info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Gençlik / 11 Mayıs 1993
12/08/2025 SOSYAL HAYAT 10

    Neler Okuyacaksınız

Gençlik, Ölümsüz Bir İnanca Sahip Olarak Hayatı Sonsuzlaştırmaktır

Esasen biz millet olarak hayatını hep genç yaşayan bir milletiz. Onun için de bizim kadar tarihte gençliği iyi bilen veya tanıyan tanımlayan ikinci bir millete zannedersem rastlanamamıştır. Gençlik bir insanın ölümsüz bir inanca sahip olması ve bu sonsuz hayatı da maddi hayatına nakşetmesidir. Fani âlemde bu hayatı, bu sonsuz âlemdeki hayatı yaşamasıdır, hayatını sonsuzlaştırmasıdır. Binaenaleyh bizim inancımızda ahiretten bahsedildiği zaman dünya hayatı ona bir geçiş kabul edilerek insan o hayat için hazırlanan bir varlık olarak karşımıza çıkar. Kısaca ölümsüz bir hayatı arzulayıp hayatına geçiren diye de tanımlayabiliriz. O bakımdan bizim 90 yaşındaki insanımız 20 yaşındaki kadar zinde ve delikanlıdır. Bu inançtan mahrum olan insanlar ise 20 yaşında da olsa pörsümüş gitmiş demektir. Gençlik kısaca böylece tarif edebiliriz.

Gençliğin En Büyük Problemi Baştankara Giden Bir Hürriyet Anlayışıdır

Şimdi efendim tabii bizim tespit ettiğimiz veya edebildiğimiz sorunların dışında gençliğimizin sorunu yok anlamına gelmez. Ancak bu program esnasında benim hatırıma gelecek olanları biz zikredebiliriz. Şimdi malumunuz bendeniz 1970'li yıllarda Trabzon Devlet Lisesinde öğretmenlik yaparken efendim 77'de ayrılmış idim. O tarihlerde tespit ettiğim bazı hususlar vardı. Açık konuşmak gerekirse şu anda Milli Eğitimimizin programının hangi mahiyette seyrettiğini de bilemiyorum. Ancak arkadaşlarımla yaptığım istişari mahiyetteki sohbetlerimde “pek fazla bir şeyin değişmediğini” bana ifade ettiler. Bu duruma göre söylenenler ve geçmişteki yaşadıklarımız bir realist, realite bir vaka, bir gerçekse, diyebilirim ki şu anda gençliğin en büyük problemi baştankara giden bir hürriyet anlayışıdır.
Şimdi hürriyet insanların hayatına devam edebilmesi için hava, su, güneş kadar muhtaç olduğu bir husustur. Ama bu öyle bir mukaddes varlıktır ki siz bunun dozunu ayarlayamazsanız o zaman hür kabul ettiğiniz insan kendi hakları önünde esir olup gider. Nefsani arzuları, istekleri önünde esir olup gider. İşte günümüzün gençliği bu esaretin pençesinde. Dolayısıyla bizdeki hürriyet anlayışı gündeme getirilmesi lazım. Bizim hürriyet anlayışımız ile Batı’daki hürriyet anlayışı tamamen farklıdır. Şimdi Batı’da insanların nefsani istek ve arzularını yerine getirebilmenin adına hürriyet denir. Hâlbuki bizim dünyamızda hürriyet ruh hâkimiyeti altındaki bedenin hakları anlamına gelir. Bu ne demektir? 
Şimdi insanların iç tabiatında iki ezeli güç var. Bu gücün bir tanesi insana daima şer tarafını, kötü tarafını gösterir. O tarafa insanı meylettirir. İnsan da o tarafta hayatını kesbeder, kazanır. Ve insanda hâkim olan güç ahlak- i zemime dediğimiz taraf olur. Böylece insan ahlak- i zemime istikametinde hayatın her neresine bakarsa baksın, onu mubah kabul eder. Yani onda bir sınırlama yoktur. Bu sonsuz hürriyet anlayışı dediğimiz hürriyette insan kendi istek ve duygularının esiri olmuş oluyor, bir yere varamıyor. Bu istekler tatmin olunmadığı için de mümkün müdür ki sen insanın iç tabiatındaki bu istekleri efendim tatmin edebilesin. Bunu tatmin edemediğin için de sonsuz bir arayış içerisinde insan hayatını arayışla devam ediyor ve böylece kıvranıp gidiyor. Yani bu arayış çok ciddi bir şekilde devam ederken insanı çok zamanda bunalımlara sevk ediyor. Nitekim günümüzde gençliğin efendim bu derece hür olmasına rağmen, bunalıma girmiş olmasının asıl nedeni aradığını bulamamış olmanın yorgunluğudur. Yani bir arayış içinde. 
Peki, bizim geleneklerimizde, bizim örfümüzde, bizim âdetimizde durum nedir? diye sorulursa deriz ki: bizim örfümüz adetimizde bu insanın kendi iç tabiatında kendisine hâkim olacak olan ahlak-ı hamide ona doğruyu, güzeli, hayrı gösterir; onu talep eder, onu ister. Yani kısaca kul olduğunu insan bilir. Kul olduğunu bilince de kendisini yaratanı özler. Tasavvuf ‘ta “vuslat” diye bir terim vardır, tabir vardır. Hakka vuslat etmek ister, geldiği Rabbine kavuşmak ister. “Biz Allah'tan geldik ona döneceğiz.” (Bakara Suresi, 156.Ayet) Bu genç içinde, çocuk içinde, yaşlı içinde fark etmez, yaş itibariyle. Yani herkes Allah'a dönüş gayreti içerisindedir. Nitekim mukaddes kitabımızda, “Kalu İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” Cenâb-ı Hakk buyuruyor. “Allah'tan geldiğiniz ona döneceksiniz.” (Bakara Suresi, 156.Ayet) İstesek de istemesek de hepimizin varacağı huzur onun huzuru. Binaenaleyh ruh işte ölmeden ona kavuşmanın efendim provasını yapar. İnsan o tasarrufa, ruhun tasarrufuna girer de bu yolda hayatını yönlendirirse o insan dünyadayken aradığını bulur. Kalbi huzur içinde olur. Ondan sonra da bizim büyük ariflerin ifade buyurduğu gibi, “ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.” Yunus Emre'nin ifade buyurduğu gibi. Diğer bir hususta “ha ben, ha o.” Mevlana'nın ifadesinde kendini gösteren çok muazzam bir tabir, tarif diyelim. Kısaca insan kendisini yaratana vuslat eder. Kendini yaratana vuslat eden insan asıl manevi zevki alır, tadı alır. O tadın kendisidir bizde hürriyet. Anlatabiliyor muyum yani? O vuslat anındaki Cenâb-ı Hakk'ın tecellisinin insana verdiği huzur, vecd, iştirak, muhabbet, aşk bunun adıdır hürriyet. Yani biz hürriyet dediğimiz zaman bunu anlıyoruz. Yani bir sevdadır hürriyet. Batı bu sevdayı bilmez. 
Birincisi, kanaat-ı şahsiyem, bu anlamda biz hürriyet kavramını gençliğimize veremedik. Tamamen batı eğitimine dönük bir eğitimle işin üzerine gittiğimiz için gençliğimiz bundan mahrumdur. Ama hemen şunu ifade edeyim ki, gençliğimiz çok feraset ehli bir nesil. Zaten bizim neslimiz düşecek olduğu zaman milletimiz “ha düştü, düşüyor” dediğin zaman bir de bakıyorsun ki dimdik ayağa kalkıyor. O büyük millet olmanın vasfıdır işte. Bu vasıf bizde var elhamdülillah. Şimdi bizim gençlik ayağa kalkmıştır elhamdülillah. Yani Allah'a vuslat seferberliği içine girmiştir. Ben bunun yüzlercesini değil binlercesini artık tanıyorum. İstanbul'da, Ankara'da, Kayseri'de, Konya'da, Trabzon'da, kısaca Türkiye'de eğitim müesseselerimizde elhamdülillah yetişen neslimizin bu manada, bu anlamda yetiştiğini görüyoruz. Bu genç nedir? Milletine sahiptir. Bu genç nedir? Devletine sahiptir. Bu genç nedir? Vatanına sahiptir. Bu genç bayrağına sahiptir. Bu genç sancağına sahiptir. Bu genç iffetine, namusuna, hayâsına, anasına, babasına kısaca topyekûn bütün varlığına sahiptir. İşte ben bunu görür gibiyim elhamdülillah. Herhalde bir viraj noktasına geldik. 

Gençliğimize Tarih Şuurunu Aşılamak, Geleceğimizi İnşa Etmenin Temelidir

İkinci olarak da tarih şuurunu diyebilirim. Tarih bir milletin  hafızasıdır. Sen şimdi hafızası olmayan bir insanı düşün. Hafızası olmayan bir insandan dengeli bir hareket beklemen mümkün mü? Elbette değil. Ne yapacaktır? Sağa sola sarkacaktır. Şunu yapacaktır, bunu yapacaktır. Geçmişine bağlı olmayan, tarihi mirasından uzak yaşayan insan hafızası olmadığından birtakım tökezlemeler yapması çok tabidir. Binaenaleyh biz gençliğimizi tarihimize bağlayacak evsafta, gerek mekteplerimizde, gerek aile hayatımızda efendim yetiştirmemiz zaruridir, kanaatime göre de şarttır. Kısaca tarih hususunda şeyimiz var, noksanlarımız var. Eğitimimizde yine görebildiğim kadarıyla bu hususta ciddi boşluklarımız görülüyor. Bir tarih düşünün ki siz kendi milletinizi eleştiriyorsunuz tarih olarak. Deli İbrahim, Sarı Selim yani insanın kafasına öyle bir dünya geliyor ki “ya bu Osmanlı sanki manyak bir nesil.” Böyle bir mantıkla, bir mantaliteyle onu siz takdim ediyorsunuz. Bunu şimdi alan genç elbette ki nesline itimat edemez. Bu mantığı değiştireceğiz. 
Efendim geçmişteki ecdadımızın hataları, noksanları olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Beşer olup da hatası olmayana rastlamak mümkün mü? Elbette hayır. Ama mesele gençliği bir noktaya getirebilmek için geçmişimizin müzakeresini yaparken onlara kötü örnekleri değil, onları ıslah edecek, doruk noktaya, zirveye ulaştıracak güzel misalleri öğretmek lazım. Sen de Fatih Sultan Cennet Mekân gibi, Batı'nın efendime söyleyeyim enkazına yeni bir medeniyet getiren, Yavuz Sultan Selim gibi bütün İslam âlemini kendi büyüyesine bağlayan, ne bileyim, Kanuni gibi Avrupa'nın işlerine kadar bu milletin efendim hükümranlığını sürdüren, oraya kadar götüren, sayılmayacak misallerle dolu büyüklerimiz varken kalkıp birtakım aksaklıklardan, noksanlıklardan bahsetmenin anlamı ne? Şimdi siz isterseniz şu anda bende bin tane hatayı görürsünüz. Bakan göze bağlı. Ben de istersem sende bin tane hata görebilirim. Mesele hata mantığıyla olaya yaklaşmak değil. Mesele bütünleştirici bir anlayışla, kavrayışla hadiselere yaklaşmaktır. Onun için çok söylenir, ben de sohbetlerimde bunu misal olarak veririm. Demişler hükümdara ki “bu Mecnun deli oldu, dağa düştü.” O da hayret etmiş. “Acaba bu Mecnun'un sevdiği hanım, kız nasıl bir güzel ki bunu deli eyledi?” Yani adam, padişah adeta kıskandı. “Hele bunu ben bir göreyim” dedi. Getirdiler Leyla'yı huzura. Padişah baktı ki, aman aman Leyla denilen kızcağız kapkara bir kız. “Yahu Mecnun” dedi, “deli olacaktın, dağa düşecektin de bunun güzelini sevseydin bari.” “Ah hükümdarım, ona sen benim gözümle bakabilsen.” Bütün mesele o halde bizim ecdadımıza bir Mecnun nazarıyla bakmaktır. Bunu baktığımız zaman ve biz tarihimizde yeni bir terim çıktı, çok hoşuma gitti. Tarihimizle barıştığımız ve de bütünleştiğimiz zaman bunun adı Osmanlı belki olmaz ama vallahi yeni dünya nizamını kurabilecek bir nesil olabilir diyorum. Kısaca tarih şuurunu vermek bu noksanımız. 


Gençliğimize İnancımızı Çok İyi Tanıtmamız Lazım

Diğer de malumunuz inançtır. Bugün gençli ğimizin belli kesimlerde yaşayanları “İnanayım mı?” “İnanmayayım mı?” artık noktasına gelmiştir. “Kabul edeyim mi?” “Etmeyeyim mi?” Ahiret varlığını hesaba katmadan yaşayan insanın huzur ve saadet anlayışı, yaşayışıyla katanın çünkü çok farklıdır. Yani birbirinden tamamen yüzlerce farklıdır. Bunu kendi yakınlarımızda da görüyoruz, uzaklarımızda da görüyoruz. E şimdi bizim inancımız değil bir milleti, bütün insanlığı doyurabilecek bir inançtır, bir kavramdır. Esasen bunun olmamasından biz mustarip değiliz. Unutulmuş olmasından mustaribiz. İşte bu bizi bize de geçmişte 3 kıtada hâkimiyetimizi Japon sınırlarından Viyana kapısına kadar hâkimiyetimizi teessüs ettiren inancımızı çok iyi tanıtmamız lazım gencimize. 
Sonra bizim inancımız her şeyin kaynağı yani ne ararsan, onda yaş ve kuru her şeyi bulman mümkün senin. Tarihte bakınız sıfırı bizim insanımız bulmuştur. Çevir ilmi bize aittir, coğrafya ilmi bize aittir, kimya ilmi bize aittir, fizik ilmi bize aittir, matematik ilmi bize aittir, tarih ilmi bize aittir. Yani bize ait olmayan ilim yoktur. Bütün bu temeller üzerine ilimler tekemmül etmiş, sonunda da batı teknolojiyle bu noktaya gelmiştir. Sen onun temelini kaldırıp attığın zaman dünyada medeniyet, sanat ve teknoloji diye bir şey kalmaz. Yani bizim örfümüz, âdetimiz ve dinimiz çok sağlam temeldir. Binaenaleyh bunu yaşamamız lazım. Revan mıdır ki insanlığa bizi daima ön planda gösteren bu inancı biz bir zamanlar 40 haramilerin dünyasında olduğu gibi gitmişler, mağaraya girmişler. “Açıl susam açıl” demeyi unutmuşlar orada ölüme mahsur kalıp gitmişler. Onun gibi bu muazzam hazine içerisinde ona dönmeyi unutalım da yok olup gidelim elbette ki hayır. Değil mi efendim? Kısaca inanç dünyamızı da sağlamlaştırmamız gerekir. Gençliğimiz buna ihtiyacı var. Hakikaten gençliğimiz çok istidatlı, ben gençliğimize çok güveniyorum. Gençliğe adeta samimi olarak konuşuyorum, sevdalıyım. Bu gençlik bizim her şeyimizdir. Onun için dikkat ederseniz yaşlılar da ağabeylerimiz çok muhteremdir ama gençliği her şeyin önünde tuttuğum için hep onlarla meşgulüm, gecem gündüzüm. Allah'a şükürler olsun ve bununla da ben iftihar ediyorum. Daha çok sayabiliriz ama kanaatime göre bu sohbet olduğu için bu kadar kâfi bu hususta bir konferans da verebiliriz Allah nasip ederse.

Benim Davam Gönüllerde Allah'ı İktidar Etme Davasıdır

Esasen bu benim davam değil, hepimizin davasıdır. Çünkü yeryüzünde insan denilen varlığı Cenâb-ı Hak kendisine halife olarak seçmiştir. Halife ne demektir? Temsilci demektir. Yani biz Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzündeki mümessiliyiz, temsilciyiz. Böyle bir ulvi makama gelen insan elbette ki; Yaratan varlığa çok yakın olması lazım. Allah'a giden yol da insanların kalbindedir. Yani biz Cenâb-ı Hakk'ı tabiatta bulamayız, denizlerde bulamayız, göklerde bulamayız. Nerede buluruz onu? İnsan kendi gönül dünyasında Allah'ı bulur. “Nitekim yere ve göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım”, buyurmuştur. Yine “ben insanların suretine bakmam, onların kalbine nazar ederim.” Dolayısıyla bizde öyle bir makam, öyle bir mekân var ki, bura tecelligah-i ilahidir. Allah oraya nazar ediyor, o da bizim kalbimiz. Şimdi o kalbi biz bütün fanilerden arındırır, sahibine kavuşturursak Allah o gönülde ne olur? İktidar olur. Benim âcizane anlatmak istediğim asıl devlet budur. Her insan bir Müslüman Allah'ı kendi iç dünyasında, iç tabiatında iktidar edecek. Ben de iman devlet başkanıdır. İnsan sabır bakanlığı kuracak, tevekkül bakanlığı kuracak, tefekkür bakanlığı kuracak, tezekkür bakanlığı kuracak, kulluk bakanlığı. Şimdi sen böyle bir devlet düşün. Devleti kuran irade işte bu olursa, o devlet de hakka râm olur, hakka kul olur. Bizim tarihimiz bu misallerle doludur. Binaenaleyh hepimizin de olması gereken budur. Bu ferdimiz kaybettiğimiz zaman efendim dış tabiatımızda İslam var gibi görülse de, iç tabiatımızda olmadığı için çok enteresan manzaralara rastlarız ve rastlıyoruz. Nedendir? Belki dış dünyamızda birtakım şekiller var, emirler var ama iç tabiatımızda böyle bir dünya olmadığı için efendim bu hakikatleri bulup yaşayamıyoruz. 

Tataristan ve Kazakistan’dan Gelen Gençlerimize Dinlerini Sevgiyle Öğrettik, Gönüllerini Kazandık

Şimdi efendim biz milletimizi seviyoruz derken onu sözle bırakırsak ayeti kerimede Cenâb-ı Vacibü' l Vücud Hazretleri, “lime tekûlûne mâ lâ tef’alûn” “Yapmayacağınız şeyi niye söylüyorsunuz?” buyuruyor. (Saf Suresi, 2. Ayet) Ben milletimi seviyorsam bence Kafkaslardaki dostlarımı kardeşlerimi düşünmeliyim. İşte cihat oradaki insanı düşünmektir. İmkânım olursa her yıl o beldelere gidip o kapılar bize açıldı, efendim gerek Tataristan gerek Kazakistan yani Türk illerine gidip oradaki kardeşlerimiz de gönül gönüle iç içe beraber olmak dertlerini dinlemek faydalı olabileceğimiz nispette yardım etmektir. Bunu yapmaya kararlıyım azimliyim, Allah lütfeder inşallah ve bunun adına ben “cihat” diyorum. Şimdi efendim bu mantıkla bu anlayışla biz Aydınlar Ocağı Riyasetinde 1991 olması lazım belki yanlış olabilir, ya 90 veya 91 olabilir. Bir gezi organize edilmiş idi Sayın Nevzat Yalçıntaş Hoca efendim kafile başkanımız idi. Tataristan'a gittik. Profesör Ferit Yusuf Bey ile beraber tanıştık. Kendilerine biz, “size yardım etmek istiyoruz, acaba nasıl yardım edebiliriz” dediğimizde bu esnada Sayın Ferit Bey'in evinde misafiriz. Dedi ki “Bizde her şey var. Hatırınıza gelmeyecek, hayalinize gelmeyecek nispette her şey var.” Ancak bir kızı var ki şu anda bizim yurdumuzda kalıyor çok iyi de yetiştirdik onu, yetişti. Bak dedi “bu çocuğum benim ne Allah'ı tanır, ne peygamberi tanır, ne örfünü, âdetini, geleneğini, milletini, iffetini hiçbir şeyini tanımaz. Ben istiyorum ki benim çocuklarım gibi burada çocuklarımız var, bunları size vereyim. Bunları ne verecekseniz verin, alın bunları Müslüman edin, adam edin, hakiki Türk edin.” Benim gözüm doldu. Sayın Nevzat Bey orada, “Ne yapalım? Ne yapabiliriz” deyince, “bizim vakfımız var” dedik hocam. İlmi araştırmalar vakfını kurduk, Allah razı olsun bu vakfı kuran kardeşlerimizden çok yardımlar oluyor. Fakire, fukaraya, arkadaşlara, yetişen öğrenciler, okutulanlar vesaireler… Çok geniş çapta da zannıma göre şu anda ilmi araştırmalar vakfının da Türkiye'de 150 yerde kurulduğunu Sayın Bektaş Bey bana bir sohbet de ifade ettiler. Zira bu şeyin başındadır. Kendisini tebrik ediyorum ayrıca bu programda ve dedi ki “biz vakfımız da okutabiliriz.” 
O zaman ilk talebelerimiz Tataristan'dan erkekli kızlı zannıma göre 55 tane olması lazım, geldiler. Hakikaten İstanbul'da o gün bir bayram havası yaşadık. Gerçi ben o anda orada yoktum, arkadaşların anlatmasından bilahare aynı havayı, aynı bayramı ben de yaşadım. Ankara'ya gelmişler, çok samimi konuşuyorum, çocukları görmek için buradan hemen gittim. Gençleri şeye çıkarmışlar, bir geziye çıkarmışlar. Nerede olduklarını öğrendim. Baktım ki gittikleri yerde futbol oynuyorlar. Bizde her ne kadar efendim kilomuz varsa geçmişte efendim bir şeyler yapıyorsak dedik “ya bunların arasına gidip futbol oynayalım” ve girdik. Baktılar yaşlı bir abi. Tanıştık, orada güzel bir hava oldu ve ondan sonra da önce Ankara'da, sonra da İstanbul'da… Ankara'da biliyorsunuz yurt, İstanbul'da da yurdumuz var. Bu yılın sonuna kadar meşgul olduk, yetiştirdik. Fevkalade bir noktaya geldiler. 
Bize geldikleri zaman samimiyetimle itiraf edeyim, çocukların hiçbirisi “Allah” demeyi bilmiyordu. Şu anda her biri İslam'ın şartlarını, imanın şartlarını, namazı, orucu, haccı, zekâtı… Fevkalade bir şekilde biliyorlar. Zarûrât-I Dîniyye’de olan malumatı, bilgiyi hem de öyle sevdalı bir şekilde, zorla değil. İlahiler, kasideler, naatlar, Kur'an-ı Kerimler hayret edersin. Ee Ferit Yusuf önce dedi ki, “ya bunlara fazla veriyorsunuz, bunları alamazlar.” Dedim “ya hoca bırak Allah aşkına ben de eğitimden geliyorum, ben de eğiticiyim. Bunları kendi haline bırakalım, ne alırsa… ” Antrparantez lisede ben hocayım. Lisede şey Sure-i Yasin'i verdim. Efendim öncelikle öğrenciler gidip velilerine söylediler. O zaman Yunus Avcı okul müdürü çağırdı beni. “Ya hoca” dedi, “sen” dedi, “programda olmayan efendim şeyleri veriyorsun, sureleri veriyorsun.” Dedim “program neymiş?” “Namaz sureleri” dedi. “Sen” dedi, “namaz suresi olmayan sureleri veriyorsun.” Dedim “ya Yunus” dedim, “kim sana söyledi ki Sure-i Yasin namaz suresi değildir.” “Onu da namaz suresi olarak veriyoruz.” Kısaca lisede de okuttuğumda çok samimi konuşuyorum, 9 numaradan aşağıya benden öğrenciler not almıyordu. Hep 10-9 alıyordu ve aşk ile ezberleyerek efendim, bir insanın kendi iç tabiatında bu aşk vardır. Yani sen ona bir şey vermiyorsun. Sadece o külleri açıyorsun, o ortaya çıkıyor. 
Efendim rahmetli felsefeci Fahri Bey'in kızı benim öğrencimdi. Benden bir defa 9 aldığı vaki değildi, hep 10 alırdı. Böyle, hem de nasıl? O kadar mükemmel. Fevkalade Kur'an okur, mükemmel bir şekilde namazını kılardı. Hatta bir ara onu ben kız öğrencilerime imam yapmıştım. Altta mescidimiz vardı namaz… Şunu demek için epey genişlettim. İnsanların iç tabiatında zaten Allah inancı insanlar da fıtridir. Yani biz onu sonradan ona vermiyoruz ancak biz sonradan önünü açıyoruz. Bu baptan olmak üzere işte o gelen öğrencilerimiz de hakikaten çok sonra seçilmiş ailelerin çocukları bunlar, fevkalade bir eğitim, kültür alarak yetiştiler. 
Ferit Bey şimdi bana diyor, “Allah senden razı olsun, meğer sen çok haklıymışsın.” “Ben de” diyor, “burada bir iki ay kalıp da bu nakil öğrenmek istiyorum.” Dedim “baş üstüne sizi de yetiştiririz inşallah.” Şimdi bu böyle, Tataristan'dan gelenler efendim Kazakistan'dan gelen çocuklarımız sadece kız öğrencilerimiz, onları da üniversitede tıp fakültesinde efendim edebiyat fakültesinde, zannıma göre hukuk fakültesinde okuyan öğrencilerimiz var. Bunlar çok güzel kendilerini yetiştirmişler, hatta bazıları imam hatip menşeli. Bu bazı efendim kadın öğretmenler de bulduk, onlara tahsis ettik. Onlar da fevkalade yetiştiler. Zannıma göre onlar da eğitimini tamamlamış olmaları lazım. Kısaca tamamı şu ana kadar 100 civarında olması gerekiyor benim bildiğim kadarıyla. Bu hususta bu başka hatırıma bir şey gelmiyor. Bu gençlik konusunu hakikaten problemleri ve çözümü diye bir program olarak, bir konferans olarak düzenleyelim. O konferansta bunlara tamamıyla girmiş olalım. Şu anda buna girersek madde madde isimlerini saysak vakitte geçti insanımız da yorulmasın. Ben bir konferans sözü vereyim, hem de burada. Yine stüdyonuzda, stüdyomuzda bu konferansı vereyim. Dinleyenler de fevkalade bir şekilde istifade etsinler diyorum.
 

Yerel Mülki Amirlere Bir Gençlik Programı Hazırlatarak Yürütmelerini Teklif Ediyorum 

Ben hemen şunu itiraf edeyim Trabzon kazalarıyla birlikte çok ciddi mülki amirlere sahip şu anda. Sayın valiyi uzaktan takip ediyorum. Hakikaten kendisini tebrik ederim. Şöyle ki insanımızın sosyal, sınai, iktisadi konularına fevkalade eğilen bir çalışma tarzı var. Sonra insanlarla iç içe onlarla bütünleşmek isteyen sanayi dalında da memlekete hizmet yapmayı kendisine vazife kabul eden bir anlayış insanı. Ben şunu yapsınlar bunu yapsınlar demeyeceğim. Ancak zatı hallerinize şunu diyeceğim. Bu konuda Mesaj TV olarak sayın vali beyi ziyaret edip de kendisine bu vadide bir gençlik çalışması yapılmasını teklif ederseniz programını onlar bir efendim komiteye hazırlatıp güzel bir çalışmaya gireceklerini inanıyorum. Ve bu konuyu da hatırlatmanız babından da müteşekkir kalacaklarına inanıyorum. Ben zatı halleriyle vicahi olarak görüşmedim. Ancak tanıdığım bir şahsiyet olarak çalışkan bir insan. Akçaabat Kaymakamı da keza öyle dürüst şahsiyetli, çok sağlam biri, sanat ve edebiyat dalında çok güçlü olduğunu gördüm. Onun da bu hususta katkıları olacağı muhakkaktır. Ben mülki amirlerden “şunu bekliyorum” demek yerine, “onların kendi yapacakları programı bir efendim ekibe hazırlatmalarını ve de ona göre bir gençlik programı yürütmelerini kendilerine teklif etmenizde fayda vardır” diyorum. 


Gençliğe Mesaj Şiiri 

Madem bu gece gençliğe tahsis edildi, ona yazdığımız şiirimizi okuyalım. 


Gençliğe mesaj


“Gel ey zamandan üstün makamları aşan genç. 
Cennet senin mekânın, Hak yolunda koşan genç. 
Büyük tarih dirilsin senin varlık ülkende. 
Kaybolsun gitsin zaman ebediyen gölgende. 

Zaman, mekân seninle hakikate gömülsün. 
Tarihine sahip çık, ağlayan yüzler gülsün. 
Yokluğa mahkûm etti Allah seni zatında. 
Ezeli ahidleşme yapmıştı ya katında. 
Hak davanı içinde ta ezelden berisin. 
Sevda senin gönlünde köpük köpük büyüsün. 

Bütün insanlık sende medeniyeti bulur. 
Sendeki asalete insanlık hayran olur. 
Aşk sende, sabır sende kâmil kul olmak için. 
Ölüm sana vuslattır hakka kavuşmak için. 

Ezeli ayrılıktan sadık gönlün kanasın. 
Peygamberin müjdesi mübarek bir anasın. 
Ayağını öpecek cennetlik olmak için. 
Bir tarih dirilecek seni doğurmak için.” 

Şiir malum epeyce fazla bu kadarını okuyabiliyorum.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir