info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Milli Ekonomi Modeli Kıbrıs Kongresi / 2 Kasım 2013
24/07/2025 SOSYAL HAYAT SİYASET 20

    Neler Okuyacaksınız

Kıbrıs Çıkarmasında Sırasında Adeta Hepimiz Çıkarmayı Gönlümüzde Yaşadık 

Sayın Kıbrıs Devleti Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Sayın Hükümet Başkanı Özkan Yorgancıoğlu ve çok kıymetli kardeşim Ali Can Kabakçı, ayrıca ilim adamları olarak buraya teşrif eden Rusya'dan, Azerbaycan'dan gelen benim dostlarım, Ruşen Bey, Dünyamalı Veliyev, Lisiçkin, Andrikov, şu anda isimlerini hatırlayamadığım arkadaşlar, kıymetli Ömer Hocalarım, iki tane Ömer var biliyorsunuz ve son oturumun başkanı Ünal Hocam; siz kıymetli dinleyenler, ekranları başında bizleri takip eden yüce millet, aziz milletim Kıbrıslılar, konuşmama başlamadan hepinizi saygılarımla selamlıyorum. 
Maliye Bakanımızın yanında oturmamıza rağmen ismini unuttuk, kusura bakmasın. Ersin Bey, hepinizi saygılarımla selamlıyorum tekrar. Kardeşlerim, ben, salonda yokken, ekran başında burasını takip ettim, gördüm ki benim anlatacak hiçbir şeyim yok, hepsini anlatmış arkadaşlar. Hem de o kadar güzel anlatmışlar ki, e ben ne diyeyim şimdi? Dedim “ben gideyim, bir selam vereyim, teşekkür edeyim.” Ayrı bir günde, ekonomi modelini şimdi başlasak, bir sürü doküman var. En az bir iki saat dinleyeceksiniz. Ben, valla bu kadar… Yani, yok alkışlamayın, ben yoruldum. Efendim, ayrı bir zamanda, bu tezi anlatmak, bu programı takdim etmek üzere söz veriyorum. Ama bir özet yapacağım böyle. 
Hülasa olarak, Kıbrıs'ın çeşitli problemleri var, bunlar doğru. Ben baştan başlayarak, 1974'lere, 20 Temmuzlara gideceğim. Büyük bir zat, bendenizin evine teşrif etmişti. O zaman, işte onu karşıladık. 20 Temmuz'un, iki günü evvelinde, efendim, yani 18 Temmuz'da, Rahmetlik Eniştem ‘in evinde misafirken, olağanüstü hadiseler gelişecek. “Arkadaşlarınızı toplayın, dua edelim, Kur'an okuyalım” diye, Rahmetullah Aleyh bana talimat verdi. Ben de, yakın arkadaşlarımı toparladım, aşağı yukarı kırk, elli civarında insan olduk. Bir de hiç unutmuyorum. Ya on dokuz yahut da yirmi günün sabahı erken saatte “Kıbrıs'a çıkarma yapıldı” diye o zaman televizyonlar pek bu kadar meşhur değildi. Radyolardan anonslar yapılıyor. İlk defa ben o zaman işte “Beşparmak Dağlarını” duydum. Ama arkadaşlar öyle bir heyecanlıyız ki biz, işte arkadaşlarla bir odaya çekildik. Fetih suresini, fetih dualarını, fetih esmalarını nasıl okuyoruz, izah etmem mümkün değil. Aradan uzun bir zaman geçiyor ben Kıbrıs'a geliyorum. Yeminle konuşuyorum. Çıkarma yapılan yeri bizzat yaşadım. Yani bu o kadar içimize sindi. O kadar bizden bir parça oldu ki Kıbrıs, o bir hafta sonunda o zat Allah şefaatinden ayırmasın. “Evlatlar, manen iş bitti, şimdi masabaşında.” O gün bugün Kıbrıs masa başında. İnşallah benim Ali Can kardeşimle bu masabaşı işini de beraber halledeceğiz. 

Kıbrıs Anadolu'dan Önce Anadolu’dur

Kardeşlerim, o günün şartlarında hakikaten çok ciddi baskılar vardı, kim ne derse desin. Kıbrıs'a ilk defa bizim dünyadan vatandaşlarımız geldi. Ama öyle insanlar geldi ki, şimdi geçmişte Osmanlı bir ülkeye gidiyor, fethettiği zaman yetişmiş ulema sınıfını, artı dervişan kesimini bırakıyor. Onlar da o topraklarda yaşayan insanları hakikaten eğitiyor, öğretiyor ve de İslam'la tanıştırıyor, farklı bir dünya meydana geliyor. Bendeniz, bilhassa Balkan gezilerinde bunu çok yaşadım. Saraybosna'ya gittiğimizde hatırlarsanız Sırplarla olan o savaş, işte son savaşın sonunda biz gittik. En son çıkarma yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin desteğiyle çıkarma yapılan eve gittik, orasını müze yaptılar. Silahların geldiği, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Silahlı Kuvvetleri Bosna'ya Sırplara karşı silahlı destek verdi, o eve gittik. Yerin altından tünel kazmışlar, ciddi bir şekilde destek vermişler. Bu savaşın neticesinde de Sırplar mağlup olmuş. Oraya gittik arkadaşlar, evin sahibi kişi, aynı zamanda burası müze olarak ilan edildi, müzenin de sahibi oluyor. Tanıştık, dedi ki “inşallah gelirsiniz, hep beraber burada buranın sahibi oluruz ve Sırplardan kurtuluruz.” 
Sevgili arkadaşlar, enteresan olan şu. Bakınız, “gelirsiniz, buranın sahibi olursunuz” diyor. Dedim “yok, buranın sahibi sizsiniz. Geleceğiz, sizinle birlikte hizmet edip burada sefa süreceğiz.” Güldü, efendim, musafaha yaptık ve ayrıldık. Şimdi kardeşlerim, kabul etsek de etmesek de Kıbrıs bizim için Saraybosna'dan çok daha yakın bir toprak, coğrafya. Zira burada Cenâb-ı Peygamber Aleyhisselam Efendimiz ’in Hala Sultan’ı var burada. Yani burası Anadolu'dan önce Anadolu. O bakımdan bu topraklar üzerinde yaşayan kardeşlerimizin eli olmak, gözü olmak, kulağı olmak, ayağı olmak hepimizin görevi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, siyaseti, iktisatçıları, her sınıfın vazifesidir. Çünkü buranın bizim dünyamızda çok ayrı bir yeri vardır. Ben şahsen Kıbrıs'a bu gözle bakıyorum. 
Kardeşim Ali Can Bey bize teşrif edip geldiğinde meselelerini, problemlerini anlattılar. Ben de “Ali Can” dedim, bir ekiple geldi, arkadaşlarımızla birlikte. “Ali Can” dedim, “benim görebildiğim kadarıyla sizin Kıbrıs'ta olan asıl probleminiz üretmek değil, pazarlamak. Yani pazar probleminiz var.” O da “evet doğru” dedi. “Peki” dedim “ben bu iş üzerine çalışır, size bir bilgi verir. Eğer bir yoluna bu işi koyarsak inşallah orada bir kongre de yaparız.” Harun Bey'le istişare yaptık. Dedim efendim, “Lisiçkin'i davet et. Zaten özledim onu” dedim. Bu gerçek. Yani kardeşlerimizi ben çok özlüyorum. 

Milli Paraları Devreye Koyacağız ve Doları Çökerteceğiz

Efendim mesela Victor Minin, Victor Minin'den açılmışken konu bizim model olduğu için gene sohbeti geliştirebiliriz. Bir akşam beş yıl evvel çantamı aldım, çıkıyorum Anadolu turuna çıkacağım. Ramazan-ı Şerif’in arifesi, yani bir sonraki gün Ramazan’ın biri. Bir de baktım ki bizim Victor, Victor da sağ olsun, benim gibi biraz kilolu böyle sağa sola sallanarak bir adam geliyor. Hayrat nerededir? Hayrat’la beraber geliyorlar. Efendim, tabii karanlıklamaya akşam namazını kılarak çıktım ben. “Hayrola” dedim, “Hoş geldiniz, nereden çıktınız böyle?” Dedi, “Sizi ziyarete geldik.” Victor Minin’le birlikte sağ olsunlar. Dedim “ama” dedim, “Bak ben çantamı aldım, Antep’e gideceğim, Kilis’e gideceğim, Urfa’ya gideceğim. Şimdi programlar da ilan edilmiş, iptal etmem de mümkün değil. Gelin beraber gidelim,” dedim. Onlar da birbiriyle istişare ettikten sonra “tamam” dediler ve ilk durağımız Antep oldu. Antep’te yanlış hatırlamıyorsam birinci günün iftar vaktini Profesör Doktor Ömer Bey’in evinde yaptık. İftarımızı yaptık. Efendim sohbete başladık. Arkadaşlar sohbetimiz sahur vaktine kadar devam etti. Bana Victor dedi ki, “Amerika Birleşik Devletleri çöktü.” “Allah Allah,” dedim. Dedim, “Sayın Victor” dedim, ben ona “Ali Victor” diyorum. “Şey değil” dedim, “bu iş senin dediğin gibi değil” dedim. “Bu iş o kadar ucuz değil, bedava değil.” “Yok” dedi, “bizim arkadaşlar var,” dedi. “Bize verdikleri bilgiye göre Amerika çökmüştür.” “Tamam,” dedim. “Amerika çöktü ama Amerika'nın şahsı çökmedi.” “Ya, Amerika’da kapitalizm çöktü, çöken bu. Amerika ayakta duruyor.” “İki tane sebebi var.” “Nedir o sebepler?” dedi. 
Dedim “sebeplerden, bir tanesi parası, doları; ikincisi ordusu. Ordusu olduğu için doları ayakta duruyor.” Bak ama bu konu arkadaşlar buraya gelene kadar hatırlarsanız en az bir buçuk, iki saat aramızda tartışma konusu oldu. O “çöktü.” Ben “çökmedi.” “Çöktü.” “Çökmedi.” Bu mütalaa, müzakere en az iki saat. Tabii araya garnitür düşünceler de girdi. Derken dedim, “Bak” dedim “Victor” dedim. “Rusya’da dolar var?” “Var,” dedi. “Afrika’da dolar var?” “Var,” dedi.  “Asya’da dolar var?” “Var,” dedi. “Anadolu’da, Türkiye’de dolar var?” “Var,” dedi. “Rusya’da dolar var?” “Var.” “E niye çöksün?” dedim. Böyle, jeton düştü. “Doğru,” dedi. “Peki, ne olacak?” dedi. “Olması gereken doları çökertmek.” “Nasıl yapacağız?” dedi. “Milli paraları devreye koyacağız ve doları çökerteceğiz.” Arkadaşlar, bu dediğim böyle beş dakikada anlattık ama bu beş saatlik bir sohbetin özü. 

Dünyada Ülkelerin Kendi Milli Paralarını Kullanma Devri Başlamıştır

Şimdi Putin’in de Victor o zamanlar danışmanlığını yapıyor. Efendim, gidiyorlar. İlk defa Çin’le beraber ticari münasebetlerde milli paraların kullanılmasına dair karar alıyorlar. Eğer “biz size mal, mamul satarsak, bizim paramızı bize vereceksiniz. Siz satarsanız, sizin paranızı biz size vereceğiz.” Yani daha dolarla alışveriş yok. Bu esnada hatırlarsanız o yıl Hindistan’da da bir olay çıktı. Hindistan da bu daireye girmek istedi. Herhalde Amerika’nın kolu uzandı, orada fitneyi çıkardı. Giremedi ama şimdi bakıyorum BRICS ülkelerinde Hindistan da bu işin içerisinde. Ve arkadaşlar, artık doları kullanmak yerine dünya kendi milli paralarını kullanma dönemine, devrine başlamıştır. Yani milli ekonomi modeli bir, dolar sıfır. 
Ya arkadaşlar, 2005 yılında İstanbul ilk kongremizde, efendim yanlış hatırlamıyorsam Lisiçkin olacak, arkadaşım Lisiçkin, “Biz,” dedi, “böyle bir tezin Rusya’dan, Rusya bilim adamları tarafından ortaya gelmesini bekliyorduk.” “Bu,” dedi, “size nasip oldu.” Yani bu tez o kadar güçlü bir tez. Şu anda arkadaşlar, 120’nin üzerinde devlet bu tezi bir tarafından tuttu, uygulamaya koymaya başladı. Ve en taliplisi de bu konuda, en kararlısı ve de hakikaten yaptığının ne olduğunu bilen ilk ve tek ülke de Rusya’dır. Ben o bakımdan kendilerini tebrik ediyorum ve kendilerine teşekkür ediyorum. Duma’da yaptığımız, Duma’da yaptığımız takriben beş saatlik programın sonunda, sayın arkadaşım Andrey. Nerde? Karşımda değil. Ha orada. Geldi, kongre esnasında Putin’in selamını getirdi. Putin dedi ki: “Bir ülkenin kalkınmasında gerekli olan her türlü soruya cevap bu tezde var. Biz bunu bundan sonra hayata geçireceğiz.” Şu anda da sağ olsun çok kıymetli dostum, kardeşim Lisiçkin Andrikov, bu müjdeyi bizlere verdi. Ve bunu artık kurallar halinde, periyodik olarak, kanunlar çıkartarak, dört yıl, beş yıl kademeli uygulamaya başladılar. Darısı Türkiye’nin başına. Anlaştık mı? 

Rusya, Suriye’nin Arkasında Durdu ve Muhtemel Bir Savaşı Önledi

Şimdi bu kadar yakınlığımız olan ekip arkadaşlarımıza, ben Kıbrıs’ın meselesini anlatmak üzere Sayın Lisiçkin’le İstanbul’da bir araya geldim. Dedim, “Olay böyle böyle. Biz sizin desteğinize muhtacız. Çünkü Suriye’de hiç kimsenin beklemediği bir tavrı ortaya koydunuz.” Hakikaten müthiş bir tavır koydular. Kalktılar, Esad’ı yok etmeye çalıştılar. Ya bu adamın suçu ne? Sen bir yıl evvel karını getirdin, kızını getirdin, gelinini getirdin, oğlunu getirdin… Sarayında misafir oldun, yedin, içtin… Bir anda Amerika hariciye bakanı geldi, göz işaretiyle namluyu ona çevirdin. Bizim adetlerimizde, örfümüzde yok. Tabi tam da o zamanda biz, 27 Şubat’tı değil mi arkadaşlar? 27 Şubat, Duma’da, Rusya’da, Duma’da Moskova’da bulunuyoruz. Sayın Jirinovski’nin ile beraber sohbet ediyoruz. 
Zat-ı hallerine çok kıymetli arkadaşım Lisiçkin’in huzurunda ben dedim ki: “İslam dünyası, komünizm döneminde sizi dinsiz kabul ediyordu ve size itibar etmiyordu. Ama şimdi siz Müslümanlara gönlünüzü açtınız, kucağınızı açtınız. Adeta onların, onlar mescit, cami, siz de minaresi oldunuz, koruması oldunuz.” Çok hoşuna gitti. “Doğru,” dedi. “Bundan sonra daha da güçlü olmamız lazım,” dedi. “İşbirliği yapmamız lazım,” dedi. “Öyle mi arkadaşlar, orada olanlar? Öyle mi?” “Daha fazla işbirliği yapmamız lazım.” “O zaman” dedim, “Siz şu Suriye’yi, hadi bakalım bu insanların can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetini, din ve vicdan emniyetini teminat altına alın.” O günden bugüne, kendilerine teşekkür ediyoruz. Kendilerini tebrik ediyoruz. Rusya, Suriye’nin arkasında durdu. Muhtemel bir savaşı önledi. Sonsuz teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Yani Suriye’de eğer savaş çıkmadıysa, arkasında Rusya gibi bir iradenin olması münasebetiyledir. Rusya arkasında durdu ve de bakınız, o gün efendim Amerika füzelerini şey ediyor, deneme yapıyor. Rusya diyor ki, “Senin” diyor “filan saatte füzeni ben indirdim.” Baktı adam ki, “Yahu biz gece karanlığında bu işi yaptık, o bu füzemizi indirdi.” Teknik sahada da Rusya’nın çok öne geçtiğini müşahede etti. “Eğer” dedi “biz bu kavgada mağlup olursak, postu Rusya’ya kaptırırız.”  İşte bu korkudan dolayı da ABD geriye çekildi. 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Acilen Tanınması ve Tanıtılması Lazımdır

Ve şimdi ben ikinci bir teklifle kıymetli dostum Lisiçkin’le sohbet ettim. “Bak,” dedim, “bu insanları kimse tanımamış. Ve burada tabii herkesin kendine göre günahı var, vebali var; özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin. Ya sen 1974’te beş bin askerini şehit ediyorsun, adayı alıyorsun, ondan sonra kendi haline bırakıyorsun. Niye tanımıyorsun? Niye tanıtmıyorsun dünyaya “böyle bir devlet var” diye? Neden tanıtmıyorsun?” 
Şimdi o devlet tanınmadığı için arkadaşlar, yani Kıbrıs Cumhuriyeti tanınmadığı için gümrük uygulaması olmuyor. Burası serbest pazar. Ali Ağa’nın Hanına dönmüş-özür dilerim-. Global ülkeler istediği mamulleri getiriyor, tarım mamulleri de dâhil olmak üzere, hayda, bedava fiyatına pazarlıyor. Buranın işçisi olsun, tüccarı olsun, çiftçisi olsun, avucunu yalıyor. E ne yapacak şimdi bu insan? Yani burada tarımın kalkınması mümkün mü? 
Faraza, sen burada sanayi kurdun, bunu kalkındırman mümkün mü? Niye? Mümkün değil, şundan: Sen beşe üretiyorsun, gelip adam üçe satıyor. Niye? Çünkü tanınmamış bir devlette sen gereği şekilde gümrük politikalarını uygulayamıyorsun. Ama gümrük politikalarını uygular, yüzde yüz veya yüzde iki yüz neyse ürününü güçlü tutabilmek, ucuz olarak pazarlayabilmek için onlardan vergi alabilirsen, “hodri meydan”, dersin. Ama hiç, tek kuruş alamıyorsun ki! Bu sefer Kıbrıslı vatandaşlar, buraya gelen turistler, Kıbrıs’ın mamullerini, yerli mamullerini değil, neleri? Pazar olarak gelen tüccarların mamullerini satmak. Hatta buranın tüccarı da o mamulleri satmak mecburiyetinde kalıyor. Onun için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının acilen ilan edilmesi lazımdır. 
Bunu derken arkadaşlar, biz hiçbir siyasiye de töhmet altında bulundurmuyoruz. O günün şartları bunu gerektiriyordu. Baba bugünün şartları da bunu gerektiriyor. Bizim tarımın ayağa kalkması lazım. Şimdi buraya sonra geliriz. 

Kıbrıslı Vatandaşların Yetiştirdiği Mamulleri Rusya’da Pazarlayacağız

Lisiçkin’le sohbet ettim. Benim İstanbul’da bir tane kayık var, oturduk kayık içinde iyi bir sohbet ettik. Dedim “bak” dedim, “bu arkadaşlar mağdur insanlar. Ben şahsen Rusya’nın insanlığın can, mal, namus, din ve vicdan emniyetine bu derece ehemmiyet verdiğini bilemiyordum. Ama şimdi gördüm.” Arkadaşlar, bendeniz on dört yıl Bakü Devlet Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, öğretim görevlisi olarak çalıştım. Solu bize öyle anlattılar ki... İşte “Komünizm şöyledir, komünizm böyledir” dendiği zaman hemen önümüzde şeytan görürdük öyle. Ama gittim efendim Azerbaycan’a, Bakü’ye gittim. Üniversitede hocalığa başladık. Allah Allah! Ulan burada şeytan yok! E vallahi öyle. Beş vakit namazını kılan insanlar var. Benim üniversitede başörtülü, Rahmetli Aliyev’in hukuk danışmanının hanımı benim talebem; başörtülü derslere girip çıkıyor. “Ulan” dedim, “fitne olsa bu kadar olur ya.” He vallahi. Tabii benim kafamdan bütün bunlar silindi. “Hep” dedim, “atma, iftira” böyle bir şey olamaz. Canlı şahidiyim. 
Geliyorum buraya bir Azerbaycan’la ilgili anlatıyorlar bana: “Burada namus yok, hayâ yok, iffet yok, şeref yok, o yok…” E ben gidiyorum Bakü’ye, Bakü’de akşam namazından sonra bir tane hanım sokakta vallahi de göremezdim, billahi de göremezdim! Ama şimdi demokrasi geldi ne olduğunu da bilmiyorum! Sevgili arkadaşlar, burada Azeri hocalarım var, bunlar benim kıymetli dostlarım. Yani öyle bir fitne, öyle bir dedikodu… Allah bu kapitalistlerin fitnesinden bütün dünyayı muhafaza eylesin. Ya öyle bir fitne bunlar arkadaşlar. Efendim, eee tabii bakıyorum öyle bir şey yok. Namus var, şeref var, haysiyet var. Yani işi siz onların dediği pencereden ele alırsan… Ya kardeşim, Türkiye yüzde yüzü neredeyse Müslüman. E sokaklara çıkıyorsun, kahvelere gidiyorsun, meyhanelere gidiyorsun… Bakıyorsun ki ulan nüfus kâğıdında Müslüman ama uygulamada yok. Şimdi bu uygulamaya bakarak bu adamlara “gâvur” mu diyeceksin? Sevgili arkadaşlar… “Haa” dedim, “ortada çok yanlış bir algılama var. Bu yanlış algılama, yanlış pompa eden fitne grupları var.” 
İşte arkadaşlar, buradan hareketle, niye bu kadar işi uzattım? Lisiçkin arkadaşıma dedim ya, “Bu kardeşlerimiz hakikaten mağdur insanlar.” Bir de buranın tüccarı vardı, İngiltere’ye mamulleri satardı, bunun da önünü kesmişler. İsmini bilmiyorum, Asil Nadir, tamam. E Allah ondan da razı olsun. Hakikaten ciddi hizmetler yaptı buraya. E şimdi onun da eli kolu bağlandı, ayağı bağlandı. E kaldı bu insanlar aç susuz. Dedim, “Abi bu işi halledeceksin.” “E ben,” dedi, “gideyim bir araştırma yapayım” dedi. “Bu araştırmadan sonra da inşallah hayırlı müjdeler size veririz.” Dün beraberdik Türkiye’de. Havalimanında beraberdik, evet. Dedi, “İnşallah ”dedi, “bu işi halledeceğiz. Kıbrıslı vatandaşların yetiştirdiği mamulleri biz Rusya’da pazarlayacağız.” Şimdi Ali Can kardeşime ben şunu söylüyorum: “Bu ana kadar kaç liralık ihracat yapıyordunuz? Bakınız, bu arkadaşlarla sağlam, dürüst, temiz iş yaparsanız, bunu en az on misline çıkartacaksınız.” Senet benim! Bak samimi konuşuyorum. Nedir bu? Atıyorum dört yüz milyon dolarlık ihracat. Ben dört milyara kefilim. İmza atıyorum.” 
Sevgili arkadaşlar, inşallah biz Türkiye’de Cenâb-ı Hak nasip eder, hüküm sahibi olursak, Rusya’yla geliştireceğimiz komşuluklar… Bakın Türkiye’nin bugün ihracatı 250 milyar dolar civarında. Biz iktidar olduğumuz gün, en az Rusya’yla olan münasebetimiz, ticaret hacmi 500 milyar dolar olacaktır. Bunda hiç kuşkunuz olmasın. İsterseniz konuşun. Ben ikna ederim arkadaşları. Yanlış anlamayın. Niye? Dediğim gibi, bugüne kadar yanlış pompalama, iftira, yalan, dedikodu, fitne… Gerçeği gördük. Gerçek öyle değil. Tertemiz insanlar. Oturuyorsun, konuşuyorsun, anlatıyorsun, İslam’ı anlatıyorsun, Müslüman oluyor adam ya! Ulan, “benim anam dinim ağladı” Karadeniz’de. Karadeniz’de Müslümanlığı anlatamıyorum ya! He vallahi öyle! Saçma konuşuyor. “Şurada şu…” “Lan dur oğlum, dinle beni…” Efendim, bu arkadaşlar öyle değil. Saf, temiz insanlar. Hakikaten çok ciddi bir arayış içindeler. Bu arayışa Türk milletinin cevap vermesi Farz-ı Ayn’dır. Nedir bu arayış? İşte gerçeği, doğruyu, onlar İslam gibi bir maneviyat hazinesinin kapısında durup onu korumak istiyorlar. Vallahi korumak istiyorlar. Bunu ben canlı şahidiyim. İşte Suriye olayını gördünüz. Ne oldu? Suriye’nin muhalifleri ne oldu? Tel tel döküldü. Suriye’nin muhalifleri ne oldu? Bittiler. 

Amerika Bir Ülkeye Girdiği Zaman Can, Mal, Namus, Din ve Vicdan Emniyeti Kalmaz

Şimdi gene gelirken Sayın Lisiçkin’le sohbet ettik. Dedim, “Ya bak arkadaş” dedim, Rusya, Rusya’yla Amerika’yı müsaadenizle mukayese edeceğim. Yani zannetmeyin ki bunlar bana para veriyorlar. Ben Allah’a hesap vereceğim! Ben Allah’a hesap vereceğim! Neden biliyor musunuz? Bu arkadaşlar hakikaten temiz insanlar. Fitne değil bir defa. Meseleyi koyuyorsun önüne, bakıyor: “Bizim zararımız var mı?” Yani ben de olsam düşünürüm. Yok! “Tamam,” diyor. “Kârım da var,” diyor. “Niye?” “Dost kazanıyorum. İnsan kazanıyorum.” Pazar kazanıyorum, ya! E deli mi bu insan? Şimdi Rusya’yla Amerika’nın farkı: Rusya bir ülkeye girdiği zaman bir, yeraltı kaynaklarını alır. İki, affedersiniz Amerika yer altı kaynaklarını alır. İki, yerüstü zenginliklerine el koyar. Öyle mi? “Hayır” diyen ayağa kalksın. Ben ispat edeceğim. Amerika bir ülkeye girdiği zaman yeraltı kaynaklarını alır. Türkiye’nin yeraltı kaynakları gitti mi? Gitti mi? Gitti mi?  Kim tarafından? Avrupa Birliği, Amerika tarafından. 
Sevgili arkadaşlar, can emniyeti kalmaz, mal emniyeti kalmaz, namus emniyeti kalmaz, din ve vicdan emniyeti kalmaz. Ne biliyorsun? İşte Arap Bahar’ının yaşandığı ülkeler: Irak, Suriye, Tunus öyle değil mi? Libya, Afganistan… Ne oldu peki arkadaşlar burada? Altmış bin kadının sadece Irak’ta namusu kirletildi! Size soruyorum: Rus askerinin bir yere gidip de namusunu kirlettiği insan duydunuz mu? Ben duymadım. Ben duymadım! Kaldı ki Rusya askerle de gitmiyor oralara. Onu söyledik. Ne yapıyor? O da dost oluyor. Hak ve hakikati yaşamaya, yaşatmaya çalışıyor, ticari münasebetlerini geliştiriyor ve de Müslümanların muhafızı. Eskiden bizim ülkücü arkadaşlar derdi ki: “Yahu siz hafız, biz de muhafız.” Öyle demezler miydi? E şimdi biz hafız, Rusya da muhafız! Öyle… Dünya bu döneme istesek de girdi, istemesek de. Rusya’dan İslam dünyası şu anda onu korumasını bekliyor. Özellikle Irak’ta. Her gün bombalar patlıyor arkadaşlar. Elli insan, yüz insan… Ne bu insafsızlık? Kim yapıyor bunu? Amerika, Avrupa, bunların taraftarları. Ha, eminim ki buradaki huzursuzluğa, akan gözyaşına, kana, cana “dur” diyecek olan harekette bizimle dostu olan sevgili Rus kardeşlerim yapacak. Buna “dur” diyecek. Buna yürekten inanıyorum.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Dünyanın Gündemine Getireceğiz

Sevgili arkadaşlar, nereden nereye geldik… Bak ne anlatacaktık, neyi konuşuyoruz. Ha, “bağımsızlık” dedik. Bağımsızlık konusu hakikaten başta ele alınması gereken konuydu. İnşallah Türkiye’ye diyeceğim, bu vazifeyi yapmadılar; Rus dostlarımla bunu halledeceğim. Bak buradan mesaj veriyorum: “Rus dostlarımızla bunu biz halledeceğiz.” Ve inşallah Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dünyanın gündemine getireceğiz. O takdirde dünyanın bütün pazarları Kıbrıs’ın olacak. Şu anda Kıbrıs hiçbir yerden açılamıyor ki. Dünyaya malını pazarlayamıyor ki?  Niye? “Sen devlet değilsin. Güney’e bağlısın. O ne derse, onu yapacaksın.” Ya sen nasıl bir siyasetsin be kardeşim? Burayı kastetmiyorum; Türkiye’yi kastediyorum. Sen nasıl bir siyasetsin? 
1974’te beş bin insanı şehit edeceksin, şimdi geleceksin diyeceksin ki: “Pazar bulamazsın, onu yapamazsın, bunu yapamazsın…” Neydi o? Efendim, bir referandum olayı vardı; Annan Planı’na bu millete yüzde altmış dört oranında “evet” ettirdiler. Şükürler olsun, Rum tarafı yüzde yetmiş beş “hayır” dedi de kurtardık. İnanın öyle ya. Sevgili arkadaşlar ben konuya girmedim girmek istemiyorum çünkü girersek dediğim gibi en az üç saat sürer ha. Böyle bu işi bitireceğiz bu akşam. Bugün çok ciddi fikirler, meseleler, görüşler ortaya atıldı. Milli Ekonomi Modeli enine boyuna tartışıldı. Ben şahsen bu tezin sahibi olarak çok istifade ettim. Sayın Ali Can Bey kardeşime söz veriyorum: Milli Ekonomi Model’ini tek başına bir konferans vermek üzere kabul ederse gelip takdim edeceğim. İnşallah Türkiye’den de dinleyici arkadaşlar getireceğim. Bütün çiftçi arkadaşlarımızı da gezeceğiz, köylüleri buraya getireceğiz. Ve inşallah bu işi halledeceğiz. Ben varım arkadaşlar. Sizler var mısınız? Allah hepinizden razı olsun. Çok teşekkür ediyorum. 
Ali Can Bey’in hakikaten örnek çalışması… Ben Ali Can Bey’in kenarda durmasına da karşıyım. Ne demek istediğimi o bilir, anlar. Ariftir o, arife de tarif gerekmez. Ali Can Bey, takımın içinde olması lazım veya takım kaptanı olması lazım. Koşması, koşturması lazım. Aksi takdirde başkası diyecek, o uygulayacak. Neden orada olsun ki? Kendi desin, kendi çalsın, kendi oynasın. Daha iyi değil mi? Sevgili arkadaşlar, hepinize hürmetlerimi arz ediyor. Sizleri Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir