
Neler Okuyacaksınız
Kayseri Bizim Ana Kucağımız, Baba Ocağımızdır
Kayseri bizim ana kucağımız, baba ocağımızdır. Ben yüksek tahsilimi burada Yüksek İslam Enstitüsü’nde tamamladım. Çok muhterem Mustafa Çinkılıç Hocamız bizim müdürümüzdü. Aynı zamanda ilmi kelam derslerine gelirdi. Cerrahoğlu hocamız tefsir derslerine, Mustafa Çuhadar Arapça, Abdullah Bakır, Ahmet Madazlı, bunlar da Kur'an-ı Kerim derslerine, bilahare bizim son sınıfa geldiğimizde, Tayyar Bey de bir ara Kur'an-ı Kerim derslerine Altıkulaç gelmişti. Kıymetli, Nazik Erik Hoca Hanımefendi de edebiyat derslerine geliyordu. Biz bunların rahle-i tedrisinde yetiştik. Bugün de huzurunuzdayız. Ona da saygılarımı arz ediyorum, hürmetlerimi. Ölenlere rahmet diliyorum. Ölenlere rahmet diliyorum. Hayatta olanlara da selametler niyaz ediyorum. Çok muhterem Rektör Profesör Doktor Fahrettin Keleştemur, saygılarımızı arz ediyoruz. Bize bu imkânı tahsis ettiler. Allah razı olsun. Bu salonun sorumlusu olan kardeşlerime de teşekkürlerimi arz ediyorum.
Kardeşlerim bugün aslında çok konuşacak konular vardı ama vakit hem geçti, bizde görüyorsunuz öyle pili pek sağlam değil, pili tükenmiş noktadayız. Ama bu programı da tehir etmek doğru olmazdı. Dedik, “hasta da olsak gideceğiz.” Ana ocağında, baba kucağında arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle helalleşiriz, gönül bir sohbet yapacağız.
Türk Milleti, Türkiye'nin Değildir; Türkiye, Türk Milletinindir
Kardeşlerim, tabii Türk kelimesiyle, Türk milleti kelimesiyle son zamanlarda bilerek ya da bilmeyerek çok oynanmaya başlandı. Aslında Anadolu birçok etnik grupların vatanı olmuşsa da asıl Türk milletine vatan olmuştur. Bunu biz söylemiyoruz, Batılı tarihçiler söylüyorlar. “Anadolu” dendiği zaman hatıra Türk milleti gelir. “Türk milleti” dendiği zaman da akla Anadolu gelir. Onun için burada işte Türkiyeli, zorlama kelimeleriyle birlikte bu milleti anımsatmak mümkün değildir.
Bir defa Türk kelimesi ne zaman bu coğrafyanın asıl sahibi oldu? Sevgili kardeşlerim, malumunuz 1071 yılında Alparslan Cennet Mekân Anadolu'ya girdi. Şimdi, işte Büyük Selçuklar'ın hareketi, ondan sonra Anadolu Selçuklar, malum beylikler ama tam işte o Büyük Selçuklar döneminde Kerbela vakasından sonra, olayından sonra Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ‘in torunları Maveraünnehir, bugün malum Orta Asya'daki Maveraünnehir ve Horasan bölgesine hicret ediyorlar. Orada, uzun bir müddet, Türklerle, Ehl-i Beyt soyu bir araya geliyor. Seyyid ve Seyyideler, Türk milletiyle bir araya geliyor. Rivayetlere göre, Türk aşiretlerinden, en fazla o bölgede yaşayan Türkmenler varmış. Musa Kazım Hazretleri'nin baba tarafından olan Hacı Bektaş'ın annesi Türkmen Türklerinden, babası Musa Kazım soyundan, annesi Türkmen Türklerinden. Bu insan orada ilk tahsilini, eğitimini ve de manevi tezkiye ve terbiyesini Ahmet Yesevi Hazretleri'nden alıyor. Yetiştikten sonra da, Anadolu'yu irşad ve ikaz için, Ahmet Yesevi Hazretleri tarafından bu topraklara gönderiliyor. İşte bu, takriben, 1220 veya 1230 yılları arasına tekabül ediyor.
Hacı Bektaş, bugünkü Hacı Bektaş Bölgesi'ne geliyor, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli. Orada ilk kendisini karşılayanlar, işin garip tarafı, onlar da Türkmen Türkü. Fakat enteresan, tabi Türkmen Türkler ama çoğu Müslüman olmamış. Zaten, 1071'den sonra, Anadolu İslam'la tanışmış. Hacı Bektaş'ı karşılayanların, %99, 10’da 9’u, henüz Müslüman olmamış insanlar. Yalancılık onlar da, üçkâğıtçılık onlar da, dolandırıcılık onlar da, hırsızlık onlar da, yolsuzluk onlar da, böyle acayip bir yer. Arkadaşlar, o yerde Hacı Bektaşi Veli, öyle bir medeniyet inşa ediyor ki, burada Yezdani var, Keldani var, Süryani var, o bölgenin insanları, Rum var, Ermeni var. Onları, bir bilek, bir yürek yapıyor. Önce, İslamlaştırıyor. Sonra Müslüman olan bu insanlar, Hacı Bektaş'a bakarak, ne diyorlar biliyor musunuz? “Eğer Türklük bu kadar güzel ahlaksa, biz de, Türk oğlu, Türk olduk” diyorlar. Anadolu'nun, Anadolu'nun, Türkleşmesi bu. Yani şimdi, et ve kafatasına, kanına göre, bu milleti sen ayıramazsın. Bir millet oluştu. Hacı Bektaş'la beraber, bir millet kimliği oluştu.
Nedir o kimlik? Bir medeniyettir, bir kültürdür, bir siyasettir, bir dindir. Yani İslam dini, İslam medeniyeti, İslam kültürü, İslam siyaseti ve örf ve âdeti, İslam örf ve âdeti. İşte bununla beraber, yorulan, hangisi olursa olsun. Bunun içinde, Kürt var, Laz var, Çerkez var, Boşnak var, Arap var, Yezdani var, Keldani var, Süryani... Yoğuruldu, yoğuruldu, yoğuruldu, pişiren fırının adı, “Hacı Bektaş”, adı “Türk oğlu, Türk” oldu. Şimdi, bu kimliğe, bu kimliği bir “ahali” kelimesiyle, tevil etmek, tefsir etmek hiç mümkün değil. Ha, niye? Çünkü “ahali”, kendi etnik kabiliyetlerini taşıyıp, sadece onları temsil edenlerin adına denir. Edebiyatçı arkadaşlarım, sosyoloji, bilim ilmini bilen arkadaşlarım, bunu bizlerden daha iyi bilirler. Ama millet, kültür birliği, maneviyat birliği, siyaset birliği, dil ve din birliği olan insanların adına, ne deniyor? “Millet” denir. Onun için, bu coğrafyanın tek milleti, Türk milletidir. Anadolu, Türk milletinin vatanıdır. Türk milleti, Türkiye'nin değildir; Türkiye, Türk milletinindir. Anlaşıldı mı? Türkiye, Türk milletinin. Bunu çok iyi görmemiz lazım.
İslam’ı Hayatına Geçiren Tek Millet Türk Milletidir
Şimdi, niçin buradan başladık? Hacı Bektaş'tan niye başladık? Milletimiz, asırlar boyu, İslam dinini, Ehl-i Beyt meşrebi üzerine yaşamış, algılamış, nefis terbiyesi ve tezkiyesini hayatına geçirmiş, onunla birlikte medeniyetler inşa etmiş. Nereye giderseniz gidin, “Türk” kelimesini duyduğunuzda, o anlayışı görürsünüz. Bunun dışında bir anlayış, bir yaşayış, bu coğrafyada rastlamanız zor, belki de imkânsızdır. Kardeşlerim, o bakımdan bu coğrafyada birlik vardır, beraberlik vardır, kardeşlik vardır, dostluk vardır, dostlara, arkadaşlara bağlılık vardır ve kardeşlik hukuku vardır. Bütün bunlar, yazılı, hukukun ötesinde yaşanan bir yasadır. İnancından kaynaklanan bir yasadır. Birileri gelip zorla bunu ona telkin etmemiş veya öğretmemiş. Hayatında şimdi şöyle diyorlar, “insan hakları, batı insan haklarını ilk defa gündem eden dünyaymış.” Yalan. Sen oğlum sosyolojiyi bilmiyorsun, senin ilminle, çok nakıs. Ben doktora tezim, biliyorsunuz Veda Hutbesi’nde insan haklarıdır. Bakü Devlet Üniversitesinde yaptım doktoramı.
Dediler bana ki, “insan hakları batının eseri, öyle mi?” “Yok” dedim. “Nereden biliyorsun?” “İslam dininde kul hakkı diye bir hukuk anlayışı sistemi vardır.” Efendim, Vasım Mehmedaliyev denilen profesör doktor, hakikaten ciddi bir ilim adamı. Çok doğru hakikati konuşuyorsunuz. Esasen insan haklarını insanlık tarihine hibe eden ilk kurum da İslam dinidir sevgili kardeşlerim. Hangi isimle beraber? Kul hakkı adıyla. Bu çocuğun anasına babasına karşı olan vazifesinden başlar. Anne babanın çocuklarına karşı olan, aile içi karşılıklı vazife anlayışı; komşu hukuku var, ne bileyim mahalle hukuku var, yaşadığı cemiyetin hukuku var. Artı kendisiyle Rabbi arasında bir hukuk var. İşte bütün bunları tayin ve tanzim eden hukukun adı “insan haklarıdır.” Burada insanlık tarihine hibe eden sistem, kuruluş ve kurum İslam dinidir. Bunu böyle bilelim. Onun için bizde gerek akait, gerekse itikat ve gerekse fıkhi mezhepler hep bu haklar üzerinden yürüyerek meseleleri halletmiştir. İslam hukukunun efendim “yapınız” veya “yapmayınız” şeklindeki tevilleri, tefsirleri, hükümleri, yorumları bunun üzerine bina edilmiştir.
Şimdi Türk milleti bunu hayatına geçiren dünyanın tek milletidir, İslam'ı hayatına geçiren tek milletidir. Ha bizden maada mesela Araplar da İslam hayatlarına geçirmiştir ama bizim gibi nezafet ve nezaket kurallarına uygun bir tarzda ve biçimde çok uzun zaman sonra geçirme imkânını bulmuştur. Türkler Müslüman olduktan itibaren bu nezaketi, bu nezafeti hayatlarında hâkim kılmışlardır. Gittikleri her coğrafyada can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetini din ve vicdan emniyetini bütün insanlara yaşatmıştır ve kimseyi hiçbir hususta bu konularda kimseye muhtaç etmemiştir. Onun için “Türk milleti” denilince akla ilk gelen şey adalettir. “Ama efendim siz bildiğiniz gibi değil bizim coğrafyamızda maalesef bugün böyle olmadı. Bir grup insan hakları gasp edildi, yenildi eza cefaya muarız kaldı.” Şimdi oraya geleceğim neyi anlatmak istediğimi daha güzel anlatacağım.
Mustafa Kemal Atatürk Çok Ciddi Bir Dini Eğitim ve Anlayışla Yetişmiş Mümtaz Bir Şahsiyettir
Mesela Güneydoğu problemi olmuş mudur böyle bir olay? Evet olmuştur. Ama Güneydoğu olaylarına gelmeden evvel Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran irade ile var olan adalet sistemine bir bakmamız lazım. Evvela Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran irade kimdir? Elbette ki Türk milletidir. Ama bunun sözcüsü kabul etsek de etmesek de Mustafa Kemal Atatürk'tür. Öyle mi? Mustafa Kemal Atatürk sevgili arkadaşlar Mustafa Kemal Atatürk Mustafa Kemal Atatürk bizim maalesef öğrenme imkânı bulamadığımız ve fakat çok ciddi bir dini eğitim ve anlayışla yetişmiş mümtaz bir şahsiyettir.
Bize Mustafa Kemal'i nasıl tanıttılar? “Mustafa Kemal eyyamcıdır, dinden haberi yoktur. Gününü gün eden, içki sofralarında ömrünü geçiren bir insan” olarak. Öyle değil mi? Annesini sorarsanız annesi hakkında şaibeli bilgiler verir. “Ya babası mı? O ona nerede bulacaksınız?” gibi iftiraların maalesef odaklandığı bir insan konumundadır. Ama gelin Mustafa Kemal'i hep beraber tarihin ilim gözlüğüyle seyredelim. Mustafa Kemal kim? Annesi Zübeyde Hanım. Lakabı “Molla, Molla Zübeyde.” Balkanlarda Rıfat Efendi, Bektaşi Tarikatı'nın Şeyhi Rıfat Efendi'nin müridesi. Çok takva bir kadın. Beş vakit namazına beş katan Cenâb-ı Hakk'ın her yerde onu murakabe, muhasebe ettiğine inanan; onun için yaptığı bütün işlerde Allah'ın onu gözetlediğini bildiği için de Allah'ın emir ve nehiylerinin dışına zerre kadar çıkmayan biri. Zübeyde annemizi böyle biliyor muydunuz? İnşallah ben yakında Mustafa Kemal'i anlatacağım ve kimdir Mustafa Kemal hep beraber tanıyacağız. Onu bu şekle getirenlerine geliniz hesaba çekmeye var mısınız?
Babası kim? Mustafa Kemal'in babası kim? Mustafa Kemal'in babası Ali Rıza Efendi. Ali Rıza kim? Ali Rıza hakikaten samimi bir Bektaşi ailesinin evladı. Ailesi iyi bir Bektaşi ailesi olduğu için biliyorsunuz on iki imamdan İmam Rıza vardır. On iki imamdan biri İmam Rıza'dır. İmam Rıza'yı çok sevdiklerinden yani Mustafa Kemal'in babasının ailesi İmam Rıza'ya hayran, âşık. Ben İmam Rıza'nın hayatını yazdım. İyi, güzel okumanızı tavsiye ederim. Hakikaten dahi bir Ehl-i Beyt, sülbünden gelen büyük bir imam, maneviyat ehli, keramet sahibi, İlm-i Ledün'ün zirvetindeki bu mübarek zat. Onun için o yoldan gelen seyyid ve seyyideler İmam Rıza'ya hayrandır. Çoğu da, bu yolda yetişenlerin çoğu da çocuklarına “Rıza” ismini verirler. Ben İstanbul'da bir zat tanırım. İsmi Mustafa Gayrı Rahmetullahi Aleyh. Onun da çocuğunun bir tanesinin adı “Rıza'dır.” Yani İmamı Rıza'ya hürmeten çocukların adına “Rıza” ismini verirler. İşte Atatürk'ün babasının adının Ali Rıza konmasının sebebi, babasının ailesi iyi bir Bektaşi olduğu için İmamı Rıza'ya hürmeten Ali Rıza ismi çocukların adına konmuştur. İşte bu Ali Rıza'dan bu Molla Zübeyde'den nur topu gibi bir Mustafa ortaya çıktı. Kemal ismi zekâsının dehası sayesinde öğretmeni tarafından ilave edilmiş. “Oğlum senin adın da Mustafa, benimki de. Ama sen çok kabiliyetsin. Gel, senin adına ‘Kemal’ ismi…” Yani; “Kemal'e ermiş, hakikati görmüş, doğruyu hakkı batıldan ayırmış” manasına gelen Mustafa Kemal olarak hayat boyu bu isim ona verilmiştir. Mustafa Kemal bu.
Mustafa Kemal yedi yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmetti. Biliyor musunuz? Bak neler bilmiyorsunuz daha söyleyeceğim. Ve Mustafa Kemal sekiz yaşında hafız-ı kelam olmuştur. Sevgili kardeşlerim devrin hafız-ı kurrâlarından Yaşar Hoca Efendi. Mustafa Kemal'in Kur'an danışmanıydı. Dini konularda onu çağırır, ona sorar, onun dedikleriyle amel ederdi. Kur'an-ı Kerim'i Mustafa Kemal ezber okur, hafız Yaşar Efendi dinler. Hafız Yaşar okur, Mustafa Kemal dinlerdi. Ara sıra talimat verirdi ona Mustafa Kemal. “Git meşhur hafızları getir, Kur'an'ın kıraatını güzel talim etsinler ve de talimlerini de usul üzere yapsınlar.” Yani “makam üzere yapsınlar. Gelişi güzel okumasınlar.” Gelir böyle beş on tane hafız-ı kelam oturur Mustafa Kemal'in huzurunda Kur'an-ı Kerim'i okurlar, dinler; o Kur'an okur onlara dinletirdi. Yani mukabele karşılıklı dinleme. Mustafa Kemal bu. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'e olan aşkı ve muhabbeti çok samimi konuşuyorum bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde Cumhurbaşkanı olan, Başbakan olan hiçbir insanda olmamıştır. Rahmetli Atilla İlhan ne diyor biliyor musunuz? “Bugünkü Mustafa Kemal bize ait değil.” Bunu kim çıkardı ortaya? Bir isim vereceğim. O da benim fikrim değil. Rahmetlinin fikri. Bu Mustafa Kemal, kimin Mustafa Kemal'i? Evet. İnönü'nü Mustafa Kemal'i. Var mısınız bizim Mustafa Kemal'i tanımaya sevgili arkadaşlar? Var mısınız?
Ecnebilerle İttifak Ederek Anadolu İnsanını İstismar Ettiler Dağa Çıkardılar
Şimdi sevgili kardeşlerim niçin buralara geldik? Bakınız Türkiye'de “eee bize hakkımız verilmedi.” Doğrudur. Sadece Güneydoğu'ya bu yanlış yapılmadı. Karadenizli olan var mı içinizde? Karadenizliler bilirler. Karadeniz'de sevgili arkadaşlar Güneydoğu'da bir hak verilmediyse, Karadeniz'de üç beş verilmedi. Hele Karadeniz'de coğrafi şartlar aman yarabbi böyle çıkamazsın, doksan derece. Bir çıkarsın dağın tepenin başına Allah Allah bir köy yani bir mahalle o şartlarda insanlar orada geçimini temin ediyor. Ve bu milleti temsil eden vekiller oraya bir tek hizmet getirmemiştir son zamanlara kadar. Allah selametini versin Sayın Süleyman Demirel'den sonra elektrik yol hizmetleri gelmeye başladı. Artı Kur'an kursları açılmaya başladı. Biz de onun döneminde ben de İmam Hatip Okulu menşeli olduğum için davet edilirdik. Mezuniyet törenlerinde icazet törenlerinde gider, sohbetler yapardık. O güne kadar yani elektrik ve yolu da yoktu. Hala yine yolu olmayan bugün Karadeniz'de köy var. Yetmedi arkadaşlar.
Türkiye'de Alevi kardeşlerimize de hiçbir hak verilmemiştir. Öyle değil mi? Bir tarafa bırakın ikinci Mahmut döneminde büyük zulümler yapıldı. Ellerindeki dergâhlar gayrimenkuller alındı. Başka başka tarikatlara teslim edildi. Ve o tarikat liderleri de maalesef bunları hazmettiler. “Doğrudur” diye de fetva verdiler. Bunlar hakkında da araştırmamız var. Bunları da inşallah kaleme alacağız. Hiç merak etmeyin. Bil Molla Kasım çıkacak hesap soracak.
Sevgili arkadaşlar ama bakın bizim Karadenizli silahını kuşanıp dağa çıkmadı, devletine isyan etmedi. Bektaşi tarikatından, artı Caferilikten, Alevilikten mağduriyet ve mahrumiyet içinde olanlar da silahlarına sarılıp dağa çıkmadılar. Ne hikmetse Osmanlı'nın son dönemlerinde öyle bir akım başladı ki bu akıma bazı dini efendim kurumların başında olan insanlar alet oldular. Mesela İngiliz Muhipler Cemiyeti’ni yani kimmiş bunlar? İngilizleri seven, muhipler cemiyetini kuranlar aa sakalı göbeğinde olan hoca efendiler, şeyh efendiler. Bak tarihle yüzleşmeye var mısınız arkadaşlar? Bugün isimlerini söylemeyeceğim. Söylediğim zaman yer yerinden oynayacak. Yetmedi ve bugün şeyh olarak tanıdığımız, kâmil olarak tanıdığımız, kerametleri kendilerinden menkul olarak bildiğimiz adamlar Kürt Teali Cemiyeti’ni kurdular. Bu da İngilizlerin emriyle. Yetmedi.
Sevgili arkadaşlar daha ne oldu? İttihat-ı İslam Cemiyeti kuruldu. Hâlbuki hilafet ortada. Halife sağ o bırakılacak, birlik bırakılacak. Bir başkasının etrafında, o cemiyetin etrafında birlik. Bu derneği kurdu. Kim? O bizim “şeyh efendi” dediğimiz, “hoca efendi” dediğimiz adamlar. Arkadaş bu yol kesilmedi. Mustafa Kemal istiklal mücadelesiyle beraber bunlar kayboldular. Ama üstleri küllendi. Mustafa Kemal sonrası bunlar mantar gibi tekrar ortaya çıkmaya başladı. Sevgili arkadaşlar işte mantar gibi ortaya çıkanlar Anadolu insanını ecnebilerle ittifak ederek istismar ettiler, kullandılar. Maalesef birçok çoğunu dağa çıkardılar. Şimdi bunun cezasını devlete kesiyorlar. “Devlet sen suçlusun. Güneydoğulu ‘ya hak vermedin.”
Hukuk Önünde Devletin Nezdinde Bütün Vatandaşlar İstediği Yere Gelebilirler
Gelin elimizi vicdanımıza koyalım. Burada birçok hukukçu arkadaşım var. Belki en az on tane, e salonda bir o kadar vardır. Ben şimdi size soruyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Süryani, Keldani, Rum, Ermeni birbirinden farklı mıdır? Adalet önünde eşit haklara mı sahiptir veyahut da özel imtiyaz hakları mı vardır? Var mıdır arkadaşlar? Var mıdır? Eşit midir? Şahit misiniz? Demek Türkiye'de bir Kürt faraza ben Kürt vatandaşıyım. Ben istesem okuduğum zaman Türkiye maarifinde mühendis olabilir miyim? Doktor olabilir miyim? Hâkim olabilir miyim? Savcı olabilir miyim? Cumhurbaşkanı olabilir miyim? Başbakan olabilir miyim? Bakan olabilir miyim? Vekil olabilir miyim? Çöpçü olabilir miyim? E peki, demek benim memleketimde hukuk önünde devletin nezdinde bütün vatandaşlar istediği yere gelebilirler. Şimdi bu akil dediğimiz ukala sınıfı iftira etmiyorum ben. E kimi suçlayarak adaleti temsil edecek? Oğlum sen suçluyu biliyor musun? Diyorsun ki “devlet suç işledi.” Allah seni çarpar belanı verir ya. Bu devlet suç işlemedi. Bu suçu, evet birileri işledi. Kim işledi?
Ecnebi siyasetiyle Türkiye'de hükümran olan, onların talimatını hayata geçirmek üzere icraat mevkiinde bulunan siyasiler önlerindeki hukuku ihlal ettiler, iptal ettiler. Kendilerine keyfe mâ yeşâ bir siyaset uyguladılar. Eğitim hakkını vermediler. Sosyal hizmetleri aktarmadılar. Artı sağlık hizmetlerini vermediler. Artı efendim Şırnak Lisesi'nden bir delikanlı mezun oluyor. Bir de Trabzon Lisesi ki ben orada yedi yıl öğretmenlik yaptım, üniversite gibi bir lise. Efendim buradan bir çocuk mezun oluyor, sınava giriyor. Şırnak Lisesi'ni biz Şırnak Merkezi'nden söylüyoruz. Bir de beldesindeki bir liseyi düşünün. Sınava giriyorlar. Aynı sorulara muhatap oluyorlar. E tabi birisi alacak beş yüz puan, birisi alacak yüz puan. Ondan sonra sen diyorsun ki “ben üniversite için sınav yaptım.” Allah senin belanı verir. Böyle adalet olmaz, böyle hukuk olmaz. Niye olmaz? Ya o insanların tamamına eşit seviyede eğitim imkânı tanıyacaksın ki bu da mümkün değil veyahut da her birine üniversitelerin kapılarını ardına kadar açacaksın eğitme imkânı tanıyacaksın. Var mısınız buna?
“Ama hocam bu senin dediğin tamam güzel nefse hoş geliyor da uygulaması mümkün mü?” Niye? E o zaman tıp fakülteleri ne olur? Oho kontenjan yetmez buna. Bütün millet tıpa kayar. Daha hâkim olmak için hukuka gider. O olur bu olur. Peki, Haydar Hoca bunu halledebilir mi arkadaşlar? Ne biliyorsunuz? Nasıl ederiz? Arkadaşlar bunu nasıl hallederiz? Bugün niçin tıp fakültesi tercih ediliyor? Doktor olan arkadaşlarımızın zannıma göre asgari ücreti en az beş bin Türk lirası. Altı bin lira, yedi bin lira, on bin lira kazananlar da var. Özel hastanelerde doktorluk yapanlar on iki, on üç bin lira alıyor. Babacığım bir öğretmen de bin beş yüz iki bin liraya talim ediyor. Adam niye kalkıp da gitsin öğretmen olsun. Hepimiz, insanımız işte “ben doktor olayım, hâkim olayım, o olayım bu…” Biz yapacağımız Allah nasip etsin, adil paylaşımla. Doktor evet tamam güzel de niçin benim öğretmenim de beş altı bin lira maaş almasın? Altı bin lira ben maaş verdiğim zaman öğretmene sevgili kardeşlerim veya çöpçüye dört bin lira maaş verdiğim zaman acaba kadro sıkıntısı olur mu? Bütün kadrolar dolar. Ama şimdi adil paylaşım olmadığı için elbette ben de olsam, sen de olsan nerede çok daha fazla dünyevi gelir varsa o oraları tercih ederiz.
Haklarını Vermeyenlerle Mücadele Etme Yerine Devleti Cezalandırıyorlar
Şimdi özetle demek istediğim şu. Bugün hukuk önünde devletin yasalarına göre benim Güneydoğulu kardeşimin hakkı bakidir. İcraatta bulunan iktidarlar. Bu hakları vermeyenlerle mücadele etmesi gerekirken ne yapıyor? Devleti cezalandırıyor. “Ben bu devletin sistemini değiştireceğim. Bu cumhuriyet değil. Türk milleti değil. Üniter yapı değil. Ya eyaletlere böleceğim. Eyaletlerden bir federatif yapı federatif yapının başına da bir federasyon başkanı yani devlet başkanı koyacağım. Böyle bir sistem getireceğim.” Şu anda bize anlatılmayan ama gönüllerde gizli olan niyetler bu. Takip ettim ben. E bunun tamamı suç. Suç işliyorlar. Biz onlara haber verelim, kendilerini sakındırsınlar.
Sevgili arkadaşlar anayasada değişmez maddeler varken bu tip evhamlara kapılanlar en sonunda şeytanın çarpmasına uğrarlar. Şeytan acayip çarpar onları. Kendilerine gelsinler. Yani bunu ukala sınıfı halledemez.
Sevgili arkadaşlarım. Yapılacak olan iş nedir? Hukukta mevcut olan hakların tamamını ayrım gözetmeden bölge farkı gözetmeden cinsiyet farkı gözetmeden Türk vatandaşların tamamına yaşatmak lazım. Bakınız “peki Sayın Baş siz Türkiye'de yetkili bir insan olsanız ne yaparsınız?” Ben Türkiye'de yetki sahibi bir insan olayım yeminle konuşuyorum bir vatandaşımı dağa çıkarmam. “Ya sen öyle gücün var mı? Yani silahlı kuvvetler senin arkandan gelir mi?” Hayır. Ben bunu askerle yapmayacağım. Polisle yapmayacağım. Jandarmayla yapmayacağım. Neyle yapacağım? Bu kardeşlerim niye dağa çıkıyor? Bu insanların geliri yerinde olsa, atıyorum annesinin babasının kız kardeşinin erkek kardeşinin eğitim imkânı olsa sağlık hizmetleri dilediği gibi olsa hiçbir şeye muhtaç olmasın. Annesinin cebinde para, babasınınkinde para, kendisininkinde para. “Hocam bu nasıl olacak?” Mesela Haydar hocanın başbakanlığı döneminde her Türk hanımı kardeşim 1000 Türk lirası maaş alacak. Biliyor musunuz bunu? “Hocam Hocam bu yoğurdun bolluğu nerede?” Merak etmeyin. Sizin on katınıza yirmi katınıza Haydar hoca para bulur. Ama bunlar bulamaz. Ben niye bulurum? Bunlar niye bulamaz? Bunlar ekonomiyi bilmezler. Bunlar sıfırı tükettiler.
Güneydoğulu Kardeşlerimize İş Bulacağız
Arkadaşlar biz ne yapacağız? Güneydoğulu kardeşlerimize iş bulacağız. E şu anda Batı’da, Marmara bölgesinde, Ege'de müthiş şirketler var. Bir firma bin kişi çalıştırıyor. Beş yüz kişi çalıştırıyor. Yüz kişi çalıştırıyor. Beş bin kişi çalıştıran firmalar var. İki bin kişi çalıştıran firmalar var. Kanun bir, yüzde on çalıştırdığınız işçilerin Güneydoğu'da çalışacağı iş yerinizin olması lazımdı. Ne demek oluyor? Atıyorum Türkiye'de diyelim beş milyon işçi sınıfı var. Bunun yüz milyonu yüzde onu ne eder? Beş yüz bin mi eder? Arkadaşlar Güneydoğu'ya ben hukuken beş yüz bin insana işçi olma hakkını verir. İş yeri imkânını temin edersem ne olur? Güneydoğulu memnun olur mu? İş buldu diye sevinir mi? Sevinecek. Yetmedi, devlet babası ona bugünkü şartlarda 4000 Türk lirası maaş verecek. Nasıl bir maaş? İyi mi kötü mü? Şimdi tabii her biri diyor arkadaşların ki “ya bu hoca amma da atıyor.” Merak etmeyin ben yüzlerce profesörle bu konuyu tartıştım. Birazdan inşallah kaynaklar nerededir bunları göstereceğim. Hep beraber gönül birliğiyle “demek ne kadar mükemmel imkânlarımız var da biz maalesef bunları görmedik” diyeceğiz.
Sevgili arkadaşlar benim sosyal devlet projelerim var. Bunların tamamı hayata geçecek. Güneydoğulu o zaman diyelim ki bir çocuk kandırıldı dağa çıktı. O ana, o baba o çocuğa diyeceği söz şudur. “Oğlum hakkım sana haram olsun.” Ve o çocuğun dağda yaşaması mümkün olamaz. “Bu devlet baba dururken sen dağa niye gidiyorsun? Ecnebinin oyuncağı kuklası niye oluyorsun?” der ve onu dağa gitmekten men eder. Bunu biz yapacağız. Hiç merak etmeyin.
Emisyonu Genişleteceğiz ve Senyoraj Hakkımızı Kullanacağız
Şimdi gelelim kaynaklara. “Ya güzel hocam atıyorsun da nereden bulunacak? Bu yoğurdun bolluğu nereden?” Türkiye'de sevgili arkadaşlarım hani iktidar diyor ya yılda fert başına düşen gayri safi milli hâsıla kaç bin dolarmış? “Yirmi bin dolar” derler merak etmeyin. Ama doğru on bin dolar da, bu kime gidiyor biliyor musunuz? Kime gidiyor? İsimlerini vermeyeyim. Elli tane ailenin cebine gidiyor. Türkiye'de bu para kaldığı için de hepimize taksim ediliyor. İsmi bizim cismi onların. Adı bizde ama tadı onlarda.
Sevgili arkadaşlar bir hesap vereceğim size. Hesap şu bakınız bir buçuk katrilyon Türkiye'nin yılda gayri safi milli hasılası var, kârı var yani. Bir buçuk katrilyon. Bu bir buçuk katrilyon eğer mal olarak bizim dükkânlarımızın raflarında devlete ait depolarda durursa mübadelenin mal ile olmadığı dönemlerde piyasada sirkülasyonun olması mümkün olamaz. Onun için piyasa akışının temin edilebilmesi için mutlak surette malın karşılığında paranın piyasada bulunması lazım. Peki ekonomi dilinde kaç para piyasada bulunması lazım? Asgari yüzde otuz beşin gayri safi milli hâsıla karşılığı olarak piyasada olması lazım. Yani bir buçuk katrilyonun yüzde otuz beşi neye diyor arkadaşlar?
Sevgili arkadaşlar aşağı yukarı altı yüz milyar bir para emisyon genişleyecek senyoraj şaklı kullanacak altı yüz milyar Türk lirası devletin kasasına, hazinesine girecek. Neye karşılık? Bir yılda ettiği kâra karşılık. Şimdi bunu çok basite indirgiyorum ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sizin bir çuvalınız var. Bu çuvalda atıyorum mısırınız veya buğdayınız var. Ekim zamanı geldi tarlanıza bunu attınız. Ektiğiniz tohumla verdiğiniz işçiliğe 1000 Türk lirası vermiş olasınız. Tarlaya bir çuval attınız, geri toplarken bunu kaçla kaç karla toplarsınız? En az bire on olarak toplarsınız değil mi? Mesela bu mısır olarak düşünürseniz bir koçan mısırda ne kadar var? Ama siz bunu bire on olarak kabul edin. Diğerlerinin çürüdüğünü kabul edin. Bir çuval attık on çuval geriye aldık. Dokuz çuval kârımız oldu mu? Oldu. Buna kaç para masraf etmiştik? 1000 Türk lirası masraf ettik. Şimdi geriye aldığımız on çuval mısırın karşılığında para olmadığı için piyasada sirkülasyonun olması mümkün olabilir mi? İşte o dokuz çuvalın karşılığındaki malın emisyonunu genişleteceğiz ve senyoraj hakkımızı burada dokuz bin lira olarak piyasaya süreceğiz. Etti mi sana on bin Türk lirası? A piyasada on çuval mısır var, on bin Türk lirası para var. Şimdi bu on bin Türk lirası para milletin cebine girerse alışveriş imkânı olabilir mi? Elbette olur. İşte aynen bunun gibi, bunu çoğaltın gayri safi milli hasılamız bir buçuk katrilyon bu bir buçuk katrilyona mukabil altı yüz milyar emisyonu genişleterek senyoraj hakkımızı kullanıyor yani parayı basıyoruz hazineye koyuyoruz.
Yetmedi bizim yer altı kaynaklarımız var arkadaşlar altınımız var, borumuz var, toryumumuz var demirimiz var her şeyimiz var. Üç katrilyon dolarlık Türkiye'de yer altı kaynağı var anlaşıldı mı? Bu üç katrilyon doları mesela bunun çoğu benim Gümüşhane’mde, Gümüşhane’nin taşı toprağı altın, bana Türkiye'yi teslim edin ben Türkiye'yi yüz sene Gümüşhane ile idare ederim. “Nereden çıkardın bunu?” Bak hesabı ortada Gümüşhane’de bir ton topraktan bir kilo iki yüz elli gram altın çıkıyor, bir ton topraktan. Artvin’le Gümüşhaneli arasında yeni bulunan bir damar, bir kilo iki yüz elli gram bir ton toprakta altın var. Siz hesap edin kaç milyar dolarlık altın servetimiz sadece Gümüşhane ile Artvin bölgesi arasında. Bir de Gümüşhane’nin taşı toprağı zaten altın yani yüzlerce milyar dolarlık servet, nerede var? Gümüşhane’de var. Bunu biz sevgili arkadaşlar biz diyoruz ki “devlet aklını kullanacak, para basma hakkıyla birlikte toprağın üstüne çıkartıp işleyecek ve vatandaşın kullanım imkânı temin edilecek.” Bu yapılmıyor.
Amerika, Kâğıdını Boyuyor, Para Şekline Koyuyor, Dünyayı Soyuyor
Türkiye otuz beş yıldan beri kendi parasını basmıyor. Biliyor muydunuz bunu? Tam otuz beş yıldan beri. Ne yapıyor? Senyoraj kredileri alıyor Batı bankalarından, devletlerinden, IMF'den. Hazinesine koyuyor, parasını basabilmek için. Ne kadar para var? Atıyorum altmış milyar. Ona mukabil parasını devreye koyuyor. O zaman bu para bize ait olmuyor. Kime ait oluyor? Bizim hazinemizde kimin parası var? Ona ait oluyor. Senelerce biz böyle kendi servetimizle kendimizi kandırdık.
FEX piyasalarında sevgili arkadaşlar, bakınız dünyada belki on tane, on beş tane devletin parası geçerlidir. Diğerlerinin parası geçerli değildir. Kardeşim, senin paran para, benimki para değil mi? Para neydi? Ürünün ve emeğin karşılığıydı. Sen ürününü elde ediyorsun, emeğini devreye koyuyorsun ama senin paran geçerli değil. Atıyorum İngiltere'nin parası geçerli, Amerika'nınki geçerli, Almanya'nınki geçerli. E böyle adalet olur mu? Şimdi gelin, sizinle dünyanın nasıl soyulduğunu böyle bir görelim. İşte FEX piyasalarında pazar bulan Amerikan parası... Bakın Amerika'yı gidip incelediniz mi bilmem, biliyor musunuz? Ben şahsen gittim efendim, araştırdım, inceledim. İktisadi yapısına baktım. Amerika'da öyle zannettiğiniz gibi ahım şahım bir şey yok. Amerika kurnaz, zeki adamlar. Ne kadar proje sahibi adam var, alıyor kendi ülkesine. Ondan sonra onun projesini dünyaya pazarlıyor. Amerika'nın tek hüneri bu. Bir de yaptığı işte, kâğıdını boyuyor, para şekline koyuyor. Ondan sonra diyor Türkiye'ye ki, “bana atıyorum 50 milyar dolarlık şu şu malları gönder.” İngiltere'ye, Almanya'ya, İtalya'ya, Fransa'ya, Japonya'ya, Uzak Doğu'ya, Yakın Doğu'ya... Hepsinden düşünün ki Amerika Birleşik Devletleri yılda dört trilyon dolarlık mal ithal ediyor. Amerika'nın burada kaybı ne? Dört trilyon dolarlık kâğıdı kaç para tutuyorsa bu; boya parası, kâğıt parası. Ve onun karşılığında Amerika Birleşik Devletleri, sevgili arkadaşlar, dört trilyon emtiayı kendi memleketine bedavaya mal ediyor. Yani dünyayı at edip biniyor, eşek edip sürüyor.
Amerika Çökmeye Mahkûmdur, Bunu İyi Bilin
Şimdi işte bendeniz bunu 2005 yılında Milli Ekonomi Modeli kongremizde ifade ettim. Amerika benim aleyhimde konuşanlar var. Türkiye talimat verdi. Sayın iktidar da o zaman çok atak, hemen bana “sesini kes” dediler. Ben de bilakis sesimi bütün dünyaya duyurmaya başladım. Mortagage Krizi ondan sonradır sevgili arkadaşlar. Ve Amerika çökmeye mahkûmdur, bunu iyi bilin. Amerika çökmeye mahkûmdur. Bakınız ister istemez ekonomiye girdik. Benim modelim dünyada yedi, sekiz tane kongre ile yüzlerce bilim adamının tartıştığı kongre ile dünyaya deklare edilmiş bir modeldir. Öyle gelişigüzel masa başında oturularak yazılmış bir model değildir. Bu sistem kendine has özelliği olan, dünyada tek, tüketim eksenli analizdir. Böyle bir sistem bir yerde bulamazsınız. Artı, bu sistemin kurallarıyla ilgili hiçbir yerde de kopya alamazsınız. Çünkü bütün kurallar kendine has, Haydar Hoca’ya aittir.
Milli Ekonomi Modeli Rusya’nın Kalkınma Planına Alındı
2005 yılında biz İstanbul'da ilk kongre yaptığımızda, Rusya'dan katılan Lisiçkin, Gavralez, Victor Minin ve Victor Volkonsky iktisatçı arkadaşlar var ama hakikaten bu arkadaşlar bu ilmi çok iyi biliyorlar. Ben şahsen onlardan çok istifade ettim. Kongre sonrası Victor Minin bizim Hayri delikanlının iş yerine geldi. Bana dedi, “Hoca kendini yorma,” dedi, “yoruyorsun,” dedi. “Niçin” dedim. “Ee geziyorsun,” dedi. “Gezmene gerek yok. Bütün dünya senin ayağına gelmeye mecburdur.” Ee onların gerçekten gözlemleri çok güçlü. “Çünkü” dedi, “Sosyalizm çöktü, gitti. Kapitalizm de gidiyor,” dedi. “Binaenaleyh tek model seninki. Seninkinin dışında da bir model yok.” Uzatmayalım, bunlar gidiyorlar memleketlerine.
2005 yılında hemen Rusya’ya gidiyorlar. Moskova’da bir toplantı yapıyorlar. Efendim Moskova’da efendim siyasiler, iktisatçılar, önemli iş adamları, 470 veya 480 insan efendim toplanıp karar veriyorlar. Diyorlar, “Ee bu sistem yani kapitalizm bizim önümüzü tıkadı. Biz ne sosyalizmde ne kapitalizmde aradığımızı bulamadık. Bir yeni sistemi keşfettik.” Ee bu, bilhassa Lisiçkin iktisat profesörü “Bir yeni sistemi keşfettik, ben müsaade ederseniz” dedi, “bunu sizlere arz edeyim.” Ve o toplantıda benim sistemi onlara arz ediyor. Rusya'nın üç yıllık kalkınma programına Milli Ekonomi Modeli alınıyor. Kaç yılında? 2005’in sonu 2006’da. 2006’da Rusya'nın kalkınma programı Milli Ekonomi Model’ine göre dizayn ediliyor. Hatırlarsanız arkadaşlar, rahatsızlığım münasebetiyle çok terliyorum, ceketimi çıkarmaya müsaade var mı?
Yapılacak Olan İş, Milli Paraları Devreye Almaktır
Sevgili arkadaşlar, burasını iyi dinleyin. Ve bunlar devamlı surette benimle irtibat kuruyorlar. Ama açık konuşayım, niçin irtibat kurduklarını da ben bilmiyorum, anlamıyorum. Takriben beş yıl evvel Victor Minin bunun şimdi adı “Ali Victor” oldu. Sevgili arkadaşlar, birçok iman ehli olan arkadaşlarımız oldu elhamdülillah. Yani ben arkadaşlar gibi gidip de kimsenin boyasına boyanmam. Ben inancımın boyasına herkesi boyarım.
Geldi Ramazan yeni girmiş, yani ilk günü. Baktım iftar ettim, kapıya çıktım. Victor, iki tane arkadaş, Kazanlı, bir de kendisi. Kendi biraz kilolu yani, kan ter içinde kalmış. “O hoş geldin” dedim ona. Yanındaki arkadaşlar da tercümanı. “Niye geldiniz?” dedim. “Hocam seni ziyarete, ani bir karar aldılar.” “İyi, yalnız” dedim, “söyleyin ona, ben de şu anda geziye çıkıyorum. Arkadaşlar program hazırladılar, iftar programları. Onlarla birlikte olacağım. Kusura bakmasın. Beraber gidelim.” “Tamam,” dedi. Ve ilk ziyaretimiz Antep oldu. İkinci gün akşamı, yani iftar ikinci günün akşamı, Sayın Ömer Bey Eyercioğlu burada, onun evinde yapıyoruz. Efendim iftarı yaptık, teravih namazını kıldık, oturduk, sohbet ediyoruz. Victor dedi ki, “Efendim,” dedi, “Amerika Birleşik Devletleri battı.” “Allah Allah...” Hatırlıyor musunuz? Dedim “Yok,” dedim, “Amerika batmaz” dedim. “Yok battı,” dedi. Ama çok iddialı. O “battı” diyor, ben “batmadı” diyorum. Şimdi gelin hep beraber karar verelim. Battı mı, batmadı mı? Dedi ki, “Biz,” dedi, “arkadaşlardan haber aldık. Ekonomisi çok kötüye gitti. Ve” dedi “kesinlikle battı,” dedi “Amerika?” “Neyse,” biz de ona, “Ben de biliyorum ki,” dedim, “Amerika batmadı.” “Niçin?” dedi. Dedim, “Amerika'nın doları var. Amerika'nın bu doları olduğu müddetçe batması da mümkün değil.” “Ne demek yani?” dedi. “Şimdi,” dedim, “Amerika kâğıdını boyuyor, bütün dünyayı enayi yerine koymuş, soyuyor,” dedim ya, “niye batsın bunlar?” Arkadaşlar o kadar enteresan ki şimdi o bir şeye kafası takıldı. “Yok, olmaz,” dedi. Dedim “ya bak Victor”, “Rusya’da dolar var?” “Var” “Türkiye’de var, Uzak Doğu’da var, Avrupa’da var. Dünyada doların olmadığı yer var mı?” Durdu. “Yok,” dedi. “E onun için batmaz,” dedim. “Haa,” dedi. “E peki ne olacaktı?” Dedim, “Dolarını batırmak lazım.” “E nasıl yapacağız bu işi?” dedi. Dedim, “Milli paraları devreye koyarak bu işi yapacaksınız. Amerika’dan siz, Amerika sizden mal aldığı zaman, daha onun dolarını kabul etmeyeceksiniz. Var mısınız bunu yapmaya?” “Bunu,” dedim, “Putin’e kabul ettirmek...” Putin’in de danışmanı aynı zamanda, “kabul etti?” “Evet,” dedi. Meğer onlar göndermiş onu.
“Şimdi” dedim, “Adam kâğıdını boyuyor, bütün dünyadan mal alıyor. Bu adam niye batsın ya? Bütün dünyada buna hizmetkâr. Yapılacak olan iş, milli paraları devreye koyup Amerika Birleşik Devletleri’ne mal sattığı zaman kendi parasını Amerika’dan istemesidir.” Durdu durdu bir anda jetonu... “Ha, tamam,” dedi. Ve arkadaşlar o gece yaptığımız konuşma sona eriyor. Victor Rusya’ya gidiyor. Bir hafta sonra Çin ile Rusya bir anlaşma yapıyorlar: “Artık bundan sonra dolar kalkacak, alışveriş milli paralarla beraber olacak.” O günden sonra sevgili arkadaşlar, Rusya'nın ayakları sallanmaya başlamıştır.
Milli Ekonomi Dönemi Başlamıştır, Kapitalizm Bitmiştir
Ben derim ki uzun söze hacet yok. Ben bu işi biliyorum. Ve Duma öyle bildiğiniz gibi yer değil. Senin başbakanın, cumhurbaşkanınız gitsin oraya, giremez. Öyle hodri meydan gitsinler, on metrekarelik bir yere alırlar onu. Seni dinlerler, kendin de dinlemez, sekreterine dinletir, alır kalemi, gelir işte devlet başkanı neyse ona raporunu verir. Biz onun meclisinde bunu görüştük, mütalaamızı, müzakeremizi yaptık ve biz orada dünyaya şunu deklare ettik. Dedik ki: “Milli ekonomi dönemi başlamıştır. Kapitalizm tarihe gömülmeye mahkûm kalmıştır.” Kapitalizm dönemi bitmiştir arkadaşlar.
Şimdi bunu eğer biz bilir, hayatımıza geçirirsek bir yıl sonra Avrupa’yı geçeriz. İki yılda Amerika Birleşik Devletleri’ni geçeriz. Üçüncü yılda da dünyanın kutup devleti oluruz, kâinat devleti oluruz. O zaman, o zaman sevgili arkadaşlar, Oğuz Kağan gibi “Gökkubbe çadırım, güneş bayrağım” olur. Şimdi gökkubbeyi çadır olarak, güneşi de bayrak olarak kabul ettiniz mi? Ama bunu şimdi tabii ne ile yapacağız? Milli Ekonomi Model’ini iktidara taşımakla yapacağız. Anlatabildim mi? Bak, onu dedim, hemen sustular. “Ama hocam, senin bu dediklerin çok basit, güzel şeyler ve çok da basit uygulanabilir. Niçin bu arkadaşlar bunu yapmıyor?” Ya adamlar bunları iktidar edebilmek için çuval dolusu paraları harcadılar. Gözlerini oyarlar onların. Öyle kolay mı? Sen gideceksin, oradan icazetini alacaksın, geleceksin Türkiye'de ondan sonra Haydar Hoca'nın dediklerini yapacaksın. Var mı öyle yoğurdun bolluğu? Kesinlikle, ha onlara işte yaptırmazlar. Ama biz gece gündüz milletle beraber olduğumuz için, erkekse bize yaptırmasınlar! Öyle bir müşteri olamaz. “Hocam, sana yaptırırlar mı?”
Bir gün uçakta geliyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi’nden iki - üç tane vekil. Onlar beni tanıyorlar, ben tanımıyorum. Yani temiz arkadaşlar, anlaşılıyor ama ne olduklarını bilmiyorum. Bana selam verdiler, oturdular. Ben de uçak indi, Ankara’ya indik. “Geçmiş olsun” dedim. Bir tanesi dedi ki: “Ya hocam,” dedi, “gerçekten sen,” dedi, “bu anlattıklarını yapabilecek misin?” “Allah Allah! Sen kimsin?” dedim ona. Dedi: “Ben,” dedi, “Amasya milletvekili, filan oğlu filan.” “Ya,” dedim, “sen hiç benim eseri okumadın mı?” dedim. “Bu kadar kongre yaptık, duymadın mı?” “Duymadım.” Arkadaşı: “Hoca dediklerini hep yapar,” dedi. “Ama yaptırmazlar.” Dedim: “Yazıklar olsun sana. Bir de sen milliyetçi olacaksın. Senin “M” ni kaldıralım, sen ‘hareketçisin’, milliyetçi değilsin.” Yav sen Haydar Hoca’ya diyorsun ki: “Ee sana bunu yaptırmazlar.” “Benim gözümün içine bak bakalım enayi yazıyor mu burada?” Ben onun babasının malını, ben onun babasının malını milletime dağıtmıyorum ki. Ben onun görüşlerini, projelerini alıp reklam etmiyorum ki. Ben ona diyorum ki: “Ben milletimin karnını doyuracağım. Senide burada işçi yapacağım.” ,
Ne Batı’ya Muhtacız Ne Şark’a; Çözüm Bu Topraklardadır
Arkadaşlar, Duma’ya giderken Hariciye Bakanlığı’na arkadaşları gönderdim. Dedim ki: “Gidin, bilgi verin. Biz oraya ilmî bir meseleyi mübahase için gidiyoruz. Mutlaka gelsinler. Elçilik bizimle beraber olsun. Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milletinin propagandasını yapmaya gidiyorum.” Sevgili arkadaşlar, Allah inandırsın, gittik. Elçilikten hiçbir kul yok. “Belki” dedik, “izin aldılar, Duma’da bizi karşılayacaklar.” Orada da kimse yok. Duma’da bir tarih yazılmıştır arkadaşlar. 1453’ün karşılığıdır bu. Şimdi nefisleri haset edip çatlayanlar istese de istemese de bu gerçeği kabul edeceklerdir. Bu işin şakası yok. Ne diyor, bakın ne diyor? Lisiçkin bana ne söyledi? “Biz batıyorduk, bizi ayağa kaldıran sen oldun. Gel lütfen Sibirya’ya gidelim gezelim bize proje hazırla, orasını gör.” “Ben Anadolu’ma geldim oraya proje hazırlayacam.” Var mısınız? Var mısınız? Ve bunlar tabi konuştuk.
Putin, hemen benim konuşmamdan sonra danışmanını gönderdi. Baştan sona kadar konuşmayı izlemiştir. Teşekkür etti ve dedi ki: “Bir ülkenin kalkınması için şu, şu, şu, şu şartların olması lazım,” saydı benim modeli. “Bu modelde de bunların tamamı var. Onun için ben bu modelin tamamını Rusya’da uygulayacağım.” Sevgili arkadaşlar, bu devrim değil de nedir? Nerede bu hain basın? Nerede bu yayın? Nerede bunlar? Sevgili arkadaşlar, sevgili arkadaşlar şimdi iktidar, “Sen çöküyorsun yahu! Seni Türkiye’de kurtaracak bir tane el var. İki tane yok. O da Baş’ın eli.” Tamam mı? Ancak seni o kurtarır. Ehl-i Beyt’in nefesi seni kurtarır. Bunu çok iyi bilesin.
“Yok yeni anayasa yapacak, bilmem ne...” Bırak o havaları be kardeşim. Yeni anayasa... Sen bugünkü anayasayı daha dün yapmadın mı ya? Eski anayasa, 82’den hangi bir şey kaldı? 82 Anayasası’ndan hangi şey kaldı ki? Bunu kaldırıp yenisini bunun yerine getireceksin? Hiçbir şey kalmadı ki. Ee üniter yapıyı inkâr edeceksin, “Türk milleti” kelimesini sileceksin, ya kendini yok edersin kardeşim. Bırak bu hikâyeleri, bunlar rüya. Bunlar rüya. Türkiye’yi batırmak isteyen adamların rüyasıdır. Sayın Başbakanım, lütfen ayık, elinin tersiyle bunları kov. Sana düşen vazife bu. Evet arkadaşlar, şimdi ben tezin içine girsem bir saat, iki saat de anlatamayız. Dört buçuk saat Duma’da bunu konuştuk, dört buçuk saat.
Ben diyorum ki: “Gelin arkadaşlar, inadı bırakalım. El ele verelim. Türkiye’yi bu badireden kurtaralım.” Tekrar ediyorum: “Ben bu işi biliyorum!” “Hayır, bilmiyorsun” diyen varsa, topunu hepsini toparlasın, bir araya gelsinler. Onlar bir taraf, bu fakir bir taraf. Kaldı ki benim burada yetiştirdiğim bir sürü arkadaşım var. Ne Batı’ya muhtaç oluruz, ne Şark’a, ne Garb’a. Allah’ın izniyle tek bilek, tek yürek olarak geçmişine sahip çıkan büyük bir millet inşallah Türkiye’nin tekrar gündemine gelir, diyorum. Bu saate kadar bizleri takip edip gönlünüzde misafir ettiğiniz için ekranları başında seyredenlere de ve hem de sizlere saygılarımı sunuyorum. Allah’a emanet olun diyorum.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız