Neler Okuyacaksınız
Çok kıymetli Samsunlu kardeşlerim, 6 saati aşkın zamandan beri bu salondasınız. Bıkmadan, usanmadan yapılan programı takip ettiniz ve sevginizle bizi kuşattınız. Hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Sağ olun. Saniyen, hakikaten konuşan arkadaşlarım, sevgili üstatlarım, emsali görülmemiş hem fikir hem duygu yüklü çok muazzam konuşmalar yaptılar, onlara teşekkürler ediyorum. Esasen 6 saat üzerine denecek bir şey olmaz. Yapılacak olan, böyle bir sohbettir. Biz de o sohbeti yapalım.
Rusya’da Duma'ya Davet Edildik
Kardeşlerim, Rusya bizi davet ettiği zaman bu devlet daveti… Tabii ben de çok kıymetli hocalarımı Ömer Hocam, Ünal Hocam… Ömer Hocam, o zaman burada yoktu. Saraçoğlu, umredeydi; Allah kabul etsin, bize de nasip etsin. Ahmet Beyler, Abdullah Beyler, Sabri Beyler… Hemen hemen bütün arkadaşlarım işin önüne geçtiler. Rusya'ya, Moskova'ya gittik. Gitmeden önce Fuat Bey'in riyasetinde biz Moskova'da Duma'ya davet edildik. Hariciye Bakanlığı’na bilgi verdik. Elçilik vasıtasıyla da takip edilmesini talep ettik, istedik. Tabii biz oraya gittikten sonra ne yaptığımızın farkında olduk.
Sevgili arkadaşlar, Rus meclisinde ilk defa bir ilim adamı, Rusya'ya projesini anlatıyor, programını anlatıyor, tezini anlatıyor. Parti Genel Başkanları, yardımcıları ve Sayın Putin'in danışmanları, artı üniversitede öğretim üyeleri, iktisat dersi, siyasi bilimler vs. fakültelerde okuyan öğrenciler ve onların hocaları, profesörler, halktan seçkin insanlar mecliste bizim tezimizi dinlemek için hazır oldular. Jirinovski diye Liberal Demokrat Parti’sinin bir genel başkanı var. Genel başkan, iktidar. Orada şunu gördüm; hepsi bir kuyuya taş atıyor, söz konusu devlet ve millet menfaati olunca hiçbiri ayrım yapmıyor. Bizi karşılayanlar… Bakın, davet eden muhalefet lideri Jirinovski, aynı zamanda Rusya meclis başkan vekili. İktidar partisi de milletvekilleriyle beraber heyetimizi almış Duma’da, yani mecliste oraları bize gösteriyorlar; burası işte o toplantı salonudur, şurası işte grup odalarının bulunduğu yerdir, grupların bulunduğu mekân burasıdır gibi bilgiler veriyor. Allah, Allah... Şimdi, Türkiye'de muhalefet birini davet edecek, iktidar partisi ona öncü olacak. Ben böyle bir şey görmedim. Rus milletinin ve devletinin menfaati olduğu zaman bir bilek, bir yürek olmuşlar, bir vücut olmuşlar. Huzurlarınızda onları tebrik ediyorum.
Benim Tezim Hem Sosyalizmi Hem De Kapitalizmi Çöplüğe Gömmüştür
Tabii biz çok önceden meğer Moskova’da tanınan bir ilim adamıymışız, onu da orada öğrendim. Benim eserim ‘Milli Ekonomi Modeli’ Rusçaya tercüme edildi. Bunun için de hem hocalar, üniversite hocaları, iktisat bilgisi hocaları hem de öğrencileri, talebeleri, üniversite talebeleri meclise geldiler, bizi takip ettiler. Açık konuşayım, bir Müslüman Türk olarak çok gururlandım. Allah'a şükürler ettim. Çünkü bu sonuç aslında Duma’da, yani Rusya meclisinde bizim adımızla birlikte bilhassa Putin'in Amerika'ya caka satmasıydı ‘Seni yıktım, işte bu Hoca ile’, bunun manası buydu. Çünkü arkadaşlar, benim tezim hem sosyalizmi hem de kapitalizmi çöplüğe gömmüştür. Bunda hiç kuşkunuz olmasın. Detaylara geçmeyeceğim. Tabii mütalaası, müzakeresi… Benim tezin hülasasını ifade etmem… Aşağı yukarı dört saatlik bir zaman içerisinde tanınan, anlatılan bir tez oldu. Ama çok muhteşem bir hava. Bunun izahını yapmam zor. O ‘dinsiz’ dedikleri, ‘gaddar’ dedikleri, ‘insan haklarının olmadığı’ diye ifade edilen yerde öyle bir şey ben görmedim. Yakınlık gördüm, dostluk gördüm, arkadaşlık gördüm. Muhterem hocalarım da başta olmak üzere alaka ve ilgi gördük. Ve o Rus meclisinde her ihtimale karşı Allah kabul etsin, namazımı da kıldım yani.
Tabii benim sunumum bitti, arkadaşlar dediler ki “Jirinovski'ye gideceğiz”. Ben de bizi davet eden adamın kim olduğunu bilmiyorum. Bana ‘geleceksin’ dediler, gittik biz de. “Filan kişiye gideceğiz”. “Kim bu arkadaş?” dedim. “Senin sol tarafında oturan adam”. Allah, Allah... Neyse gittik. Şimdi mecliste gerçekten çok resmi, bir otorite olarak bulunuyor. Ama grup odasında zat-ı alilerine gittiğimizde, pamuk gibi yumuşamış; meclisteki adam gitti, çok yeni bir insan geldi. “Allah, Allah…” dedim “Bu nedir?”. İyi bir sohbet yaptık. Tabii arkadaşlar şunu görmemiz lazım; bugün kabul etsek de etmesek de İslam dünyasının arkasında, özellikle de Suriye'nin arkasında bugün Rusya var. Şayet Rusya, Suriye'nin arkasında olmamış olsaydı; bugün Esat'ın yerinde yeller eserdi. Oradan ben onlara yaptıkları işin çok hayırlı bir iş olduğunu, kapitalist dünyanın orayı ezerek geçmek istediklerini, büyük İsrail'e bir vatan kurma sevdasında bulunduklarını, ama buna Rusya'na müsaade etmediğini, bunun için de İslam dünyasının gönlünü kazandıklarını, daha önce komünizm döneminde İslam toplumları tarafından nefret topladıklarını… “Çünkü dinden çok uzaktınız, ateisttiniz” öyle konuştuk değil mi? “Ama şimdi çok iyi bir noktadasınız, sizi tebrik ediyoruz”. Ondan sonra “Ne mutlu Türk’üm” demez mi Türk’üm diye.
Amerika, Tekerine Çomak Soktuğum İçin Beni Sevmez
Şimdi arkadaşlar, ben öyle zannediyorum ki şu anda Amerika Birleşik Devletleri'ne Türkiye'nin yaptığı ihracat yılda 11 milyar dolar. Onun küçük bir oyununu anlatayım size. Biz Amerika'dan 11 milyar dolar alıyoruz, ama bu dolar, boyanmış bir kâğıt. Amerika Birleşik Devletleri parasını darphanede basarken, yani emisyonunu genişletirken, iktisadın kurallarına uyarak bu parayı basıyor değil. İktisadi kurallara göre her devletin yıl sonunda kazandığı ‘gayrisafi milli hasıla’ dediğimiz bir kârı vardır. Bu kârın %30 veya 35’i nispetinde… Ekonomi kuralıdır bu ki biz bunu matematikle ispatladık; Keynes’ti, Adam Smith’ti hepsini sildik. Samimi diyorum. Onlar bu kuralı bulamadı, biz bulduk. Baktım ki Amerika Birleşik Devletleri gayrisafi milli hasılasını %30-35 para olarak devreye koyması gerekirken -Buna ‘senyoraj hakkını kullanma’ denir. İçimizde iktisatçı olursa “Bu adam iktisat bilmiyor” demesin diye diyorum. Sizin anlayacağınız dille konuşuyorum- Amerika %100. Atıyorum, yılda gayrisafi milli hasılası, yani karı ne kadar oldu? 10 trilyon. 10 trilyon parasını basıyor. Peki iktisat kurallarına göre kaç para devreye koyması, piyasaya sürmesi gerekiyordu. 10’un üçte biri kaçtır? 3,4 mü oluyor? 3,9. Yani, 3,4 olsun. Yani, 3 katrilyon basması gereken veya 3 buçuk katrilyon parayı devreye koyması gereken, dolaşıma sürmesi gereken Amerika, tam 10 trilyon doları devreye sokuyor. Amerika'nın hiç çalışmasına gerek yok. “Hocam ya sen atıyorsun”. Gelin şimdi dediklerimi takip edelim. Arkadaşlar, dolar dünyanın her yerinde geçiyor mu? Peki Amerika bunu nasıl dolaşıma sundu? Kimse bunu araştırıyor mu? Yok. Nasıl olursa olsun. Dolar oldu mu herkes cebine koyuyor, kasasına koyuyor, hazinesine koyuyor. Ve de ona karşılık mesela Türkiye'den, bizden yılda 11 milyarlık, 11 milyar dolarlık neyse efendim mal alıyor. Biz, ona ihracat yapıyoruz. Atıyorum Almanya'dan öyle, Fransa'dan öyle, Çin'den, şuradan, buradan topluyoruz; bakıyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri'nin ithal ettiği malların tutarı 3 trilyon dolar, 4 trilyon dolar. Ve bu adamlar hiçbir şey yapmazsa, kağıdını boyayıp para olarak piyasaya sürdükleri zaman, dünyanın haracını yiyorlar. İşte bunların tekerine çomağı sokan kim oldu? Haydar Hoca oldu. Şimdi onun için Amerika beni sevmez. Amerika beni sevmez, onun emirlerine ‘baş üstüne efendim’ diyen Sayın Başbakanı da sevemez.
Sevgili kardeşlerim reva mıdır ki her gün çalışacaksınız, alın teri dökeceksiniz, yorulacaksınız, sürüneceksiniz ve sizin emeğiniz, üretiminiz böyle bedavaca elinizden çıkıp gidecek. Allah bunun hesabını sorar.
Bizim Cebimizdeki Para, Emek ve Üretimin Karşılığı Olan Para Değil
Şimdi, bizi idare edenlere gelince… İdare edenler koalisyon dönemleri, Sayın Tayyip Bey'in başbakanlık dönemi öyle bir devir yaşatmışlar ki… Kardeşlerim bir milletin dolaşımda olan parası, yıl sonunda kazandığı kârın işte %35-40, bilemedin %50 karşılığıyla beraberdir. Şayet siz bu kazandığınızı paraya dönüştürmezseniz, o takdirde piyasada para darlığı olur. Bir misal vereceğim, hepiniz bundan anlayacaksınız. Bak, iktisadı ben hepinize öğreteceğim. Hem de bugün, bu sohbetle. Nedir bu? Kardeşlerim 10 kg mısır aldık . Bafra, Çarşamba, Terme bunlar bereketli yer. Toprağa attık bunu. Şimdi bir tane mısır tanesi topraktan toprak üstüne çıktığı zaman, yani çatlayıp tomurcuk olarak çıktığı zaman kaç tane -beş ay sonra, üç ay sonra neyse- bir koçanda mısır tanesi olur? Söyleyin, korkmayın. Efendim? En az 100 tane. E burası bereketli, 200 olsun. Ama ben diyorum ki arkadaşlar 100 oluyor, 200 oluyor ama yapılan işin yanlışlığını tam anlamak için, ben bunun tamamının çürük olduğunu kabul ediyorum. Sadece 10 tanesinin, 10 adetin, yani bir tohuma mukabil 10 adet mısırı bağdan kâr olarak aldığımızı düşünüyorum. 10 kg toprağa tohum atmıştık. Eder 100, yani 10 kilodan 100 kilo sonucu elde ediyoruz. Atıyoruz, diyoruz ki biz bu tohumu toprağa atarken 1.000 Türk lirası para masraf ettik. 10 kilo mısırın karşılığında piyasada olan para kaç lira? 1.000 lira. Peki bu 1.000 lira kardeşlerim, 100 kg mısırımızı piyasadan almaya kifayet eder mi? Niye? Çünkü o bizim 10 kilonun karşılığı olan mısırdı. Öyle değil mi? Ha şimdi yapılması gereken; 90 kg mısırın karşılığında emisyonu genişleteceğiz, senyoraj hakkımızı iktisat diliyle kullanacağız, yani 90 kilonun karşılığında 9 lira daha piyasaya süreceğiz, para olarak sokacağız. O takdirde piyasada bulunan malı, elimizdeki parayla alma imkânı olur mu? 35 seneden beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sayın idarecileri, işte gayrisafi hasılamız olan, kârımız olan alın terimizi maalesef ne yapıyorlar? Para olarak piyasaya sürmediler. Ne yaptılar? “Hocam, diyorsun da piyasada para var. Bak senin cebinde de var. Benim de var”. Ne yaptılar biliyor musunuz? Bunlar Amerika'dan borç aldılar, IMF'den borç aldılar, İngiltere'den borç aldılar; geldiler bunu hazineye koydular. Buna ‘hard currency’ deniyor, yani o basılması gereken paranın karşılığında hazineye konulan para. Kardeşlerim bizim cebimizdeki para, emek ve üretimin karşılığı olan para değil. Bir söz var, hepiniz bilirsiniz ‘gavurun parası’; onun karşılığı. Maalesef piyasada bulunan para, adamın parası. Biz ona mukabil ona borçlanıyoruz. Her yıl da buna mukabil bu adamlara faiz ödüyoruz. Böyle bir devletin kalkınmasına imkân ve ihtimal olabilir mi? Olamaz değil mi?
Şimdi daha fazla konuşmaya gerek yok, iktisat dersi vermiyoruz malum. Ben bu işi biliyorum. Bana güveneceksiniz. Kardeşlerim bakın, Çin de şu anda benim tezi uygulamaya başladı. Rusya tamamını uyguluyor. Avrupa ülkelerinde, Uzak Doğu’da bizim tezimizi hayata geçirmeye başladılar. Peki kardeşlerim, reva mıdır ki benim ülkem bu büyük nimetten mahrum kalsın. Aç, susuz geziyoruz. Burası tarımın doruk noktada, zirvede olması gerektiği bir yer değil midir Samsun? Samsun, tütün yeri. Ben iyi biliyorum. Burada bir zamanlar tütün sigara fabrikaları vardı. Zannıma göre özel sektöre bunu ‘özelleştirme’ adı altında teslim ettiler. Kardeşlerim bizim salatalığımız, bizim domatesimiz, bizim kavunumuz, bizim karpuzumuz, bizim mısırımız, fasulyemiz hatırınıza ne geliyorsa 4 kuruşa mal ediyoruz. Maalesef gidip 4 kuruşa bunu pazarda satıyoruz. Hatta öyle bir durum oluyor ki 4’e mal ettiğimizi 4’e bile satamıyoruz. Doğru mu? Onun için tarım köylüsü çok ciddi çile içerisinde.
Tayyip Bey ile Boğaz'da Oturduk Kahvaltı Yaptık
Bunu 2002 yılında aziz milletime anlattım “Sakın bu adamlara oy vermeyin”. Niye? Bunlar benim düşmanım değil. Hatta Sayın Tayyip Bey partisini kurarken bendeniz onunla birlikte Boğaz'da bir lokantada Trabzon Milletvekili -o zaman Trabzon Belediye Başkanı idi- Asım Aykan benim eski arkadaşlarımdandır. O zaman Sayın Tayyip Bey de İstanbul Belediye Başkanıydı. Boğaz'da oturduk; rahmetli Baki Hocam, dört kişi bir kahvaltı yaptık. Öğle vaktine kadar devam etti. Ben dedim ki “Benim öyle parti kurmak, siyasette olmak gibi bir derdim yok”. “Biz seni kesinlikle destekleyeceğiz”. “Ama benim olmazsa olmaz kurallarım var. Onları sizden bekleriz”. “Nedir o?” dedi. Saydım. Bunlardan bir tanesi de dinler arası diyalog. “Hocam, niye siz bunun üzerinde çok duruyorsunuz?”. Şunun için duruyorum; kardeşlerim dinler arası diyalog demek, görünüşte Müslüman, içi Hristiyan insan demektir. Yani bizim deyimimizde buna ‘münafık’ denir. Adam görünüyor Müslüman, sakallı, cüppeli, efendime söyleyeyim sarıklı; bakıyorsun, ‘eyvallah’ diyorsun Hoca Efendi. Ama bir de bakıyorsun ki içini açıyorsun , kalbini yarıyorsun; koskocaman bir haç. Öyle değil mi? Onun için Türkiye, kilise evleriyle doldu. Bu benim sözüm değil . Sayın Cumhurbaşkanımız henüz cumhurbaşkanı olmadan ifade buyurdular, dediler ki “Kırk bin tane kilise açık. Daha ne istiyorlar bizden Avrupa Birliği için?”. Sayın Cumhurbaşkanım, sen kırk bin değil yüz kırk bin de açsan, dört yüz bin de açsan sana güvenmezler. Niye güvenmezler? Niye güvenmezler? Çünkü sen, Haydar Hoca'nın memleketi Türkiye’densin de ondan. Güvenmezler.
Şimdi bunlar boşuna yoruluyorlar. Avrupa Birliği bunları almaz. Avrupa bunlara büyük çalım atıyor. Bir çalım atıyor, bir daha atıyor . Yine koşuyorlar, biz yorulmayız. Biz öyle derviş olduk ki Kemal Derviş bile bizim yanımızda sıfırdır.
Şimdi kardeşlerim bakınız, ben bunu anlattım “Sakın ha gitmeyin bunların peşinden”. Ya ben dedim, bana ders verdiler. Beni sıfırla çarptınız. Reyi de onlara verdiniz. Kim pişman oldu şimdi? Hadi konuşun. Kim pişman oldu? Şimdi hep beraber bayram yapmaya var mıyız arkadaşlar? Var mıyız?
Türkiye Vatandaşı Olduğunuz İçin Size Maaş Vereceğim
Bugün kardeşlerim, bugün ben daha farklı bir şey size söyleyeceğim. Annelerim, gelinlerim, kızlarım, yeğenlerim, torunlarım… Bakın, ne dedim ben size? Ben size 1.000 Türk lirası… Evinize işçi yapacağım sizi, evinizde. Türkiye vatandaşı olduğunuz için de ayrıca… İkisini toplayıp 1.000 Türk lirası maaş vereceğim size. Dedim mi? Yetmedi. Bir de gittim bunu noterden imzaladım. Ne demek bu? Bir senet bu, tapu. Ha arsanın tapusu ha Haydar Hoca'nın tapusu. Niye? Noterde imzaladım ben bunu, noterde. Diyelim ki ben sizi kandırdım, Allah göstermesin. Arkadaşlar bu yapılan iş nedir biliyor musunuz? Hukuk açısından bu işi muhterem Ünal Hocam hepimizden iyi bilir. Bu bir intihardır. Ben tezimi bilmezsem, ben kendime güvenmezsem; servetimi, canımı, hürriyetimi tehdit altında bırakır mıyım ya? Ben bu işi çok iyi biliyorum. Benim üstüme Türkiye'de değil, dünyada adam yok ya. Vallahi yok. Benim zoruma ne gidiyor biliyor musun? İlmimin sadakası etmeyen adamları benim üstüme çıkardınız. Bu bana koyuyor ya. Ya bunlar kim ya? Samimi konuşuyorum. Şimdi “Bu siyasettir, Haydar Hoca atıyor” demeyin. Samimi konuşuyorum. Bunlar bir şey bilmez ya.
Gayrisafi Milli Hasıla Türkiye'de Senelerden Beri Devreye Konmadı
Her yıl bunlar şimdi 60 milyar borç faiz veriyorlar, 60 milyar faiz. Bir de ertelenen borçların faizleri var, bunları söylemiyorlar. İkisini bir toplarsanız 100 milyara yakın yılda faiz. Ne veriyor? Devlet, faiz veriyor. Bir; Haydar Hoca'yla olduğun zaman bundan kurtulacaksın. 100 milyar cepte mi? İki; az evvel ne dedim? Gayrisafi milli hasıla. Türkiye'de senelerden beri devreye konmadı. Haydar Hoca’n gelecek; alnının teri, raflardaki malın vergisi, şusu, busu… Bunun karşılığında devlet, hürriyetini kullanarak parasını basacak. 1.5 trilyon olduğunu veya katrilyon olduğunu kabul edersek, 500 milyar benim bir yıl içinde kâr ettiğim mamulden parayı piyasaya sürmem lazım. Etti mi 600 milyar? Etti mi? Korkuyorsunuz ya. Çok yıldırmışlar. Korkmayın, ben buradayım. Hesap adamıyız biz.
Şimdi arkadaşlar, gelin; Türkiye'de bakın tam 3 katrilyon dolarlık servet var, yeraltı kaynağı var. Uranyumdu, bordu, toryumdu, altındı, bakırdı, demirdi... Say sayabildiğin kadar. Bunları alt alta koy, 3 katrilyon dolar. Bu, batılıların tespitiyle . Yeminle konuşuyorum, bu en az 5 katrilyon dolardır. Şimdi bu ham halde. Bunu işlediğiniz zaman 1’e 10 en az değer kazanır. Arkadaşlar 3 katrilyon. 3x10 ne eder? 30 katrilyon dolar. Gelelim şimdi oturalım bunu yemeye. Kaç senede -bizim nüfusumuzu 500 milyon yapalım- bunu harcarız? Kıyamet sabahına kadar vallahi de billahi de tallahi de bunu bitiremezsiniz . “Ama Hocam, benim muhterem Hocam, güzel de Tayyip… Onlar niye bunu yapmıyor?”. Oğlum, bu arkadaşlar iktidara gelirken tırları dolar doldurdular, milletin kapısını gezdiler. Ona söz verdi “Ben” dedi “bu kaynakların hepsini sana aktaracağım, hiç merak etme. Bizim hısımlarla sen, ben ortak olacağız”. Şimdi erkekse yapsın, kelle gider. Öyle kolay mı? Sen iktidar olacaksın, onun parasıyla iktidara geleceksin veya muhalefette olacaksın; ondan sonra caka satacaksın. Adamın kellesi gider. Trafik kazasında gider. Öyle değil mi? Kim vurduya gider. Bunu yapamazlar onlar. Bilmezler zaten. Bu işin anahtarı bendedir, biliyorsunuz.
Şimdi bakın, bizim yaşımız da on sene evvel olsaydı çok iyi olurdu. Ya şuradan yukarı ben on sene evvel öyle koşarak çıkıyordum ki… İki kişi şimdi kolumda çıktım. Eğer bir seçim daha bizi mağdur ederseniz, Haydar Hoca'yı bulamazsınız. Ne diyorsunuz şimdi? Ne diyorsunuz?
Şimdi anneler, bak ben asgari ücret olarak 4.000 Türk lirası vereceğim. Bunda kuşkunuz olmasın. 1.000 lira da devlet baba size yardım edecek. Kaç para ediyor? 5.000 lira para sadece anneme. Beyefendi de işçi veya memur; 4 artı 500, 4.500 Türk lirası eve para girecek. Peki böyle bir ailede geçim problemi olacak mı? Bu kimin döneminde olacak? Haydar Hoca'nın döneminde olacak.
Şimdi geliyoruz… Ya çok şey yazdım buraya da buraya bakıyorum şaşırıyorum. Şunu diyecektim burada, onu da geçmeyelim. Bu kadar tarihi bir olay oldu. Biz bakanlığa haber verdik, elçiliğe haber verildi. Bir satır ne devlet televizyonu ne özel televizyonlar ne basın organları; sağ olsunlar ses yok, seda yok. Bunların balonlarını patlatmaya var mısınız? Kefaret olarak gece gündüz ‘Haydar Hoca, Haydar Hoca’ diye bunlara zikrettirmeye var mısınız ? Benim adımı zikrederlerse kurtulurlar merak etmeyin. Bunlara böyle yapacağız.
Türkiye’de Müthiş Kaynaklar Var
Şimdi kardeşlerim, Türkiye'de hakikaten müthiş kaynaklar var. Ama benim hayret ettiğim, bu kaynaklar niçin devreye girmiyor? Geçen böyle aramızda sohbet ederken arkadaşlar dediler ki “Hocam, onların tamamı devrede”. “Ne diyorsun?” dedim ya “Devrede de nerede? Bunun geliri nerede? Hakkâri… Nerede bunun geliri?” Bana birtakım isimler saydı, burada saymıyorum. Bizim işte arkadaşımız, eniştemiz, kızımız, yeğenimiz; kaynaklar meğer bunlara gitmiş. Fakat bunlar doymaz ki arkadaşlar. Sel olmuştu 90’lı yıllarda, Akçaabat'ta. Ağanın bir tanesi sele kapıldı, denize gitti. Bir hafta sonra ağayı buldular. Marabası geldi. Böyle köprünün üstüne koydular. “La ağa, yedin de yedin” dedi “Ulan, yedin de yedin”. Şimdi bunlar arkadaşlar, bunlar doymak bilmiyor. Ama bunlara haddini bildirecek olan sizsiniz. Var mısınız?
“Mustafa Kemal Atatürk’ün İzinde Olan Tek Adam Haydar Hoca’dır
Şimdi, bura dedik tarım bölgesi. Biz ne demiştik? Tarım bölgesinde yetiştirdiğiniz ürünlerin %50… Mutlaka tohum, toprak üstüne çıkmadan; ne olursa olsun karşılığını devlet size avans olarak verecek. Avans, kredidir bu. Bunu ilk defa kim uyguladı arkadaşlar? Merhum Mustafa Kemal Atatürk uyguladı. Şimdi “Biz merhumun yolunda, izindeyiz” diyorlar ya, yalan konuşuyorlar. Mustafa Kemal Atatürk'ün tek izinde olan bir adam var. O da Haydar Hoca, Baş Türk Haydar Hoca.
Türkiye’de 3 Katrilyon Dolarlık Servet Var
Şimdi arkadaşlar, ağabeyim kaynakları sordu “Nereden bulacak?” dedi. Ne dedik? 3 katrilyon dolarlık servet var. “Hocam ama bunları işletmek için para yok. Ne yapacağız?”. Bir gün Artvin’e gidiyoruz, işte bir baraj yapılıyor. Baraj durmuş, inşaatı durmuş. Sordum arkadaşlara “Niye” dedim “bu inşaat durdu?”. “Hocam” dediler “bunu yapmak için para gelecekti Japonya'dan”. Zannıma göre gelmemiş, “Allah Allah…” dedim. Şimdi ben de arkadaşları uyandırmak için “Herhalde” dedim “buranın kumu Japonya'dan gelecek”. “Yok Hocam” dediler “burada var”. “O zaman demiri oradan gelecek” dedim. “Yok Hocam, o da burada var”. “Çakılı oradan gelecek”. “O da burada var”. “Oğlum, mühendisi gelecek”. “Yok Hocam, hepsi burada var”. “Allah Allah…” dedim. Tabii ben böyle soru sorunca arkadaşlara, cevabı verip cevap esnasında düşündü “Doğru ya”. “Oğlum” dedim “bir kâğıdı boyalayıp millete verip bunu üretmeleri gerekmez miydi?”. Hepsi “Evet”.
Şimdi ben kâğıdı boyayacağım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin para mührünü üzerine basacağım. Şimdi altın madeninde seni işçi olarak çalıştırıyorum. Gümüşhane’de arkadaşlar katrilyon dolarlık altın rezervi var. Müthiş bir rezerv var Gümüşhane’de. Getirdim sizi oraya işçi olarak ve devlet de benim elimde, hükümetim. Kâğıdı boyadım, para olarak size verip “Çalışın” dedim. Siz altın çıkardınız, toprağı altın ettiniz. Benim paramın karşılığı oldu mu, olmadı mı? Oldu mu?
Benim Kadrom Hazır
Şimdi arkadaşlar, Putin dedi ki “Ben bu Hoca’nın ferasetine haydan kaldım”. Bizimkiler kafayı kiliseye takmış olacak ki beni hiç hatırlamadılar. Halbuki bize sorsalardı önce… Ne dediler? “Ya Türkiye'de kaynak falan yok”, bunların hepsi palavra. Her gün bir kaynak çıkınca, artık susmak mecburiyetinde kaldılar.
Şimdi arkadaşlar, uzun sözün kısası; bu atı sürmesini bunlar beceremiyorlar. Zaten at sahibine göre kişner. Bu atı kişnetemediler bunlar. Öyle değil mi? At, boyna çifte attı. Bunu yarış atı yapmaya var mısınız? Ve zaten… Bak, bak, bak hatırladım şimdi. Şimdi hatırladım; atın üstüne binerken düştü, at kabul etmedi onu. Atın üzerine binene seyis mi denir? Ya benden iyi seyis mi olur?
Şimdi kardeşlerim, tabii böyle nükteli olsun ki unutmayalım diyedir bu konuşmalar. Çok samimi konuşuyorum, ben bu işi biliyorum değil çok iyi biliyorum. Kadrom hazır. Bak burada niye bu kadar insanı konuşturduk? Geçen akşam Trabzon'da 70 insan konuştu. Burada en az bir 30-40 insan konuştu. Yani eğer biz arkadaşları toplayıp konuştursak, sabaha kadar hepsi konuşur. Hepsi yetişmiş. Bunlar yetişmiş arkadaşlar, eğitimli insanlar. Kadınımız, erkeğimiz… Allah onlardan razı olsun. Hakikaten yetiştiler. Şimdi kabine kuracağız. Kabinede kaç kişi var? Şu anda 20 kişi var. Ben 100 kişilik kabine kuracağım. Samsun'dan kurabilir miyim, kuramaz mıyım? Hocam, bunlar korkuyorlar. Kurabilir miyiz? Tamam, mesele bitmiştir.
Şimdi, geçende arkadaşların bir tanesi haber verdi, dedi ki “Hocam, sen yapacaklarını anlatıyorsun; Bakanlar Kurulu’nun da yapacaklarını anlatması lazım”. Bunun üzerine gölge kabineyi kurduk. Ama baktım ki ya benim arkadaşlarımın hepsi bakan. Şimdi hangisini hangisine tercih edeyim. Siz isterseniz burada ben size ruhsat vereyim, bakanlarımı seçin bana. Demokrasi işte bu. Hiç merak etmeyin, dediğinizi yapmaya varız. Niye varız biliyor musunuz? Neden varız? Bak vallahi de billahi de tallahi de ben sizin gözünüzde en düşük arkadaşımla bile Türkiye'yi dünyanın dev ülkesi yapacağım. Kardeşlerim, yani 100 tane kabine çıkarttınız ama tabii bu 100 arkadaşı her zaman konuşturmak da mümkün olmaz. O arkadaşımın teklifini de yerine getirerek… Mesela çalışma bakanımız neler yapacak, sanayi bakanımız neler yapacak, ticaret bakanımız neler yapacak, maliye bakanımız neler yapacak, adalet bakanımız neler yapacak, iç işleri bakanımız, dış işleri bakanımız…
“Din Milliyetçisi” Dediğin İnsanın Adına “Müslüman İslam Kardeşliği” Denir
Hariciye bakanımızı karantinaya alacağım. Çünkü bu arkadaş çok fena halde hastalık yaydı, onlardan temizlemek lazım. Anladınız değil mi? Hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu aziz millet böyle istihza konusu yapılmadı. Sayın Başbakan’ım konuşuyor, birkaç defa ben dinledim yahu işte ‘din milliyetçiliği yapılıyor’. Allah, Allah… Öyle bir tespit ki yani ben böyle bir tespit görmedim. Sosyolojiye baktım, acaba ‘din milliyetçisi’ dediği şey nedir; öyle bir terim yok. Sonra Akçaabat'ta seslendim, dedim “Sayın Başbakan’ım, din milliyetçisi dediğin insanın adına Müslüman İslam kardeşliği denir”, tamam mı? Arkadaşımız şaşırmış; İslam kardeşliğinin yerine, milliyetçiliğe bir şeysi var ya din milliyetçisi demiş. Ona din milliyetçisi denmez. Ne denir? Din kardeşliği, İslam kardeşliği denir.
İki; daha ne denir ona? Muhammed ümmeti denir ya. Biz hepimiz ümmet-i Muhammed değil miyiz? Türklerin arkadaşlar bir uygulaması var. Türkler kendi örfünü, adetini, geleneğini, medeniyetini, maneviyatını, sanatını, siyasetini İslam'la yoğurdu; bunun adına Türk dedi. Aslında bu yoğurduğu şey İslam kültürü, İslam medeniyeti, İslam siyaseti, İslam örfü. Bunları yoğurdu, ortaya bir kimlik çıktı. Buna Müslüman Türk kimliği denir. Tamam mı? Bunu kim yoğurdu, bunu kim yoğurdu? Anadolu'nun manevi genel kurmay başkanı Hacı Bektaş’ı Veli yoğurdu. Arife anamızın kulakları çınlasın, ellerinden öpüyoruz. Eminim ki şu anda ekranları başında bizi izliyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ü Bize Dinsiz Diye Tanıttılar
Evet, buradan bir geçiş yapacağım , bu da konuşmamın sonu olacak. Mustafa Kemal Atatürk… Arkadaşlar , Türkiye'de hayır işleri yapan insanlara çok iftira edilmiş, önlerine çok geçilmek istenmiş ama her zaman Allah'ın nusratı, yardımı onların üzerine olmuş. Mesela bu insanlardan biri ve en başta geleni Mustafa Kemal Atatürk'tür. Mustafa Kemal Atatürk'ü senelerce bize, affedersiniz, dinsiz diye tanıttılar. Onun kurduğu devleti dinsiz devlet diye tanıttılar. Onun için meydanlarda “Dinsiz devlet, yıkılacak elbet” dediler. Millet bunlara şartlandı ve Mustafa Kemal Atatürk'e ‘dinsiz’ dedi.
Şimdi gelin ben size sahih kaynaklardan -bak gece sabahlara kadar da tövbe edeceksiniz beni dinledikten sonra- Mustafa Kemal kimdir, hangi ailedendir, nasıl bir insandır bunu anlatayım. Mustafa Kemal’in annesi Molla Zübeyde, takva bir insan. Balkanlarda Rıfat Efendi diye büyük bir zat var. Bektaşi tarikatından onun dergahında hizmet eden, Allah yolunda, taat-ı ibadetle ömür tamamlayan, bu sebeple de takvasından dolayı adına Molla Zübeyde denilen bir mübarek anamız. Buna neler söylenmedi, ne iftiralar yapıldı.
İki; babası kim biliyor musunuz? Babası Ali Rıza Efendi. Ali Rıza'nın babası olan şahıs, o da Hacı Bektaş'ın tarikinden çok dindar bir aile. İmam-ı Rıza'nın adına hürmeten çocuklarının adını Ali Rıza koyuyorlar. İmam-ı Rıza kim? 12 büyük imamdan bir tanesi, yani peygamberin torunlarından biri. Anlaşıldı mı? Peygamberin torunlarının ismini çocuğuna takan insan. Adı ne? Ali Rıza. Takılan isim, Ali Rıza. Anne adı ne? Zübeyde, Molla Zübeyde. Bu iki insandan nur topu gibi Mustafa denilen bir insan dünyaya geliyor ve o Mustafa, yedi yaşında Kur'an-ı Kerimi hatmetmiştir. Haberiniz var mı? Var mı? Dinleyin, dinleyin beni de bu hainleri hesaba çekin. Yetmedi , sekiz yaşında hafız-ı kelam oluyor. Bunu biliyor muydunuz? Korkuyor bunlar Hocam, ne yapalım şimdi? Sekiz yaşında Mustafa Kemal, hafız-ı kelamdı. Anlaşıldı mı? Yetmedi, askeri okulda okurken yaz tatilinde annesinin dergahına gidiyor, zikrullah meclislerine giriyor, ter kan içinde kalıyor “Allah, Allah” diyerek. Mustafa Kemal bu, tamam mı? Merak etmeyin, kalbinizdeki şüpheleri de hep gidereceğim. Daha ? Mustafa Kemal devrin en güçlü, en mükemmel kurrası olan Yaşar Efendi’yi, Yaşar hafızı yanına danışman olarak alıyor. Hafız. Kur'anı Kerim’i okutuyor ona, ezber dinliyor; kendi okuyor, Yaşar Efendi, Yaşar hafız dinliyor. Şimdi, böyle bir şey duydunuz mu siz arkadaşlar? Duymadınız değil mi? Peki ne bana ikram edeceksiniz? Ben size Türk'ün büyüğünü tanıtıyorum. Bu hainler, ona ‘dinsiz’ dedi. Allah, onların belasını versin. Şerefsizler. Ama şunu unuttular; bir Molla Kasım gelir, bunun hesabını sorar.
Saltanatı İslam Zannedenler Yanılıyorlar
“Ama Hocam, güzel de… Atatürk gitti, dergahları kapattı, tekkeleri. Ne diyorsun buna?”. Oğlum, şimdi bir derviş giderdi tekkeye. Memleket savaş içinde. Alamaz onu, ordu alamıyor, orada kalıyor. Niye? “Ben dervişim”. Oğlum can emniyeti yok, mal emniyeti yok, namus... Geçici bir süre için. Bak bir şeyh-i kâmil, Mustafa Kemal'e teklif ediyor “Lütfen buraları kapatın. Can emniyeti, mal emniyeti, namus emniyeti teminat altına alınsın, ondan sonra açarsınız. Bu zor bir şey değil. Ama şu anda buraların kapanması lazım”. Ben bak size söylüyorum vallahi de billahi merhum Bülent Ecevit bu söze yakın sözle “Mustafa Kemal bir defa tekkelerin kapanmasında samimi değildi” buyurdu, yani ‘tekkeleri açacaktı’ diye ifade buyurmuştu. “Güzel de Hocam, bu saltanatı kaldırdı”. Saltanatı İslam zannedenler yanılıyorlar. Mustafa Kemal, Cemalettin Çelebi Efendi ile birlikte Bektaşi dergahında üç gün bir arada kalıyorlar. Memleketin her tarafı işgal edilmiş. Artı iş yok, aş yok, hürriyet yok, can emniyeti yok, mal emniyeti yok, namus emniyeti yok, din emniyeti yok… Cemalettin Efendi ile bugünkü Hacı Bektaş, orada karar veriyorlar. Üç gün hiçbir dervişanı tekkeye kabul etmiyorlar. Verilen karar; istiklal savaşı yapılacak, kurulacak olan devletin adı da ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ olacak .
Apo’yu Bu Noktaya Getiren Sayın Başbakandır
Arkadaşlar şimdi, Atatürk o zor şartlarda üniter yapılı bir devlet kurdu. Adam “Ben samimiyim?” diyor senelerden beri. 1984 yılı yanılmıyorsam, bir terör belası milletimizin başına bela oldu. Sayın iktidar mağlup olmadı. Dizinin dibine oturdu, talimat alıyor; anayasa hazırlayacak, üniter yapıyı bozacak. Geç oradan!
Şimdi, şimdi… Demokratik kurallara göre seçim sandığının başına gittiğinizde; “Size devletini unutturan”, “üniter yapısını” … “Efendim” diyor, “iftira ediyorlar. Bunlar üniter yapıyı bozacak, iftira ediyorlar.”
Şimdi gel Sayın Başbakan seninle iki kardeş olarak sohbet edelim. Peki Sayın Apo’nun… ‘Sayın’ dedim kusura bakmayın. O noktaya bizi yarın mecbur edecekler.
Kürt kardeşlerimiz… Kürtlerle terörü ayrın lütfen. Bunlar dıştan destekli olaylardır. Bu olayların sonunda Sayın Başbakan Diyarbakır'a bir gün gidiyor “Kürtlere” diyor “haklarını biz vereceğiz”. Orada diyor millet ki “Vay… Ya bu Öcalan demek doğruyu konuşmuş, demek bizim haklarımız varmış, bunlar bize verilecekmiş”. Ondan sonra Apo, meşru hale geliyor, idamlık cezası olmasına rağmen. Yani onu bugünkü noktaya getiren maalesef Sayın Başbakandır.
Şimdi Sayın Başbakan’ım diyor ki “Apo” diyor “üniter yapıyı bozmayacak. Bunların böyle bir derdi yok”. Peki niçin bunlar yeni bir anayasada kendi dediklerinin yerine gelmesinde ısrar ediyorlar? Kürt kardeşlerim bugün isterlerse cumhurbaşkanı olabilirler mi, başbakan olabilirler mi, bakan olabilirler mi, vekil olabilirler mi, danışman olabilirler mi, istedikleri şey olabilir mi? Bunun önünde mâni hiçbir şey var mı? Yok. E peki daha ne istiyor bu arkadaş. Genel kurmay başkanı oluyor, general oluyor, yüzbaşı oluyor, çavuş oluyor, hepsini oluyor. Ne istiyor bu? İmtiyaz istiyor, imtiyaz. “Benim” diyor “farkımın olması lazım”. E peki bizim Karadeniz demeyecek mi ki “Senin farkın olacak da benimki olmayacak mı?”, orada bir sürü Laz arkadaşlar var. Çerkez kardeşlerimiz… Çerkez kardeşlerimiz “Biz de imtiyaz hakkı istiyoruz” diyemeyecek mi? Boşnak demeyecek mi, Arap demeyecek mi? E peki sen nasıl diyebilirsin ki ben üniter yapının bozulmasına karşı değilim? Ya Rabbi, sen bunlara tam bir sepet akıl ver; ne kadar deli olduklarını anlasın.
Sayın Başbakan’ım, ben onun iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Ama o niyeti kurtarmıyor onu. Ona çok ciddi oyunlar oynuyorlar, lütfen dikkat etsin. Bak bugün Sayın Evren hesaba çekiliyor. Sayın Evren’i hesaba çeken hangi anayasa? Yaptığı anayasa. Şimdi bu işler öyledir ki senin yaptığınla seni hesaba çekerler. Allah onu da kurtarsın. Allah o kardeşimizi de kurtarsın. Yani hiç kimsenin kötülüğü bize bir kazanç temin etmez. Ben zaten ne demiştim, onunla beraber olacaktım. Ama baktım ki hak dini dörde çıkarttı, bunda ısrar ediyor; “Eyvah” dedim “O zaman kusura bakmayın” dedik ve ayrıldık.
Sevgili kardeşlerim, Mustafa Kemal Atatürk milli kahramanların şahıdır, padişahıdır. Allah rahmet eylesin.
Mustafa Kemal Saltanatı Kaldırdı, Hilafeti Kaldırmadı
İki ; Mustafa Kemal saltanatı kaldırdı, hilafeti kaldırmadı. Niye biliyor musunuz? Hilafet, İslam'ın kurumudur. Cenab-ı Peygamber’e vekil olmak, onu temsil etmek İslam'ın kurumudur. Onu ne yaptı? Meclise tevdi etti. Mustafa Kemal halife olamaz mıydı? Olurdu. Niye olmadı? Mustafa Kemal, İslam'ı bilen bir insan. Halife olması için bir insanın, Allah ve Resulü’nün yerine bıraktığı insanın bir halifeyi, ondan sonra geleni o halifenin… Yani bu nas yolunun devam etmesi lazım. Bu ise maalesef Yavuz döneminde kötüye kullanıldı. Gitti, kılıçla beraber hilafeti aldı. Eğer bu kılıçla alınan hilafet Peygamberin makamı ise bu maneviyatı temsil etmesi asla mümkün olamaz. Çünkü Peygamber Muhammed Aleyhisselam'a insan ancak gönlüyle, imanıyla varis olabilir. Bunu bildiği için bu yanlış uygulamayı sona erdirdi, meclise havale etti. Şimdi İslam geçinenler, o manevi makamı taşıyabilecek imanı ve ibadat-ı taatı o güzel hale bürünsün; Allah da onlara onu nasip etsin, diyelim. Dedikodu yapıp Mustafa Kemal'i devre dışı bırakacağına, bana kalırsa ona derviş olup adam olsalar daha iyi olurlar.
Ya bu güzel oldu da ama çok uzadı. Sevgili kardeşlerim, sevgili Samsunlular, bak gene şurada merdivenlerden çıkarken yorulmam, dizlerimin ağrısı hatırıma geldi. Beni daha yoracak mısınız orada? Peki nasıl yormayacaksınız? Garanti verin bana.
Ben Sizi Cennet Bahçesi Gibi Bir Dünyada Yaşatacağım
Kardeşlerim burada sosyal projeler var. İsterseniz bunlara girmeyelim, ben size bir müsait zamanda gelip sizi zevkten doyuracağım. Tamam mı? Sözü veriyorum ve tezimi size anlatacağım inşallah. Bir mukayeseyle bitireyim müsaadenizle. Ben arkadaşlar Tuncelili değilim. Tunceli'den %7 oy aldım. Kilisli de değilim, %11 oy aldım. Diyarbakırlı değilim, Kürtlerin memleketinde 3. parti oldum. Niye? Çünkü benim damarımı kesseler Kürt kanı akar. Birinden Kürt, birinden Türk kanı akar da ondan. Yani biz kardeşiz. Ama Samsun'dan, binde 5 mi aldık? Karadeniz beni sildi, attı. Şimdi soruyorum size, beni niçin sildiniz? Silecek misiniz daha? Hepiniz elinizi kaldırmadınız. Tamam. Kardeşlerim, gece gündüz çalışalım. Eğer ben sizi -diyeceksiniz atar- bakın cennet bahçesi gibi bir dünyada yaşatacağım. Beni iyi tanıyın ve dediklerimin nereden geldiğini de anlayın. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız
