info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İngiltere Seyahati Dönüşü Değerlendirmeler - Dar Bölge Ekonomi Sistemi – Birlik Beraberlik / 1995

    Neler Okuyacaksınız

İngiltere’de Birmingham Üniversitesi'nde, Türkiye'de Vermekte Olduğum Birlik Konferansı’nı Verdik 

Şimdi bizim, genelde batı dünyasında eğitim ve öğretim gören arkadaşlarımızla birlikte çeşitli sahalarda çalışmalarımız devam ediyor. Bunlardan bir bölümü ve bir kolu da İngiltere'de, doktora öğrencileri ile birlikte olmaktadır. Bu arkadaşlarımızın ısrarları üzerine zaten programımızda olması münasebetiyle de İngiltere'ye bir seyahat yaptık ve de Birmingham Üniversitesi'nde kardeşlerimizle bir araya gelerek bir konferans verdik. 
Orada Türk Talebe Birliği Cemiyeti -bu Türk Talebe Birliği Cemiyeti de Türkiye'den doktora için İngiltere'ye giden kardeşlerimiz tarafından kurulmuş bir kurumdur- onun davetlisi olarak, Türkiye'de vermekte olduğum Birlik Konferansı’nı günümüzün şartları icabı tekrar vermek gerekti. Orada da bu mevzuu işledik. Hakikatte çok fevkalade bir alaka, ilgi olduğunu gördük. Mevzu daha evvel tarafımdan işlendiği için orada enine boyuna meseleyi ortaya koymak, misallendirmek ve arkadaşları ikna edebilmek metoduna dayalı bir konferans oldu. Tabii hepsi ilim adamı olması münasebetiyle zaten oralı da, üniversitenin yerlisi İngilizler de bize dinleyici olarak katıldılar. Bu münasebette gerek konuşma gerekse fikir verebilme, yani fikir planı… Tabiri caizse bir konferansı iki bapta bendeniz ele alırım; bir fikir planı yönünde, iki şekil planı yönünde. Gerek fikir planında gerekse şekil planında faydalı olduğunu arkadaşlar kendileri bana bizzat söylediler. Ben de bir zati buna inanıyordum, yani bu şekilde verimli olacağına inanıyordum. 
Ayrıca biz bu arkadaşlarla mütehattit defalar bir araya gelerek sohbetler yapma imkânı bulduk ve Londra'da arkadaşların tekrar daveti üzere orada yine konferans değil ama adeta bir seminer çapında yine doktora öğrencisi olan arkadaşlarımızla birlikte civar bölgelerden de gelen arkadaşlarla iyi, güzel değerlendirmeler, sohbetler yaptık. Bilhassa içinde bulundukları batı dünyasının haliyle bizim durumumuzu mukayese etme imkanlarını bulduk. Arkadaşlarımız ekseriya bu vadide bize soru sordular. ‘Bunlarda bir şey var, bizde yok gibi görünüyor; ama bizde bir şey var, bunlarda hiç yok. Bu nedir?’ şeklinde bir akşam sohbetimiz oldu.
Ben acizane arkadaşlara gördüklerimi şöyle değerlendirdim; batı dünyasında nereye giderseniz gidin, aşağılı yukarılı gördüğünüz şey şekil planlamasıdır. Yani mahalleler fevkalade yerinde oturmuştur; kasabalar, vilayetler fevkalade yerindedir; girdiğiniz zaman yolları mükemmeldir ve de bu şekil bütünlüğü içerisinde çok noksan iş de olsa orada bu planlamada siz kaybolursunuz. O planın bütünlüğü sizi kendine çeker, bir muhakeme yapma imkanını elinizden alır. Siz ilk defa buraya geldiğinizde, bu büyülenmenin etkisiyle batıyı pek tahlil edemediniz. Ama aradan epey bir zaman geçti. Çok affedersiniz gerek kiraladığınız evlerde oturduğunuz zaman karşılaştığınız hallerle, hatta tuvaletteki hallerle Türkiye'nin halini mukayese etmeye başladınız. Aradaki farkı yavaş yavaş bulma gibi bir noktaya geldiniz. 

Batının Bizden Tek Üstün Tarafı Sanayi İnkılabını Erken Yapmasıdır

Şimdi bence, burada bizi dinleyen arkadaşlarıma da söylüyorum, batının bizden tek bir üstün tarafı var; batı, sanayi inkılabının erken yaptı. Allah rahmet eylesin, Türkiye'de siyasete hakikaten silinmeyecek mührünü vuran Özal bunu çok güzel ifade buyurmuşlardı “Batının bizden farklı bir yönü vardır, Sanayi İnkılabı’nı bizden önce yakaladı”. 
Artı ben buna bir şey daha ilave ediyorum, bir de şekilde planlamayı güzel uyguladılar. Dolayısıyla batıda gittiğiniz zaman manzaralar çok güzeldir. Ama iç tabiatına intikal ettiğiniz zaman bu manzarayı bulamazsınız. Mesela siz, Anadolu'nun evleri belki kerpiçtendir, şundan, bundan; oradaki rahatlığı, oradaki havayı orada bulamazsınız. Yani sıkıcı bir havası vardır. Koskocaman bir arazi üzerinde evi yapar ama onun ruhundaki estetikle bizimki farklı olduğu için… Mesela dar bir koridordan sizi geçirerek affedersiniz banyoya veyahut da tuvalete kor. ‘Koskocaman evde’ dersin ‘şu yoldan geçmeye ne gerek var’. 
Kısaca, onların kültür dünyası ile bizimki çok farklı. Kullandıkları malzemeler çok mükemmel de olsa ve çok fevkalade şekil de buna vermiş olsalar, bizdeki kadar rahatlığı bulamazsınız. Bunu söyledim. 
Kaldı ki yine batı, teknikte belli bir noktaya gelmiş olmasına rağmen ekonomide geleceği noktaya gelmiş, doruk noktaya çıkmış, bundan sonra gideceğim bir kapı kalmamıştır. Batı, tıkanmıştır. Benim acizane yaptığım gözlemlerde gördüğüm bu, arkadaşların da müşahedesi bu. Şimdi buraya bir kapı gerekiyor. Allah lütfederse bunu bizim milletimizin açması çok tabii ve de normaldir. Bence oradan çok şey beklemek yerine bizden bir şeyler beklemek lazım. Yapılacak olan işler bize bağlıdır, yani bizim milletimize bağlıdır. 
Ben herhalde genelde bir değerlendirme yaptım. Zaten geneldeki değerlendirmeler aşağı yukarı hepsi için geçerlidir. Çalışan işçilerimizle de mütehattit defalar bir arada olma imkanını bulduk. Hoşuma giden bir taraf var; bütün arkadaşlarımız orada çalışan işçi kardeşlerimiz hatta İngiltere'de iş kuran iş adamı arkadaşlarımız işlerine sadık, fevkalade bir düzen oturtmuş ve de kurmuşlar. Girdisini çıktısını mükemmel bir şekilde hesap etmişler ve de İngiltere'de söz sahibi olma noktasına gelmişlerdir. En sevinilecek tarafları ise örflerine, adetlerine, geleneklerine, maneviyatlarına ters düşmeden bütün bu başarıları elde etmiş olmalarıdır. Yani geçmişte insanın içinde birtakım endişeler vardı ‘Ya acaba giderlerse kaybolurlar mı?’. Nitekim böyle olduğu da görülmüştür. Belki birçok insanımızı kaybettik ama milletimiz artık o noktaya gelmiştir ki kendisini farklı görüyor; bu kabiliyet bende var, ben onun üstünde olabilirim, olacağım. Zaten bütün mesele de budur.  Onun için de bu duygu onu örfüne, adetine, geleneğine, bilhassa dinine sevk ediyor. Bunu gördüm ve onun için de memnunum. 

Batı Ekonomi Modeli’nde Kapital Belli Ellerde Bloke Ediliyor, Bu Çok Yanlıştır 

Şimdi batı standartlarına göre, daha doğrusu iktisadi anlayışına göre onların bu dediklerini kabul etmek ve bu şekilde gerek sanayide gerek ticarette, pazarlamada, alımda, satımda bu metodu uygulamak, onların metodunu uygulamak doğrudur ve de geçerlidir. Bir defa bizim onlarla temel farkımız esastadır, temeldedir. Ben tabii bu sohbet ekonomi sohbeti olmadığı için buraya girmeyeceğim. 
Şimdi batı diyor ki “Parayı” diyor “üretilen mamulün karşılığı olarak piyasada bırakın ve de bunun piyasada dolaşımını hızlandırın”. Bu geçerli bir faktördür, doğrudur. Peki piyasada siz bunu, dönüşünü hızlandırdığınız zaman kimin elinde bu dolaşacaktır? Para sahibi kişilerin elinde bu para dolaşacaktır. Yani ne kadar hızlı dönerse dönsün; a vatandaşına ait olan para a için dolaşacak, b'ye ait olan para onun için dolaşacak. Kabul edelim ki siz tedavülde bulunan bir devlette, tedavülde bulunan paranın %70’ini o memleketin nüfusunun %5’ine taksim ettiniz ki dünyada böyle maalesef adaletsizlik. İşte bu yüzde %5’i asıl ne kadar para hızlı dönerse dönsün, gene kar onun neticede eline geliyor. Böylece kapital belli ellerde bloke ediliyor. Benim mantığıma göre bu çok yanlıştır. İşte bloke edildiğinden dolayı faiz, geçerli bir akçe oluyor. Halbuki faiz, neticede belli elleri zengin ediyor, belli kesimi de mağdur ediyor. 
Ben diyorum ki üretimi yayabilmek için esasen para; insanı tahrik eden, tıpkı mermiyi patlatan kapsüle benzer. Karşılığı olmadığı takdirde siz bunu iyi bir eğitimle, iyi bir projeyle vatandaşa karşılığı olmadan da dağıttınız zaman; o vatandaş elindeki paranın karşılığını kendisi üretecektir. Siz iktisadın en iptidai dönemine indiğiniz zaman kimsenin elinde bir tek kuruş para yoktu. Üretti, bunun karşılığında parayı icat etti. Parayı icat etti, bunun karşılığında üretimini yaptı. Ben şimdi diyorum insanoğluna ki tekrar o güne inelim ve o üretimi tekrar artırabilmek için elimizdeki mevduatı, yani emisyon hacmini genişletelim, üretim karşılığı bunu vatandaşa dağıtalım. Bu sefer para herkesin elinde, yani toplumun %5’inin elinden olmaktan ziyade %99’unun hatta %100’ünün eline geçecek. Bu sefer %5’i üretici olan toplumun %100’ü üretme mesabesine gelecek. O zaman öyle bir manzara olacak ki %5’i gene o üretme kabiliyetini kaybetmiyor, o üreteceğini gene üretiyor. Ama %95’i de bu üretime katkısını koyduğu zaman koskocaman dev bir sanayi, dev bir pazarlama, dev bir ticaret… Kısaca, ekonomi meydana çıkıyor. Benim bir ayrı görüşüm bu. Yani, temelden ayrıldığımız nokta bu. Zaten onların da kendilerine orijinal gelen tarafı burası. 

Geliştirdiğim Model; Dar Bölge Ekonomi Sistemi veya Sanayi Sistemidir

Diğer bir husus, şimdi acizane bugün dünyada kalkınma modelleri bellidir, standartlar üzerine bina edilmiştir. Mesela diyelim Amerika'nın bir kalkınma modeli vardır, İngiltere'nin bir kalkınma modeli vardır, Almanya’nın bir kalkınma modeli vardır. Bendeniz diyorum ki bu kalkınma modellerinin hiçbir zaman standart olması doğru değildir. Geçmişte bunlar netice verdi. Doğru, verdi ama benim dediğim metot uygulanırsa bu netice %500 daha fazla ileri olacak nitelikte bir projedir. 
Nedir bu? Bölgelerine göre kalkınma modelleri. Nasıl siz araziye yakışan bir ev stilini ortaya koyup ona göre bir proje çiziyorsanız, ekonomi de aynıdır. Kaldı ki her bölgenin kendisine göre bir örfü, adeti, geleneği; kısaca şartları farklıdır. İşte bu şartlara göre ekonomisini, modellerini geliştirmemiz lazım. Bendeniz o bakımdan geliştirdiğim proje, model; dar bölge ekonomi sistemi veya sanayi sistemidir. Bu hem geçerlidir hem tutarlıdır hem de yapılması mümkün olandır. Yani bunu aşağı yukarı Türkiye'de her bölgenin insanı yapabilecek, bu tip ekonomik modele katılabilecek bir katkıyı ortaya koyabilir ayrıca, bu fark var. Diğer yandan, diğer yönden de finans farkı var. İşte zaten başta söylediğim gibi ben finansın karşılığını emisyon hacmi ile emisyonu genişleterek bulma teklifi ile üretimi; iki, onun karşılığında döviz ve de altının transferini netice alan bir formülüm var kendime göre. Onu tabi herkese anlatmak mahsurludur. Ekonomiyi iyi bilen ilim adamlarıyla ve de bir milleti, devleti idare eden siyaset adamları ile görüşmek faydalıdır. İnşallah zamanı ve mekânı gelince bunu da yapacağız. 

Toplum, İnsan Denen Varlığın Aynasıdır 

Şimdi tabii biz İngiltere'de  bu olayları duyduk ve ben elimden geldiği kadar hadiseleri takip etme durumunda oldum, çok üzüldüm. Yani düşünebiliyor musunuz 3 kıtada at oynatan bir millet, gelmiş şu kadarcık yere girmiş; şimdi de onu pay edemiyor. Yani, adeta kendi kendiyle bir mücadele içerisine girmiş. Bir defa hadise olması münasebetiyle bu derece vahim olayların zuhur etmesi münasebetiyle milletini, memleketini, dinini, imanını seven her vatandaşı, her kardeşi üzmüştür bu, kim ne derse desin. Hadisenin içerisinde provoke edilmiş olanı dahi üzmüştür, benim inancım o. Yani değil mi ki zerre kadar insani bir yönü vardır, e mutlaka onları üzmüştür. Onları üzdüğü gibi bizleri de üzmüştür. 
Şimdi tabii Türkiye üzerinde çeşitli hesaplar var. Hatırlarsanız benim mütehattit sohbetlerimde ve de konuşmalarımda gündem etmek istediğim bir husus var. Biz öyle bizim göremediğimiz nitelikte çok büyük bir büyüklüğe malik bir milletiz. Şöyle ki İslam alemi kendine gelecekse bizimle beraber gelecek. Bugün önümüze yepyeni bir dünya açıldı; Türk alemi.  O da kendisine gelecekse yine bizimle beraber gelecektir. Bunu gören güçler ‘Sen elini, kolunu salla da bu işleri yap’ diyecek mi sana? Su uyur, düşman uyumaz. O halde biz her zaman kontrollü ve murakebeli olmalıyız. İnsanımız her an kendisine oynanacak olan bir oyunla karşı karşıya gelebileceğinin hesabını yapması lazım. O bakımdan milletin kesinlikle birliğe ve de beraberliğe ihtiyacı var. Biz eğer her birimiz ayrı bir baş çeker, bir noktaya doğru ülkeyi sürüklemek istersek; dediklerimiz %100 doğru olsa bile senin dediğinin zıddına bu işi yapacak olan olduğu için, yine yapacağımız işten ve sözden fayda gelmez. Rahmetli Akif'in buyurduğu gibi ‘Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez’. Yani biz bin baş bin tane ayrı yol seçer, birtakım istiklaller peşinde koşarsak; o zaman milletin beraberliği diye bir durum ortada olmaz, Allah muhafaza eylesin, korktuğumuz düşman başımızın belası olur. O halde birliğe, beraberliğe ihtiyacımız vardır. 
Hatırlarsanız 83’ten bu tarafa, yayın hayatımıza geçtiğimizden bu tarafa bizim ısrarla üzerinde durduğumuz konu da budur; bir olalım, beraber olalım ve birbirimizin kusurlarını, hatalarını görmeyelim. Mümkün müdür insanın hatası olmasın? Mümkün müdür insanın faziletli tarafı olmasın? Zaten biz insan olarak ne melek ne de şeytanız yahut da hayvanız. Ama bizde öyle güçler var ki bizi melekleştiriyor hatta onun da fevkine çıkartıyor; öyle duygular da var ki hayvandan da aşağıya indiriyor. Cenab-ı Hak Kur'an'ında bunları beyan ediyor. “Lekad halaknel insane fi ahseni takvim.” (Tin Suresi, 4. Ayet) “En güzel surette yarattığını,” ancak “Summe redednahu esfele safilin.” (Tin Suresi, 5. Ayet) O ahlaki zemimesiyle de sefillerin sefili olduğunu, en düşük bir mahluk olduğunu, yani ‘belhum adal’ hayvandan da aşağıya düşebileceğini beyan ediyor.
Şimdi bize düşen vazife o halde kendi iç tabiatımızda bu olgunluğu yakalamak. Evvela biz insan olduğumuzu bilmemiz lazım. İnsan olduğunu bilen insan kendi enginliğini, kendi aydınlığını, kendi kültürünü, kendi varlığını kendi kendine oluşturacaktır; yani tabiri caizse birliğini evvela kendi iç tabiatında vücuda getirecektir. Bence asıl kavga bizim iç tabiatımızda kopuyor.  Yani içte öyle fırtınalar var ki dıştaki fırtınalar içteki düşüncelerin, duyguların dış tabiatımıza yansımasıdır. Hatta bu konuda ben makaleler dahi yazmışımdır. Siz toplumu ne zannediyorsunuz? Toplum, hattı zatında insan denen varlığın aynasıdır. Orada ne görüyorsanız bilin ki bunlar tamamıyla insanın iç tabiatında meknuzdur. O halde insanımıza tavsiyemiz şu olması lazım; biz gelelim hep beraber kendi iç tabiatımızda birliğe kavuşalım. 

İslam’ı Kendi İç Tabiatında Hâkim Kılan Kardeşlerimiz Uyumludur, Ahlaklıdır, Faziletlidir

Bu nasıl olacak? Kardeşim bunu sana devletin iradesi yaptıramaz. Herhangi bir baskı gücü; bu da sana bunu yaptıramaz. Bu bizim tarihimizde var olan bir akidedir, bir inançtır, kısaca dinimizdir. Yani dikkat edin İslam’ı hakikatte kendi iç tabiatında hâkim kılan bütün kardeşlerimiz uyumludur, ahlaklıdır, faziletlidir, herkesle birdir ve de beraberdir. Düşüncesi, duygusu ne olursa olsun; tabiri caizse yılanla bile geçinir. Ben çok iyi hatırlıyorum, bizim bu Akçaabat'ta Hıdır Nebi'nin altında Osman Efendi diye çok muhterem bir şahıs vardı; çok da sevdiğim, iyi bir insandı. Ak Cami'den bir gün çıkıyor, böyle salı günü milleti seyrediyor; etrafı, halkı seyrediyor “Ey kurban olayım Allah'ıma, ne kadar güzel kullar yarattı” bunu söylüyor. Yanındaki yaşlı bir ağabey de “Ya Hocam” dedi “ya bırak bunları” dedi “Bunların içinde hırsızı var, yolsuzu var, namussuzu var” o da bunu söyledi. Çok enteresan bir cevap verdi “Eyiyi” dedi “herkes sever. İş, ha bu kötüyü sevmektir”. 
Şimdi demek istediğim espri bu; yani biz insanları sevebilmeye gayret edersek, bizim geçinemeyeceğimiz insan yok. Esasen dış tabiatımızda mevcut olan kötülükleri biz içimizdeki aşkla, muhabbetle yakıp yok edebiliriz, onları kendimize tebdil edebiliriz. İşte bu seferberliğe bizim aslında girmemiz lazım. Fert olarak bize düşen bu konuda vazife var; işte bunu yapacağız. Kendimizi ıslah edeceğiz. Daha? Fert olarak, kurum ve kuruluşlar olarak da birtakım vazifeler düşüyor o kurumlara, eğitim müesseselerine değil mi? İdari mekanizmalara, siyasilere, bürokrasilere, medyaya. E bunlar ateşe körükle gitmeyecekler. 

Medyanın Vazifesi Milletin Birliğini, Tevhidini Temin Etmek Olmalıdır 

Şimdi ben şu gümrük olayına bütün arkadaşların bakışlarını değerlendiriyorum. Dediklerinin hepsi doğru, doğru. Ama bence bunları şu anda konuşmanın bir anlamı yok. Eleştiriyorlar, öyle eleştiriler getiriyorlar ki dedikleri a’sından z’sine kadar doğru. Ancak bunu bence bugün konuşmak değil, dün konuşmak gerekiyordu. Peki o halde neyi konuşmamız lazım? Dikkat ederseniz acizane bendenizin farkı diğerlerinden budur. Bendeniz, hadiselerin olduğu noktada yapılması gerekeni tespit edip söylemeye gayret ederim. Bu noksan olabilir, yanlış olabilir. Ama istişare ile bunları kaybetmek, yok etmek mümkün.
Şimdi bir yere varmışız “Aa niye buraya geldik, şunu şunu yaptık?”. Ya kardeşim, sen oraya geldin. Geçmişi muhakeme edip kendini orada mahkûm etmenin yerine, mahkum etmeden çıkış yollarını araman lazım. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bendenizi hatırlarsanız gümrük konusunda bir konuşma yaptım ve 3-5 cümleyle onların dediklerini hülasa ettim. Bu bize sorulması gerekirdi ama sorulmadı. Şimdi hasbelkader millet olarak bir noktaya geldik. Buradan nasıl çıkacağız, nasıl karlı çıkacağız? Ve kesinlikle bu arkadaşların dediklerinin tersini ispat etmek mümkün. Evet, o dedikleri mahsurlar var ama çok daha faydalı tarafları da var, hatırlarsanız o sohbeti. 
Yani ben şunu demek istiyorum; olaylara arkadaşlar bir noktadan bakıyor, orada takılıp kalıyor. Öyle değil; takılıp kalmayacağız, aşacağız. Nereye? Bir doğruya, bir güzele, bir gerçeğe varabilmek için bizimle birlikte olan insanları iyiye doğru sevk edeceğiz. Evet önümüzde engebeler var. Ama nasıl aşılabilir, demek suretiyle medyaya düşen vazife; hadiselerin bu manzaralar karşısında güzel taraflarını organize edip gündem etmeleri lazım. Yoksa sen 1 insanın halini gösterirsin, bu doğrudur; 5 insanın halini gösterirsin, bu da doğrudur; hatta 5000 insanın halini gösterirsin, o da doğru olabilir. Ama o doğrular bir araya geldiği zaman, çok affedersiniz bomba mesabesinde bir milletin batmasına vesile olur. Mesele burada bütün çıplaklığıyla doğruyu ortaya koymak değil bence. Bence o doğrulardan hareketle yanlış yapmamayı temin edebilecek bir haber mantığıyla ortaya çıkmaktır. Anlatabiliyor muyum? İşte bunu biz geliştireceğiz medya olarak; gazetesiydi, dergisiydi, televizyonuydu. Anlatabildim mi? Yani biz nasıl olur da şu milletin birliğini, tevhidini elde ederiz; işte medyanın vazifesi, nihai olarak getireceği netice vatandaşı bu olması lazım. Dinleyecek, onları da görecek ama öyle bir senaryo içerisinde bunu takdim etmesi lazım ki vatandaş dinledi mi “Evet, orası böyle ama böyle olması gerekir” diyebilmeli. İşte medyaya da bu vazife düşüyor. O bakımdan Mesaj Televizyonu’nu tebrik ediyorum. İstanbul'da bu konu ile ilgili birkaç programını seyrettim. Ankara programları gelmişti, onları da seyrettim. Hakikaten duyarlı, uyarlı, milleti, memleketi hamalından çöpçüsüne, çöpçüsünden amirine, memuruna kadar hep beraberliğe sevk eden; adeta tek yumruk halinde milleti gösteren bir politika izledi. Tekrar tebrik ediyorum, Allah razı olsun. Böyle olması lazım yani, başka türlü olmaz bu iş. Hasta, kanser “Bırak onu kendi haline”, böyle mi diyorsun? Kanser de olsa mücadeleni veriyorsun. Diyorsun “Kanser ama işte şunu uygulayalım, bunu yapalım, öyle gidelim, böyle gelelim”. Neticede belki ölümü mukadder olan bir insana bile, sabaha çıkmayacağını bildiğin halde ağzına su koyuyorsun ya. Kaldı ki bu millete bir şey olmayacak. Yani bunu derken acı bir şey mi ben de çizdim farkında olmadan? Yani hadiseleri karamsar bir mantıkla ortaya dökmenin gereği yok. 

Bir Milletin Merkezi Bir Otoriteye İtimadı, İtikadı Tam Olması Lazım ki; O Millet Ayakta Durabilsin

Birtakım kurum ve kuruluşlar suçlanıyor. Bunlar üzerine gitmeye de gerek yok.  Eğer böyle bir suçlu varsa, bunları da hususi anlamda konuşmak lazım, hususi anlamda. ‘Çok seslilik var, millet bunları bilsin’ bu yanlış kardeşim. Ya milletin morali bozulursa ya devlete itimatı kalmazsa ya iktidarı nüfuz etmeye gayret ederse ne olacak o zaman? Anarşi çıkar kardeşim. Bir milletin, merkezi bir otoriteye itimadı, itikadı tam olması lazım ki o millet ayakta durabilsin. Ha bu demek değildir ki o otorite onu baskı altına alsın, onu demek istemiyorum. Otorite de bu olgunluk karşısında kendi üzerine düşeni yapmasını bilmesi lazım. 
Mesela şu anda ben şahsen iktidarı tebrik ediyorum. Ne bayramı diyorlar buna bakayım; Nevruz Bayramı’nda kalktı, devletle beraber bu işi doğru yaptı. Nedir ya, sen yasaklarla nereye kadar gideceksin kardeşim? Yani herkesin konuştuğu bir dünyada, o yasak; bu yanlış. Biz bu olgunluğu göstereceğiz, siyasi irade de bu olgunluğu gösterecek. Bak, düne kadar gelişen hadiseler ‘rank’ durdu. Niye? İşte bak “Konuş” dedi “ne yaparsan yap”. Allah rahmet eylesin hiç unutmam, Özal’ın enteresan bir sözü vardı “Kürtçeyi serbest bırakacağız”. “Vay nasıl Kürtçe konuşulur? Şöyle olur” efendime söyleyeyim “Türküler nasıl söylenir?”. Serbest bıraktılar; Kürtler de Kürtçe şarkı söylemeyi bıraktı. Ya bunun ne önünü kesiyorsun ya? Söyleyecekse söylesin. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani olaylara geniş bir perspektiften bakıp yerli yerine koymak; milletin hayrına, memleketin hayrına olacak bir tarzı geliştirmek lazım, diyorum. Bu, birlik için şart ve esastır. Yani, hoşgörü sahibi olacağız temelde. Bizim zaten milletimizin yetişme tarzı da budur; hoşgörüyü seven bir milletiz. Zaten imanın gereği de hoşgörülü olmaktır. Bugün insanlığın beklediği de bu hoşgörüdür. Bunu birbirimizden esirgemeyelim. 

Bir Memlekette Nizam ve Kanunları Uygulayacak Olan Fertlerin Yetişmesi Mühimdir

Şimdi tabii asıl düğüm bu insanların elinde; daha doğrusu o manevi eşas, bizim hamurumuzu yoğurup istikbali, istiklali hazırlayan insanlardır. Cenab-ı Hak zaten onlarla birlikte bizim varlığımızı devam ettiriyor. Binaenaleyh onların ideal olarak geliştirdikleri insan tipleri, bireyler bir araya geldiği zaman bir de bakıyorsun uyumlu ve insanlar geçimli oluyor. Hayır, bunlardan mahrum olan toplumlar ise laçkalaşıyor.  Osmanlı'yı kanaati şahsiyeme göre ayakta tutan da bu büyük zevattır. Neden? Çünkü bunlar öyle insanlar yetiştiriyor ki hırsızdı, yolsuzdu, katildi, eşkıya idi bu tipleri alıyor, adam ediyor. Şimdi bu adam olan insanın ticarette hali doğrudur, nereye giderse gitsin. Komşulukta mükemmeldir, aile reisliğinde daha mükemmeldir, çoluk çocuğuna bakmada vs. eğitiminde, şusun, busunda  fevkaladedir. Yani kısaca, bir memlekette evet nizamlar ve kanunlar mühimdir. Ancak o nizam ve kanunları ayakta tutacak olan, uygulayacak olan ferdin kendisidir. Binaenaleyh o nizam ve kanunlardan evvel onları uygulayabilecek kişilerin yetişmesi mühimdir.  Bunları yetiştiren eşas, işte o sizin ifade etmeye çalıştığınız maneviyat erbabıdır. Şu anda hepimiz birlik diyoruz, beraberlik diyoruz. Birlik diyorsun ama kardeşim, eğer sirke satar gibi bu birlikten bahsediyorsan; sen birlik değil, ayrılık demek istiyorsun. Yani, birlik derken adeta bizim dudaklarımız bal satması lazım. Değil mi? Baldan bahseder gibi bir şeyden bahsetmemiz lazım. Birlik diyoruz, kaşlarımızı çatıyoruz, efendime söyleyeyim hırsımızı arttırıyoruz. Böyle değil. 
Dilerseniz bu konuda da bir misal vereceğim. Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz bir gün sahabesi ile birlikte yürürlerken bir ölü köpeğe rastlıyorlar. Sahabenin tamamı “Aa ne kadar kötü kokuyor ya”. Allah'ın sevgilisi aynı köpeğe bakıyor ve sahabesine buyuruyor ki “Ne kadar güzel dişi var değil mi?”. Şimdi bu çok büyük bir örnektir. Diyeceksiniz “Efendim bunda ne var?”. Az evvel zaten onu anlatmaya çalıştım, işte bir haber mantığı; olayların devamlı güzel tarafını görüp onlardan bir organizma oluşturmak lazım. Yani iyi tarafından, iyi bir mantıkta, birleştirici mantıkla hareket edip onu geliştirmek lazım ki birlik ve dirlik aramızda olabilsin. İşte bahsettiğimiz o şahıslar, bu anatomiyi en güzel şekilde projelendiren kişilerdir. Neden? Çünkü bunlar o birliği kendi iç tabiatlarında yaşıyorlar. Eğer dış tabiatında bunu görmezlerse, rahatsız olurlar. Neden bu karışıklık? Neden bu kavga? Mevlana'nın dediği gibi değil mi? Şimdi bu kavganın sebebi ne? Bu çatışmanın nedeni ne? İşte bunlara elbette çok büyük ihtiyacımız var. Allah bunların saadetlerini arttırsın. Milletimizi an-karib-iz-zaman birbirine dost, kardeş, muhabbet ehli etsin diyelim.

Dış Dünyaya Açıldığımızda Artık Hükümetler Değil Devletler Mesuldür

Şimdi tabii bunlar  bir noktada siyasi kararlardır. Devlet iradesinin… Şu anda ben bir siyasi parti olarak olaya bakmıyorum. Zira bizim dış dünyaya açıldığımızda artık hükümetler değil, devletler mesuldür veya değildir; mükafat onlaradır, ceza da onlaradır. Diyelim hükümetin yaptığı yanlışlığı cezalandırdığı zaman bir devletin bütün vatandaşları; orada ayırmaz ki partiliyi cezalandıralım, şunu cezalandıralım. Kim?  Muhatap millet ve devlettir. Onun için bunun hayırlı, uğurlu olmasını ben niyaz ediyorum, evvela bunu diyerek başlamak istiyorum. 
İşin mantığına gelince, bence bu olay çok geç kalmış bir olaydır. Zamanını unuttum ama Öğüt Dergisi’nde hatırlarsanız bendenizin bir tezi vardı. Çok oldu, hatta bu şeyi o zaman Hasan Celal Güzel de yeni şeye girmişti, meclise girmişti; o tezi gündeme getirmiştim. Kardeşim, Kuzey Irak dediğin yer, bizim Osmanlı hanedanının tapulu arazisidir. Biz burayı işgal edelim demiyoruz. Kerkük ve Musul, bizim tapulu arazimiz, dedelerimizin arazisidir. E müsaade etsinler de asayişi orada gündem edelim ya. Asayişi gündem edelim, alalım demiyorum. Bence çok geç kalmış bir harekettir. Rahmetli Özal da bu düşüncede ve duygudaydı. Bunun için ona biz Hasan Bey vasıtasıyla da düşüncelerimizi aktarmış idik, ricai olaraktan aktarmıştık. Yani şu anda yapılan hareket bence, belki çok sene gecikmiş bir harekettir. Sebat etmek, sabiti kadem olmak lazım. Siyasileri, devleti desteklemek… Pürüz aramak, doğru değil. 
İçimizdeki faydası ne olacak? Kardeşim zaten bu adamlar dışarıdan bize sızıyor. Sen affedersin delikleri tıkladığın zaman nereden gelecek? Hiçbir yerden gelemeyecek. O zaman kontrol ve murakebe altına alınmış olacak; ülkeyi bölmek isteyenler de muvaffak olamayacaklardır. Ben hayır olarak yorumluyorum. Allah hayır eylesin ve hepimizi hayra karşı eylesin efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir