info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" / 28 Mayıs 2001
04/10/2025 SİYASET 29

    Neler Okuyacaksınız

Anayasanın Altıncı Maddesi Usul ve Esas Bakımından Değiştirilemez

Şimdi efendim evvela bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar ve saygılar arz ediyorum. Anayasanın altıncı maddesi gerek usul bakımından gerek esas bakımından kesinlikle değiştirilemez. Belki bizi takip eden kardeşlerimiz bizim bir hukukçu olmadığımızdan hareketle “bunu sen ne bilirsin” şeklinde bir beyanda bulunmaları da çok tabidir. Ama benim bitirme tezim İslam hukukundandır. Bunu da hatırlatarak işe başlayayım. Yani dediklerimiz hukuk normlarına tamamen uygundur söylediklerim. 
Şimdi efendim ben esasen oradan başlamadan, altıncı maddeden başlamadan, tahkim yasasıyla olaya girmek istiyorum. Bir defa “Avrupa Birliği'ne gireceğiz” diye birçok tavizler vermeye başladık. Bu verilen tavizler yasalara uygun mudur değil midir? Bir Allah'ın kulu kalkıp bunu ne araştırmasını yapıyor ne de insanımıza bunu açıklıyor, beyan ediyor. Öyle bir karanlık tablo ki, malumunuz bu hususla ilgili kanunlar da meclisten kapalı bir şekilde, örtülü bir şekilde geçsin diye birtakım prensipler hayata geçiriliyor. Ne oldu ne gitti kimsenin haberi olmuyor bundan. 
Şimdi tahkim yasası nedir? Tahkim yasası: Türkiye Cumhuriyeti'nin mahkemelerinin yasama, yürütme, yargı diye devleti oluşturan üç ana kurum vardır. Zaten bu kurumlar olmadığı takdirde devlet denilen kurumun olması da mümkün değil. Siz şimdi yargı gücünü, millet adına verilen karar yerini diyorsun ki, “hayır buna Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mahkemeleri bu kararı veremez.” Kim verebilir bunu? A, işte Türkiye dışında, A devletinin, B devletinin, C devletinin, bence devlet mühim değil. Yani burada Türk Cumhuriyeti Devletinin millet adına verdiği yargı hakkının elinden alınmasıdır. Bu hak alınıyor. Peki, bu hakkın alınması acaba meclise verilmiş midir? Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir hakkı almaya iktidar sahibi midir? 
Gelelim altıncı maddeye şimdi. Bakın ne diyor altıncı maddede? “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” Buraya çıkmadan evvel yani gelmeden evvel sayın hukukçumuz benim aynı zamanda hukuk danışmanımdır, Hakan Bey enteresan bir meselenin nirengi noktasını yakaladı ve dedi ki: “Cumhuriyetin ilanı 1923'tür ama Milli İradenin ilanı 1920'dir.” Değil mi? 23 Nisan 1920'de Milli İrade ilan edildi, Büyük Millet Meclisi kuruldu. Cumhuriyet bunu korumak için üzerine bina edildi. Dolayısıyla bu irade olmadan cumhuriyet de olmaz.  Anlatabildik mi? Asıl olan milletin iradesidir. Cumhuriyeti kuran o mecliste verilen karardır. Yani milletin iradesi kurmuştur cumhuriyeti. Sen şimdi bunu birden tenkis ediyorsun. Tahkim yasasıyla bu hakkı kaldırıyorsun. Tamamen efendime söyleyeyim ondan uzaklaşıyorsun. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Altıncı madde. Türk milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır. Yani biz egemen bir milletiz. Biz egemenliğimizi anayasanın koyduğu esasta yetkili organlar ile kullanır. Yetkili organ neresidir? Büyük Millet Meclisidir. Demek ki Büyük Millet Meclisi olmadan da bu egemenlik hakkı kullanılamıyor. Dağ başındaki bir adam bunu kullanamaz. Dağ başındaki adama o meclis yetki vermediği için, eşkıyalıktır onun yaptığı orada. “Devlet adına yapıyorum, şunun adına” ne derse desin. Meclisin organı o. Organın verdiği karara göre herkes bu yetkiyi kullanabiliyor. Şimdi “egemenliğin kullanılması hiçbir surette” burası çok mühim. “Egemenliğin kullanılması hiçbir surette, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.” Hiçbir surette derken anayasayı değiştirme hakkına da sahip değilsin. Neden? Çünkü bu egemenliği kullanma hakkıdır. “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz.”  Yani çoban niye anayasadan almıyor bu yetkiyi ki? Bu oradan almadığı için de bu yetkiyi kullanmasının imkânı yoktur. Şimdi geliyoruz şu anda meclisin bu hakkı kullanma meselesine. Yani meclis bu hakkı kullanabilir mi? Öyle ya dedik ki “tahkim yasasını meclis çıkardığına göre ve mademki yasalar da bu hakkı meclise verdiğine göre anayasanın 6. maddesi bu hakkı meclise verdiğine göre meclise verdi o mecliste bu yasayı çıkardı” ha diyemiyorsun. Niye diyemiyorsun? Egemenlik hakkını devredemiyorsun. Egemenlik hakkının devrini anayasanın 6. maddesi meclise vermiyor. Burada sen yasama yetkisini devrediyorsun. Kime devrediyorsun? Avrupa bilmem ne mahkemesine. Dolayısıyla bu hukuk dışıdır. Bana göre anayasa mahkemesi derhal bunu bozması lazım. Nereden şey ederse etsin. Hem usul açısından, hem esas açısından efendime söyleyeyim bu maddenin hükmü geçerliliği yoktur. 


Milletin Egemenliği Devredilemez, Altıncı Madde Delinemez

Şimdi geliyoruz ilave edilmek istenen maddeye. Deniliyor ki “biz eğer 6. maddeye şöyle bir fıkra ilave edersek, ulusal üstü yetkileri bulunan kuruluşlara” çok enteresan, “üyeliği gerektiren uluslararası anlaşma hükümleri saklıdır.” Ulusal üstü yetkileri bulunan ulusların üstünde yetkisi bulunan kuruluşlara öyle bir kuruluş var ki uluslar üstü yetkisi var. Böyle bir kuruluşa üyelik gerekirse uluslararası anlaşma hükümleri bu saklıdır. “Egemenliği biz oraya devredebiliriz” diyor. Meclis bunu diyecek. Peki, meclisin bunu deme hakkı var mı? Evet, şimdi “meclisin bunu deme hakkı yoktur. Zira bu ilave ile yani bu cümle ile beraber Türk milletinin egemenliği sınırlandırılıyor, tenkis ediliyor. Azaltılıyor. Dolayısıyla bunu meclise “sen milletin hakkını tenkis edebilirsin, sınırlandırabilirsin” diye bir yetki kimse vermemiş, anayasa vermemiş. Peki, nereden çıkartıyor da bunu tenkis etme yetkisiyle beraber böyle bir ilaveyi altıncı maddeye, Ekleyebiliyor değil mi? Dolayısıyla bu yönüyle beraber bu hukuki davranış biçimi yine hukukun hem usulüne hem esasına aykırıdır. Anayasanın hem usulüne, ikinci olarak da anayasanın beşinci maddesine de aykırıdır. Neden beşinci maddesine aykırıdır? Şimdi ona gelelim. Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak kime aittir? Bağımsızlığı koruyacak, bütünlüğünü koruyacak. Yani büyük bir organlar yani Büyük Millet Meclisi bunu korumakla mükellef. Hâlbuki korumuyor bunu benim elimden alıyor bir başka kuruma naklediyor, veriyor. Dolayısıyla hangi açıdan bakarsak bakalım bugün Türkiye'de egemenliğin hangi kulvarda olursa olsun bir kuruma, bir zümreye veya uluslararası oluşturulacak bir kuruluşa devretmesi benim hukuk anlayışıma göre hiç ama hiç mümkün değildir. Hukuki bir cinayet. Şayet olursa buna rağmen kalktık dedik ki; “efendi sen bunu dedin böyle ama ben seni kabul etmiyorum.” O zaman bak ne olmuş olacak egemenliği devrettiğimiz zaman? Bayrak var. Para yani Türkiye'nin Türk lirası var, başkenti var, bayrağı var. Bütün bunlar değişmesi lazım. Sen Avrupa Birliği'ni kabul ettiğin zaman başkent olarak nereyi kabul edeceksin? Onu söyle bana bakayım. Brüksel'i kabul edeceksin. Avrupa Parlamentosu'nun efendime söyleyeyim hükümleri senin hayatında geçerli olacak. “Hayır, ben seni kabul etmiyorum. Sen o bütün içerisinde bir eyaletsin desen de osun demesen de osun.” Binaenaleyh hâlbuki anayasanın üçüncü maddesi ne diyor? Bak  “Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Burada efendime söyleyeyim Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üniter bir devlet olduğu da ifade ediliyor. Peki, üniter bu devleti de bu haliyle beraber o bütün içerisinde bir eyalet yapman mümkün değil. Ya üniter devlet olmaktan çıkartacaksın. Tarifini anayasada bu şekilde koymayacaksın. Koyduğun zaman da bu tarifle birlikte Türkiye'yi sen Avrupa Birliği'ne dahledemezsin. İki, dili Türkçedir. Bayrağı şekli kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Adam diyor ki “benim tek bayrağım olacak. Peki, senin ay yıldızlı bayrağın nerede olacak?” Onu söyler misin bana? O da ortada yok. Dolayısıyla hangi açıdan bakarsak bakalım. Bakalım “Avrupa Birliği'ne gireceğiz” şeklindeki mütalaa ve müzakerelerde egemenliğimizin devri hiçbir zaman hukuki açıdan söz konusu değildir. Olduğu takdirde Türk Ceza Kanunu'nun benim algılamamı şey edersek evet, Türk Ceza Kanunu'nun  125.   maddesinin devreye girme Faruk Erem, Erem’in ifadesiyle ben iki gün evvel bu yazım Yeni mesaj gazetesinde çıkmıştı. Bunu okuyanlarımız okusunlar. Ve böylece vahim bir yanlış yapmaktan ilgili insanları ayıktırsınlar. Böyle bir hayal kurma peşinden vazgeçirsinler diyerek daha da fazla konuşmayı zait görüyorum. 
Prof. Dr. Haydar Baş’ın Yeni Mesaj Gazetesi’nde yer alan 27 Mayıs 2001 tarihli yazısı:
Anayasada vatana ihanet suçu: (madde 125) “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkîse veya birliğini bozmaya veya devletin hakimiyet altında bulunan topraklarının bir kısmını devlet idaresinden çıkarmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır.” Şeklinde tarif edilmektedir. 
Olay bu.  Artı bir şey hatırıma geldi. Burada gerek Cumhurbaşkanımızın, gerekse milletvekillerimizin yemin merasiminde yaptıkları bir yemin vardır. Müsaade ederseniz şey edelim. “Devletin varlığını ve bağımsızlığını vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma” Hiç bunla bir kayıt da yok ya! Olay bundan ibarettir. 

Kimliğini Kaybeden Millet Ezilir, Yok Olur

Belki de tarihin en büyük vahşetidir bu. Dünyada böyle bir olay görülmemiştir. İşin enteresan tarafı hiçbir tarihçi de bunu gündem etmiyor. Gidin bugün İspanya, 800 sene kardeşim ya, nereye gidersen git. O Kurtuba'ya gidiyorsun, bir medeniyet var orada. El Hamra Sarayı'na gidiyorsun, acayip bir medeniyet var. “E be kardeşim ya bir tane Müslüman yok mu burada?” Yok. Erkeksen Müslüman ol ha. Ne medeniyeti ya, kim demiş bunu? Hak. Ne hakkı? Bir tane Müslüman bırakmamışlardır, hatırlarsanız o dönemde, Yahudiler, efendim, Müslümanlar Yahudcilerden görünür diye, Yahudi tacirlerini, çiftçilerini hep katlettiler. Hiçbir günahları yok. Niye? Müslümanlar Yahudilerle beraber olur da Yahudilerden görünür. Biz böylece elden çıkarmış oluruz onları. O tarihte işte, Yahudilerin Osmanlı'ya sığınması söz konusudur, hicreti söz konusudur. İspanya'dan ta buraya kadar. Şimdi bu kadar büyük bir katliam var. Bir ittifak neticesinde. Biz bunu… “E bugünküler öyle değildir.” Kim söylemiş? Bosna nedir? Sırpların bu kadar katliamı ortadayken, onu sen bir tarafa bırak, şurada Kafkaslar'da Çeçenler ‘in çektiği, dünyanın adeta gözü kapalı, adeta değil, kör olmuş. Hiçbir ses yok. Geç aşağıya Filistin. Yani, nerede bu insanlar? Dolayısıyla çok korkunç oyunlar var. Allah muhafaza etsin. Aynı oyunların, Türkiye üzerinde oynanmayacağını iddia etmek, hatta onu bir tarafa bırakalım. 1974 senesini ben çok iyi hatırlıyorum. O zaman sizler belki daha çocuktunuz. Ama biz, aklımız kesiyordu. Lise yıllarımız bizim. Çok enteresandır. 74 yılında, 73'te Rumlar öyle yapmış ki, oradaki Türkleri katletmişler, banyoda boğmuşlar. Eline geçirdiğini, bacağını kesiyor, kulağını kesiyor. Ve biz bunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, Kıbrıs vatandaşının bu halini, dünya kamuoyuna, aktardığımız zaman, bir batılı, Allah kulu, “hayır bu yanlıştır” demedi. “Doğrusunuz, haklısınız” hepsi bunu söyledi. Ve o günün şartlarını da çok iyi hatırlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti de devlet olarak garantörlük hakkını kullanmak için, Kıbrıs'a çıkarma yaptı. O zaman da sayın, bugünkü başbakan, yine başbakandı. Hariciye vekilinin, “Ayşe tatile çıktı”, bir cümlesi de vardır. O şifreyle birlikte, Kıbrıs'a çıkarma yapıldı. Şimdi, tabii hiç neticenin böyle olacağını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin orada, böyle bir başarı elde edeceği hesapta yoktu. Hesap, onların düşüncelerini tamamen dışında cereyan etti. Beşparmak Dağlarını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti askerinin geçmesinin, mümkün olmadığını, olamayacağını, askeri istihbaratları rapor halinde bildiriyordu, Avrupa'nın çeşitli memleketlerine. Çünkü öyle sığınaklar yapmışlar ki, yedi sekiz aylık, hatta bir yıllık orada, yiyecekleri, giyecekleri, şusu, busu vardı. Silahından yiyeceğine kadar. Ama geldi, bir anda vurdu, geçti. Üç beş saat içinde, o Beşparmak Dağları filan aşıldı, Girne’ye girildi. “Vay, ne zaman bu iş yapıldı? Vay, siz niye bunu yaptınız?” Çok iyi hatırlıyorum, bütün dünya ambargo uyguladı bize. Kim? Mesela biz, Avrupa, Almanya'ya işçi gönderdik. Almanya bize ambargo uyguladı. Fransa, ambargo uyguladı. İtalya, hepsi bilaistisna. Müttefikimiz olan bugün, efendime söyleyeyim, âşık olduğumuz ABD bile, Amerika, Birleşik Devletleri bile, bize ambargo uyguladı. Hiç unutmam, uçakların tekerleri o zaman, Türkiye'de herhalde imal edilmiyordu. İşte konuşuluyordu, “teker bile vermiyorlar bize” diye. Şimdi, bu insanlar, o kırk yıllık yahniler, bir anda kani olmuş. Bu kadar saf olmaya gerek yok. Bu kadar, efendime söyleyeyim, gaflette olmaya gerek yok. Aklımızı başımıza devşirelim. Ve bize, bizden başkası da dost olamaz. Bunu çok iyi bilelim. Bunu derken de “kimseyle dost olmayalım. İktisadi, içtimai, hukuki, vesaire münasebetlerde bulunmayalım” demiyorum. Varlığımızla, kimliğimizle olalım ama varlığımızla, kimliğimizle olalım. Bu kimliği siz kaybettiğiniz zaman, ezilir, yok olursunuz. Hem devletiniz yok olur, milletiniz yok olur. Türk'ün adı, dünya tarihinden silinir, Allah muhafaza eylesin. 


Siyasilerimiz Değirmene Giderken Evdeki Bulgurdan Oluyorlar

Şimdi hukuk tabi burada yapılacak olan işlerin önünde en büyük engeldir. Müeyyide olması bakımından, adam geliyor o noktaya tak kafasını vuruyor geriye dönüyor. Hiçbir engel tanımak istemiyor. Engellerin aşılması için bu hukuki müeyyidelerin tamamen önünden kalkması lazım. O bakımdan dikkat ederseniz hep üzerinde durdukları hususta bunlardır. IMF'in de üzerinde durduğu budur, Avrupa Birliği'nin üzerinde durduğu meseleler de budur. 
Ben burada bizi idare eden siyasilere şahsen şunu ifade etmek istiyorum. Yani biz “Evet Avrupa Birliği'ne girelim” şeklindeki düşüncelerinde çok samimi çok da saf olabilirler. Ama unutmasınlar ki değirmene giderken evdeki bulgurdan oluyorlar. Olacaklar değil oluyorlar. Yani o niyet, bir defa bizim onlarla çok ciddi bir medeniyet farkımız var. Hayata bakış tarzımız çok farklı. Biz tevhid akidesinin ürünüyüz, onlar teslisin ürünüdür. Yine ben şunu müşahede ettim benim âcizane tanıdığım Hristiyan olmuş Müslümanlar var. Zaman zaman çok ciddi bir boşluğa düşüyorlar. Yani o boşlukta adeta o teslisin, adam Hristiyanlığı yaşamıyor yaşadığı da yoktu. Ve bu boşluktan dolayı da Müslüman olmuştu. Ama hani bir korkulu rüya gibi hemen önüne ara sıra da olsa bu çıkıyor, tevhidi yaşamasına rağmen. Bütün bunlar ortadayken bu hakikatleri biz yaşarken, geçmişimizde çok ciddi emsalleri varken hâkimiyetin, egemenliğin devri konusunda Avrupa Birliği'ne girme hususunda sorumluluğunun hesabı belki de azim bir netice doğuracaktır. Böyle bir yanlış yolun tercih edilmesini şahsen ben tavsiye etmem. Aklımızı başımıza alalım. Ona göre hayatımızı yaşayalım, milletimizi yönlendirelim, idare edelim diyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir