
Neler Okuyacaksınız
Kıbrıs’ta Referandum Yapılmasındaki Amaç Kıbrıs’ı Türkiye’den Koparmak İdi
Şimdi, bizi takip edenlere hayırlı tatiller diliyorum. Evvela Kıbrıs için bu alınan netice fevkalade hayırlı olmuştur, onu ifade etmekle sohbetime başlamak isterim. Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girecek arzusu adı altında referanduma takdim edilmesi aslında Kıbrıs'ı Türkiye'den koparmak, başı sonu olmayan bir uçuruma yuvarlamak idi. O bakımdan ben, bu sonuçlar çok hayırlı olmuştur, diyorum. Rum kesiminin %75’e varan ‘hayır’ı bir defa ‘biz bu toplulukla, Türklerle kesinlikle bir arada olmayız’ mesajıdır, ‘biz, sizi kabul etmiyoruz’, ‘biz, adada Türkleri kabul etmiyoruz, adada Türkleri istemiyoruz’, yani ‘değil bir arada yaşamak, bu ada kesiminde Türkleri kabul etmiyoruz’ düşüncesinin, fikrinin sandıkta çıkan neticeler ile ilanıdır, ifadesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne Düşen Vazife Kıbrıs’ta İki Kesimliliği Tescil Etmektir
Şimdi bu, şuna benziyor; bir hanımı düşünün, evlendireceksiniz bunu. Kocası, yani koca olacak namzet eve gelecek gelini kabul etmiyor, istemiyor; aile kabul etmiyor, istemiyor. Peki bu kadın kime gelin gidecek? Bu kız kime gelin gidecek? Şimdi, şu anda Kıbrıslının Kıbrıs'taki manzarası bu. Peki bu neyi ispat etti? Annan planının çok mantıksız gerekçeler üzerine oturduğunun ispatını yaptı. Niye? Çünkü burada hakikaten iki ayrı dünya var, iki ayrı kültür var, iki ayrı medeniyet var, iki ayrı devlet var; iki kesimlilik var. Sen kalkıyorsun, bunu bir araya zorla getirmeye çalışıyorsun. Yani, zoraki bir nikah yapıyorsun. Bu tutmadı, kabul etmedi, ‘olmaz böyle şey’ dedi. Bundan sonra o halde iki kesimlilik nasıl olacak? Hukukuna dayanan bir çalışma gerekiyor. O da ne ile olur? İki kesimlilik, iki ayrı devletin tanınması ile olur. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerine düşen çok büyük bir görev var; kalkacak, bütün dünya devletlerinin kapısını çalacak ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kabul edin, etmeniz lazım’ bu gerekçeyi ortaya koyarak, seçim sonuçlarını ortaya koyarak. Biz her türlü tavize hazır bir vaziyette oradaki insanlarımızı ejderhanın ağzına attık ama onlar bunu da kabul etmediler. ‘Yok, bu gemide kabul etmiyoruz’ dediler. Mantığı ile bütün dünya devletlerini kapı kapı bizim gezmemiz lazım.
Türkiye Cumhuriyeti hariciyesine düşen vazife budur şu anda; iki kesimliliği tescil etmek. Ne ile tescil edeceksiniz? Artık bundan sonra bir referanduma gidelim de ondan sonra değil. Ya? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dünya devletlerine kabul ettireceksiniz. Zaten Azerbaycan Devlet Başkanı, seçim neticesinde “Şayet bu iş olmazsa, biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kabule hazırız” demişti. Bugüne kadar da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kabul edilmemesinin nedeni, aslında kabul edilmeyeceği için bir pozisyon olmasından ziyade; Türkiye bu meseleye sahip çıkmamıştır. Adaya çıkarma yaptı ama hilkat garibesi gibi oradaki topluluğu kendi başına bıraktı, hiçbir şeyine sahip çıkmadı. Dolayısı ile bugüne kadar da bu böyle geldi. Bundan sonra oranın gerçekten bağımsızlığına kavuşabilmesi için, dünya devletleri tarafından tanınmasını Türkiye'nin temin etmesi yoluna girmesi lazım.
Referandum Sonucu Denktaş'ın Değil Türk Hükümetinin Fiyaskosudur
Mesela akşam seçim sonuçları ilan edilir edilmez sanki Sayın Rauf Denktaş burada onaylandı, referanduma Sayın Denktaş girdi şeklinde bir netice ile istifa etmesinin gerekliliği vurgulanmaya başlandı. Hem de Türkiye'de bu vurgulanmaya başlandı. O zaman şöyle bir oyun insanın hatırına geliyor, demek ki Annan planında iki kademeli bir proje uygulanacak; birincisi Denktaşlı, ikincisi Denktaşsız. Yani istediklerini koparabilmek için şayet bundan sonra bir referandum gündem edilecekse, Denktaş'ın da devrede olmaması lazım. Bu onun sanki altyapısını hazırlar gibi bir anlayış ortaya sergilenmeye başladı ki çok yanlış. Bana kalırsa bu Sayın Denktaş'ın fiyaskosu değil, Türk hükümetinin fiyaskosudur. Sen nasıl olur da seni bu derece kabul etmeyen bir hasmı göremezsin ve buna mukabil de insanı onun ağzına yem gibi atmaya çalışırsın. Yani fiyasko varsa, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde var; başkasında yok.
Tabi şu anda Türkiye'nin savunması, Türk hükümetinin savunması bundan sonraki gelişmeleri ile orantılıdır. Yani bundan sonra gelişmeler şayet iki kesimlilik üzerine, tezi üzerine bina edilirse; Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, mesuliyetten kurtulabilir. Aksi takdirde adama sorarlar “Ya sen kiminle beni pazarlığa oturttun? Sen bu insanları hiç mi tanımadın hiç mi bilmiyordun?” demezler mi insana? Hiç seni kabul etmiyor. %75 ne demektir ya? ‘Seni ben kabul etmiyorum. Defol git’ demektir.
Şimdi bu derece tepkisi olan bir topluma sen bu insanları gidip yem olarak atıyorsun. Bunu dediğim gibi tek… Biz bunu biliyorduk. Şimdi savunması nasıl olur? Biz zaten Rum kesiminin böyle olacağını biliyorduk, bu tavrı ortaya koyacağını biliyorduk. İki kesimliliği de kabul ettirebilmek için de biz ‘Evet, söylettik’ denirse, o zaman bizim hükümetimiz de basiretli denilebilir. Aksi takdirde hiçbir savunması geçerli değildir.
Avrupa Birliği Bizi Kabul Etmez
Esasen şu anda ortaya çıkan durum, Avrupa’nın genel tavrıdır. Yani siz gece-gündüz çalışacaksınız, bütün imkanlarınızı seferber edeceksiniz; bunun neticesinde ‘Avrupa Birliği'ne gireyim’ için bunu yapacaksınız. Bir de geliyorsunuz, en haklı olduğunuz davada da en haksız tavizleri veriyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki adam sizi %75 oranında reddediyor. Peki bütün Avrupa ülkeleri aynı mantıkta değil mi? Aynı idealde değil mi? Aynı görüşte değil mi? Biz demek dünden bugüne uyguladığımız Avrupa Birliği'ne girebilme süreci içerisindeki politikaların tamamı yanlış. Niye? Çünkü bu adamlar bizi ne yaparsanız yapın kabul etmeyecekler. En haklı olduğumuz davada bu kadar taviz vermemize rağmen bizi kabul etmeyen Güney Kıbrıs Rum Hükümeti Devleti; aynen onun emsali bütün Avrupa ülkeleri de, Avrupa Birliği'ne iştirak etmiş ülkeler de bizi reddedecektir, bizi kabul etmeyecektir.
Sebebine gelince… Evet biz zaten temelden beri, bu Avrupa Birliği tezi Türkiye'de gündem edildiğinden bu tarafa bizim tek bir görüşümüz vardır; Avrupa bizi kabul etmez, Avrupa Birliği bizi kabul etmez. İsterse bu bir ticari topluluk olsun isterse medeniyetlerini buluşturan devlet bazında bir birlik olsun, yani müşterek bir devlet olsun hangisi olursa olsun Avrupa bizi kabul etmez.
Avrupa ile bizim asırlar boyu binlerce yıla dayanan bir geçmişimiz var, bir mazimiz var. Orta Asya'dan da bu tarafa bu devam etmiştir; Anadolu topraklarına biz oturduğumuzdan bu tarafa da bu ilişki, bu hukuk devam etmiştir. Peki bu devam hangi şartlara oturdu? Avrupa Birliği ülkelerinin medeniyetleri farklı bir medeniyettir, kültürleri farklı bir kültürdür, siyasetleri farklı bir siyasettir. Anadolu Türklüğünün, Müslüman Türklüğünün medeniyeti farklı bir medeniyettir, kültürü farklı bir kültürdür, siyaseti farklı bir siyasettir. Yani tabiri caizse tamı tamına iki zıt dünya. Bunların Avrupa Birliği ülkelerinin adetleri fazla olabilir. Ama bu dediğim temel tespitler münasebetiyle, Türk dünyası bir diğer Avrupa Birliği ülkeleri; onlar da kendi arasında bir dünyadır. Ha bunlar kendi arasında bir olurlar, dağılırlar, bir araya gelirler bu doğrudur. Ama Türk dünyası ile Müslüman Türk dünyası ile bir araya gelmeleri muhaldir ve de mümkün değildir.
Bakınız 8-9. asırda Avrupa'ya gelen bugünkü Macarlar, aslında Oğuz boylarındandır. Nasıl bunları kabul etmişlerdir. O zaman Oğuz boylarının Avrupa'ya akın yapan kolu, Müslüman değildi; yani o günkü şartlarda, İslam değildi. Bunu bile olduğu halde kabul etmedi, dedi ki “Siz mutlaka Hristiyan olacak; biz bundan sonra sizin bu toplulukta, Avrupa coğrafyasında kalıp kalmayacağınıza karar verebileceğiz. Aksi takdirde şu halinizle sizi kabulümüz mümkün değil”, 9. asırda bu teklif. Şimdi 9. asırda Müslüman olmadan Türk’ü kabul etmeyen insanlar, bugün Müslüman Türk’ü bütün şartları ile kabul edecek; bu, olur iş değildir. Bilmem ifade edebiliyor muyum?
Referandumdaki Güney Kısmının Tavrı Bütün Avrupa’nın Tavrıdır
Bu referandum Kıbrıs'ın neticesi Güney kısmının tavrı, bütün Avrupa'nın tavrıdır. Bunda kimsenin de kuşkusu olmasın. O halde yapılacak olan iş nedir? Avrupa Birliği'ne gireceğiz hayalleri altında Türk vatandaşını kandırmak, istikbale matuf hayaller peşinde koşmak değil realiteye uygun politikalar üretip Avrupa ile biz iki dost, iki arkadaş, iki komşu nasıl geçinebiliriz bunların plan, program, projelerini hazırlamaktır. Gerek ekonomi dünyasında gerek siyaset dünyamızda gerek kültür dünyamızda hangi meselede olursa olsun yeni yeni projeler, yeni yeni programlar üretip bunların üzerine siyasetimizi bina etmemiz lazım.
Biz senelerden beri Avrupa Birliği'ne gireceğiz diye millete tarımı yok ettik. Tarım şu anda var mı Türkiye'de? Türkiye’de tarım gitti, hayvancılık yok oldu. Yani Türkiye tahıl ambarı idi, dünyanın 7 ülkesinden bir tanesi de Türkiye idi. Şimdi Türkiye'de tarım bitti, hayvancılık da bitti, ormancılık da bitiyor. Niçin bunlar bitiyor? Avrupa Birliği'ne girme uyum yasaları adı altında ve de IMF'nin de dayatmasıyla adam şimdi yetiştirdiği ürünlere pazar arıyor. Neresi olacak burası? 70 milyonluk bir Türkiye var önümüzde, hazır bir efendime söyleyeyim pazar. Bunu nasıl kaçıralım? Şimdi biz de nasıl olmasa Avrupa Birliği'ne gireceğiz, yıllık gelirimiz 10.000 dolar olacak hayalleri, vehimleri, yalanları… İşte ülkenin geldiği nokta bu…
Yepyeni Bir Türkiye İmar Edip Kâinat Devletini Oluşturacağız
Şimdi tekrar ediyorum; çok yeni programlarla, proje ile artık Avrupa Birliği'ne gireceğiz değil biz yepyeni, yeniden bir Türkiye imar edip dünyanın en güçlü devleti, en güçlü milleti, tabiri caizse bizim ifademizle kâinat devletini, kâinat milletini oluşturacağız. Hazırlığını yaparak yepyeni bir atılıma bu neticeden sonra başlamamız lazım. Aksi takdirde bundan sonra da kendimizi kandırmış olacağız. Bize tarih verecekler. Peki tarih verecek, kaç sene sonra beraber olacaksın? Efendim ya 30 sene sonra ya 25 sene sonra.
Avrupa'nın Bizi Kabul Etmesi Kıyametin Kopması Manasına Gelir
Avrupa bizi kabul etmez. Bu mümkün değil kardeşim ya. Eşyanın tabiatına aykırıdır bu olay. Yani Avrupa'nın bizi kabul etmesi, kıyametin kopması manasına gelir. Belki insanlar orada iddiasız olacaklar da onun için konuşuyorum yani. Aksi takdirde Avrupa kimliğinizi koruduğu; yani Avrupalı koruduğu, siz de kimliğinizi koruduğunuz takdirde… Eee? Bunlar buluşacaklar, bunlar birleşecekler, bunlar bir araya.. Bunu benim hayallerim kabul etmiyor. Bu mümkün değil; yani, matematik kurallarına aykırı bir hesap. Neden diyeceksiniz? Elma ile armut nasıl beraber toplanmaz ise Türklerle, Müslüman Türkler kimliği ile beraber Avrupa kimliği medeniyeti bir arada olmaz. Bunu böyle görmek lazım. Bunu derken biz Avrupalı kabul etmiyoruz, Avrupalı reddediyoruz, Avrupalıdan bir şey olmaz değil. Aksine, biz hep dedi ki sizden olacağız, sizin gibi olacağız. İnanmıyorlar bize. Burada bence en isabetli politika yine batılılar yapıyor. Biz ise kendimizi hayallerle avutuyoruz, yalanlarla kandırıyoruz. Türkiye'nin ayıkması, kendine gelmesi lazımdır. Bu netice, budur.
Şimdi adam diyor ki “Kardeşim” diyor “sen” diyor “doğarken” diyor “kulağını ezan okundu” diyor “Bak” diyor “sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet getirildi” diyor, erkek için. Hanımlara da diyor “Sizin” diyor “kulağınıza ezan okundu” diyor. Hakikaten Müslüman Türk adetinde vardır. Bir insan doğduğu zaman kulağına ezan okursunuz; sağ kulağına ezan erkekse, sol kulağından kamet getirilir.
Şimdi bunların bir araya gelmesi hiç mümkün değil. Senin kulağında ezan sesi var, bir gün uyanır bu. Bu senin ruh dünyanı, beden ülkeni ihata eder. Bu o zaman diyor, seninle biz beraber olamayız. Olayın aslı budur. Yani şimdi her kim ki bir defa hayatında samimiyetle kelime-i şahadeti getirmiş ise Avrupa Birliği’ni unutsun. O bir defa değil çok defa kelime-i şahadet getirdiği için, o tamamen unutsun yani. O belki kendini kandırabilir, Avrupa'yı kandıramaz.
Vallahi bunda zerre kadar fırsat yok. Burada her ne kadar birtakım maddi çıkarlar, Amerika Birleşik Devletleri'nin hedef gayesi olarak görülüyor ise de İslam coğrafyasında yaşayan bütün Müslümanların hayatlarının riziko ile karşı karşıya kalması söz konusudur. Yani, inandım diyen herkes bir riziko taşıma durumunda kalmıştır. Zaten 17’de Rusya'da vatan bulan komünizmin, 90’lı yıllarda ikrazından sonra tek düşman İslam ve İslam coğrafyası olarak seçilmiştir.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Aslı, İslam’ı ve Müslümanları Bu Coğrafyadan Yok Etmektir
Şimdi bunun tabii arka planlarında ne var ne yok belki bunları detaylarıyla beraber ortaya koyamayız ama görülen o ki bugün batı dünyasının önündeki engel, önündeki düşman hedefi İslam coğrafyasıdır ve Müslümanlardır. Şimdi Büyük Ortadoğu Projesi’nin aslı, İslam’ı ve Müslümanları bu coğrafyadan yok etme projesidir.
Bu nasıl olacak? Büyük Ortadoğu'ya batı güçlerinin yerleşmesiyle… Bu kimdir? İşte şu anda görülen Amerika Birleşik Devletleri’nin yerleşmesi Irak’a, Afganistan’a. Bunlar birer adımdı. Ha şimdi bu coğrafyanın bizi kabul edebilmesi ve biz bu coğrafyanın da akarlarını kendi lehimize çevirebilmemiz hesabı da batının gündeminde. Şu anda niçin buraya geliyorlar sorusu sorulduğunda, her ne kadar olayın bir manevi temeli var ise de bir manevi gerekçeyle ABD'nin ve batılı ülkelerin buraya gelme hesabı var ise de hattı zatında bu dünyada kabul etsek de etmesek de bakire olan yeraltı kaynaklarına, bir coğrafyaya malik. O halde bu coğrafyanın gerek yeraltı gerekse yer üstü kaynaklarının taksimatı söz konusu.
Hatırlarsanız bunu biz sık sık ifade ederiz, bizim Güneydoğu bölgemizin sınırları batı ülkeleri tarafından kabul edilmemiştir. Bilhassa Amerika Devletleri, Lozan'da bunu deklere etmiştir ‘kabul etmiyoruz’. Şartı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yeraltı kaynakları olmuştur ‘Siz bize Türkiye'nin yeraltı kaynaklarını verirseniz, biz de sizin Güneydoğu sınırlarınızı kabul ederiz’. Şimdi, o günün şartlarında Gazi Mustafa Kemal, bu teklifi reddediyor ve o günden bugüne de malumunuz Türkiye'nin yeraltı kaynakları, ABD'nin tasarrufunda olmuyor. ABD'nin tasarrufunda olmuyor ama Amerika Birleşik Devletleri de şimdi geliyor, bizim Güneydoğu'da komşumuz haline geliyor; okyanus ötesinden kalkıyor, buraya kadar geliyor. Bunun da efendime söyleyeyim değerlendirmesine baktığımız zaman yine o Ortadoğu Projesi’nin bir parçası. Peki Güneydoğu'da bizim komşumuz olan ABD, çok evvelden yeraltı kaynaklarımızda gözü varken; bugün acaba bu düşüncesinden vaz mı geçti? Böyle bir şey yok. Gene onların gözü bizim yeraltı kaynaklarımızdadır, bizim Kıbrıs’ımızdadır, Kafkaslara varan coğrafyadadır, ta aşağıda yanılmıyorsam Fas'a varan Hicaz bölgesinedir. Yani, böyle geniş bir coğrafyaya tasarruf edebilme düşüncesi vardır, projeleri vardır.
Çok enteresandır, bu coğrafyada da sadece onların değil İsrail’in, Büyük İsrail Devleti’ni kurabilme projesi vardır. İki istek bir noktada çakışıyor, beraber oluyor; bu ya ABD'nin İsrail’i reddi ‘ben tek başıma burada hakim olayım’ veyahut da İsrail'in ABD'yi reddi ‘ben burada tek başıma iktidar olayım’ düşüncesi ortaya çıkması gerekirken ne olmuştur? Bilakis ittifak etmiş, anlaşmışlardır. ‘Siz burada devletinizi kurarsınız’ İsrail'e ‘biz de gerekli mali kaynaklardan istifade ederiz’ düşüncesiyle yola çıkılmıştır.
Bir de bunun alt zemininde çok daha önde bir proje, bir plan vardır ki bu coğrafyada çıkması gereken kıyamet savaşı dediğimiz bir savaşın olması lazım. Hristiyanlık akidesine göre Müslümanlar kafirdir, bu dünyada şerrin kaynağı bu Müslümanlardır. Yani Müslüman dediğimiz topluluklar, kitleler şer mevzuunun kaynağıdır. Dünya bu şerden kurtulması lazım, temizlenmesi lazım. Bunun için de malumunuz bu coğrafya da aynı zamanda İslam coğrafyasıdır. Bu coğrafyada Müslümanların temizlenmesi gerekiyor, bunun için de ciddi bir savaşın çıkması. İşte bu savaşın adına da ‘kıyamet savaşı’ deniliyor. Bu savaşın çıkması lazım ki İsa Ruhullah Efendimiz arştan arza insin, yani yere insin ve dünya cennete dönsün. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Akide olarak Hristiyanlıkta mevcut, Yahudilikte de. Yahudilikte de bu işte topraklar üzerinde, Hristiyanların burada yok edip temizlediği topraklar üzerinde Büyük İsrail Devleti kurulacaktır. Bir başka akide de bunların. Anlatabiliyor muyum?
Entegrasyon oldu; bir tanesi coğrafyadaki Müslümanları yok edecek, bir tanesi de gelecek, yok olan Müslümanların coğrafyasında vatanını kuracak. Vatanını, yani geniş bir imparatorluk. Böyle bir kaderle biz istesek de istemesek de şu anda karşı karşıyayız Büyük İsrail Projesi ile. Ha bunun içerisinde İstanbul var mı? El cevap, var. Yani, ABD'nin eninde sonunda gelip merkez olarak kendine bu coğrafyada seçeceği yer İstanbul’dur. İfade edebildim mi? Burada aynı zamanda Hristiyanlığın merkezi halinde bulunan Ortodoks patriği de var, patrikhanesi de var. Yani kısaca hangi yönden bakarsanız bakın, bizim coğrafyamız hem İsrailliler tarafından hem batılılar tarafından ciddi bir tehdit altındadır. Ortadoğu Projesi de bu tehdidin gündeme çıkma olayıdır, uygulamaya konulması olayıdır.
Ilımlı İslam Demek İyi Bir Hristiyan Olmaktır
Burada Türkiye'nin, Türk coğrafyasında yaşayanların tavrı, tarzı nasıl olacaktır? İsterseniz bunun üzerine birkaç kelam edelim. İşte bu diyalog adı altındaki çalışmaların asıl neticesi, biz burada eğer zarar görmeyeceksek dinimizden vazgeçelimdir. Yani diyalogun asıl manası… Ilımlı İslam diye bir tabir çıkardılar. Ilımlı İslam demek, yani orta halli bir Müslüman manasına gelmesin. Bizi takip eden arkadaşlarım çok iyi bilsin ki iyi bir Hristiyan olmaktır. Yani, Hristiyan olacaksınız. Yani modern bir Müslüman olduğunuz, daha doğrusu bir Hristiyan olduğunuz zaman bizim tehdidimizden, tehlikemizden uzaksınız gibi bir çalışmanın içerisine bugün batı girmiştir.
Dinlerarası Diyalog Kademe Kademe Coğrafya Üzerine Oynanan Bir Oyundur
Şimdi ayrıca bu arkadaşlar şunu da ifade, itiraf ediyorlar kendilerine sorulduğu zaman “Peki efendim bu diyalog neticesinde birçok Müslüman, Hristiyan oldu. Buna ne diyorsunuz?”. Yani diyalog neticesinde olması gereken, Hristiyan Müslüman olacaktı. Başta hatırlarsanız iddia buydu ‘Bu diyalogla biz birçok Hristiyan’ı Müslüman edeceğiz’, hatta kiliselerdeki papazlar da Müslüman’dı. Şimdi enteresandır, herhalde iş yoluna girdi ki itirafını çok güzel yaptı sevgili dostum, arkadaşım. Dediler ki “Zaten o arkadaşlarımızın geçmişi Hristiyan’dı. Şimdi özüne döndü”. Bizim de baştan beri anlatmak istediğimiz neydi? Misyonerlikle adım adım yürüme projesi, programı vardı. Birinci adımda; efendime söyleyeyim ‘dinin senin işte şudur, ama asıl olması gereken budur, Hristiyanlıktır’, birinci adımı arttırırlar. ‘Madem dinin budur, ya bak bakalım dünyada Hristiyan bir tane Türk var mı?’ veya ‘Türklerin %90’ı, en azından Hristiyan olanlar Türk değildir’ ikinci adım da budur ‘Sen Hristiyan olduysan, Hristiyan isen sen o zaman Türk de değilsin’. Delikanlı neyse hanımefendi neyse bakıyor, doğru. Hakikaten Müslüman olup da Türk olmayan yok veya Müslüman olup da Rum olan yok. O zaman tersi demek ki Rum, Müslüman olmaz neticesi çıkıyor. Rum Müslüman olmaz, ben de Hristiyanım. E Türkler de Müslümanlığın dışında bir din seçmemişlerdir, bunlar da Hristiyan olmaz. O halde ben deme Türk değilim. İkinci adım da budur. İkinci adım buysa, üçüncü adım nedir? Üçüncü adım da ‘e güzel ama bu coğrafyada Müslüman da yok Türk de yok; burada Hristiyan var, Ermeni var, Rum var. Bu coğrafya demek bunların değil. Burada Türk yok. Burası kimindir?’ olay kademe kademe coğrafya üzerine oynanan bir oyundur. Yani önce manevi temellerden başlayan çalışma, neticede semeresini ‘bu coğrafya size ait değildir’. Nereye aittir? İşte Rumlara aittir, efendime söyleyeyim Ermenilere aittir, şuna aittir, buna aittir. Siz buralı değilseniz, lütfen burayı terk edin. Batının meşhur şark projesi; nereden geldiyseniz oraya gideceksiniz. Anlatabildim mi?
Yani kısaca bu coğrafyada Müslüman Türk olarak kalmanız, affedersiniz yani sizin kalmanız mümkün değil deyip önce dinimizden vazgeçiriyorlar; ondan sonra sizi Rumlaştırıyorlar, Ermenileştiriyorlar; ondan sonra da burası onlara ait değildir. Varsa biraz ayakta kalabilecek işte Müslüman Türk, iman ehli insan; onları kılıçtan geçiriyorlar. Olayın özü budur. Bilmem anlatabiliyor muyum? Kısaca.
Bu Coğrafyada Kalabilmek İçin Kendi İnancımızı, Örfümüzü, Adetlerimizi ve Geleneklerimizi Mutlaka Diri Tutmalıyız
Şimdi, Müslüman olmak… Din ve vicdan hürriyeti dünyada alabildiğine geniş, sonsuz değil mi? Bunların hepsi palavra. Ya nedir? Müslüman olma yasaktır, suçtur. Dikkat edebiliyor musun, adam gerekçe koyuyor; Usame bin Ladin'in uçakları gitmiş Avrupa'da, affedersiniz Amerika’da İkiz Kuleler'i yıkmış, atmış. Allah Allah… Baba tamam da, benim Iraklımın bundan günahı ne, Afganlımın günahı ne? Canım oradaki dağlarda. E git, bul. Düşünebiliyor musun bunu şimdi? Yani diyelim ki iki tane adam yüzünden bu sefer ne çıkılmıştır? Bir bakıyorsunuz ki seferin gerekçesi farklı, sonuç çok daha farklı. Bu böyle ise o zaman netice böyle olmaması lazım. Saddam bahane ediliyor, Irak coğrafyası işgal ediliyor. Ondan sonra da Saddam bahanesiyle girilen coğrafyada bir yargılama yapılıyor. Sen bunun için gelmiştin. E bu gerekçeler ortada yok. Niye burada duruyorsun o zaman? Söyler misin bana, niçin duruyorsun? Ne için gelmiştin? Saddam için gelmiştin, kimyasal silah için gelmiştin, artı bir de ‘demokrasi getireceğim’ demiştin. Nasıl bir demokrasi ki bir tane canlı mahluk bırakmıyor orada, canlı insan bırakmıyor?
Kısaca insanımızın çok iyi ayıkması lazım, bunu çok iyi görmesi lazım, görmemiz lazım. Yarın komşuma olan şey bizim başımıza olur, gelir düşüncesinden hareketle ayıkmamız lazım. Biz bu coğrafyada ancak kendi örfümüzle, adetimizle, geleneğimizle, maneviyatımızla kalabiliriz. Bunu da kimsenin unutmaması gerekiyor. Onun için inancımızı, örfümüzü, adetlerimizi, geleneklerimizi mutlaka diri tutmalıyız.
Yıllardan Beri Oynanan Oyun Bizi Parçalamaktır
Bakınız yıllardan beri oynanan bir oyun var. Bu oyun nedir? Bizi bölmek, parçalamaktır. Efendim birisi o tarafa geçmiş, birisi bu tarafa geçmiş; devletle milleti karşı karşıya getirmişler, siville askeri karşı karşıya getirmişler. Ben bunu söylediğim zaman baştan beri ‘Vay Hoca devletin adamı, Hoca askerin adamı’. Çok iyi tanırlar, ben ne bir tane devlet adamı tanırım ne bir tane asker tanırım. Hem vallahi hem billahi. Ama bu ülke benim, bu vatan benim, bu millet benim. Şimdi sen parçalanmış bu parçaları seyredeceksin, yine o oynanan oyunlara alet olup saldıracaksın. Akıllı adam bunu yapmaz. Ne yapar? Vay benim ülkem parçalanıyor, benim milletim bölük pörçük oluyor. Böyle de bu oyun oynanıyor. Gelecekler adamlar bizim bu aramızdaki husumetten istifade ile onu bana, beni ona kırdıracak; oturacak buraya, padişah gibi yaşayacak. Ondan sonra da halimize bakacak, gülecek. Manzara bu.
Millet ve Devlet Olarak Birliğimizden, Beraberliğimizden Başka Çıkar Yolumuz Yok
Onun için biz dedik ki ‘Yok, devletle millet barışması lazım. Siville asker barışması lazım. Bunların kardeş olması lazım. Türkiye’nin tek yolu vardır; devlet ve millet barışacak, sivil-asker kardeş olacak. Buna biz mecburuz, kim ne derse desin. Haklı mı haksız mı bunlar düşünülemez. Gelinen bu noktada haklı-haksızı kaldırıp atacağız, ‘Biz kardeşiz’ diyeceğiz. Efendime söyleyeyim yanlışlar varsa ki olmaması mümkün değil madem bu noktaya gelinmiş, o taraf da alet olmuş, bu taraf da alet olmuş… Haa köprü, affedersiniz dere geçilirken at değiştirilmez, kavga yapılmaz, muhakeme edilmez. Geçersiniz karşıya, önünüzdeki taşları dökersiniz yere ‘Bak kardeşim senin bu yanlışından biz şunu yaptık. Benim bu yanlışım da şu neticeye çıktı’ herkes yanlışlardan hari olur. Kardeşlik, beraberlik, birlik, dostluk gündem edilir. Hayatımızı bundan sonra bir ve beraber yaşarız ve güçlü bir millet, güçlü bir devlet kurarız. Bizim yapacağımız iş budur. Bunun dışında hiçbir şey değildir.
Yok Avrupa'ya gidelim, Avrupa ile beraber olalım, onların çalıştığını alalım, milli gelirimiz… Bu hikayeleri bırak ya. Fransız kazanacak da verecek sana, Alman kazanacak da verecek sana, İtalyan kazanacak, İngiliz kazanacak böyle… Manyak mısın sen, ruh hastası mısın be? Hayır kardeşim dünyada kural mıdır ki çalışmadan bir insan zengin olmuş, ayağa kalkmış, kendine gelmiş? Bu mümkün değil. Yani onun içinde de olsan, çalışmadan bir şey yapamazsın, dışında da olsan bir şey yapamazsın. O halde yapılacak olan iş 7'den 70'e birlik ruhudur, beraberlik ruhudur, kardeşlik ruhudur, dostluk ruhudur. İki; gece-gündüz çalışmaktır. Çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız ve yine çalışacağız. Ha bunu yapalım bak neler oluyor. Olmayan şeylerin tamamı Allah'ın lütfuyla gündeme gelir ve Türkiye'nin yanlış anlamayın coğrafyasında söz sahibi olması o kadar zor bir hadise değil. Dünya teknolojisi evet ileriye gitti, doğrudur. Biz belki dünya teknolojisini şu anda olduğu kadar takip edemiyoruz. Ben şahsen bu tekstil konusunda biraz olsun bilgi sahibiyim. Biz dünyanın en güçlü makinelerini tanıyoruz, biliyoruz ve Türkiye'ye getiriyoruz. Bilmem anlatabiliyor muyum? En güçlü makinelerini. Ben bu tekstilde bunu Türkiye'ye getirirsem, harp sanayinde de getiririm. Ne bileyim maden sanayinde de getirim, hepsinde getirebilirim. Metal sanayinde de getirebilirim. Hülasa her konuda, her meselede bunları Türkiye’ye bir anda transfer edebiliriz. Bu o kadar zor bir hadise değil ve siz dünyanın geldiği bu son noktada, en son teknolojiyi Türkiye taşırsanız, bu sefer dünyada teknik olarak en güçlü ülke de siz olursunuz. Yapılacak olan iş budur. Efendim bunu yapmıyoruz. Biz ne yapıyoruz? Girelim Avrupa Birliği'ne de Avrupa Birliği bizi kabul etsin. Biz de zengin olalım. Bu hayalleri bırakalım. Zengin olacaksak dişimizle, tırnağımızla, gayretimizle, çalışmamızla ancak zengin olabiliriz, diyorum. Bunun dışında başka bir şey de olmaz.
Tekrar ediyorum, millet ve devlet olarak birliğimizden başka çıkar yolumuz yok. Beraberliğimizden başka çıkar yolumuz yok. Artık bu kokmuş, küflenmiş iddiaları bir tarafa atalım, devlet ve millet, sivil ve asker kardeşliği üzerinde tezimizi bina edelim.
Allah Milletimize Sabır, İzan Nasip Etsin de Bu Oyunları Görsün
Bak ne oldu? Herkes bunları kullanarak bir noktalara geldi. Ne yaptın peki? 2 metre ilerini göremedin, bir Rum’u tanıyamadın be. Şimdi bana hava atıyorsun. Rum’u tanıyamadın. Efendim neye, niye tanıyamadın? Sana toptan ‘hayır’ diyor, sen orada hikâye okuyorsun bana ‘Ben diplomatik zafer elde ettim’. Ne zafer elde ettin ya. Hezimet bu, senin için hezimettir. Mühim olan diplomaside neticenin elde edilmesi olduğuna göre, sen bu neticeden çok uzaklaştın ve Allah'tan ki öyle olmadı, Kıbrıs'ı kaybedecektik. Allah korusun, Türkiye'yi kaybedecektik biz bununla beraber. Bunlar çorap söküğü gibi; Ege de gündeme gelir, İstanbul Suriçi gündeme gelir. Yani gelmemesi muhal olaylardan değil. Bizim Pontus Karadeniz, gündeme gelir. Artık o zaman biz de silahlı mı dolaşacağız, silahsız mı dolaşacağız bilemiyorum. Allah milletimize sabır, izan nasip etsin de bu oyunları görsün, diyorum efendim.
Efendim bizi takip eden kardeşlerimize sevgilerimi, saygılarımı, hürmetlerimi arz ediyorum. Allah'a emanet ediyorum.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız