
Neler Okuyacaksınız
Provokasyonlara Karşı Sağduyulu ve Birlik İçinde Olmalıyız
“21 Ekim 1999 tarihinde saat 09.40'ta Gazeteci-yazar-bilim insanı, Kültür eski Bakanı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, dün otomobilinin üzerine konulan bombalı paketin patlaması sonucu, eşinin gözleri önünde hayatını kaybetti.”
Evvela bizi takip eden kardeşlerimize saygılarımı ve hürmetlerimi arz ediyorum. Saniyen hakikaten milletimizi içten içe yaralayan, onu son derece üzen, çok ciddi bir provokasyon diyebileceğimiz bir cinayetle Merhum Kışlalı’nın ölmesi, hayatını efendime söyleyeyim kaybetmesi milletimiz için çok ciddi bir kayıptır. İki, yakınlarına sabır diliyorum. Merhuma da rahmet Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Ancak bu vesileyle hepimizin üzerinde durmamız gereken bir olay var. Dikkat edilirse bu meselelerde taraf olunuyor ve de bir tarafların üzerine yürünmeye çalışılıyor. Eğer olaya inanç, itikat açısından bakarsak, Merhum Kışlalı da ve rakip diye kabul ettikleri insanlar da bunların tamamı inanmış Müslümanlardır. Binaenaleyh böyle ciddi bir ayrıma gitmenin son derece ben mahsurlu olacağı kanaatindeyim. “Kurt bulanık havayı sever”, ifadesi de çok doğrudur. Bu günlerde menfur emellerine ulaşmak isteyen birtakım kurum, kuruluşlar, harici güçler yapmak istedikleri zaten budur. Toplumu bölmek, parçalamak ve de birbirine düşürmektir. O zaman bu oyun onların istediği tarzda ve de şekilde ortaya gelmiş olacak ki; kaybımız o zaman bir tane değil, iki tane olacak. Yetişmiş bir insan gidiyor bu bir büyük kayıp; iki, bunun ardından insanlar, toplumlar birbirine hasım oluyor; bu kayıp iki. Binaenaleyh aklı başında çok güzel bir şekilde olayları düşünmemiz lazım. Sonra farkındaysanız benim okuduğum, gözlediğim ve dinlediğim kadarıyla bir cinayet değil bu olay. Alelade bir cinayet değil. Faraza siz bir insana kızarsınız veya onu öldürmek istersiniz, belinize silahını koyarsınız, efendim gider işte üç beş tane mermi atarsınız veya bir şarjör mermi boşaltırsınız öldürürsünüz. Maksadınıza vasıl olursunuz, çekip gelirsiniz, gidersiniz. Nedir? İşte, “intikam aldım bundan” dersiniz. Fakat bu olay öyle değil. Şimdi merhumun dikkat ederseniz kolu kopuyor, kalbi parçalanıyor vesaire organları mahvoluyor. Yani burada öyle fevkalade büyük bir provoka var ki bu insanları sokağa dökmek, “Ne duruyorsunuz artık birbirinize girin” demek mesajıdır bu. Şimdi bunları okuyacağımız yerde, kalkıyoruz çocuk gibi söz sahibi insanlarımız; o onu eleştiriyor, o onu eleştiriyor çok yanlış bunlar. Ben bunu şahsen çok yanlış buluyorum. Aklı başında, hep beraber, tamamı milletin tamamı el ele vererek, efendim söz sahibi insanları, aklı başında insanları düşünerek araştırarak mutlaka ve mutlaka bu işin faillerini de bulması lazım. Anlatabildim mi? Böyle ithamla, iftirayla hiçbir yere varılamaz. Kesinlikle bu hem geciktirmedir hem oyalamadır. Hatırıma bir şey geldi. Hazreti Osman efendimizi şehit etti hariciler malumunuz, çok ciddi bir hadisedir bu. Hazreti Ali efendimizi de halife seçtiler. Hazreti Osman'dan sonra, halife seçildi. Daha Hazreti Ali halife bile seçilmezken, Hazreti Ali'nin yakasına yapışıyorlar. Kimler? Hazreti Osman'ı şehit edenler. “Gel bakalım bize sen bu faili bul, katili bul.” Şimdi Hazreti Ali diyecek onlara, “Ya siz yaptınız bu işi, evde mevsuk bir delilin olması lazım” diyemiyor. Ben âcizane bu tip olaylarda hedef göstererek, “filancadır” demeyi çok özür dilerim ama bunun gibi bir oyun zannediyorum. Bu tip olaylarda hedef gösterilmez. Anlatabildim mi? Rahmetli bir Nurettin hocamız vardı. “İnsanoğlu” derdi, “çok enteresandır.” “Art niyete sahip olduğu zaman gider canavarla oturur, parçalar öldürür, yer, içer, kalkar.” Gelir, sen de o ölünün sahibi olduğu için ağlayacaksın tabii. Vay işte, “benim yakınım öldü gitti.” Canavarla parçalayıp onu yiyen adam gelir senin yanında oturur ağlar. Hâlbuki işi yapan kendisi. Şimdi biz kimseye ben şahsen itham etmiyorum. Ancak bu mevzular da aklı başında, ne bileyim çok yani teyakkuz halinde olmak lazım. Ne demek yani? Memlekette bakanlık yapmış, üniversitede hocalık yapıyor, memleketimizin güzide bir gazetesinde yazar, sen alelade diyorsun; “filan bunu yaptı veya filancalar yaptı.” Bu çok yanlış şey. Elinle işaret ettiğin zaman, mutlaka faili bulman lazım. Ne olur peki? Karışıklık olur. Yazık günah değil mi? Onun için konuşurken çok dikkatli olmak lazım. Bakınız Sayın Cumhurbaşkanımız ne kadar bu konuda titizlikle, hassasiyetle ifadelerini meramına ortaya koyuyor. Sayın Başbakan keza öyle. Ve yine bu akşam zannıma göre edildiğin bilgiye göre öyle bir tip silah bomba kullanılmış ki, aşağı yukarı bütün eylemlerde kullanılan silahın bir özüymüş, bir zübdesiymiş. Şimdi itham ettikleri adamlar mantar tabancası bile taşımasını bilmeyen adamlar. Kullanılan silaha bakıyorsun son derece efendime söyleyeyim, titizlikle hazırlanmış, efendim, fevkalade tahrip gücü olan bir şey. İtham ettiğine bakıyorsun, hayda! Onun için çok dikkatli olmamız lazım. Tabii bu heyecanlı zamanlarda bu kardeşlerimiz de belki maksadını aşan ifadelerde bulunabilirler. Onun için bendeniz milletimize özellikle sabır niyaz ediyorum. Kardeşimizi de rahmet diliyorum. Ve de Allah böyle hadiseleri milletimize vermesin. Ve yakınlarına da sabırlar niyaz ediyorum efendim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Gücü, Tarihinden ve Birlik Ruhundan Gelir
Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti öyle bazı arkadaşlarımızın zannedip iddia ettiği gibi küçük bir devlet değil. Mazisi çok efendim ne bileyim fevkalade, kökü maziye dayalı, fevkalade bir yapıya malik. Efendim kurumlar itibariyle, insanı o kurumları vücuda getiren insanı itibariyle, dünyanın en tecrübeli bir milleti ve devlet topluluğudur. Bunu çok iyi görmemiz lazım. Yani biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti derken hemen kalkmış, kalkılmış bir devlet kurmuş değiliz. Binlerce yıl devlet geleneğine sahip bir millet, bir sistemi kabul etmemiş, yeni bir sisteme geçmiş ama o sisteme geçerken de devlet kurumlarını inkâr etmemiş, bu kurumların tamamından istifade ederek onu hayatına geçirmeye çalışmıştır. Şimdi bunu eğer Selçuklardan başlatacak olursak Selçuklar, Osmanlılar değil mi? Aşağı yukarı bin yıllık bir mazi. Bütün kurumlar mevcuttur. Yani devlete ait ne var? Bütün bu kurumlar, bu iki imparatorlukta mevcuttur, iki devlette mevcuttur. Şimdi Cumhuriyet ilan edildiği zaman bu kurumların tamamı bu yapıya transfer edilmiştir. Evet, bir sistem gitti ama o millet gitmedi, artı o kurumlar da gitmedi. Bizim yanıldığımız nokta burası. Dün Selçukluya, Osmanlıya husumeti olanlar bugün aynı husumeti bu millete, bu devlete, bu kurumlara devam ettiriyorlar. “Hayır, bu böyle değildir” dersen yanılırsın işte o zaman çuvallarsın. Benim görebildiğim kadarıyla bizim asıl içine düştüğümüz sıkıntı bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve vatandaşları olarak budur. Biz kalktık birbirimizle uğraşıyoruz, değil kardeşim. Sen büyük bir çınarsın. Kabul etsen de busun, etmesen de busun. Adam senden emin olamıyor. “Bu adam” diyor, “uyuyor” diyor. “Bu uyandığı zaman benim anam ağlayacak.” Adam bu hayaller, bu vehimler peşinde. Hiç öyle olmamış olsaydı 60 yıllarından beri Avrupa topluluğuna girmek isteyen bu ülkeyi hangi sebeple itebilirler geriye ki? Onu söyleyin bana. Maziye çok efendime söyleyeyim, mazisi çok güçlü, tecrübesi çok güçlü bir milletin efendim devamıdır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Şimdi bizim çok ciddi imkânlarımız var. Bir elimiz Ortadoğu üzerinde, bir elimiz efendim Türkiye Cumhuriyetleri üzerindedir. Bir tarafımız Balkanlar'a bakıyor. Yani dikkat ederseniz çok büyük bir coğrafya üzerinde imparatorluk kurmuş olan atalarımızın geride kalan nesli, şimdi bir anda bir bakarsın aynı topraklarda söz sahibi olabilme imkânlarına sahip olurlar. O halde ne olacak? Bu milletin başı sıkıntıdan kurtulmayacak. Dikkat ederseniz bizim kendimizi bildiğimizden zamanımıza kadar başımızda sıkıntıdan kurtulmuyor. Bir zamanlar hatırlarsanız efendim bir sağ sol meselesi oldu 80'den evvel. Biri o tarafa çekti, biri bu tarafa çekti. Allah Allah! 80 Cumhuriyeti koruma kollama harekâtı oldu. Bir de baktık ki bu sağda kayboldu, solda kayboldu. Allah Allah! Ya 5.000 insan hayatını kaybetti bu 80 önceki hadiselerde. 5.000 insanın her birinin yakını veya anası babası hasım olsa, 10.000 tane kan davasının olması lazım. Yanlış mı konuşuyorum? Ama bir anda kayboldu gitti. Değil mi? Millet, milletin davası değil o, 80 öncesi mesele. Millete ait bir mesele değil. Suni meseleler ve biz de maalesef bu suni meselelerde dolmuşa biniyoruz, birbirimize hasım oluyoruz. Ondan sonra efendime söyleyeyim, laikti, değildi, şuydu, buydu… Bunları ben çok tehlikeli buluyorum. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşlarıyız. Ekserisi de bunların Müslümandır; kahir ekseriyette Müslümandır. Şu veya bu dine mensup olması da bizi ilgilendirmez. Herkes din ve vicdan hürriyetine sahiptir ve de maliktir. Binaenaleyh bu ülkede yaşayan insanlarımızın tamamı birbirine mütehammil olarak her konuda kucaklaşmalı ve de birbirini çok yakın bir muhabbet, sevgi içerisinde karşılamalıdır. Şimdi biz bunu terk ediyoruz. Bize bir şeyler pompalanıyor. Başlıyoruz o pompalanan mantıkla, mantaliteyle birbirimize muameleye. Sonunda ne oluyor? Kavga oluyor. Kavganın sonunda, efendim attım ona, attı buna. Bizim Tonyalı’nın dediği gibi: “Sen atıyorsun ona, o da sana atıyor.” Cinayetler vesaireler oluyor. Allah muhafaza etsin, diyorum efendim. Yani biz kendi üzerimizde olan hesapları unutmamamız lazım. Bizim üzerimizdeki, bizim kaderimiz üzerinde hesabı olan insanlar çok samimi konuşuyorum; anayla evladı, babayla evladı birbirine düşürebilirler. Bunda şüphemiz olmasın.
Toplumdaki Hadiseler, Bireylerin İç Dünyasının Yansımasıdır
Biz toplum meydanında gördüğümüz olaylar, içtimai, iktisadi, hukuki, ahlaki, ticari vesaire… Ne hatırınıza geliyorsa ve bu yerlerde yaptığımız davranış biçimleri bunlar doğruluktur, hiledir, ne bileyim rüşvettir, aldatmadır şudur budur… Her tip olay, fert olarak bizim kendi iç dünyamızda mevcuttur, iç tabiatımızda, ahlak olarak bunlar mevcuttur. Siz fert olarak bu güzel şeylerin bazılarını kendi kabulünüz olan bölgelerde, sizi kabul eden bölgelerde eylem haline getirebilirsiniz. Ama kendi iç tabiatınızda öyle olaylar var ki, daha doğrusu öyle ahlaki yapıya sahipsiniz ki, bunu o dar bölgede icra etme imkânını bulamıyorsunuz veya işinize gelmiyor. O zaman toplum denilen, meydana çıktığınız zaman bunu orada icra ediyorsunuz. Çünkü senin karşılaştığın insan, senin yakının olan insan değil, eylemde bulunduğun insan senin akraban değil veyahut da aile efradından değil. O zaman iç tabiatında ne mevcut, orada dış tabiatında toplum meydanında ortaya çok rahat koyabiliyorsun. Ne demek oluyor o zaman? Toplumda seyrettiğimiz hadiseler senin karakterin, benim karakterimdir; benim şahsiyetimdir, benim anlayışımdır, benim ahlaki yapımdır. “Hayır, bu değildir” dememiz kendimizi kandırmak olur. Onun için efendim bir sosyolog hadiselere bakarken sosyolojik vakaları birey bazına indirdiği zaman, fertlerin mesela ciddi bir efendim bir kaynama var, buhran var. Bu buhranların tamamını ferde indirger. Burada der “fert problemlidir.” Yani problemli olduğu için teker teker efendim bunu icra etmeleri mümkün değil ama bir araya geldikleri zaman toplumda bunu çok rahat icra edebiliyorlar. O halde biz topluma baktığımız zaman bu kural itibariyle, toplumda hastalıklar varsa bireylerimizin tamamında istisna etmek doğru değil bence, bir hastalık vardır. O toplumdaki hastalığı nasıl tedavi etmemiz mümkün ise, bireylerimiz de tek tek bu eğitimle mi olur, hakikaten psikiyatrik bir tedaviyle mi olur, düşüncesiyle tedavi etmemiz lazım, eğitmemiz lazım. Bir insanın efendim sadece maddi bünyesi hasar görmez, sadece maddi bünyesi hasta olmaz, kalbiniz de hasta olur, beyniniz de hasta olur, bağırsağınız da hasta olur, mideniz de hasta olur. Ama sizin efendime söyleyeyim, aklı melekenizde de bir bozukluk olabilir, ruhi melekelerinizde de bir bozukluk olabilir. İşte bunlar belki maddi unsurları kendi iç tabiatınızda vücuda gelen maddi hadiseleri, hastalıkları bir doktora giderek teşhis edebiliyorsunuz. Ama ruhi ve akli dengesizlikleri giderek tespit ettirmiyorsunuz. O zaman o topluma bakarak, o cemiyete bakarak teşhisi koymamız lazım. Kimler ilgili ise bu tedaviyi yapmamız lazım. Bugün çok ciddi birtakım dengesizlikler var. Toplum planında ortaya çıkan hadiseler var. Demek burada bir hastalık var. Ama bu aklidir, ama bu ruhidir vesaire… Peki, ne yapacağız? Bunları tedavi edeceğiz. İnsanlar bizim insanlarımızdır, millet bizim milletimizdir. Onun zararı bana, benim zararım ona dokunur. Binaenaleyh işe bu mantıkla baktığımız zaman, deriz ki: Toplum meydanında görülen hadiseler tek tek bireylerin iç dünyasının topluma yansımasıdır, cemiyetlere yansımasıdır diyorum ben efendim.
Gençlik Milli ve Dini Değerlere Karşı Sorumlu Olmayı Gerektirir
Gençlik delikanlılık çağını yaşayan bir nesil olması münasebetiyle, ideolojik saplantıları olan insanların veya bazı çıkarları olan insanların gençliği kullanması kaçınılmazdır. Bunu çok iyi görmemiz lazım. O bakımdan gençlik her olayda aklı başında olmasını bilmesi gerekir. Bir sorumluluk duygusu olması lazım, murakabe ve muhasebeyi kesinlikle yapması lazım. Benim görebildiğim kadar gençliğimiz şu anda fevkalade bir sorumsuzluk içerisinde. Bu istikamet devam ederse sorumsuzluğu bu noktaya gelmiş insanlara çok şeyler yaptırılabilir. Sorumsuz insan başıboş insandır. Hürriyet dediğimiz hakikaten insanların davranış tarzı onlar da o zaman sadizm aracı olur. Yani istediğini yapabilme, istediği cinayeti işleyebilme ve menfur emellere nail olabilme gibi efendime söyleyeyim, korkunç bir sadist aracı olur. Binaenaleyh gençliğin sorumsuz değil, bizzat kendisini sorumlu kabul etmesi lazım. Nelerde? Bir; millet, devlet, vatan, bayrak, sancak, Allah, peygamber… Yani milli ve dini değerler hususunda kendini sorumlu kabul etmesi lazım. Ondan sonra da günlük hayatında kendisi için elzem olan, yapması ne zaruri ise onları da menfaati istikametinde evvela kendi yararına, sonra da milletinin yararına icra etmesi lazım. Ben gençliğimize bu dalda, bu konuda çok hassas düşünmesini, ona göre karar vermesini, baştankara giden bir anlayış ile icraatta bulunmamasını tavsiye ediyorum.
Manevi Huzur İçin İbadette Devamlılık ve Doğru Rehberlik Şarttır
Şimdi efendim tabi ibadetler de devamlılık esastır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, "Yâ Abdullah, lâ tekün misle fulânin; kâne yakûmu'l-leyle fe terekâ kıyâme'l-leyl." “Sakın” diyor, “Abdullah” diyor, “filanca kişi gibi olma, zira o gece kalkar namazını kılardı, sonra onu terk etti.” Onun için ibadet de esas olan devamlı yapılmasıdır. Yani yapabileceğin kadar yapacaksın ve de devamlı yapacaksın. Şimdi, “ama ben bunu devamlı, sürekli yapamıyorum.” Bak ibadet aynı zamanda bir öğretim bir de eğitimdir. Onu bize öğretecek ve bizi onunla eğitecek mutlak surette bir ablamızın, bir ağabeyimizin yanında bu tip şeyleri konu haline görüşmemiz, mütalaa etmemiz, müzakere etmemiz şarttır ve de esastır. Efendi, “ben bunları bulamıyorum, ibadette de süreklilik istiyorum yani devamlı olmasını istiyorum.” Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bu hallerde “ölümü” tavsiye ediyor. Yani ölümü tefekkür... “Eğer insan ölümü günde 17 defa düşünürse” diyor buyuruyor, “şehitlerle haşrolur.” Neden? Çünkü öldükten sonra hesap vereceğine inanan bir insan, ne namazında, ne orucunda, ne zekâtında, ne Allah'ı zikrinde, ne Allah sevgisinde hiçbir şeyinde noksanlık yapamaz. O oto kontrol halinde kendi kendini devamlı murakabe eder ve noksanını görerek bir ileri, bir ileri, bir ileri gitmeye çalışır. Binaenaleyh yani biz bu âlemin sonsuz olduğunda değil, sonu olduğunda; sonu gelecek bir âlem üzerindeyiz, bizim de sonumuz gelecek diye düşüneceğiz. Ve Allah'ı unutmamaya, unutmamak için de çok anmaya, çok zikretmeye çalışacağız. Zaten kalpleri de itminan eden Allah'ın zikridir. “Ela”, “Dikkat edin” “Bi zikrillahi tatmainnul kulub” “Kalpleriniz ancak beni anmakla huzur bulur .” (Rad Suresi, 28 Ayet) Bunun dışında hiçbir şeyle huzur bulmaz. Servetin olur dünyalar kadar ama kalbiniz boştur. Aç hissedersiniz kendinizi, mideniz doludur ama kalbiniz açtır. Binaenaleyh işte o tarafını insanın Allah sevgisiyle, Allah'ın zikriyle doyurursak insan itminane, doyuma kavuşur. Doyan insan da düzenli insandır, o düzenli insanın ibadetleri de devamlı olur. “Üzüm üzüme baka baka kararır.” İyi dostlar seçmesini ben o arkadaşlara tavsiye ediyorum. İyi arkadaşlar seçsinler. Eğer güzel arkadaşımız olursa, iyi dostumuz olursa iyi yolda amel ederiz. Kötü olursa, kötü yolda amel ederiz. Sadece o da değil. Hayırlı sohbetleri dinleyeceğiz. Bakın Tatar bir arkadaşımız enteresandır. Bizim Hüseyin Zengin diye bir kardeşimizin babası şurada on gün evvel Allah'ın rahmetine kavuştu. Muhittin abimiz Hacı Muhittin, beraber hacca gittik. Allah rahmet eylesin. Onun vefatından sonra bir araya geldik, sohbet ediyoruz. Bir yaşlı ağabey, takriben 70 yaşlarında bir ağabeyimiz. Enteresan bir şey. “Hocam” dedi. “Dedikleriniz doğru” dedi. “Yalnız ben size bir olaydan bahsedeceğim.” “Nedir” dedim “ağabey?” “Benim” dedi, “ablam 50 sene namaz kıldı. Şimdi kalktı bu ablam” dedi, “filancayı dinleye dinleye” dedi, “televizyon konuşmalarını, ibadeti terk etti, Hristiyan oldu.” He vallahi böyle… “Kızı da üniversiteyi bitirene kadar beş vakit namazını kılardı, o da Ateist oldu” dedi. Aynı adamları dinlemekten. Onun için yani dinleyeceğimiz insanları da çok iyi seçmemiz lazım. Seni hayra getirecek kılavuzlara kulak vereceksin. Kılavuzu karga oldu mu o zaman pislikten kurtulamazsın. Neymiş o işin aydını maydını olmaz. Aydın nedir biliyor musunuz? Seni Allah'a taşıyan sebeptir. Kim seni Allah'a taşıyorsa, kim seni Rasulullah'a taşıyorsa; onun gönlüyle olacaksın, onun ruhuyla olacaksın, onun fikriyle beraber olacaksın. Kim seni ondan kopartmak istiyorsa; bileceksin ki o da şeytanın, iblisin vazifesini üstlenmiştir. Ne yapar o zaman? İşte elli sene namaz kılanı namazdan uzaklaştırır, ibadet yapanı Ateist yapar, Putperest yapar. Olay da budur. Kardeşlerimiz onun için kendilerine hayırlı dostlar, arkadaşlar bulsunlar. Herkesi dinlemesinler. Biz dahi dinlediğimiz zaman biz de bozuluyoruz Allah Allah ya. Adam Kur'an'a öyle bir mantıkla yaklaşıyor ki, sanki bu Kur'an bugün anlaşılmış, bugüne kadar ters anlaşılmış.
Şimdi efendim bunların temelinde çok ciddi savaş mantığı var. Nedir bu savaş biliyor musunuz? “Bizi Haçlılar karşıdan yenemediler.” Peki, nasıl yenelim? “Bunların sahip oldukları değer ölçülerini ellerinden almakla biz bu işi hallederiz” düşüncesi dediğim bir ihtimal, bir iftira filan değil. Dilerseniz başlı başına bizzat bu işte misyonerlik görevini üstlenen adamlarının yazdıkları hatıralarla beraber madde madde izah ederim size ben bunları. Bir programımıza söz veriyorum . Çıkayım görün, kitap haline getireceğim bu konuyu, daha doğrusu getiriyorum. Enteresan. Şu anda bu adamların iddiaları onların iddiası. Allah Allah! Kafam uyuştu ya. Bunlar adam acaba bedava avukat mı, yoksa paralı tutulmuşlar mı yani? Bunu da sormak gerekiyor. Yani bunu bedava bilmeden ahmaklık olarak mı yapıyorlar, yoksa hakikaten bunlar parayla tutulmuşlar mı? Şimdi geleceğim nokta şu. Bakınız öyle. Onun için ne yapacağız? Dostumuzu, arkadaşımızı, kardeşimizi bizim ebedi hayatımıza ışık tutabilecek doneleri bize verecek insanların yanında, dostluğunda olmamız gerekiyor. Aksi takdirde hem dünyamızı hem de ahiretimizi kaybederiz. Öyle bir dostlu, bir arkadaşı bulsunlar görecek o kardeşlerimiz. Hem namazı huşu ve huzur içerisinde kılacaklar, hem de yaptıkları ibadetlerden feyiz ve de muhabbet alacaklar. İfade edebildim mi?
Şimdi sana namaza başlayacağına karar vereceğin zaman, düşüneceksin bu insan onu dinlerken “namaza başlamamam gerekir” diye karar verdiren bir mantığı duydun mu, hemen sırtını çevireceksin. Niye? Çünkü iblis de onu yaptı. Bu demek iblisin varisi. Yani kim şeytan, kim değil. Ortada ölçü var. Kim seni Allah'ın huzurunda secdeye davet ediyorsa, o da Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın varisi. Yani “aklın yolu birdir” kardeşim yani. Edebiyat yapmaya gerek yok öyle değil mi?
Tezkiye ve Takva ile Doğru Yolu Bulmak Mümkündür
Bakınız şimdi ayeti kerimede Allah'ın sevgilisinin şeysine, Cenâb-ı Hak “Kemâ erselnâ fîkum rasûlen minkum yetlû ‘aleykum âyâtinâ veyuzekkîkum veyu’allimukumu-lkitâbe velhikmete veyu’allimukum mâ lem tekûnû ta’lemûné, sadakallahülazim” (Bakara Suresi, 151. Ayet) “Kendi içinizden bir Resul gönderdik” diyor Cenâb-ı Hak. Kendi içinizden. “Kemâ erselnâ fîkum rasûlen” (Bakara Suresi, 151. Ayet) Yani “sizin içinizden”, “minkum” (Bakara Suresi, 151. Ayet) Ne yapıyor bu? Sizi ayetlerimize okur. “Yetlû ‘aleykum âyâtinâ ” (Bakara Suresi, 151. Ayet) Yani “bizim ayetlerimizi size okur.” “Sizi tezkiye eder” “Veyuzekkîkum” (Bakara Suresi, 151. Ayet) “Temizler” değil mi? Yani sulan sabunlan değil. Ne ile? Nazarı ilahi ile, nazar eder sana temizler seni. Kim? Allah'ın sevgilisi. Allah Kur'an'ında ve “Veyu’allimukumu-lkitâbe” (Bakara Suresi, 151. Ayet) Daha kitabı da öğretiyor sana. Ne yaptıktan sonra ama dikkat ediniz temizledikten sonra. Onun içindeki pisliği atıyor, tertemiz hale geliyor. O zaman ona kitap okuyor Kur'an'ı. Demek içinizde pislik Allah korusun olduğu zaman, kitaptan da bir şey anlamıyorsun. Okuyorsun Kur'an'ı ama… O zaman senin okuduğun Kur'an Allah'ın Kur'an'ı değil. Kimin? Senin Kur'an'ın oluyor. Kendi kafanda. Yani kendi mananı, düşünceni ona koyduğun zaman o senin kitabın oluyor. İçinde pislik var, ölçülerin; mikyasların temiz değil, kirli. Değil mi efendim?
Takva sahibi olacak “Velhikmete” (Bakara Suresi, 151. Ayet) ondan sonra hikmeti öğretiyor Peygamber Aleyhisselam. “Veyu’allimukum mâ lem tekûnû ta’lemûné” (Bakara Suresi, 151. Ayet) Cenâb-ı Hak bu vasıflara sahip olan Muhammed'ini bize gönderiyor. O bize Kur'an öğretiyor, o bize hikmeti öğretiyor, o bizi tezkiye ediyor. Değil mi? Şimdi o halde biz kendimizi tezkiye edeceğiz, biz Kur'an'ı öğreneceğiz, Kur'an'ı okuyacağız. Bu şekilde de hikmetle yani Allah'ın kastı, hikmet nedir? Allah'ın muradıdır, kastıdır. Bu şekilde olabilecek bir tarz, bir hayat, bir yöntem seçeceğiz ki doğruyu, gerçeği bulmuş olalım. Anlaştık mı?
İlahi Feyze Ulaşmak İçin Mücadele ve Sabır Esastır
Şimdi insanoğlunun nefsi enteresandır. Karar verilsin ibadete, aynı devreleri biz de geçirdik, biz de. Başlarsın böyle aşk ile namaza. 10 gün gider, 1 ay gider. Ondan sonra böyle topallamaya başlar insan. Veya nafile oruca başlarsın, yine toparlamaya başlarsın. Ne bileyim Kur'an okumak istersin. 10 gün, 20 gün, bilemedin 1 ay okursun. Bunlar nefsin tâbi halleridir. Kardeşlerimiz bu konuda hiç ümitsizliğe düşmesinler. Ama bunu nasıl aşacağız? O karar verdiğimiz andan itibaren ibadetlerimizi iki elimiz kanda da olsa, “bu zormuş, bu şu…” demeden ısrarla devam ettireceğiz. İşin bereketi de oradadır. Efendim “hayır ben bunu yapamıyorum” deyip terk etmeyeceğiz. Zaten nefis ile ceht, cihat budur. İzah edebildim mi? Yani insanın kendi nefsiyle mücahedesi, mücadelesi, o duyguları köreldiği zaman tekrar onları harekete geçirebilmek için yaptığı faaliyetidir. Bak namaza kalkarken sanki 10, 20, 30 kişi omuzuna binmiştir, “aman sakın namaza kalkma.” Şeytan işte bütün evanesini toplar, hadi kafandan aşağıya yığılır. Sen de “biraz yatayım, biraz uzanayım, şunu yapayım, bunu yapayım…” Hiç onu dinlemeyeceksin. “Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim”deyip, bir sille atacaksın onlara. Haydi bakalım, abdestini alacaksın, namaza duracaksın. Hülasa demek istediğim şudur: Yani o tip haller bize geldiği zaman bu hallere mağlup olmayacağız. Bunlar heva ve hevestir. Bu heva ve hevesi ceht ile mücahede ile beraber atıp yerine ilahi feyzi o kalbe dolduracağız ki, efendime söyleyeyim, marş çalışsın. Arabanın marşına bastığımız zaman motor harekete geçsin. Anlatabildim mi? Motor zaten ısındı mı korkma. Öyle mi efendim? Kardeşlerimiz kesinlikle yeise düşmesinler bunlar olur, herkeste olur, yani bu tip haller. “Ama” deyip de ibadetten kaçmaktır mahzur bir şey. Mücahede edeceğiz, korkmayacağız. Allah'ta bize feyiz, bereket ihsan edecek. Bak bir diploma almak için kaç sene okuyoruz ya. Niye? Değeri var da ondan.
Kelime-i Tevhid, Allah İle Beraber Olmanın Anahtarıdır
Bedevinin sorduğu soru gibi Hz. Ali Efendimiz, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'e geliyor, “Ya Resulallah” diyor, “bana öyle bir ibadet tarif et ki” diyor, “bu çok kestirme olsun ve beni direkt Allah'a taşısın.” Cenâb-ı Peygamber Efendimiz o esnada, “Ne diyeyim Ali'ye” diyor. Hz. Cebrail geliyor, “la ilahe illallah, la ilahe illallah.” Bu zikri Resulullah'a alnını alnına koyuyor, mübarek elini kalbin üzerine koyuyor ve ona telkin ediyor. O da aynen Cebrail'den öğrendiği gibi Hz. Ali'ye öğretiyor. Kelime-i Tevhid. “Bu seni Ali” diyor, “Allah'a en kestirme yolla ulaştır.” Şimdi kardeşlerimiz Resulullah'ın meclisinde olduğunu farz ederek, Allah'ı tevhid etmelerini ben tavsiye ediyorum. “La ilahe illallah” desinler, hiç merak etmesinler, bilsinler ki Allah'la beraberdir. Ondan ümitlerini kesmesinler.
Bizi Hayra ve Güzele Taşıyacak Dostları Seçmeliyiz
Şimdi efendim bu kardeşlerimiz evvela bir defa böyle bir murakabe muhasebe yaptıkları için onları ben tebrik ediyorum. Bir de şu var, adam işler yanlışı, kötülüğü işler. “Adam sende ya benim şu şu iyiliklerim var, bu kadar güzel faziletlerim var” der. Sanki hiçbir hatası vebali, günahı yokmuş gibi temize çıkar. Şimdi bu tip kardeşlerimiz bunlar ayıkırlar, bunlar yola girerler, bundan da endişe etmesinler. Ben bu konuda kardeşlerimize bakınız bizi hayra taşıyacak, bizi güzele taşıyacak, doğruya taşıyacak arkadaş bulmalarını tavsiye ediyorum. Arkadaş, arkadaş, arkadaş… Dilerseniz bu konuda ben bir Sadi’nin güzel bir hikâyesi vardır. Ariflerden bir tanesi hamama gitmiş. Padişah bakmış ki padişah başını toprakla beraber yıkıyor. Kalp diliyle konuşmuş toprakla. “Aa” demiş, “senin arkadaşların ayaklar altında, sen padişahın başında. Ne hünerden dolayı geldin padişahın başına çıktın ey toprak söyle bana.” Demiş “Benim hiçbir hünerim yok. Yalnız ben gül ağacının altındaydım, yaprakları üzerime düştü, kokusu bana sirayet etti. Padişah da oradan geçerken bu kokuyu aldı. Zannetti ki, koku bendendir. Hâlbuki benden değil gülün kokusudur. Şimdi de beni başına sürüyor.” Şimdi yani bizim kendimize mahsus kötü davranışlarımız olabilir. Ama bu beşer içerisinde, bu insanlar içerisinde tabiri caizse “gül kokan” hak dostları vardır. Onlarla arkadaş olacağız, dost olacağız. Ne olacak? Şimdi tesir ile elektriklenme diye bir kural var fizikte. Mıknatısı koyarsın, bak sürersiniz şu kumaşa sürün bir tane demir parçası, topçuklara tutun Allah Allah, başlar onu çekmeye. Niye? Tesir ile elektriklenmiştir, mıknatıs özelliği kazanmıştır, çekmeye başlamıştır. Siz de aynı özelliklere malik bir insan haline gelirsiniz. Kiminle beraber olursanız, eğer kalbinde hakkın nispet kokularını taşıyan insanlarla dost olursanız, ısrar edeceğiz kardeşim, ısrar ettiğimiz zaman göreceğiz ki kârlı olarak biz çıkarız. Hayır, ısrar etmezsek, yanlışlarda devam edersek o zaman elli sene namaz kıldığımız halde sonunda din değiştirir, Allah korusun kâfir olursun, Ateist olursun tamam mı? Bu senin üzerine düşen vazifedir. Müslümansın bunu çok iyi bilmen lazım.
Kalplerin Huzuru Allah'ı Zikretmekle Mümkündür
Esasen kalplerin itminanı Allah'ı zikre bağlıdır. Yani bu ne benim kuralım, ne senin kuralın. Bunu diyen Allah'tır. Kalbini doyurmak isteyen Allah'ı zikredecek. Ve Cenâb-ı Hak tembih diye diyor. “Ela” “Dikkat!” “Bi zikrillahi tatmainnul kulub” (Rad Suresi, 28 Ayet) “Doymak istiyor musun arkadaş, Allah'ı zikredeceksin.” Huzur bulmak istiyorsan bunu yapacaksın. Peki, efendim “ben bu işi eserle okuyarak yaparım.” Evet, aklını tatmin edersin doyurursun ama nefis, nefsi duygular aklını çeler. Bakınız tefekkürle aklın vehmi farklı şeylerdir. Bazen arkadaşlarımız bunları da karıştırıyor. Cenâb-ı Hak Kur'an'ında “Ellezine yezkurunallahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubihim” (Ali İmran Suresi, 191. Ayet) Tarif ediyor ve diyor ki, buyuruyor ki Cenâb-ı Hak. “Beni ayakta oturduğunuz halde, yattığınız halde zikredin.” “Ka'de halinde, yattığınız zaman ayakta, beni zikredin.” “Ve ala cunubihim ve yetefekkerune fi halkıs semavati vel ard” “Ve gökte ve yerde olanları da o zaman tefekkür edin” diyor. (Ali İmran Suresi, 191. Ayet) Bak tefekkür nereden sonra? Allah'ı zikrettikten sonra. Niye? Çünkü sizin zikirle kalbiniz ilahi nur ile ihata ediliyor, doluyor. Kalbi ilahi nur ile dolan insan, aklıyla beraber kâinatı tezekkür ettiği zaman, düşündüğü zaman o nurun verdiği basiretle her şeyi görüyor. O zaman farklı bir dünyaya geçiş yapıyor. İzah edebildin mi? Olmadı mı ne olur? Şimdi olmadı mı sütü koyarsın, mayayı koymadın mı yoğurt olmaz. Zikir mayası olacak ki tefekkür olsun. İzah edebildim mi? Bunu yapacan. Şimdi işte Allah o bakımdan sen huzur bulmak istiyorsun. Efendim “ben onu okuyacağım, bunu düşüneceğim.” Yapamazsın baba. Eğer öyle olsaydı, Cenâb-ı Hak Kur'an'ında, Resulullah Hadis-i şeriflerinde “oturun, düşünün, huzuru, saadeti, mutluluğu, her şeyi yakalarsınız” derdi. Demiyor ama kardeşim. Anlaşabildim mi efendim?
Şefaat, Peygamber Aleyhisselam Efendimizin Avukatlığıdır, Ümmetini Sahiplenmesidir
Şimdi efendim Cenâb-ı Fahri Âlem efendimizden şefaat talep etmek mahsurlu olmadığı gibi aynı zamanda da bir fazilettir, yani bizim üzerimize düşen bir görevdir. Burada çok da ciddi bir incelik var. Kulluktan maksat insanın kendi acziyetinin idrakidir. Eğer kullukta taat ve ibadet nefsinizi büyütüyor, “ben her şeyi yaparım ederim, haşa Allah benim dediğimi yapar” mantığına sizi taşıyorsa esasen bu ibadet sizin önünüzde put oluyor. Onun için mümin ibadet yaptıkça acziyetini idrak eder. Peygamberinin yüzü suyu hürmetine Cenâb-ı Hak ona bu feyzi, muhabbeti, bu aşkı ve bu imkânı ihsan ettiğine inanır. Resulünü o kadar seviyor ki Allah, onun için de ben onun kapısında, yolunda bir ferdi vahidim, bir ümmetiyim bana bunları ikram ediyor. Şimdi siz şefaati talep ederken bu acziyetinizi kabul ediyorsunuz. Ne diyorsunuz? “Ya Rabbi bunun yüzü suyu hürmetine beni affet.” Şefaat avukatlıktır. Şimdi davada hâkimin huzuruna çıktığınız zaman, bir davada; ister haklı ol, ister haksız ol. En haklı davanda bile sizin hakkınızı hâkimin önüne koyabilecek mutlaka bir hukuk adamına müracaat ediyorsunuz. O da yetmiyor, öylesini araştırıyorsunuz ki “ihtimal kalmasın” diyorsunuz, “en iyi bu işi bilen adamı ben devreye koyayım.” Avukatlık… Şefaat nedir? Peygamber Aleyhisselam Efendimizin avukatlığıdır, yani ümmetini sahiplenmesidir. Yoksa risaletin bir manası kalmaz. Değil mi? Kaldı ki Allah bu imkân ve fırsatı, bu tasarrufu, Hz. Fahri Âlem efendimize ihsan eylemiştir, onun hakkıdır. Hayır, Peygamber Aleyhisselam sadece ümmetine de şefaat edecek değil ha, ya, Resulullah peygamberlere de şefaat edecek. Allah'ın sevgilisi Ruz-i Mahşer ’den bahisle, o gün öyle bir manzara olacak ki, tarif ile bütün peygamberler adeta yani Cenâb-ı Hak'tan bir şey istirham etmek, istemek şöyle dursun hepsi imtina edecekler. Hz. Âdem’e gidilecek insanlar, “Hayır bu benim hakkım değil.” İşte Hz. Nuh'a gidilecek, “O benim hakkım değil” hepsi hayatında yaptığı bir noksanlığı ortaya koyarak, “Benim böyle bir ruhsatım yoktur şu anda” diyecek. Âlemlerin efendisine gittiği zaman insanlar, Allah'ın sevgilisi buyuruyor ki: Sahih hadis bu, “Başımı Arş’ın gölgesine secdeye koyacağım.” Allah Allah! Orda Cenâb-ı Hakka, “Bu Resullerine, peygamberlerine şefaat hakkını senden istiyorum, vermezsen bu başı buradan kaldırmıyorum” diyeceğim, diyor. Allah onlara şefaat imkânı verecek. Bırak onu sen, peygamberin şefaat etmesini bırak, “Ümmetimden” diyor, “Şefaat etme hakkı olabilecek insanlara da şefaat ben orda talep edeceğim, onlara da verdireceğim.” Yani sadece Resulullah değildir şefaat eden, ya. Salih ve Saliha kullar, Kur'an-ı Kerim, Beytullah ve bütün nebiler, resuller, şehitler üleması vesairesi; sabîler, evet çocuklar… Ben iki tane çocuk gönderdim; biri kız, biri erkek. Ruz-İ Mahşer ‘de onlar bana şefaat edecek. Hadiste sabit. Ve onların ikisi gitti beni cennete taşıyacaklar, ben onun için çok mutluyum bu konuda, tabi acısı da malum ona göre. Şimdi şefaati, sen neyi kabul ediyorsun kardeşim? Ya sen kimsin? Yok, “şefaat yokmuş.” Nedir bu? Enaniyeti putlaştırmaktır. Bazıları ilmi, bazıları da ubudiyeti put olarak önüne koyuyor. “Böyle şey olmaz”, diyorlar, “çok yanlış.” Şefaati kabul etmek insanın enesini aradan çıkarmasıdır. Öyle mütevazi olmasıdır ki, zaten Allah'ın da kulundan istediği bu değil mi? İblisin kaybettiği nokta da bu değil mi? Malumunuz ayet-i kerime metin olarak hatırıma gelmezse siz tamamlayın . Şöyle bitiyor; “Eba vestekbere ve kane minel kâfirin” “fe secedu illa iblis”(Bakara Suresi, 34. Ayet) Cenâb-ı Hak Melaike-i Kiram ervahına hitaben, “Âdem’e secde edin bakayım” “Eba vestekbere ve kane minel kâfirin” “Böbürlendi kibirlendi ve kâfirlerden oldu” diyor. “Ancak o oldu” diyor. (Bakara Suresi, 34. Ayet) Şimdi taat ve ibadetimiz bizi mağrur hale getirmemesi lazım. Tabi Allah'ın sevgilisinden şefaat o da bir nasip meselesidir. Eğer ona dilimiz ve kalbimiz inanmıyorsa, Allah demek ki sana öyle bir sille attı ki, bunu bile kalbinden çıkardı. Bu kadar zillet olur mu? Allah muhafaza etsin. Bunu konuşmak bile bence idama mahkûm olmaktan daha büyük bir cezadır.
Sevgili Peygamber’imizin Allah kabul etsin biz hacdı, umreydi yaparız. Bir senesi, öyle bir durum oldu ki; haccı yaptık bir günümüz var, ya Cidde’ye gideceğiz, ya Medine’ye gideceğiz. Medine’ye gidersek, Cidde’yi kaçıracağız vesaire… O zaman arkadaşlarımdan bir tanesi dedi ki: “Ya hocam senin şu kadar haccın var, gitmene gerek yok” dediler. “Resulallah'ı ziyaret zaten ediyorsun her sene, bu sene gitmene gerek yok.” Bende nefis ve akıl olarak orada bir an “evet” dedim. “Doğru ya, biz her sene geliyor, ziyaretimizi yapıyoruz.” Bir anda bir şey sanki böyle beynime döküp, vuruldu. “Lan sen kim oluyorsun gelmişsin haccettin de kendini, nefsini put yaptın, sen kim oluyorsun, nesin sen? Allah Allah!” Aldı bana bir ağlama. Hemen arabaya atladım, “Ulan bin tane uçak kaçırsam gideceğim ben” dedim. Ve Allah kabul etsin, gittim. Çok da feyizli bir ziyaret oldu, Allah kabul eylesin. Şimdi o Araplar adamı sokmazlar, Ravza'nın yanına. Mümkün mü? Adam aldı, sokacak beni neredeyse Ravza'nın içerisine. Bu hali yaşadım efendim. Hadis-i şerifte Allah'ın sevgilisi, “Kabrimi kim ziyaret ederse, ona şefaatim vaciptir” “kabrimi” diyor ya, Allah Allah! Onun için hiç öyle şefaat, şefaat var, hiç kimse bundan endişe etmesin. Ona itimat etsinler, itimat etmeleri bile Salat ve Selam bolca okuyalım. Merak etmeyelim Allah'ın sevgili sultanı bizi alacaktır yanına, hiç endişemiz olmasın.
Doğru İnsanları Dinleyerek Manevi Yolda İlerlemeliyiz
Şimdi az evvel dedim ya, Adam, “40 sene namaz kıldım” onu bak anlatırken tamını anlatmadım. “Bizi” dedi, “rahmetlik babamız Allah'a o ağabeyimizden razı olsun” “Türkiye'ye getirmesinin sebebi, Kazan’da duruyorlar, dinimizi koruyalım diyeydi” diyor. “Bak şimdi” diyor, “Kardeşim oldu Hristiyan .” Yani adam öyle bir şey etmiş ki… Şimdi kardeşim biz bazılarını dinledikçe, dedim ya az evvel söyledim, ya biz bile bozuluyoruz. “Acaba” diyoruz. Bir sürü kitap karıştırıyoruz, Allah Allah! Demek ki bunlar bir şeyleri üstlenmişler, bunları dinlemeyelim, bu tip kafaları dinlemeyelim; bunlar hem milleti böler, hem Allah korusun bizi Allah'tan uzaklaştırır. Hadis-i şerifte, Sahih hadis, Allah'ın sevgilisi buyuruyor ki: “Ölülerinize Mülk ve Yasin suresini okuyun.” Hatta “Ölüm halindeyken Sure-i Yasin okuyun ki ruhunu güzel teslim etsin.” Fatiha, peki Kuran okumanın sevabı var mıdır, yok mudur. Hayır, bırak sade Fatiha’yı, İhlas okumak; ne okursan oku Kuran'dan, hepsinin sevabı vardır. Her ayetine on sevap var, Allah'ın. Onların hangisini senin maddi servetin olduğu zaman, istediğin kişiye verebiliyor musun bunu? Bağışlıyorsun. E baba maddisini veriyorsun da, manevisini niye vermeyeceksin? Bu iddiada bulunmak bence dinin ruhundan uzak olmaktan, nasipsiz olmaktan kaynaklanır. Anlatabildim mi? Peki, bu konuda bizi takip edenlere selam, sevgi, muhabbet arz ederek efendim bu gecelerin hayırla geçmesini temenni ediyorum ve saygılar sunuyorum.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız