info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İnsanın Din ile İlişkisi
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 166

    Neler Okuyacaksınız

İnsanın Din ile İlişkisi

Üzerinde durduğunuz mevzu hakikaten insanlık tarihinin her zaman ihtiyacı olan bir mevzu, bir konudur. Bu geçmiş zaman içerisinde detayları ile birlikte ele alınmış, mütalaa edilmiş, müzakere edilmiş, kanaatler serdedilmiştir.

Hakikate göre ise insan bir cevherdir, ruhu ilahidir, Cenabı Hakk'ın nefhasıdır

Ancak bendeniz burada bir hususun altını çizmek istiyorum. Din-Akıl münasebeti veya dinin akılla, aklın dinle ilgisi alakası yerine, akıl insana ait bir varlıktır, bir kavramdır, direkt insanla ilişkisi olan bir varlıktır.
İnsanın din ile ilişkisi, dinin insanla ilişkisi şeklinde olmuş olsa çok daha genel bir perspektif içerisinde olaya bakılır. Çözüm yolları daha rahat geliştirilir. İnsanı sadece akıl olarak gören Batılı Filozofların mantığından, mantalitesinden hareketle sizde etki altında kalmış olacaksınız ki "Din ile Akıl münasebeti" şeklinde soruyu tevcih ediyorsunuz.
Bence bu tarz çok kifayetsizdir. İnsan bütününde akıl bir yer işgal eder. Filozof mantığına göre akıl demek de insan demektir. Hâlbuki çok yanlış.
Hakikate göre ise insan bir cevherdir, ruhu ilahidir.Cenabı Hakk'ın nefhasıdır. Hz. Âdem Safiyyullah Efendimizin yaradılışından bahisle “Ben Ona Kendi ruhumdan üfledim” buyuruyor Allah. (Hicr suresi/29)
Şimdi bunun bir nefsani tarafı var, bir de ruhani tarafı var. Yani bu cevherin bir nefsani, bir ruhani tarafı var. Akılda bunlar arasında bir direksiyon vazifesi görüyor. Anlatabildik mi? 
İşi gören akıl değil, yani bugün bizim aklı ön plana çıkarmak isteyen arkadaşlarımızın dahi farkında olmadığı bir gerçek var. Bütün insan hayatına hâkim olan duygulardır. Neden biliyor musunuz?

İnsan Hayatına Hâkim Olan Duygulardır

Şimdi toplumlar örfleriyle, adetleriyle, gelenekleriyle toplumdur. Ve bireyler bu toplumun içinde bir varlıktır. Siz bireyi toplumdan ayrı bir varlık olarak düşünemezsiniz. Onun doğruları, onun yanlışları; o toplumu kurallarıdır. Onun da temeline baktığınız zaman o toplumdaki insanların duygu dünyasıdır. 
Onun için toplumlar arasında eğer şayet hakikatte tek güç akıl olmuş olsaydı, dünyanın her tarafında doğru aynı doğru, yanlış aynı yanlış olması gerekirdi. Ama görüyoruz ki; fertler arasındaki münasebetten, toplumlar arasındaki münasebetlere kadar korkunç ayrılıklar var. İfade edebildim mi? Onun için bendeniz olaya “Din-İnsan münasebeti tarzında bakmak istiyorum.”
Elbette ki; aklın da insan dünyasında, insan hayatında fevkalade bir etkinliği bir rolü var. Ama eğer bunu şu manada kabul ediyor ve de soruyorsanız; Akıl dinin yerini tutabilir mi? Elbette ki; "hayır" diyeceksiniz. Çünkü dedik ya bu insanla ilgili bir kavram olduğu için dinin insan dünyasında aydınlattığı kulvar, aydınlattığı saha; Kalp-Allah arasındaki kulvardır, yani ruh dünyasıdır. Sizin Cenab-ı Hakka vasıl olabilmeniz için Ruh dünyanızda kazanmanız veya olmaması gereken sıfatların, ibadet ile öne geçmesi veya bazı şeylerin kaybolmasıdır. Ahlak-ı Zemime ’nin kaybolması, Ahlak-ı Hamide’nin kazanılması şeklindedir. Yani din insanı kalp kullarından Allah'a taşır.Tamamen insanın ruhuna hitap eder. İnsanın terbiyesi ile alakalı bir kavram, bir kurumdur.

Din nedir?

İnsan o dünyadan, O dünyanın yani din dünyasının, din kurumunun ilahi evamirine göre kendini şartlandırır.Zaten insanı da en iyi bilen Cenab-ı Vacibul Vücûd olduğu için önündeki engellerin ne olduğunu ona haber verir. İnsan da Ona itikat ve teslimiyetle o engelleri teslimiyet zırhı ile aşar. O entrikaları önünden kaldırır, yok eder.
Akıl da açtığı yolların mahiyetinin hikmetini anlatır. Evamiri ilahinin hikmetlerini izaha çalışır. 
Neden haram vardır? Niçin helal vardır? Şu helalin hikmeti nedir? Bu haramdaki sır nedir? İşte akılda bunu anlatır. İzah edebildim mi? Yoksa kalkıp da seni Allah'a taşıyacak ilahi bir güç olmaktan çok uzaktır. Zaten o sahayı bilmez. O aklın ötesidir. “Aklın verası” denir buna.
Yani insanın din ile irtibat kurduğu hayat, Allah ile irtibat kurduğu hayat;  duygu dünyamızın ötelerindedir .İnsan o dünyaya akılla erişemez gidemez. Bu tespite göre çok akıllı olan insanlar veya desek ki; hayır akıl bu işi yapar, böyle bir tespit yapsak, çok akıllı olan insanların çok daha dindar olması ve bu noktada hakikaten doruk noktalara çıkması gerekir.
Ama gel gör ki; olayın uygulaması tamamen bunun tersi. Değil mi? Gönül dünyasına ehemmiyet veren insanlar çok daha dindar, çok daha faziletli ve de ahlaklı. Bilakis Onu inkâr eden ne kadar güçlü aklı olursa da olsun çok daha zelil ve mağdur oluyor. Anlatabildik mi? Kur'an'ın tabiriyle bizim anladığımız zekâ seviyesindeki muhakeme adet ve kuralına göre tarif edilen akla akıl demiyor. Ya; gönül kulvarında vahyin ışığı ve kontrolü murakabesi altında hakikate ram olmuş, teslim olmuş akla; zekâya, muhasebeye, murakabeye akıl diyor, akıllı diyor. Anlatabildik mi?
Aklı selim odur. Başta okuduğumuz ayet-i kerimedeinsanda Allah'tan olma bir cevher var. Ki bu ruh. Bu bir arayış içerisinde Rabb’ına giden yolu arıyor. Din de o yolu insanlara yani ruhun Allah'a giden ruh yolunu insanlara gösteriyor. Aklın ötesi bir olay. Oraya hiç müdahale edemiyor akıl. Akıl ise duyu organlarının hâkim olduğu sahada hükümrandır. Beş duyunun hâkim olduğu sahada söz sahibidir. Hâlbuki kalp kulvarı tamamen duyu ötesidir. Ruh Dünyası tamamen duyu ötesidir. Binaenaleyh sahaları farklı farklı olmakla birlikte, aklın buradaki fonksiyonu, o ruh dünyasının mahiyeti olan yaşayışın hikmetlerini güzelliklerini insanlık seviyesine indirip anlatmasıdır. Başka bir şey değildir.

Ruhun Arzu Ettiği Aşktır, Muhabbettir, Sevdadır

Din yolunda dikkat ederseniz teslimiyet vardır, akıl yolunda septisizm vardır, şüphecilik vardır. Akılda septik olmak hâkimdir. Ruhta teslimiyet hâkimdir. Neden? Ruhun hasleti nedir? Sevdadır, sevgidir, muhabbettir,dostluktur, ürpertidir, korkudur. Şimdi bütün bu ruh ihtiyacı olan bu kavramlara insanın ulaşabilmesi için teslimiyet dediğimiz hâl ile ancak insan o sevgiye o muhabbete ulaşabilir. Siz sevdiğinizden şüphe ettiğiniz zaman, o sevgiyi kaybedersiniz. Yani şüphe kabul etmez. O zaman bunun yerine neyi ikame ediyoruz? Teslimiyeti. Onun için İslam işte teslimiyet. Bazı felsefe mantığıyla işe bakan arkadaşlarımız işi akılla çözmek istediği için yani "bu işi teslimiyetten çıkartalım" demek suretiyle dinin hangi kulvarda insana yol gösterdiğinden habersiz olduğunu da ağzıyla itiraf etmiş oluyor, bilmeden.
Din tam bir teslimiyet yoludur.Niye? Ruh yoludur. Ruhun istediği arzu ettiği nedir? Aşktır, muhabbettir, sevdadır. Ona Rabb’ına vasıl olabilmek için o sevdayı sıkı bir şekilde yaşaması lazım. Düşün ki; Rabb’ından şüphe ettin. Yani 2 x 2 = 4'tür gibi bunu görmek istiyor. Akıl bunu ister. Yani akıl böyle. Akıl zaten ona bu yolla varamıyor. Aklı Allah ihata ediyor, kuşatıyor. Aklın bu diyardaki fonksiyonu derya içerisindeki balığın fonksiyonu gibidir. Balık, Derya-i Ehadiyet'te gezse, "nerededir bu su?" diye, su arar. Bilmez ki su içerisinde yüzüyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Şimdi onun için dinde teslimiyet esası var. O teslimiyetle insan neyi geliştirir? Muhabbetini, aşkını geliştirir. Teslimiyet, Onu tam manasında kul yapar. Hâlbuki tereddütler, şüpheler, kulluktan onu tecrit eder, uzaklaştırır. Cenab-ı Hak zaten bu hâli kabul etmiyor. Değil mi? Binaenaleyh dinde esas teslimiyettir.
Şimdi bu teslimiyette akıl bilakis kendi varlığını da idrak etme durumunda oluyor. Teslimiyetle insan kendisi için meçhul olanları öğrenmeye başlıyor. Yani ruh dünyasıyla, tabiri caizse Rabb’ına Mirac ediyor. Mirac Allah'a yükselme demektir. Kalp kulvarında insanın Rabb’ına yükselmesi, daha doğrusu Onun tecellilerine kalbin ermesi demektir.

İnsan Allah'a Ait Tecellileri Yaşadıkça İlmi Artar

Siz Cenab-ı Hakka yaklaştıkça vâsıl oldukça o tecellileri yaşadıkça ilminiz bilginiz artıyor. Bilginizin artması sadece ruh dünyanıza ait kalmıyor. Duygu dünyanıza da yani beş duyunuza da hâkim oluyor. Dolayısıyla aklınızda bundan istifade etmiş oluyor, aklınız da tekemmül etmiş oluyor. Anlatabildik mi? 
O zaman sizin o nazarla bakmanız, olayları daha farklı seyretmenize sebep oluyor. Bir misal vererek düşüncemi ortaya koymak istiyorum. Ayet-i kerimede Cenabı Hak (Al-i İmran 191) “Ellezineyezkurunallahe” Şimdi Allah, kurtulmuş insandan bahisle Allah'ı zikrederler diyor. Kurtulmuş insan. Nasıl? “Kıyamen” ayakta. Allah’ı zikreder. “Ve kuuden” Kade halinde “ve âlâcunubihim” ve yattıkları yerde. Şimdi dikkat ediniz; hemen ardından Cenab-ı Hak; “Ve yetefekkerunefi halkıssemavati vel ard” Şimdi aklın kulvarına, ibadetten sonra bak ibadetle insan, kalp kullarıyla ruh kulvarıyla tecellilere mazhar oluyor.
Allah'ı zikrederek “fezküruniezkürküm” (Bakara/ 152) Beni zikret Ben de seni zikredeyim. Bu kalp kulvarında. Şimdi bir tecelli oluyor insanın ruh dünyasına. "Beni zikredersen, ben de seni zikrederim." 
Zikirle, ibadetle, gerek ayakta, gerek rükû halinde, gerek secdede, gerek yatakta, gerek yürürken, genişletebiliriz bunu. Gerek otururken, Allah zikirle anmakla, kalp kullarından, ruh dünyamızdan Rabbimizden sinyaller alıyoruz. Ve bizim bütün duygu organlarımızı gözümüzü, kulağımızı, bu Nur-u İlahi ihata ediyor, kuşatıyor bizi. 
Akıl da bunun etkisinde kalarak, sen şimdi o etkide kalan, o tesirde kalan, o nur deryası içerisindeki tecellilere bulaşan akılla bütün âlemi düşünmeye başla. O zaman düşüncenin ufku çok daha farklı olur. İşte buna "tefekkür" diyor Cenab-ı Hak. O tecelliden uzak olan düşünmek tefekkür olmuyor. O vehim oluyor. Kuru kuruya akılcılık vehimdir. Onun için kuru kuruya akılcılık ile insanlar septik olmuştur. Yani şüpheci olmuştur. Bu manada aklın dinde yeri yoktur. 

Aklın Fonksiyonu Neyin Allah Olmadığını Anlamasıdır

Ama Cenab-ı Hakkı tesbihatla birlikte Onun nurunu yaşayan aklın dinde yeri vardır. O tefekküre kapısını açmıştır. Dolayısıyla o kulvardan Cenab-ı Hakka vuslata adım atmıştır, duygusuyla. Zaten ruhu gidiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Zaten akıl Allah'ı bilmez ki bulamaz ki! Aklın fonksiyonu, insan tabiatında neyin Allah olmadığını anlamasıdır. Anlatabildim mi? Neyin Allah olduğunu ancak kalp anlar. O bakımdan Kur’an ifadesi enteresandır.
Hep kalpten bahseder: (Bakara/7) “hatemallahu ala kulubihim”Allah Onların kalplerini mühürledi
“Ve âlâ sem’ihimve âlâebsarihim” işitmelerini ve görmelerini de kör etti. 
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bak dikkat ederseniz burada aklın yeri yok. Şimdi insan işitiyor, Akıl hükmedecek ne ile? Beş duyu ile beraber. Ama bunlar gerçek anlamda kapalı olursa akıl da doğru dürüst hükmetmesini beceremiyor, yapamıyor.
Mesela şu önümüzdeki su bardağının içerisine parmağınızı sokarsanız; baktığınız zaman parmağınızın şişkin ve de kırgın olduğunu göreceksiniz.
Ve bu deneyi yapalım: Mesela şurada bakın, baksana kırık ve şişkin. 
Evet, şimdi bunu gören göz. Niye? Gelen ışınların göz tarafından tam algılanmaması nedeniyle yanılma oluyor.Akıl gördüğüne hükmederse, akla şahitlik eden gözün yüzde yüz sağlam rapor vermesi lazım. Şu misalden da anlıyoruz ki; göz yüzde yüz sağlam rapor veremiyor. Hatta gözün maddi cisimleri görebilmesi;  "saniyenin 1/6'sı  kadar zamanı içerisinde elektromanyetik dalgası yapan cisimleri" görür. Mesela (1/1000) binde bir zamanı içerisinde elektromanyetik dalgası yapan cisimleri göz görmez. Mesela rüzgâr budur. Rüzgârı biz gözle gördüğümüz için var demiyoruz. Bir başka duyumuzla, bunu idrak ettiğimiz için var diyoruz.
Burada anlatmak istediğim olay şu: Yani duyu organları tam şahitlik yapamıyor, raporunu tam veremiyor. Artı sizin bir sesi algılayabilmeniz için en az 7 frekansa kadar sesin olması lazım.  Ama öyle ses var ki; 3 frekanslık bir ses. Kulağın bunu algılayamıyor, yok mu diyeceksin buna? Yok diyor işte akıl. 21.000 frekanslık bir sese de yok diyor. Onu da algılayamıyor. Niye? Kulak bu algılama tarzından mahrum. Şimdi akla şahitlik yapan, rapor hazırlayan diyelim deyim yerindeyse; göz olsun, kulak olsun, dil olsun, esasen maddeyi olduğu gibi röntgenini çekip de buraya nakledemiyor. Şimdi sen bu şahitlerle bu aklın %100 doğruyu hükmedeceğine inanarak yola çıkarsan; yolda çuvallarsın. Onun için batılı filozoflar, her zaman çuvallamıştır. Biri gelmiş bir meseleyi doğru olarak ortaya koymaya çalışmışlardır, öteki de gelmiş hayır böyle değil demiş. Onun doğrusu da onun inkârı olmuştur. Arkasından gelenin doğrusu, öncekinin inkârı. Anlatabiliyor muyum? Hâlbuki dinde böyle bir şey yoktur. Dine baktığınız zaman dinde "birbirini tamamlama vardır." 
Hz. Âdem ile başlayan dinle,Resûlullah’a gelene kadar aynıdır. Arada zerre kadar fark yok. İtikat esastır. Değişen nedir? Şartlardır. Şartlara göre şer-i kurallardır. Peygamberler şer-i kuralları taşırlar. Değişen bunlardır. Anlatabiliyor muyum? 

Akıl Nasıl Terbiye Edilir?

Aklın terbiyesi demek; hem onu bilgilendirmek, hem de -akıl hüküm verme makamı olduğu için, bir manada- gelen yani ona insanın iç tabiatında mevcut olan hayvani tarafı ıslah etmesiyle mümkündür. Siz hayvani tarafınızı ıslah edeceksiniz, ki; buna Ruh-i Hayvan denir. Ruhi Sultan'a teslim edeceksiniz bu tarafınızı. O zaman aklınızla gerçekleri doğruları bulmaya namzet olursunuz. Yani sizi o kapıya taşır. Aksi takdirde bu terbiyeden aklı mahrum bırakırsanız, çok akıllı insanlar katil olur, çok akıllı insanlar hırsız olur, çok akıllı insanlar zani olur, vesaire Vesaire. Ama çok akıllıdır, hakikaten zekâ seviyesi güçlüdür. Ama bu terbiyeden mahrumdur. Binanaleyh aklın da verimli hale gelebilmesi için o terbiye kulvarındaki  kuralları koyan dini akaide ihtiyacı vardır. Yani o dünyada aklın şartlanması gerekiyor.

Duygular Aklın İstikametini Belirler

Tabii, tabii. Şoför işte Ruhi Sultan. Senin müspet veya menfi duygundur. Aklı o istikametlere sevk eder. Vücut da karoserdir. Anlatabildim mi? Hangi duygu aklın başına geçerse, insan o istikamete gider. İyi duygular geçer, hayırlı işe gidersin; kötü duygular geçer, -şoför yani aklın iradesi başına- kötü işlere gidersin. Anlatabildim mi? Binanaleyh dini terbiye ile insanların iç tabiatında ki bu hasletleri belli bir noktaya kadar eğitmek, terbiye etmek de her insanın ayrıca bir mükellefiyetidir. Akıllı ve aklı başında insan olmamız için de böyle bir terbiyeye hepimizin tabi olması şarttır ve de zaruridir.

Cenab-ı Hakk Kalp Alemimize Tecelli Eder

Cenab-ı Hakkı idrak etme noktasında asıl, ruh yolunun ehemmiyeti var. Az evvel tecelli dediğimiz bir terimden, kelimeden bahsettik. İnsan Allah'a kulluk yaptıkça, ibadet yaptıkça ruh yoluyla Cenab-ı Hak kuluna tecelli eder, kalp âlemimize tecelli eder. Biz o tecelliler ile birlikte Allah'ı tanırız. Yani Allah bize fiillerinden tecelli eder kalbimize, fiillerini tanırız. İsimlerinden tecelli eder, isimlerini tanırız. Sıfatı barisinden tecelli eder, sıfatlarını tanırız. Bir başka ifadeyle Allah bize nasıl görünürse, biz Onu o şekilde tanırız. Zat-ı Baris'i ile tecelli ederse O şekilde onu tanırız. O kadar zengin ki Cenab-ı Vacibul Vücûd Hazretleri, Onu tanımak mümkün değil. Tanıyabildiğimiz kadarıyla da kalp kulvarında nasıl bize kendini tanıtırsa o şekilde (tanırız). Bu da ibadetle mümkündür. Bunun dışında hiçbir şeyle mümkün değildir. 
Cenab-ı Fahri Âlem Efendimiz “Yarabbi seni layıkıyle tanıyamadım” diye buyurmuş. Neden? Çünkü her gün Allah, Muhammed Mustafa'sına70.000 ayrı tecelli ile tecelli ediyor ve Resûlullah da 70.000 hicap geçiyor, perde. Yani 70.000 perdeden, Rabbini tanıyor. Bizim gibi kullarda hayatımızda 1-2 tecelliyi ancak kalp kulvarında görsek, ooo aklımız başımızdan çıkıyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Hz. Beyazıt'ın tanıdım demesi az tecelliye mazhar olmasından. Rabbi O şekilde kavranmasından. Allah budur zannediyor ki; daha farklı tecelli yoktur. Anlatabiliyor muyum? Halbuki her an bir oluşta, bir tecellide. Rahman suresinde 29. Ayeti kerime “külle yevmin hüve şeyin” her an bir oluştadır, her an Allah tecellidedir. Her an tecellide olan Allah'ı, sen ömründe birkaç defa ibadetle ancak tanıyabiliyorsun. Ve de o andaki tecelli ile O’nu tanıdığın için zannediyorsun bu O'dur. Beyazid de öyle zannetti.
Ama Hz. Fahri Âlem her an 70.000 hicab ile, tecelli ile Rabb’ını tanıdığı için "layıkıyle tanıyamadım" diye buyurdu. Olay budur .Burda anlatmak istediğim; eğer kul Allah'ı tanımak istiyorsa bilmek istiyorsa, Rabb’ını zikretmesi, O'na kul olması, kalp kulvarından O'na yürümeye gayret etmesi, samimiyetle karar vermesi ve teslim olması ile bu iş olur. Aksi takdirde dini teslimiyetin sınırları dışına taşarsanız hiçbir şeye giremezsiniz. Vesveselere boğulursunuz. 

 Allah bu kâinatta kendini gösteriyor

Huvelevvelu vel ahiruvezzahiru vel batin ve hüve bi külli şeyin alim” (Hadid/3)  Hz. Muhittin'in sahasına gireceğiz. Şimdi evvel O, son O, görünen O, görünmeyen O. Mademki O. Senin benim  gördüğüm ne? Değil mi?
Şimdi ayet-i kerimede her an bir oluş, bir tecelli. Fizikte maddeyi tarif ederken diyor ki; "elektronların nötron etrafında dönüşünden ibarettir," madde. Hızlı bir şekilde dönüyor. O boşluklar var gibi, dolu görülüyor. İşte o elektron dediğimiz şeyler “hüve fi şeyin’dir,” Allah'ın oluşudur, her an tecellisidir.
Hakikatını kavramak ise O tecellinin sahibi Rabb’ı görmek ve de bilmektir, Allah'ı tanımaktır. Onun için Hz. Ali Efendimiz ne buyuruyor ”Ben görmediğim Allah'a inanmam!” Allah Allah! Demek ki; Allah bu kâinatta kendini gösteriyor. 
“Görünen kendi zatıdır değil sanma ki gayrullah,
Salatullah Selamullah Aleyke Ya Resûlullah”
Yani her şeyde Cenab-ı Hak görülüyor. O işte Cenab-ı Hakkı görme hadisesidir,tanıma, bilme hadisesidir. Nereye bakarsan bak; Allah'ı göreceksin. Aleyhisselam Efendimizin dediği eşyayı kavramı hakikati, Hakkı bilme ve görme hakikatidir. Allah bize de nasip etsin diyelim.Âmin

Ruh Allah'ı Arıyor

Onu kulvarında doyurmak. Şimdi intihar etmesi arayış içinde bulunması çok tabii. Cenab-ı Hakk'tan gelme olan ruh Allah’ı arıyor. Nesini? Allah sevgisini arıyor. Allah korkusunu arıyor. Onun için sabretmiyor. Yani bütün yolların Allah'a çıkmasını istiyor. Sen şimdi o meşru yoldan Rabb’ına ruhu miraç ettirmiyorsun, bir başka ifade ile Rabb’ına yürütmüyorsun! Ama ihtiyacı O'na. Aç kalıyor, feryat ediyor. İşte intihara teşebbüsler, tamamen insanı helak eden bozuk yollar, vesair gibi haller; ruhun çırpınışıdır. İnsanın kendi özünü kendi kendini arayışıdır. O kulvara onu koymadıktan sonra bu arayış bitmez, mutlaka devam eder. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Siz bir otomobili çalıştırmak istiyorsanız ne ile çalışırsa; benzinle çalışan arabayı mazotla çalıştıramıyorsun. Mazotla çalışan arabayı benzinle çalıştıramıyorsun. Yani motorun ihtiyacı ne? Onu koyuyorsun. Şimdi bu yolda da ibadetler motoru çalıştıran benzin veya mazota benzer. Sıvıdır deyip su koysan, hava alırsın. Yerinde say marş marş, motoru bozarsın. İnsanın kalp motorunu, ruh otomobilini Hakk'a vasıl eden yakıt ibadettir. Bunu vermedin; O zaman farklı bir şey verdin. Motorun yanması, sekman bilmem atması, vesair gibi halleri beklemek, yani eşyanın tabiatı ile ilgili orantılı bir olaydır. Onun için günümüzün insanı İslam'a, dine dönmedikten sonra yanlışlara tapmaktan, bunalımdan buhrandan kurtulması hiç ama hiç mümkün değil.
Bu sadece bizim insanımız için değil, bütün insanlık için durum aynıdır. Zaten tarihe baktığımız zaman, insanlık tarihine baktığımız zaman; dini bütün toplumların huzur, saadet ve mutluluk içerisinde hayatlarını sürdürdüklerini; yok değil bunun tersini yaşayan toplumların ise kendi kendini helak edip yok ettiklerini görüyoruz. Nedeni, esprisi az evvel ifade ettiğim mevzudur diyebiliriz.

Alexis Carrel: İnsan Denen Meçhul

İslami mikyaslarla olaya bakmadığınız zaman, sizin de varacağınız netice Alex'in neticesidir, Alex’i Karel’in varacağı neticedir. Sizin için de insan meçhul olur. İnsan meçhul olursa, insanın mutluluğu da mümkün olmaz. O halde ona mükâfat veren kurum, demek ki; insanın mutluluğunun hangi noktada olduğunu bilmiyor. Kendisi altına imza atıyor. Meçhulse bu insan, bunun nasıl mutlu olacağını nereden biliyor? Bilemez mümkün değil. 
İnsan, malumdur. Ama o malumu Âlim, Arif bilir. Değil mi? “Men  arefe nefsehu fekada refe rabbehu” yani Rabb’ını tanıyan, nefsini, insanı tanır. Allah’ı tanımayan da insanı, nefsini tanıması hiç ama hiç mümkün değil. Allah’ı tanımadan insanı tanımaya gayret edersen o meçhul olur.
Onun için Alexis Carrel, kendi halini yazmış, doğru yazmış. Onu tasdik edenler de Onun gibi olduğunu tasdik etmişler. Bana göre de en büyük cehaleti, yanlışı ortaya koymuşlar. 
Bana göre insan malumdur. Hiçbir tarafı meçhul değildir. Neden ve niçin inanıyor, neden ve niçin inanmıyor? İnanan niçin mutludur, inanmayan neden bedbindir? Bana göre bunların tamamı malumat dâhilindedir.
Ve de bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar niyaz ederek, saygılarımızı sunalım, diyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir