşlar müsaadenizle benim başımdan geçenle bir hatıra nakledeceğim. Ben Trabzon Lisesi'nde efendim 1970’li yıllarda öğretmen iken öğrencim vardı. Dindar gözüküyordu ama ifrata gittiği için de ona nasihat ediyordum. “Evladım yanlış yapıyorsun. Müslümanlık devletle kavga etmek, milletle kavga etmek, kurumlarla kavga etmek değildir. İstiyorsan gel sana ben bunun yolunu öğreteyim. Bu hal çatışma yoludur, didişme yoludur, İslam bunu kabul etmez.” Bunlar birken iki oldular. On beş, yirmi, otuz, kırk tane delikanlı oldu. Baktım ki arkadan bir irade, bir güç bunları sevk ediyor. İnanır mısınız, bu çocuklar en sonunda bana harp ilan ettiler. Şimdi bu harp ilan edenlerin yüzde sekseni yine bir delikanlı. Takriben bir ay evvel bana misafir oluyordu. “Hocam” dedi, “onları biliyor musun” dedi. “O Şentürkler.” “Evet” dedim. “Şimdi onlar biz Pontus’cuyuz diye burada propaganda yapıyorlar.” Anlatabildim mi? Oyun budur arkadaşlar. Çok ciddi bir oyun oynandı. Yeri geldi efendime söyleyeyim efendim radikal gömleği giydi. Yeri geldi şimdi ılımlı gömlek giyecek. Asıl dava Türk coğrafyasıdır. Şimdi ayıkacağız, bütün bu oyunlara son vereceğiz. Sizleri fazla tutmayacağım. Ama farkındaysanız tarihi bir süreçten geçiyoruz. Kuvâ-yi Milliye Harekâtı’nı biz bu sebeple başlattık. Ülke bizimdir, ben şahsen bir şehit torunuyum. Allah dedeme gani gani rahmet eylesin. Vatan için canını verdi. Allah nasip etse biz de versek. Biz bu derece inanıyoruz. Şimdi bu coğrafyanın bölünmesine, parçalanmasına efendim müsaade edip imkân hazırlayanlar; gerek siyasette, gerek bürokraside, gerek kültür dünyamızda kim olursa olsun Bağımsız Türkiye Partisi ulusal düşüncesiyle beraber bunların karşısındadır. Bugün partilerin pozisyonuna bakıyorsunuz öyle enteresan ki… “Amerika Birleşik Devletleri olmadan olmaz. Avrupa Birliği olmadan olmaz.” Hepimiz mandacı olduk. Böyle bir zihniyet olur mu ya? Biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak buna “hayır” diyoruz. Ulusal duruşumuzla. Nasıl? Milli ekonomik sistemimizle, kültür hareketimizle, örfümüzle, âdetimizle, geleneğimizle, her şeyimizle bir ve beraber olacağız. Bir bilek bir yürek olacağız. İnşallah ülkemizi layık olduğu yere taşıyacağız. Bakınız oraya giremedim. Türkiye'nin bu anda üç yüz dört milyar dolar iç ve dış borcu var. Yıllık bunun faizi yüz katrilyonun üzerinde. Böyle bir dönemece girildi. İşte bundan kurtarmak ekonomisini milli şartlara oturtup ve kendi kaynaklarını devreye koymakla olacak, diyorum. Bizi teşrifle şereflendirdiğiniz için hepinizi hürmet saygılarımı arz ediyorum. Allah'a emanet olun diyorum. Sağ olun, var olun.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız