info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Irak Necef Ziyareti–Hükümetin Dış Politikası ve Gündemin Değerlendirilmesi - İstanbul / 22 Ocak 2014

    Neler Okuyacaksınız

İmam Ali Efendimizin Meşhedini ve de Kabri Saadetlerini Ziyaret Ettik

Efendim ben deniz, İslam dünyasına müteahhitlik defalar seyahat etmeme rağmen maalesef Necef'e gidip İmam Ali Efendimizi ziyaret etmemiştim. Arkadaşlarımızla bir değerlendirme yaptık. Eee Necef'e gidip bir ziyaret etmemizin uygun olacağını, oradaki ulema sınıfıyla görüşmemizin faydalı olacağını izah ettiler. Ben de bu görüşe katıldım. Onun üzerine işte kıymetli hocalarımız, vallahi çok büyük bir kadro ile hemen hemen bütün arkadaşlarla o dünyaya gittik efendim. Önce o manevi hazzı ifade etmeden evvel, 30 yıldan beri harabe haline dönmüş bir virane şehir gördük. Taa efendim ismini unutuyorum, Irak'ın idam edilmiş Saddam döneminden bu tarafa ki 1987 yılında bir defa da umremiz olmuştu kara yoluyla. O zaman Kerbela’yı ziyaret etmiştik ama Necef'e gidememiştik. Bu seferde Necef'e gittik. O günden bu tarafa ülke devamlı kavga, gürültü, anarşi, savaş hakikaten huzur filan yok öyle bir durum. Ancak Necef ili hepsinden daha farklı. Orası kurtarılmış bölge sadedinde ama orada da şehircilik diye hiçbir şey yok. Orada, orası da harabat halinde görüntüsü bu. İki, Irak'ın en meşhur ailelerinden ve bilhassa Necef'te İmam-ı Ali efendimizin soyundan olan, El-Hekim ailesi bizi karşıladı ve ağırladı. Zaten onların orada medreseleri var. Rivayete göre 70.000 öksüz çocuğa bakıyorlar. O medreselerde birçok insanı okutuyorlar. Yani ciddi bir ilim kadrosu, aynı zamanda bu sosyal hizmetleri gerçekleştiren bir kadro. Irak genelinde de saygınlığı olan bir aile. Ve El-Hekim'in en yaşlısı orada Ayetullah hükmünde bir şahıs. Onun bir saate aşkın bir sohbetini dinledik. Peygamber sülalesinden olması, İmam-ı Ali efendimizi tanıması da ayrı bir özelliği. O sohbette Hz. Ali'nin olaylar karşısında, Hz. Hasan ve Hüseyin'in olaylar karşısındaki tavrını o kadar mükemmel bir şekilde izah etti ki… Bugüne kadar dinlediğim züht ve takvâ konusunu canlı bir şekilde bu kadar iyi anlatan insan görmedim. Zaten bir piri fani 90 küsur yaşlarında sesini duyamıyoruz. Bizim tercüman olan arkadaşımız, hakikaten çok kabiliyetli çok istidatlı Cevat Bey'i tanıyorsunuz. Onunla da iyi bir hukuku var Cevat Bey'i de seviyor. Onun ifadelerini biz net anladığımız için, Ayetullah el-Hekim'i tanıma fırsatını bulduk. İlk defa da ben deniz bir Ayetullah canlı olarak gördüm. Gerçekten ahlak-ı hamide sahibi, olgun kişilikli bir insan. Zaten çocukları devamlı Türkiye'ye gelip gidiyor. Bizim programlarımıza katılıyordu. Bir aşinalığımız vardı. Ki bu da orada çok daha ileri noktalara gitti. 
Bizi aldılar işte gerekli yerlere getirdiler. İmam Ali efendimizin meşhedini ve de kabri saadetlerini ziyaret ettirdiler. Tabi orası âlem, bir başka âlem.  Mekke'de Medine'de olan yasakların, vesileye sarılmaya karşı tepkinin burada hiçbir eseri yok. Gidiyorsunuz kabre istediğiniz gibi yüzünüzü sürüyorsunuz, elinizle tutuyorsunuz, dua ediyorsunuz. Size karışan yok eden yok. Dedim ya buradaki demokrasi keşke Mekke'de de olsa, Medine'de de olsa. Yani mükemmel bir hava. Hemen hemen bütün arkadaşların da memnuniyeti, bu noktada herkesten izhar edildi. Çok da feyizli, çok mübarek bir ziyaret oldu. Allah kabul etsin. İmam Ali hayatta bizi karşılar gibi bir manevi havanın içinde olduk. Bunu ben değil arkadaşlarım bana söyledi. Ben de onların dediklerine şahit olarak burada aktarıyorum. Allah kabul etsin ziyaretimiz güzel oldu. 


Vatikan'ın Necef'e Dahi El Attığını, Orayı Kuşatmak Üzere Olduğunu Hissettim 

Bunun dışında efendim Irak'ta tabi yapacağımız bir faaliyet olmadığı için, akşamleyin bir toplantı bize rica ettiler. Toplantıda 150 veya 200 kişilik bir misafir kitlesi vardı. Bunlar genelde üniversitenin hocaları, rektörü, dekanı seviyesinde insanlar. Medreselerde dersi hamlık yapanlar yani müderrisler orada bir ilim heyeti vardı. Bizden de bir konuşma rica ettiler. Ben de ne konuşayım dedim ya hazırlıklı değilim. Zorla bizi şeye çıkardılar, kürsüye çıkardılar. Dedim biz hocayız başladık mı da bitmez. Eee tatlı da bir sohbet oldu. Tabi orada bazı konuları istişare ettik. Ama ben şunu gördüm. 
Vatikan'ın Necef'e dahi el attığını, orayı kuşatmak üzere olduğunu hissettim. Tabi bu konuda ilgili arkadaşlarımızı ayıktırdık. Bilhassa üniversitede öğretim üyeleri olan arkadaşlarımızı ayıktırdık. “Sakın ha dikkat edin, sayın başbakanımızı biz zamanında ayıktıramamıştık” dedik. Bizi dinlemedi başkanlıkla iftihar ediyordu. En sonunda paralel devlet diye şikâyete başladı. Ya kardeşim bunları buraya getiren sensin. Şikâyet eden de yine sensin. Yani eğer bu cinayetse evvela bunu sen işledin. Yani böyle bir hal dedim, burada olmasın. Olmaması için de efendim ciddi tedbirlerinin alınması gerekir tarzındaki düşüncemle, ilgili arkadaşlarımızı orada ayıktırmaya çalıştık. Zaten öyle bir şeyin, öyle bir anlayış var orada ki… Bilhassa Ayetullah ailesinde, bizim İslam tarihinde okuduğumuz züht ve takvâ ile yaşanacak. Kim ne derse desin hiç ilgilenilmeyecek. Hiç meşru müdafaa da yok. Ya burasını kan gölüne çevirirler. Böyle şey olur mu filan. Ama hakikaten olması gereken şey de bu. Yani İslam, öyle bir toplum hayatına insanları kavuşturmak istiyor ve böyle bir toplumu anlatıyor. Konuşan değil kendinden emin olman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu, herkesin fayda gördüğü bir Müslüman modelini… Ayetullah Hekimi, çok mükemmel misallerle Hz.Hüseyin'in hayatından, İmam Ali efendimizin hayatından, Hz.Hasan'ın hayatından kısaca imamların hayatından ortaya koydular. Biz de onu farklı bir modelle anlatmaya çalıştık. Ve bu arada bu duyguyu da hissedince dedik ya bak böyle gidiyorsunuz ama başınıza ciddi çorap örerler. O da çok iyi oldu. İlgili arkadaşlar bu konuda “biz üniversitede bir oturum yapalım, sizleri bu konuda bilgi sahibi olan arkadaşlarımızı da davet edelim, bizi aydınlatın” dediler. Biz de “hay hay” dedik. Gerekirse ileride inşallah oraya gideceğiz. Ve geldik şimdi sizinle beraberiz. Olay bundan ibaret. 

Hükümetin Komşu Devletlerle Olan Hukuku Hiçbir Zaman İyi Gitmedi 

Şimdi bu noktaya gelmenin bana göre gerekçeleri sıfır. Yani tamamen duygusal ve de düşünmeden bir devlet politikasına yakışmayacak tarzda Irak devletine bir politika uyguladık. Adam diyor ki, ben Barzani'yi kabul etmiyorum. Sen ortada resmi dünyanın kabul ettiği bir devlet var. Onun seninle yaptığı anlaşmaları hasıraltı ediyorsun. Ee, ona karşı bir rakip üretiyorsun.  Barzani denilen şahsa ticaret yapıyorsun, es geçiyorsun. Bu adam seni kabul eder mi? Bu mümkün mü yani. Sen paralel devlet diye kendi ortağını reddettin, o seni reddetmeyecek. Böyle hastalık olabilir mi? Kısaca hükümetin siyaseti zaten komşu devletlerle olan hukuku hiçbir zaman iyi gitmedi. 

Atatürk, İslam Dünyasında Kurulacak Meşveret Heyeti ile Gerekirse Halifeliği Tekrar Gündem Edecekti  

Ben Atatürk'ün hilafet politikasını okuyup öğrendikten sonra, bize oynanan bir oyunun hükümet kanalı ile yapıldığını hissediyorum. Nasıl? Şimdi Mustafa Kemal Atatürk, İslam dünyasındaki devletleri bir araya getirerek bir meşveret heyeti, bir şura heyeti oluşturacak. Ve bunların arasından da gerekirse bir halife seçilecekti. Mustafa Kemal Paşa'nın anlattığı bu. Bize senelerce hilafeti kaldırdı, yok etti. Bir de baktık altından, Mustafa Kemal'in hilafet çıktı.  Bizzat ben okudum. Ve hatırlarsanız bir televizyon programında da bunu gündem ettim. Şimdi tabi Atatürk'ün ne olduğunu, Türk devletinin ve milletinin ne olduğunu bizden dahi ecnebi devletler biliyor. Bilhassa İngiltere ve Amerika bu konuda ihtisas sahibi. Endişeleri bana göre, “eğer Türk devleti etrafında bir İslam devleti birliği oluşursa, bir anda bunlar hilafete geçebilirler”dir. 
İşte bizim siyasetimize sakın bu devletlerle iyi geçinmeyeceksiniz gibi bir hissiyatla onların bu duygusunu hayata geçirdiler. Şimdi bak Suriye ile aramız kötü, Irak ile aramız kötü, Libya ile zaten çok iyi bitirdik, kötü. Lübnan ile kötü, Ürdün ile kötü hangi devletle aramız… Suud ile kötü, Mısır ile kötü. Şimdi böyle bir devletin İslam devletleri ile birlik yaparak, böyle bir niyeti olsa hilafeti hayata geçirme imkânı olabilir mi? Kısaca bu tezi unutturmak için, bizde tam zamanında bunu ortaya koyduk. Bu politika uygulanıyor. Hükumette bu oyuna geliyor, diye düşünüyorum.

Türk Siyasetinin Suriye Politikası Samimiyetten Uzak ve Yanıltıcıdır

Zaten Suriye'de Türk devleti yetkililerinin yaptığı açıklamalarını hiçbirini kabul etmiyorum. Üstelik biz Irak'a giderken, Necef'e giderken, basında işte Esad'ın birçok insanı öldürdüğünü resimler koymuşlar gazetelerde. Bu Cenevre 2'ye etki edebilmek için. Ya bırakın bu yalanları, biz bu işin içindeyiz.  Ben çok iyi bir araştırmacıyım.  Çok iyi bir araştırmacı ekibim var. Ta geçmişteki, belki de şey döneminde Saddam dönemindeki resimleri almış, getirmiş, koymuşlar. Hayır, bir de özgür Suriye ordusunun yaptığı işkenceler, olaylar var. Bunlar olabilir. Bunu sen kalkıp, dünya kamuoyunun önünde bilerek yalan yani iftira ediyorsun. Böyle şey olabilir mi ya? Bu devlet ciddiyetine yakışır mı? Biz Irak'ın olaylar başladığı zaman Suriye'nin affedersiniz. Her gün oradan bilhassa üniversite hocalarımızdan tanıdığımız arkadaşlarımız var, rapor alıyorduk. Bu adamların birkaç tanesi de Türk. Bunlardan her gün böyle bir şeyden bahseden yok. Bir anda geldi, bir de baktık Saddam bir sürü insan öldürmüş. Cesetleri bir yere doldurmuş. Aynı onu diyorum. Esad'ı yapmış gibi, bühtanlarla beraber. Bunu kimi kandırabilirsin sen ya? Suriye efendime söyleyeyim, tırlarla beraber mermi silah gönderen sensin. Bu tırları aratmayan yine sensin. Vay nasıl arayabilirler deyip, hesabı soran da yine sensin. Eğer bu insani yardımsa kardeşim, bunun içinde ne olup olmadığını vatandaşların bilme hakkı yok mu? Niye bunu açıklamıyorsun? İçinde olanlar tespit ediliyor. Bakıyoruz mermiler, silahlar. Kısaca Türk siyaseti Esad'a karşı samimi değil. Ama Cenevre 2'ye bu oyunlar etki etmez. Bunlar bilakis, Türkiye'nin bir oyun içinde olduğunun ispatı olarak iddia edilirse, biz bunun altından kalkamayız. E dünya kamuoyu var. Dünya’da bu olayları takip eden gerçekten ajan faaliyetleri var. Rusya bu konuda dünyada tektir. E birinci Cenevre konferansında, bir sürü delil sürmedi mi ortaya, Rusya? E neredeydin sen o gün? E şimdi sürmeyecek mi? Senin gösterdiğin bu delilleri alt ederse ne yapacaksın? Otomatikman dünyanın suçlu olarak gündemine geleceksin. Müfteri bir kampanya hazırlaman gerekçesiyle. Kısaca ben siyasetimizin düşünerek adım attığını, duygusal olaylara yaklaştığını, efendim ta baştan beri neyse şu anda da aynı karar üzere devam ettiğini hissediyor ve görüyorum. Ve Suriye bizim baş komşumuz olması gerekirken, bizi 2.Cenevriye almadılar. Niye? Yaptığımız bu yanlış davranış ve tutumlardan dolayı. İnşallah efendim, cemaate karşı baştan gösterdiği yanlış tavırla nasıl kendine oynanan bir oyunla ayıkmışsa, o olayda da sayın başbakanım ve hükümet ayıkır da Türkiye'nin başı da bu musibetlerden kurtulur, diyorum. Devirmeye gerçekten gerek yok, kendi kendini deviriyor. Yani kendini sıfırla çarpmak demektir bunun adı. Dünya kamuoyu önünde sen sıfırla çarpılırken, iktidarda olsan ne olacak, olmasan ne olacak? Daha fazla derine gitmeyelim. 

Başbakan Hatalarını Gördü, Ama Zarar Zaten Verildi

Valla iki kanadın iki ayrı değerlendirmesi olabilir. Ben olaya şöyle bakıyorum. Başbakan yanlış yaptığını dört dörtlük gördü. Şimdi kimdi o bağırsaklarını temizliyor ifadesi. Şimdi hakikaten bağırsaklar temizleniyor. Bu işlem doğru mu? Bana göre doğru. Ama asıl suçlu gene başbakan. Sen bu doğruları zamanında yapmadın. Milletin başını bu kadar belaya soktun. Şimdi ayıktın, şimdi temizliyorsun. Peki bugüne kadar bu tarafgirlikten vatandaşların hakkı ne olacak, onu söyle değil mi? Sadece sana zararı olmuyor. Sadece seninle adamların kavgası yok ki. Birçok grupla, kimlikle savaşıyorlar. Yani işin derinlemesine gidersen, benimle de bu adamlar savaş halinde. Zaten Türkiye'de ilk defa bu arkadaşların yanlışta olduğunu, delilleri ile beraber ben koydum ortaya. Vay sen niye doğruyu konuşuyorsun diye namluyu bana çevirdiler. Ben de “pilavdan döneni kaşığı kurusun” dedim. Üzerlerine yürüdüm. Üzerine yürüdüm derken, delilleri çoğalttım. Kamuoyuna aktardım. O gün sayın başbakanın ekibine, gazetecisine, muhabirlerine, yazarlarına durumu bildirdik.  Cemaat önderlerine. Ne dediler bize?  Ya siz duygusal yaklaşıyorsunuz. 

Tam 16 Yıl Geçtikten Sonra Bizim Gerçek Olduğumuzu Anlıyorlar

Tam 16 yıl geçtikten sonra bizim gerçek olduğumuzu anlıyorlar. Vay, Haydar Hoca haklıymış! Ya ben hangi konuda haksızım ki? Ama bu olayları sade bunu değil. Ekonomide olsun, sanayide olsun, tarımda olsun, siyasette olsun, hangi konuda olursa olsun. Cenab-ı Hakk'ın izniyle biz dört dörtlük isabetli kararlar ve çıkar yolları gösteriyoruz. Bunu ne hikmetse millete anlatamadık. 
Şimdi millete anlatmaktan da vazgeçeceğim. Nedir yahu? Konuş babam, konuş! Konuş babam, konuş! Buradan giriyor, buradan çıkıyor. Ee gemisi batacak. Vay, Haydar Hoca demişti inanmamıştık. Ya, Haydar Hoca hep demişti mi olacak ya? Daha konuşayım mı? Ben burada gönül milletime koyuyorum çok net konuşuyorum. Yani sahip çıkması gerektiği insanlara sahip çıkmıyor. Ben dünyada bir Türk bilim adamı olarak tek tez sahibi insanım. Benim ülkemden böyle bir insan çıktıysa göstersin. “Hadi ulan de, sen kimsin” desinler.  Ama yoksa lütfen hakkı da teslim etsinler ya.
Bugün mesela BRICS ülkeleri BRICS diyorsunuz, değil mi buna. Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan, Güney Afrika birlik oluşturuyorlar. Benim tezimin etrafında. Efendim, ee güç gösterisine gidiyorlar. Ben kendi insanıma tezimi anlatamıyorum. Burnunu kıvırıyor dönüyor. Yazık günah değil mi ya? Hocam niye üzülüyor? Elbette üzülürüm. Şimdi benim anlattıklarımı ülkem yaşarsa, biz Türkiye’yi dünyanın en güçlü devleti ve milleti yaparız. Devlet ve millet kazanırken ben de kazanacağım. E ben bu milletin bir parçasıyım. Şimdi millet battıkça, biz de batıyoruz. Yazık, günah değil mi? Yani başkaları gibi çalmasını öğrenemediğimiz için, biz batmaya mahkûm olacağız. Onun için demek isterim ki, milletin bu konuda biraz da bizi dinlesin. Yahu Türkiye’de her kurum ve kişiliği meclise soktular. Bizim suçumuz, vatana, millete, devlete, dine, askere sahip çıkmak oldu. Bizi sokmadılar, sağ olsunlar.

Kapitalist Güç Sermaye Sahipleri, İnsanlığı Eşek Etmiş Binmiş Sürüyor

Valla bütün dünya aslında kapitalist güç sermaye sahipleri, insanlığı eşek etmiş binmiş sürüyor. At etmiş revana gidiyor. Kapitalizm bu. Bunun izahına gerek yok ki. Bu sistemler devam ettiği müddetçe sürünmek insanlığın kaderi olacak, bunu iyi bilelim. Daha önce zaten söyledim. Bizde sağlam bir ekonomi yok ki. Dışarıdan sıcak para alıyorsun, açıkları bununla birlikte beraber kapatıyorsun. Sanki paran varmış gibi gösteriyorsun. Böyle bir şey yok. Serap olay bizimki. Bizi bir anda isteseler batırırlar. Bizde ekonomi diye bir dava yok ki. Soruyorum, tarımda ne var? Hiçbir şey. Hayvancılıkta ne var? Bitti mi, bitti. Denizcilikte bitti. Madencilikte… Peki sen neden önde, ilerideki diyorsun ki “benim ekonomim çok iyi.” Ya sende ekonomi diye bir şey yok ki. Dediğim gibi dış ülkelerle bugüne kadar politikanı, sermaye sahipleriyle iyi götürdüğün için sana destek oldular. Sıcak para desteği oldular. Bunu da sana hediye etmeyecekler. Alacaklar bunu senin elinden. Aldığı zaman senin için biter. Senin kasanda sana ait kaç para var hazinende? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Biz bunu sadece bendeniz değil, iktisatçı bütün arkadaşlarımızla programlarımızda anlattık. Ama etkili olamadık. Şimdi iş başa gelince inşallah etkili oluyor.

Vatandaşlık Olarak Türkiye Cumhuriyeti Kurumunda Herkes Eşittir, Herkes Türk Vatandaşıdır

Valla bilerek yahut da bilmeyerek, Türkiye’yi sürüklemek istedikleri sonucu kalplerinde bugüne kadar gizlerlerdi. Şimdi de ortaya koydular. Biz zaten bunu diyorduk. Sizin yaptığınızın sonu böyle okunur. Oraya gitme. Efendim sen kalkıp da Türkiye’nin okunuşunu Diyarbakır’dan başlatırsan, ta o zaman bunun sinyalini verdin. Şimdi değil. Şimdi Beşir Atalay o günün şifresini çözdü, ortaya koydu. Ne diyeceğim buna? Çok korkunç bir yanlış, korkunç bir batıl.  Bir defa Apo bazı insanlar için saygın bir lider olabilir. Buna bizim karışma hakkımız yok. Ama Apo'yu biz o zamanlar gündem ettik. Apo'nun seveni on kişiyse, inkâr edeni doksan kişidir. Yani yüz kişinin on kişisi sever, doksanı inkâr eder. Apo kendini kabul ettirmek için bebekleri zamanında öldürdü. Bunun için de ona bebek katili unvanı verildi. Apo'nun yola çıkışı budur. Bugün siyasetin yanlışları yüzünden, sanki bir gücü varmış gibi ortaya atılan Apo'ya, maalesef bu unvan yakıştırıldı. Beşir Atalay çok ciddi bir yanılgı içindedir. İnşallah tarihle yüzleşip de hesaplaşmazlar. Bunun da bedeli çok ağır olur, kanaatindeyim. Bunu bilmeleri lazım. Siz kürtlere biz hak vereceğiz derken, suçluları öne çıkartamazsınız. Eğer hak dediği şey, onun tabii insani hakları ise, deme milletimize de verilmedi. Vatandaşlık olarak Türkiye Cumhuriyeti kurumunda herkes eşittir. Herkes Türk vatandaşıdır. Kürtü, Lazı, Çerkezi, Arabı, Boşnağı, Türk vatandaşı, herkes eşittir. Cumhurbaşkanı da olur, hamal da olur. Bu hak onda var. İradesiyle her noktaya gelebilir. Bu Kürtlerde de olur, Lazlarda da olur, Türklerde de Araplar ne varsa bu toplumda olabilir. Bunu sen bildiğin halde, imtiyaz hakkı olarak birtakım görüşleri ortaya sürüyorsan, ben bu Türkiye’yi bölüyorum sinyalini veriyorsun. Ama efendim benim kastım bu değil. Senin kastının bu olmasına gerek yok. Kürt affedersiniz, Apo’ya sen bu unvanı verdin mi? Diğer eşkıya başı demeyecek mi ki, ben neyim ya? Eşkıya ise, ondan daha iyi eşkıyayım. Değil mi? Lazı, Çerkezi, Boşnağı, Arabı ne diyecek? Kısaca bu politikalar tamamen yanlış.
Türkiye'de olması gereken, Türk vatandaşlığı etrafında insanlarımızın bir araya gelmesi, bir ve beraber olma, bir yürek, bir bilek olması lazım. Bunu yapamadığımız takdirde sonumuz hüsrandır. Benim gördüğüm bu. Dikkat ederseniz ta baştan beri, politikaya atıldığımız günden beri birlik beraberlik. Ne diyorduk? Devlet, millet, sivil, asker değil mi? Sağ solu yok. Bir bilek, bir yürek olacağız. Şimdi geldiğimiz noktada hepimiz aynı yere gelmedik mi? E niye bunu zamanında görmedik. Niye görmüyoruz? Bu kadar sıkıntılar, çileler çekilecek, bu faturaları ödeyeceğiz. Ondan sonra mı akıllanacağız? Tekrar ediyorum millet olarak kimsenin kusurlarını araştırmadan yani kusursuz insan olmaz. Hoşgörü sahibi olacağız. Ve her birimizin bu bünyenin bir uzvu, organı olduğunu kabul edeceğiz. Ben eli olabilirim, sen gözü olabilirsin, öteki bacağı olabilir… Bu mantıkta bir bilek, bir yürek olmak şartıyla hayatımızı devam ettireceğiz. Huzur içerisinde yaşayacağız. Aksi takdirde sonumuzu bir anda getirebilirler. Allah akıbetimizi hayır etsin diyorum. Haydar Hoca’nın dediklerine kulak vererek, onları okuyarak, teknik elemanlarını çağırarak, danışman yanına alarak, Türkiye'nin tek kurtuluşu budur. Başbakanın yapacağı iş değil. Haydar Hoca’nın tezidir. Haydar Hoca’nın gündemidir. Haydar Hoca’nın dünyaya mal olmuş görüşleridir. Sayın Başbakanımız bunu yapsın, diyorum ben. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir