info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Mevlid Kandili Sohbeti
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 84

    Neler Okuyacaksınız

Efendim, bu mübarek gecede, buna erişmek imkanını bize Cenab-ı Hak ihsan ettiği için ona şükrediyoruz ve yüce milletimizin, İslam aleminin Kandillini tebrik ediyoruz. 

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in Dünyaya Teşrif Etmesi İnsanlığın En Büyük Devrimidir

Tabi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in dünyaya teşrif etmesi bütün insanlığın en büyük yeniliği, en büyük devrimi yaşaması manasına gelir ki bunu anlayabilmek için de Peygamber Aleyhisselam Efendimiz yaşadığı toplumun hangi kaide ve kurallara göre hayatlarını sürdürdükleri, hangi ahlaki kaidelere önem verdikleri, hangi doğrularda veya neleri doğru gördükleri, neyi yanlış gördükleri gibi soruları sorup cevabını verdikten sonra o takdirde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in kıymetini anlamış olmamız mümkün olabilsin. 

Cahiliye Asrı Dönemi’nin En Ciddi Sorunu ‘Kavmiyetçilik’

Sırayla ifade etmeye çalışırsak; Hz. Fahri Alem Efendimiz’in dünyaya teşrif ettiği asır, Cahiliye Asrı Dönemi olarak bilinir. “Peki bu damgayı, bu döneme vuran asıl unsur nedir?” diye sorduğumuzda karşımıza çıkan en ciddi sorun, ‘kavmiyetçilik’ sorunu. Öyle bir kavmiyetçilik ki, siz ağzınızla kuş kapsanız veya yerden kuş gibi uçsanız, değil mi ki siz başka bir kavmin insanısınız; asla sizi kabul etmeleri imkânı yoktur. 
Mesela aynı dönemde, aynı coğrafyada Yahudiler de yaşamıştır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in hak bir peygamber olduğunu bilmiş olmalarına rağmen, bu kavmiyetçilik onlarda öyle bir doruk noktaya sirayet etmiş ki “Güzel ama Muhammed bizden değil”. Yani şayet onlardan olsaydı; Hristiyan ve Yahudilerin iddiası bu “Muhammed doğru ama bizden değil, bizim kavmimizden değil”. 
Binaenaleyh o halde bunun doğruluğunu kabul etmek, abesle iştigal etmektir; gibi çok ciddi bir saplantının, ahlak olarak yaygın hale geldiği bir dönemdi.

Cahiliye Asrında Kadınların Yaşaması Bile Fazladan Kabul Edilirdi

Gelenek ve töreler öğle boyutlara ulaşmış ki, insan öldürmek adeta bir insanın ava çıkarak bir hayvanı avlaması kadar basit bir olay kabul edilirdi. 
Hele öyle bir ciddi insan fıtratına ters bir töre, anlayış var ki; kadınlara hiçbir zaman hak vermek bir tarafa, kadınların yaşaması bile fazladandı. Hatta bazı düşünürler “Bu derece koyu bir taassup üzerinde nasıl Suud’da veya Arap Yarımadası'nda bu kadar kadın olmuştur; biz bile daha çok ediyoruz” deme noktasına onları getirdiler. Nasıl mı? Bakınız; çocukları öldürmek gelenektendi. Hangi çocukları? Kız çocuklarını. E yani nasıl olur da bir adamın, erkek bir adamın böyle şanı, şöhreti yerinde bir adamın bir kız çocuğu olabilir? Aman aman… Öyle şey mi olur? İşte bu denmesin, filancının kızı oldu, denmesin diye çocukları diri diri gömerler ve ölüme mahkûm ederlerdi. Hatta Ömer-ül Faruk Efendimiz’in böyle bir hadisesi vardır. “Beni” diyor “en fazla üzen ve de asla unutmama imkân olmayan bir olay vardır ki, o da; kızım doğduğunda ben onu işte belli bir yaşa da geliyor, bu dedikodular ayyuka çıkıyor. Getiriyorum, kumdan bir mezar gibi yer açıyorum. Onu ben örterken o da benim gözüme, yüzüme kaçan kum taneciklerini siliyordu. Bu hatırıma geldiği zaman” diyor “hüngür hüngür ağlarım”. “Yani bir de” diyor “Cahiliye Dönemi’nde öyle bir iş yapardık ki, putları helva şeklinde kendimiz yapardık. Faraza” diyor “bir yola çıktığımızda, alırdık o putları güzelce âlayu vâlayu ile beraber, işte ayin yapacağımız bir noktaya geldiğimizde güzelce ona tapınırdık, ondan sonra karnımız acıkınca da güzelce oturur bunu yerdik”. “Bu da” diyor “hatırıma geldiği zaman gülerim. Yani iki şey beni enterese etmiştir; biri kızımı öldürmem, ikincisi de putlarımızı kendi ellerimizle yapıp sonra da onları acıkınca yemem, yememiz. Bu beni çok etkileyen iki ana husustur”. Yani böyle bir dönem Cahiliye Dönemi dediğimiz. 

Arap Yarımadası’nda Peygamber Efendimizin Dünyaya Teşrif Ettiği Dönemde Can, Mal, Namus, Din ve Vicdan Emniyeti Yoktu 

İnsan can emniyetinin, mal emniyetinin, namus emniyetinin, din ve vicdan emniyetinin olmadığı; olmasının mümkün olmadığı bir topluluk. 
Ticari kurallarda hakim olan husus ciddi bir faizcilik, irtikap… Yeri geldiğinde karaborsa, yeri geldiğinde gelişigüzel bir hayat yaşıyorlardı. Yani hayatlarının bir bütünlüğü yok. İşte şu şudur, bu budur, bunun ardından bunun gelmesi lazım diye bir olgu yok. 
Artı, Arap Yarımadası bir defa din fikrine kapalıydı. Dikkat edilirse Arap Yarımadası'nda ilahi vahye teslim olan, dine teslim olan insanların sayısı azdan azdır. Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’in dedesi… Aleyhisselam Efendimiz’in anne, dedesi, babası; bunlar ilahi vahye nispet etmiş, intisap etmiş insanlardı. Ama bunların sayısı öyle çok da değildi. Taa Hz. İbrahim'den kalma Tevhid dinine intisab eden insanlar, çok az. Onun için bu bölgede dikkat edilirse ne Hristiyanlık neşv-ü nema bulabildi ne de Yahudilik. 
Artı, az evvel öz de olsa ifade ettik; zina, kumar, ardından faiz, içki bunların en önemli törelerindendi, geleneklerindendi. Şimdi ahlak bitmiş, ekonomi bitmiş, insanlar arasındaki münasebetlerden itimat kalkmış. Biliyorsunuz toplum aile bağları ile birbirine bağlıdır. Aile bağlarında hakim olan bağlılıklar; kabilecilik anlayışının içinde olup aileler, kabilecilik anlayışının içinde erimiştir. Hiçbirinin ferd-i vahid hakkı yoktur; bağımsız olması da mümkün değildir. Yani bunu benzetsek benzetsek zoraki rejimlerin, dikta rejimlerin yaşandığı bir döneme ancak benzetebiliriz.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Geleneklerle En Ciddi Savaşı Vermiş İnsandır

Benim burada, Arap Yarımadası'nda en fazla dikkatimi çeken hususlardan biri ve önde geleni; yenilikler olduğu zaman, bu yeniliklere toplum tamamen kapalıydı. Bu geleneklere göre, geleneklerin hakim insanlarının onu yeşertmesi asla mümkün değildi. Bireylerin o gelenekleri alt edemeyeceği anlaşılınca, demokratik usullerle bu geleneklere karşı çıkılmış olmasıdır.
Mesela Cenab-ı Peygamber Efendimiz bu geleneklerle en ciddi savaşı vermiş insandır. Yani bir manada demokrasi, ilk defa uygulandığı yer, doğru geleneklere karşı mücadele tarzında ortaya çıkmıştır. Gelenek doğrudur, yenilik getiriyor. Ama eskinin devam edebilmesi için o kalıntılardan büyümüş o topluluk bir araya geliyor, o yeniliğe karşı çıkıyor. İşte bunu da şöyle izah edebiliriz; Arap kabileleri, her biri kendi boylarının büyüklük küçüklüğüne göre 1, 2, 3 neyse temsilci verip Daru'n Nedve denilen hükümet binasında toplanırlar, bu kararlar geçerli olurlardı. Yanlış anlamayın, bu kararlar geçerli olması ticaret ileri gitsin, birlik artsın filan değil; ya bu yenilikler bu toplumda sakın ha revaçta olmasın, kabul görmesin. İşte Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’e ilk defa uygulanan bu tepki metodu olmuştur. Kabile reisleri bir araya gelerek toplanmışlar, karar vermişler, “Artık Muhammed'in bu tarzına son vermemiz lazım” demişler ve karşı çıkmışlardır. Öyle ciddi bir gelenek bu.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Döneminde Arap Yarımadası’nda Demokrasi Dört Dörtlük Uygulanmıştır 

Şimdi Roma, demokrasinin menşei olarak bilinir. Ben buna kısmen katılıyorum, kısmen katılmıyorum. Arap İslam Tarihi’ni iyi araştıranlar görecek ki; gerek temsili demokrasinin, gerekse doğrudan demokrasinin Arap Yarımadası'nda dört dörtlük uygulandığı hayattadır. Ama bu uygulama maalesef hakka karşı çıkabilme sanatı ve de hüneri olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi böyle bir de tarafı var bu işin.
Artı, Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’in devr-i saadetlerinden sonra, yani dünyaya zuhurundan sonra öyle bir manzara ile karşılaşıyor ki; bu alınan tepkiler, verilen müşterek kararlar neticesinde diyorlar “Biz bu adamı var kabul edip her tarafta konuşursak bunun propagandasını kendi dilimizle yapmış oluruz”. “Ya o zaman ne yapalım?”. “Biz bunu yok kabul edeceğiz, var kabul etmeyeceğiz”. 
Şimdi, dikkat ederseniz, tarihin her döneminde yenilikçi ve gerçekçi atılımlar, oluşlar, reformlar… Hangi manada olursa olsun. E bu baskıcı rejimlerin etkisiyle beraber katiyen insanlara bunu duyurmak istemezler. Sanki böyle bir şey yokmuş gibi, sanki Kur'an gelmemiş, sanki Muhammed diye bir gerçek yok; hiçbir yerde adı, sanı geçmiyor Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in döneminde. 
Yetmedi, bu şekilde hep birlikte davranırlarken, ama o derece ciddi ve o derece kararlılar ki “Acaba Muhammed toplantılarında ne konuşuyor? Bir de gidip onu biz dinlesek” demek suretiyle, o ilahi vahyi dinlemek üzere Cenab-ı Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bulunduğu toplantıların tamamına Kureyş'in ileri gelenleri gelirler, gizli gizli dinlerlerdi. Hatta bu dinleme esnasında, bu ileri gelen müşrikler “Lan sende mi buradasın, ya sende mi buradasın”, “Sus” diyerek birbirini ikaz ederlerdi. Bir de böyle durum vardı.

Yenilikçi ve Gerçekçi Atılımları Yok Kabul Etme, Gizli Dinleme ve Boykot

Şimdi tabi bütün bunlar bir dönem; yok kabul etme, gizli dinleme. Artı, bir boykot etme. Baktılar devam ediyor “Tamam, var kabul edelim. Ama boykot edelim bunlara, toplumdan tecrit edelim” ve Cenab-ı Peygamber Efendimiz’i, aile efradını, sahabe-i kiram hazeratını toplumdan tecrit ederek bütün haklarından mahrum ettiler. Bu dönemde de gene Müslümanlar çoğalmaya ve de ısrarlı bir şekilde dinlerini yaşamaya devam edince, “Artık” dediler “bu kadarı da fazla”. 
Çok enteresandır, mesela Ebu Leheb amcasıdır. Cenab-ı Peygamber Efendimiz Ukaz Panayırı’na gidiyor, işte şimdi ‘Mina’ mevkii burası. Oradan gelen eski dönemlerde de Hac çok eski dönemlerden kalma bir ibadettir, bir gelenektir; oraya gelenlere Peygamber Aleyhisselam, Hac mevsiminde gidiyor, dinini tebliğ ediyor “Allah birdir. Allah'tan başka tapacak yoktur. Ezel ve ebed sahibi olan Cenab-ı Vacibu’l Vücud Hazretleri’dir. Buna inanmamız lazım. O bize kul olmamızı emrediyor. Sakın ha ondan başkasına kul olmayalım. Kendi ellerimizde yaptıklarımıza tapmayalım”. Adamları tam ikna ediyor, arkasından amcası Ebu Leheb geliyor “Bu benim yeğenim var ya… Sakın ha, onun kafası biraz yerinde değil”. Yani kimi ikna ediyorsa, o arkasından bunu gidip ifsat etmeye, itikadını bozmaya… 
Ne kadar bozmuş olsalar da tabi iman nuru bir kalbe tecelli edince de onun öyle dedikodular ile şununla bununla önünün kesilmesi asla mümkün değil. Bu şekilde de önünü kesemediklerini görünce artık gelinen son noktada şiddettir, cebirdir ve korkunç iftiradır, yalandır….  Bunu da uyguluyorlar. Bunda da muvaffak olamıyorlar. 

Peygamber (S.A.V) Efendimiz ve Hicret

En sonunda diyorlar ki “Yapmamız gereken Darü’l Nedve’de toplanalım”. Toplanıyorlar, karar veriyorlar; her kabile bir genç gönderecek, icap ederse 2 tane gönderecek ve bu gece Muhammed hayata gözlerini kapatacak. Yani öldürecekler Peygamber Aleyhisselam’ı. İşte orada Allah'ın sevgilisine, evinin etrafı sarıldığı zaman Hz. Cebrail geliyor ve hicret etmesini emrediyor. Hz. Fahri Alem Efendimiz, yatağına Hz. Ali'yi yatırıyor. Çok enteresandır “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah rızasına nail olmak için kendini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını esirger” (Bakara/207) buyuruyor. Şimdi Allah'ın sevgilisini evinde öldürmeye teşebbüs edenlerin o olduğu evin kuşatıldığı dönemde Fahri Alem Efendimiz’in mübarek yatağına giriyor ve Allah'ın sevgilisi de evden, onların arasından ayrılarak çıkıyor. Orası da bazı rivayetlere göre Cenab-ı Peygamber Efendimiz’in ‘Ve cealna min beyni eydihim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynahum fe hum la yubsırun’(Yasin/9),  “Cenab-ı Hak onların” diyor “önlerine biz set gerdik, perde gerdik ön ve arkalarına. Onlar hakikati göremezler” okuyor ve onların arasından ayrılıyor. Bir rivayete göre bu. 
Diğer rivayete göre; bir uyku sersemliği ile onlar bu haldeyken Hz. Fahri Alem Efendimiz evden çıkıp ayrılıyor, hicret yoluna çıkıyor. Sabahleyin bir de evin kapısını açıp içeri girdiklerinde bakıyorlar ki, yatağında İmam Ali Efendimiz. Şimdi burada mühim olan Hz. Ali Efendimiz’in, Fahri Alem Efendimiz’in indindeki yeridir. Canını ona feda edecek nispette bağlılığıdır. İlk Müslüman, Hz. Hatice annemiz; ikinci Müslüman, erkeklerden birinci Müslüman Hz. Ali Kerremallâhü Veche Efendimiz’dir.  İşte onların bu dönemi başlıyor.

Ayet-i Kerimelerde Ehl-i Beyt

Vallahi bu konuda söylememiz gereken husus, Hz. Fahri Alem Efendimiz’in hicret sonrası -Medine-i Münevvere'ye hicret, sahabenin hicret etmesi- orada Ehl-i Beyt’ine karşı olan muhabbeti, yakınlığı; sahabesine olan koruyuculuğu bunların dile gelmesidir. Mesela Ehl-i Beyt hakkında Mübahele Ayeti inmiştir. Yine Ehl-i Beyt hakkında Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz’e Tathir Ayeti inmiştir, Ebrar Ayetleri inmiştir, Meveddet Ayeti inmiştir. 
Mesela Meveddet Ayeti’nde “De ki ‘Sizden tebliğme karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak yakınlarımı sevmenizdir’” (Şura/23). Yani Ehl-i Beyt’ini sev; Ehl-i Beyt’ini Allah, sevmeyi emrediyor. Kime? Sahabesine. Bu bizim için ne ise, o dönem yaşayan sahabeler için de aynıdır. 
Yine Tathir Ayeti’nde “Ehl-i Beyt,  Allah sizden her türlü pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor, ister” (Ahzap/33) diyor. Yani onları Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri temizledi. Bir noktada peygamberlerde olan sıfatların bir bölümü ile Ehl-i Beyt’e olduğunu görüyoruz. Çünkü 12 imamda da bu masumiyet sıfatları mevcuttur. Dolayısı ile bunu her müminin görmesi lazım. 
Yine Ebrar Ayetleri “Adaklarını yerine getirir onlar ve şerri her yanı saran günden korkarlar ve ona ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula, yetime ve köleye verirler. Onları doyururlar” (İnsan/7-8). Ehl-i Beyt’in ne kadar cömert olduğunu, kendisi açken başkasına elindekini verdiğini işte bu Ayet-i Kerime bilhassa Hz. Fatıma, Hz. Ali için… Mesela düşünebiliyor musunuz; namaz kılarken Hz. Ali, sadaka veriyor. Bunun üzerine Ayet-i Kerime iniyor (Maide/55). Yani böyle ulü’l azim insanlar.
Yine Mübahele Ayeti’nde “Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmaya girerlerse de ki ‘Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Siz de gelin. Ondan sonra karşılıklı lanetleşelim’ de. Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun” (Al-i İmran/61). Burada Hz. Fahri Alem Efendimiz, Ehl-i Beyt’ine ne kadar büyük değer verdiğini bu Ayet-i Kerime ile beraber Cenab-ı Hak bunu beyan ediyor. Burada oğullarımızla oğullarınız, Hz. Hasan ve Hüseyin; kadınlarımızla kadınlarınız, Hz. Fatıma anamız; kendimizle kendiniz, Hz. Ali Efendimiz ve şahsı. Ayet-i Kerime’de işte Ehl-i Beyt, bunlar. Bunlar adeta sevilmiş, seçilmiş, istisna insanlardır. Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin, diyoruz efendim.

Cenab-I Peygamber Efendimiz’in Ahlakı, Kur'an Ahlakıdır

Cenab-ı Peygamber Efendimiz’in ahlakı, hepimizin bildiği gibi Kur'an ahlakıdır. Yani Kur'an ahlakı nedir? Allah'ın ahlakıdır. Hz. Fahri Alem Efendimiz, Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmıştır. O halde Allah'ın ahlakı da nedir? Allah'ın ahlakı, sabırdır; ahlak, Allah'ın ahlakı, muhabbettir; Allah'ın ahlakı, rahmettir; Allah'ın ahlakı, kanaattir; gayrettir. Bunu çoğaltabiliriz.
Şimdi bunların tamamı Kur'an-ı Kerim'de ifade edilen Hz. Aişe validemize “Resulullah'ın ahlakı nedir?” diye buyrulduğunda, “Kur'an'dır” diye cevap veriyor. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Uhud’a sefer ettiğinde, malumunuz dişleri şehit ediliyor; Hz. Fatıma elini açıp işte “Ya Rabbi, bu kavmi sen helak eyle” derken mübarek eliyle onun dudağını, ağzını kapıyor. “Biz” diyor “rahmet peygamberiyiz kızım” diyor “Bu insanlara hidayet dilemekten başka yapacak da bir şeyimiz yok” ve nitekim Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Taif’e hicret ediyor. Mekke-i Mükerreme'de dinin yayılma imkanı olmayınca, “Nerede yayabiliriz?”. İşte, Taif; Taif’e hicret ediyor. Taif'e gittiğinde “Ey Taif halkı, elimdeki Kur'an'ım, kalbimde ve dilimdeki imanımla gelin eşi ve benzeri olmayan Allah'a iman edelim. Ona imana sizi davet ediyorum” dediğinde, “Vay bu Muhammed de demek hala bu iddiasından vazgeçmemiş”. Taifliler çocuklarını hem alay etmek hem de ona eza ve cefa etmek için gönderiyorlar Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’e. Rivayet bu ya, yolun iki tarafını kesiyor çocuklar; taş yağmuruna tutuyorlar. Bacakları yara içerisinde, kan içerisinde. O da Taif hurmalıklarına gelip uzanıyor. Tam bu esnada Hz. Cebrail “Ya Muhammed, yeter ki sen dile, Rabbim şu iki dağı buluştursun, Taif halkını helak etsin”. O zaman buyuruyor ki “Ya Cebrail ‘vema erselnake illa rahmeten lil alemin’ (Enbiya/107). Ben alemlere rahmet olarak gönderilmiş peygamberim. Bunların helak olmasını isteyemem” buyuruyor, işte o zaman dua ‘Allahümmehdi kavmi fe innehüm la yalemün’ “Ya Rabbi bu kavim seni ve beni bilmez, tanımaz. Onun için isyan ediyor. Onlara hidayet nasip eyle”. 

Allah'ın Maksadı, İnsanların Ona Kul Olmasıdır

İşte buradan girdiğimizde ortaya çıkan kişilik; Allah'ın yeryüzünde gerçek halifemdir dediği insan-ı kamil, mümin-i kamil örneğidir Peygamber Aleyhisselam Efendimiz. Kur'an ayetlerine baktığımız zaman, taa birinci Ayet-i Kerime’den sonuncu Ayet- i Kerime'ye kadar, son inen ayete kadar esasen bu insanı hazırlayabilmek kastıyla bütün ayetler nazil oluyor ve Peygamber Aleyhisselam’daki bu kemale ermenin ana nedeni de ‘kulluk’ oluyor. Zaten Ayet-i Kerime’de “Ben insanları ve cinleri, bana kul olsunlar diye yarattım”, ‘Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun’ (Zariyat/56). Yani insanlar ve cinler, bana kul olsun diye yaratılmıştır. Allah'ın maksadı, insanların ona kul olmasıdır. 

İnsan-ı Kamil Kimdir?

Şimdi burada hatırımıza şöyle bir şey gelebilir; evet, teknolojide ileri gitmek lazım, doğrudur. Servet sahibi olmak lazım, bu da doğrudur. Bayındırlık hizmetlerini sonuna kadar mükemmel tarzda yapmak lazım, bu da doğrudur. Ama bütün bunlar, mükemmel bir kulluk ile beraber olursa bir şeydir. Eğer bu kulluk o mükemmel işlerin içerisinde Allah'a giden yolu açmıyor, önünü kapatıyorsa hiçbir şey değildir. Yani işlerin mükemmel olabilmesi, onları kullanacak insanın yaratılış gayesine uyması ve uymaması ile orantılıdır. Eğer yaratılış gayesine uyar tarzda eşyayı düzenlersiniz; “Allah benden razı olsun. Ben ona iyi bir kul olayım” der de işte hanlar, hamamlar, kervansaraylar, hastaneler, okullar yaparsanız; insanlara iyi davranıp ihtiyaçlarını giderirseniz; dargınların arasını bulup onları barıştırsanız; düşkünleri bulup ihtiyaçlarını giderirseniz; ne bileyim hastanın yanında hasta olmak, çocukla çocuk olmak, büyükle büyük olmak gibi erdemli davranışları Allah'a kul olmak mantığı içerisinde yerine getirirseniz… İşte bu sizin yaptığınız ‘İnsan-ı kamil kimdir?’ sorduğumuzda, ‘Budur’ cevabını alırız. Anlatabildim mi? İşte budur, budur, işte asıl olması gereken budur. Bunu hayata geçirmek her müminin vazifesidir, kulluk görevidir. Yani biz gelişi güzel bir hayatı yaşamak için gelmedik. Sonsuz bir hayat var. Oraya Allah'ın rızasını kazanıp burada kul olmakla imtihanı başarıyla bitirmek için geldik. Onun için bunun başı da kulluktur, sonu da kulluktur. 

Allah'ın Muradı, Muhammed'i İle Kendini Tasdik Etmektir

O kulluk dairesine de insan ancak şahadet cümlesi ile girer. Şahadette iki rükün vardır; birisi Allah'ın birliğine şahit olmak, ikincisi Muhammed Mustafa'nın risaletine şahit olmak. Ha efendim burada sorabilirsiniz “Tamam biz Allah'ın birliğini kabul ettik, o dediklerinizi de yerine getirdik. Muhammed'i kabul etmesek ne olur?”. Hiçbir şey olmaz. Yaptıklarınız boşa gider. Anlatabildim mi? Allah'ın muradı, Muhammed'i ile kendini tasdik etmektir. Vacibu’l Vücud olan Allah, bunu böyle istiyor. ‘Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulü’, “Ben şahidim ki Allah tektir, eşi benzeri yoktur’. Neyine şahidim ki? “Muhammed onun kulu ve resulüdür”, bunu söyleyecek. Ha bunu söylemekle de yetinemez. Onun gittiği yoldan gidecek. O yoldan gidebilmesi için Ehl-i Beyt’i takip edecek. Kim Ehl-i Beyt? İşte Kur'an'da anlatılan numune insan. 

Akıl Vahyi Kuşatamaz 

Cenab-ı Peygamber Efendimiz’e soruyorlar “Ya Resulallah, namazı nasıl kılacağız?”. “Benden gördüğünüz gibi”. Nasıl anlıyorsanız değil. Şimdi bazı akılcı, sahtekârlar var. Akılla vahiy çatışırsa, Ee? Ne tercih edilir? Akıl tercih edilir. Senin aklına turp sıkayım ben. Senin akıl dediğin ne ki? Vahyin sahibi, aklı da kuşatan iradedir. Akıl, vahyi kuşatamaz ki. Onun milyarda bir dahi beyan ettiği hakikatlere akıl yetişemez. Bu konu ayrı, buna istersek inşallah bir başka zamanda gireriz. 
Bendeniz bu konuları geçmişte çok değerlendirdim ve zaten İslam dünyasında ilk fitneyi bu şekilde attılar. Sanki İslam'da yeni bir reform hareketi yapmak tarzıyla işe girdiler. Batı dünyasının septitizmin - Septitizm bir felsefi akımdır; ben felsefeciyim- bu felsefenin İslam'a mal edilerek Hristiyanlığı İslam’ın içine sokma gayretidir ve maalesef Müslümanları bu konuda avladılar; nisben de olsa, muvaffak oldular.
Şimdi Müslümanların kendine gelip nasıl Müslüman (olunur) olunursa o şekilde Müslüman olmasıdır. Mantıkla Müslüman olunmaz. Teslimiyeti… İslam teslimiyet dinidir. İsmi üzerinde, İslam. Değil mi? Akıllı olun ama haddi de aşmayın. Efendim aklın yeri yok mu? Var. Nasıl? İlahi vahyin terbiyesinde büyüyerek. O ancak hadiselerin hikmetini çözer, ne olduğunu anlar. Bakınız Ayet-i Kerime’de “Ellezine yezkurunallahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubihim” Ayakta, oturarak, yan hali yani yatarak Allah'ı zikrederler “ve yetefekkerune fi halkıs semavati vel ard, rabbena ma halakte haza batıla, subhaneke fekına azaben nar”, “Ondan sonra da yeryüzünü, kâinatı tefekkür ederler” (Al-i İmran/191). Yani insan taat-ü ibadetle o kalbi nurlandıracak; tefekkür ondan sonradır. Bu kalp boş, şeytanlar cirit atıyor; sen alemi düşünüyorsun. O düşündüğün alemde Allah'a şirk koşarsın. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ama yok orasını nur-u ilahi ile doldurur, onun tecellisi ile aklı seferber edersen; bu sefer ne muazzam bir kâinat aman Yarabbi. Nedir bu galaksi toplulukları, bu milyarlarca yıldızlar ne güç ne kuvvet. O hikmeti orada görürsün. Bu şekilde aklın yeri işte burada budur. ‘Akıllı olun, akledindeki mantık budur. Yoksa ilahi gücü inkâr ederek işin içine materyalist bir felsefeyle girer. Bu akılcılık değil yobazlık, sahtekarlık olur. Bunu böyle çok iyi görelim.

Allah (C.C.) Peygamber Aleyhisselam'a Olan Muhabbetiyle Ruhunu Önce Yaratmıştır 

Hikmetini inşallah eğer akıl gönülden ilham alırsa bunu bilir, hikmetini bilir; almazsa o da çamura saplanmış bir merkep gibi olur. İnşallah bizimki öyle olmaz. Ha Allah'ın Peygamber Aleyhisselam'a olan muhabbetiyle, ruhunu önce yaratmıştır. Ona olan öyle bir… “Bile yazdım adım ile adını” değil mi? Mevlid-i Şerif'in hangi şeysinde “Allah adını zikredelim evvela, vacip oldu cümle işte her kula”. Devam ediyor “bile yazdım adım ile adını”. Yani benim ismimi, senin isminle; senin ismini, benim ismimle yazdım Muhammedim. Bu neden? Allah'ın muhabbetinin Muhammed'i olmasından. Çok yüce derecede bir sevgisi var Hz. Fahri Alem Efendimiz’e. Bundan dolayı önce onun ruhuna halk ediyor, yaratıyor. O ruha olan sevgi nispetinden bütün bu alemi, bu kâinatı halk ediyor. Bu alemi korumak için de muhabbetinden önce ruhunu yaratıyor. Rahmeti sebebiyle de en son onun mübarek cesedini dünyaya son olarak gönderiyor. Anlatabiliyor muyum? Yani Allah'ın muhabbetiyle rahmeti bütün kâinatı Muhammed Mustafa’sı ile beraber kuşatmıştır. Bunun hikmeti budur. Anlaşıldı mı? 

Mevlid Kandili Gecesi Nasıl Geçirilmelidir? 

Tabi burada yapılacak çok iş var; istiğfar okumak lazım, kalbi temizlemek lazım. İkinci olarak da alemlere şeref veren bütün mahlukatın efendisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz dünyaya teşrif ediyor. Onu layıkı ile karşılama. Nasıldır o? ‘Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed’ Salat-ü Selam okumak. Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak buyuruyor ki ‘innallahe ve melaiketehu yusallune alen nebi, ya eyyühellezine amenu Sallu Aleyhi ve Sellimu teslima’ (Ahzap/56). Allah ve melekleri ‘innallahe ve melaiketehu’ Allah ve melekleri, ‘yusallune alen nebi’ Muhammed’ine Salat-ü Selam okur. ‘Ya eyyühellezine amenu’ ey iman edenler, siz de Muhammed’ime salat ve selam okuyun.  Yani bir manada salat okumakta, Salat-ü Selam okumakta; kulla halik ile mahluk Muhammed'inde bir araya geliyorlar. Allah… Yani, peygamberini müthiş derecede Allah seviyor. 

Ahir Zamanda Deccal Fitnesi

Şimdi bu kadar sevgi okyanusunun içerisinden adam, o Muhammed'i çıkartacak; onsuz inancı sahi olacak. Hadi oradan be, terbiyesiz seni. Babanın çiftliği mi bu? Onun için Allah, Kur'an'da buyuruyor ki “Kim İslam'dan başka bir dinle bana gelirse, onun dinini asla kabul etmem” (Al-i İmran/85). Hüküm kesindir. Bendeniz bu konuda birkaç tane eser yazdım. Kur'an'a itirazlar affedersiniz ‘İslam'a İtirazlar, Kur'an'dan Cevaplar’ bir eserim. Bu konuda, bu konu ile ilgili en az bir 40-50 tane Ayet-i Kerime var, bir sürü Hadis-i Şerif. Şimdi bunu konuşan insanlar, bilmediklerinden değil kasıtlarından; saptırmak istedikleri, Müslümanları ve İslam’ı boğmak istedikleri bir çukura sürüklemek istedikleri düşüncenin ve iradenin sonucunda böyle davranıyorlar. Bunların masum olması asla mümkün değildir. 
Binaenaleyh günümüzde de en acı fitne budur. Peygamber Aleyhisselam buyuruyor ki “Ben ahir zamanda ümmetim için en fazla endişe ettiğim, Deccal fitnesidir”. Sahabe soruyor “Ya Rasulallah nedir bu Deccal fitnesi?”. “Ümmetim bölük bölük Hristiyan olacak. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacak ve fakat kendini Müslüman kabul edecek. Mescitler insan dolacak, içlerinden bir tanesi mümin olmayacak”. “Niye?” Ee Muhammed… Adam diyor ki “‘la ilahe illallah Muhammed Resulullah’ demeye gerek yok. Muhammed'e iman, kemalattandır; imanın şartından değildir”. Şimdi buna inandı mı adam başını secdeden de kaldırmazsa, bu insan Müslüman olamıyor. Bu benim görüşüm değil; Allah'ın beyanı. 
Binaenaleyh en ciddi dönemde, en ciddi ortamda ve de çok kıvrak şartlar altında insanımız büyük bir imtihan veriyor. Ayık olup uyanması, sıkı sıkıya Muhammed Mustafa'sına, (S.A.V.) Efendimiz’e sarılması lazım. Anlatabildim mi? 

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Kıymetlidir ve Onsuz Hayatın Gayesi Yoktur 

Cenab-ı Peygamber Efendimiz bu derece kıymetlidir, onsuz da hayatın gayesi yoktur. Allah için de bu böyledir, iman ehli olan insanlar için de bu böyledir. Sonra gerçekten Cenab-ı Peygamber Efendimiz her yönüyle hangi tarafına bakarsanız bakın, aile hayatına bakıyorsunuz, aile hayatında doruk noktada bir aile reisi; toplumdaki insanlarla münasebetine bakıyorsunuz, en mükemmel insanlarla geçinen bir dost, bir arkadaş, bir ne bileyim… Ticaret yaptığı zaman, en mükemmel bir tacir; adaletle hükmettiği zaman, hükmettiği zaman en mükemmel bir hâkim. Asla duyguların esirinde kalmayan ve mutlak hakkı hak olduğu için icra eden ve bakıyorsunuz devletin başında da en adil bir devlet başkanı.

Mevlid Kandili Gecesi Nasıl Geçirilmelidir? 

Bu gece münasebetiyle tekrar yüce milletime saygılarımı sunuyorum. Siz “Ne yapmalıyız?” sorusuna ben tam cevap veremedim. Salat-ü Selam dedik, orada kaldık. Salat-ü Selam, bolca Salat-ü Selam okumalıyız. Artı, bilen Kur'an okusun; bilmeyen sayfalarının her satırında İhlas-ı Şerif okuyarak Kur'an okumuş hükmü ile sevap alsın ve Cenab-ı Hak'ın ismini tevhid eylesin. Yani la ilahe illallah, la ilahe illallah zikri ile vaktini değerlendirsin. Bu gece taat-ü ibadetle, namaz niyazla sabahlamaya gayret etsin diyor, tekrar kandillerini tebrik ediyorum efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir