info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İftar Sohbetleri – Hilafet
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 114

    Neler Okuyacaksınız

“Bugün Size Dininizi Tamamladım, Din Olarak Da İslam’ı Seçtim” Ayet-i Kerimesi Gadir-i Hum’da İrad Edilmiştir

Cenab-ı Peygamber Efendimiz’in biliyorsunuz hac niyetiyle Mekke-i Mükerreme'ye gidişi, şecere-tu rıdvân ağacı altında müşriklerle beraber anlaşması, ondan sonra da aynı yerde sahabenin Cenab-ı Peygamber Efendimiz’e biat etmesi; o yıl haccın menâsikini eda ardından Veda Haccı dediğimiz -zaten Rasulullah'ın bir tek haccı olmuştur. O da Veda Haccı adıyla anılan, -ünvanı ile alınan hactır- haccını eda ediyor. Haccını eda ettikten sonra Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz, işte Mekke-i Mükerreme’den ayrılışında ala-rivayet Gadir-i Hum denilen yere geliyor ve sahabesini orada topluyor. Bir rivayete göre, Sünni kaynaklara göre “Bugün size dininizi tamamladım, din olarak da İslam’ı seçtim” Ayet-i Kerimesi Arafat'ta indiği beyan edilir. Ama Ehl-i Beyt kaynaklarına göre bu Gadir-i Hum denilen yerde Ayet-i Kerime indiği beyan edilir.  
Ben yaptığım araştırmalarda benim yaptığım araştırmalardaki Sünni kaynakları ben esas alarak o zaman düşüncelerimi beyan etmiştim ama yaptığım araştırmalarda gördüm ki bu Ayet-i Kerime, Gadir-i Hum’da nazil oldu; yani “Bugün size dininizi ben tamamladım, din olarak da İslam'ı seçtim”. Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz sahabesini topluyor, burada bu işin üzerinde bir hutbe irad ediyor. Peygamberliğinin risaletinin sona ermesini ilan edecek, kendinden sonra gelen insanı nasb ederek bütün sahabesine tanıtacak işe sıra geliyor. Topluyor sahabesini, o 124.000 sahabeye orada efendime söyleyeyim Gadir-i Hum Hutbesi denilen hutbesini irad ediyor. Bu hutbenin 6 ayrı yerinde; kimi yerine nasb ettiğini, onların imamı kim olduğunu açık ve net olarak beyan ediyor, belirtiyor. 
Efendim işte bundan dolayı biz diyoruz ki; hilafet, Cenab-ı Peygamber’in nasb etmesiyle beraber tayin edilmiştir ve hilafet onun için de dini bir kurumdur. Yani, bir meselenin dini olabilmesi için ne olması lazım? Kur'an'ın ve Hz. Fahri Alem Efendimiz’in beyanlarıyla olması lazım, emirleriyle olması lazım veya nehyettiği şey olması lazım; bunun haramdır, bunun helaldir denilebilmesi için. İşte Gadir-i Hum’da  Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Efendimiz’i yerine nasb ediyor. 

Gadir-i Hum’da  Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Efendimiz’i Yerine Nasb Ediyor 

Dilerseniz hutbenin ben 6 ayrı yerindeki beyanları burada Türkçe olarak ifade edeyim. 
1. “Ali bin Ebu Talip benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonraki halifemdir”, çok net. Hiçbir şey yok. Burada çok enteresan bir şey var; bunları okuyunca inşallah bana sorarsanız. Hz. Ömer'in enteresan bir yaklaşımı var. 
2. “Allah Rasulü'nün halifesi odur”. Kim buyuruyor? Peygamberimiz. “Müminlerin emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı da odur”.  Hani ‘velayet yolunun sahibi’ diyoruz ya, işte Hz. Fahri Alem diyor ki “Benim risaletimin benden sonraki halifesi Ali'dir. Aynı zamanda hidayet imamı, irşad makamının sahibi de odur”. Net burada. Anlatabildim mi? Hiç böyle kıvırma yok, gizleme yok. 
3. “Ey insanlar, bu Ali'dir. O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir”. Ümmetim arasında deme iman etmeyen de olacak. Bu, yani ümmet görünecek ama iman etmeyecek. “İman edenler üzerindeki halifem Ali’dir” diyor. 
Bir başka Hadis-i Şerif’te “Ey insanlar, ben hilafet emirini kıyamet gününe kadar”, yani orada 10 sene, 20 sene için değil “kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum”. Bu kadar net. Onun için, yani “Hz. Ali'den sonra halife kimdir?” sorusunun cevabını bu hadisle arayacağız. Ha filan filandır. Eğer o filan filan halife ise, peygamber dediği halife değil. Anlaşıldı mı? Niye? Hz. Fahri Alem Efendimiz “Ey insanlar, ben hilafet emirini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum”. Bu senin, benim hakkım değil.
5. “Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır”. Yani burada Hz. Fahri Alem Efendimiz enteresan bir nükteyi…  “Bu benim görüşüm değil, Allah'a aittir bir…”.
Bir başka hadiste “Benden sonra Ali, Allah'ın emri ile sizin veliniz ve imanınızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar onun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır” bitti. Onun için biz ne diyoruz? 12 imam var, 12 halife; hak olan bunlardır. Ha efendim “Filancı filancı şöyle dedi”. Onlar bizi bağlamaz. Bizi bağlayan, budur. Peki bu Hadis-i Şerif’i ehl-i sünnet ulemasından da rivayet edenler var mı? Elcevap, tam 220 tane İslam alimi bu Hadis-i Şerif’i eserlerinde beyan etmişler, ifade etmişlerdir. Bunun hiçbir gizli tarafı yoktur ve bu Hadis-i Şerif, mütevatirdir. Öyle sahih filan değil. Sahih çok güçlü bir hadistir ama zayıf, sahih, mütevatir. Hadislerin en güçlüsü de mütevatirdir ve Hadis-i Şerif, mütevatir bir Hadis-i Şerif’tir. 

Cenab-ı Peygamber Efendimiz, İmam-ı Ali'nin Dışında Hiç Kimseyi Bu Makama Layık Görmemiştir

Cenab-ı Peygamber Efendimiz, İmam-ı Ali'nin dışında hiç kimseyi bu makama layık görmemiştir. Kesin. Yani onu nasb etti, masp etti değil; layık görmedi. Zaten onun dışında bu rütbeye, bunu yapabilecek evsafa mümkün değil insanların çıkması. 
Bu konuda Hz. Fatıma anamızın, bizzat İmam-ı Ali Efendimiz’in de beyanları vardır; hilafetin ellerinden alınmasına ve de ortaya koydukları tepki bakımından. Bazıları diyor ki “E güzel ama, Hz. Ali niye tepkisini koymadı, Hz. Fatıma niye tepkisini koymadı?”. Şimdi gerek Hz. Fatıma gerekse İmam-ı Ali, en ciddi tepkiyi koydu ama duyan olmadı. Burada enteresan bir şey daha var. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, İmam-ı Ali'yi halife olarak tayin ettiği gün, nasb ettiği gün ilk onu kutlayanlardan birisi de Hz. Ömer'ül Faruk Efendimiz’dir. ‘Bahin bahin, ya ebel Hasan’, “Helal olsun sana” diyor “Kutlu olsun, mutlu olsun”. Hasan'ın babası, Araplarda adettir… “Sen bizim emirimiz oldun, halifemiz oldun” bunu, artı, Hz. Ebubekir Efendimiz de kabul ediyor. Bilahare, olan olaylardan ben bir şey anlamadım.

İmam-ı Ali ve Hz. Fatıma Hilafet Konusunda Çok Ciddi Tavır Belirlemiş ve Onların Hilafet Hakkı Olmadığını Beyan Etmiştir

Ben burada Hz. Ali ile ilgili bir şey var; unutabiliriz diye, ondan şey edeyim.  “Beni üzen, halkın biat etmek için falancanın etrafında toplanmasıydı” Hz. Ali diyor “Elimi çektim, ta ki gözlerimle gördüm. Bir grup İslam'dan çıkmış, çok enteresan; Hz. Muhammed'in dinini yok etmek istiyorlardı. Eğer İslam ve ehline yardım etmeseydim, İslam'ın parçalanıp yok olmasına tanık olmaktan korkmuştum. Yani ben elimi çekmeseydim, İslam parçalanacaktı; ondan korktum. Bunun acısı, benim için halifelik ve hükümetten mahrum olmaktan daha büyüktü.” Bu benim hakkım, bana ait. Ama ben elimi uzatsaydım, darmadağın olacaktı. Bak, İslam’ı düşünüyor “Onun için elimi çektim” diyor. “Çünkü birkaç günlük dünya karıdır ki; son bulacaktır. Ama ben bu gelişmelere karşı ayaklandım. Savaşta batıl, ortadan kalkıp yok oldu; din, ayakta kalıp sağlamlaştı” diyor. Kim diyor bunu? Hz. Ali Efendimiz. 
Peki Hz. Fatıma anamız ne diyor? “Başkasının devesini damgaladınız. Başkasının devesini damgaladınız. Sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz. Onu sizin olmayan bir çeşmenin başına getirdiniz. Ahdinizden” söz verdiler de nerede? “Gadir-i Hum günündeki biatınızdan uzun bir zaman geçmemişti, verdiğiniz sözden döndünüz. Yazıklar olsun onlara. Onu, yani hilafeti; risalet kökünden, merkezinden, nübüvvet ve delalet temelinden ruh’ul emminin, Cebrail'in indiği evden, din ve dünya işlerinde alim olanın elinden çıkardılar. Bilin ki bu, büyük bir apaçık hüsrandır”. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, gerek İmam-ı Ali gerekse Hz. Fatıma bu konuda çok ciddi tavır belirlemiştir ve de onların hilafet hakkı olmadığını beyan etmiştir, diyebiliriz efendim. 

Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Dışındaki Sahabelerin Tümüne Hadis Yazmayı Yasakladı

Bu, bu husus da çok mühim. Böyle karşılaşıyoruz “Efendim, siz diyorsunuz ama peki Ehl-i Beyt dediğiniz Şia'nın hadislerinde kaynak yok, ravi silsilesi yok. Böyle bir şey olabilir mi?”. Şimdi bu çok enteresan bir olay. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, Hz. Ali dışında diğer sahabelerin tamamına hadis yazmasını yasakladı, bütününe “Benden bir şey yazmayın”. Peygamberimiz buyuruyor “Benden Kur'an'ın dışında bir şey yazan, onu yok etsin” buyurmuştur. Zeyid bin Sabit “Rasulullah, bizi hadislerini yazmaktan alıkoydu ve bizim yazdığımız hadisleri yok etti” diye aktarıyor. 
Ehl-i Beyt mektebinde ilk defa hadisi yazan Cenab-ı Peygamberimiz’in damadı İmam-ı Ali Efendimiz’dir. Ahmet bin Hanbel, Ali'den İmam-ı Muhammed bin Bakır kanalı ile babalarından şöyle rivayet ediyorlar “Sana söylediklerimi ya Ali yaz. Yani, ben sana ne diyorsam bunların tamamını yaz”. “Ya Rasulullah, unutmamdan mı endişe ediyorsunuz?”. Rasulullah “Hayır, unutmadan endişe etmiyorum. Çünkü ben Allah'tan senin hafızanın güçlenmesi ve senin unutmamanı istedim. Bunları, ortakların için yaz” buyurdu.  Bunun üzerine Ali “Ortaklarım kimlerdir ya Rasulullah?” Peygamber Aleyhisselam “Ortakların, senin evlatlarından olan imamlardır”. İşte bunun üzerine İmam-ı Ali Efendimiz, Cenab-ı Peygamber Efendimiz’den ne duymuşsa bunları kaleme alıyor. Cifir, Cami, Kur'an Tefsiri diye 3 tane eser yazıyor. Bunlarda on binlerce Hadis-i Şerif var. 

Hz. Ali’nin Rıhletinden Sonra Hadisler Kutsal Emanet Olarak Saklanıp Yeni Halifeye Teslim Edilmiştir 

Bu hadisler, Hz. Ali Efendimiz’in ahirete rıhletinden sonra kutsal emanet olarak… Bir de bunların içinde Hz. Fatıma'nın Mushaf’ı var. İlham yoluyla Cenab-ı Peygamber Efendimiz’den, ondan sonra ilham edilen o güzel bilgileri İmam-ı Ali’ye yazdırıyor. Hz. Fatıma'nın Mushaf’ı diye anılan kitap da, o mukaddes emanetler arasında oluyor. Böylece mukaddes emanetler bir Cifir, Cami, Hz. Ali'nin Mushaf’ı, Hz. Fatıma’nın Mushaf’ı olmak üzere 4 tane eserdir. Bir sanduka içerisinde bunlar Hz. Hasan’a İmam-ı Ali'den sonra teslim ediliyor. Hz. Hasan, bir mesele önüne geldiği zaman bu sandukayı açıyor, sandukadan cevap veriyor. Hz. Hüseyin'e ölümünden sonra bunlar teslim ediliyor. Hz. Hüseyin, bir mesele geldiği zaman onlardan cevap veriyor. Hz. Hüseyin'den sonra İmam-ı Zeynel Abidin. 
Şimdi İmam-ı Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, İmam-ı Cafer-us Sadık… Müteselsilen 12 İmam; hep o sandukadan, gelen bütün sorulara cevap veriyorlar. Şimdi, arada bir ravi yok; sandıktan çıkan neticeler var, şey bilgiler var. Açılıyor, hadislere göre hükümler veriliyor. Binaenaleyh birinden duymuş, nakletmiş değiller ki raviye ihtiyacı olsun. Anlatabildim mi? Yani işin özü budur. Tabii en son İmam-ı Mut'taki, İmam-ı Naki, Hasan’ül Asker ve Muhammed Mehdi… Mukaddes emanetlerin Hasan'ül Asker’de kaldığı benim görebildiğim kadarıyla. Yani, bu saydığım kaynakların onda kaldığı.
Ancak Sünni dünyasının bu konuda bana göre çok kayıtsız davrandığı ve burada çok ciddi bir mesuliyet sahibi oldukları inancındayım. Neden? Mesela halifeler geliyor bu kaynaklardan, bu hadisleri öğrenmek yerine, tedvin etmek yerine ne yapıyorlar? Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’den, hicretinden 200 sene sonra hadisleri tedvin ediyorlar. Şimdi 200 yıl sonra tedvin edilen hadisler, elbette ki ravisi hadis olacak. Kim dedi, kim etti, kimden kime nakledildi? Bunlara, bu şartların gelmesi çok tabidir ve de olması gereklidir. Ama burası Ehl-i Beyt’teyse, olması abestir. Sandukanın içinde açıyorsun, okuyorsun. Anlatabildim mi? Olay bundan ibaret efendim.

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer İçinden Çıkamadıkları Konuları Hz. Ali’ye Sorarak Müşkülatlarını Hallederlerdi

Gerek Hz. Ebubekir Efendimiz gerekse Hz. Ömer Efendilerimiz Hadis-i Şerifleri yazdırmadılar, yok ettiler. Hz. Ebubekir emretti, yok etti. Hz. Ömer emretti, yaktırdı. Yani her ikisi de hadislerle amel etmediler. Ancak Kur'an'dan içinden çıkamadıkları meseleleri, İmam-ı Ali'ye gelerek sordular; Hz. Ali de hadislere bakarak onlara cevap verdi. Hz. Ömer diyor ki “Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olacaktı”. İşin açığı da bu. Gerek Hz. Ebubekir gerekse Hz. Ömer, içinden çıkamadıkları konuları Hz. Ali'ye sorarak cevap alırlar ve müşkülatlarını hallederlerdi. Olayın aslı bu efendim. 

İmam Buhari 200 Sene Sonra Hz. Peygamber’den Hadisleri Tedvin Etmeye Başlıyor

Şimdi efendim biliyorsunuz bizim en meşhur hadis ilminde 6 Kütüb-ü Sitte dediğimiz kitaplar var. İmam-ı Buhari var, Müslüm var, İbn-i Maci var, Ebu Davud var, Nesahi var, Tirmizi var; bunların eserleri var.  Şimdi bunlara baktığımız zaman az evvel de söyledim, Cenab-ı Peygamber Efendimiz’den hicretinden tam 200 yıl sonra tedvin edilen hadisler bunlar. Buhari, Hicri 256’da ölüyor, 194’te doğuyor. Yani 20 yaşından sonra tedvinine başladığını kabul edersen, hemen hemen 200 sene sonra Hz. Peygamber’den hadisleri tedvin etmeye başlıyor. Kim? En güçlü kaynak sahibi İmam-ı Buhari. Değil mi? 2. Müslüm. Bu da en güçlü kaynaktır. Bu da Hicri 204-261. Buna da 20 ilave edersen; bu, 220 sene sonra hadisleri tedvin etmeye başlıyor, yani 20 yaş koyarak. Herhalde kundakta bu işe başlamadılar. 20 yaşından sonra tedvin ettiğini kabul edersek, en az 220 sene sonra Hadis-i Şerifleri tedvin etmeye başladı. Kim? Ebu Müslim. Değil mi? İmam-ı Müslüm. Yani Buhari, İmam-ı Müslim 200 yıl sonra, en az 200 yıl sonra hadisleri tedvin ediyor. Ebu Davud, 202-275. O da Cenab-ı Peygamber’den 220 sene sonra hadisleri tedvin ediyor. Nesai, 215-303. Bununki 250'ye kadar da çıkabilir. Yani, 250 sene sonra hadisler tedvin ediliyor. Tirmizi, 209-279. O da gene 220 sene sonra hadisleri tedvin ediyor. 
Şimdi burada garip olan husus, Peygamberden’ bu kadar zaman sonra tedvin edilen hadislerde bir nakısı aramayan Sünni dünyası. Ehl-i Beyt'te ravi yoktur mantığını ve boş bir mantık, çürük bir mantık, septik bir mantık. Bunda niye ravi yok? Adama aptal derler, manyak seni. Sandık önünde; açıyorsun, okuyorsun. Şu anda benim önümde olsa, buna ravi gerekir mi? Bizzat Peygamber’in yazdığını, affedersin, Ali'nin yazdığını, İmam-ı Ali’nin yazdığını, Peygamber’in dediğini açıyor, okuyorum. Ravisi olur mu bu işin? Yok, konuşuyorum ben. Kesinlikle.Tabi, kaynak o, kaynaklar. Bizzat Peygamber’den duymuş, yazmış ve o sandıktan emanetler tevdi edilmiş, günümüze kadar gelmiş, diyebiliriz efendim. 

İşin Aslı Ehl-i Beyt Kaynaklarıdır

Şimdi esasen yine olayın iç yüzüne baktığımız zaman, gerek Sünni kaynaklarla gerekse Ehl-i Beyt kaynaklarında işin aslının Ehl-i Beyt kaynakları olduğunu görmemek körlüktür. Ben sana dahasını söyleyeyim; zaten Selçuklar, Büyük Selçuklar, Anadolu Selçukları hayatlarına baktığımız zaman tamamen Ehl-i Beyt yoluyla beraber İslam'ı yaşamış, bu kaynakları hayatına geçirmiş insanlardır. Daha düne kadar bizim Osmanlı Sarayı'nda Fars dili en edebi bir dildi, kültürü en mükemmel bir kültürdü, medeniyeti en mükemmel bir medeniyetti. Biz bunları cumhuriyet döneminden sonra unuttuk. Yanlış mı konuşuyorum? Değil mi? Binaenaleyh işin aslı orası, eğer işi ilmi boyutta mütalaa ediyorsak. Ama siyasi boyutta mütalaa ediyorsak; çalım atmak mümkün, yalan konuşmak mümkün, iftira etmek mümkün, nakısa göstermek mümkün. İşin aslı, Ehl-i Beyt kaynaklarıdır. Ama Ehl-i Beyt kaynaklarına da burada esasen bazı hükümlerin dışında, Sünni kaynaklar da pek uzak düşmemişlerdir. Ehl-i Beyt kaynakları tamamen takvaya dönük kuralları ihtiva eder; Sünni kaynakları genel, şer-i şerife uygun kaynakları içeren hükümler ihtiva ederler. 

Akaid Konularında Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Beyt Arasında İmamet Görüşü Dışında Bir Fark Yoktur

Şimdi burada, bizim imanın şartı nedir? Bildiğimiz Allah'ın varlığına inanmak, meleklerine inanmak, kitaplarına inanmak, peygamberlerine inanmak, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna yani kadere inanmak. Hayri ve şerri min Allahü Teala. Şimdi bu 6 esas.
Gelelim Şia’nın buradaki görüşüne. Şia’da bizden farklı olarak bir husus var. Şia imamları diyor ki “Bizim” diyor “tevhid; Allah'ın eşi ve benzeri olmadığına, tek olduğuna inanma”, aynı. “Nübüvvet; Allah'ın peygamberlerine inanmak. Naat; ölüme, ölümden sonra dirilmeye, ahiret gününe inanmak. Adalet; Allah-u Teala’nın adil olduğuna, tek yaratıcı olduğuna. Hayır Allah'tan”. Burada bir ayrılık var “Şer ise” diyor “kuldandır”. Evet, İnanmak. Bir de burada en mühim imanın şartı olan imamet vardır. Nasıl Cenab-ı Peygamber Efendimiz kendinden sonra Hz. Ali'yi nasb etmişse; Ehl-i Beyt akaidinde deher gelen, İmam-ı Ali’yi imam olarak kabul etmek mecburiyeti vardır. Mükelleftir, yani onun boynuna farz-ı ayindir; farz-ı kifaye değildir. Bu 6 esas. 
Şimdi ben şunu görüyorum, burada hiç kimsenin bu hakikatlere itiraz etmesi mümkün değil. Neden? Bu hakikatler kitap ve sünnet yoluyla gelen hakikatlerdir. Aralarındaki ihtilafları ulema adı altındaki taslaklar, alim taslakları; kendi reylerini Kur'an ve hadislerin önüne çıkartarak, ihtilaf konusu halini onlar vücuda getirmişlerdir. Binaenaleyh akaid konularında ne ehl-i sünnetin ne de Ehl-i Beyt’in arasında sadece imamet görüşü ayrı olmak üzere bir fark yoktur. Bunu ayırırsa… Ha Sünniler de şunu diyebilirler “Zaten şah-ı velayet, İmam-ı Ali. Biz de bunu kabul ediyoruz. O halde bizim de maneviyatta imamımız, İmam-ı Ali'dir” derlerse, bunu da yırtarlar. Dolayısı ile arada hiçbir ihtilaf konu kalmaz, diye düşünüyorum. 

İki Dünya Arasında Kardeş Olmanın Gerekliliğine İnanıp Gayret Etmek Boynumuzun Borcudur

İhtilaftan ziyade Şiiler daha takva; yani daha detaylı, daha takva. Ha Sünnilikte bu yok mu? Var. Sünnilikte bu var, ama onlar kadar meselenin ehemmiyetine biz vakıf olmuyoruz. Burada mesela, namaz. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek. Bizim (imanın, şey) İslam'ın şartlarını anlatırken bunu. 
Ama geliyoruz şeye, Ehl-i Beyt’e. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, humus. Malum, kırkta bir. Cihat; cihat, farz. Cihat; ameli bir emir, ‘emri bil maruf’. Allah'ın güzel hükümlerini, insanlara yanlış yapanlara anlatacaksın; ‘nehyani münker’, kötülükten men edeceksin. Bu bir kural, emir. Ehl-i sünnet dünyasında, bilhassa maneviyat yolunda olanlar bu iki kuralı çok rahat hayatına geçirir ve de güzel olanı anlatırlar, yanlış olana nasihat ederek ondan men etmeye çalışırlar. Teberra; Allah'ın düşmanına düşman olmak, Allah'ın sevdiğini sevmek. 
Şimdi netice olarak; gerek Sünnilik’te gerekse Ehl-i Beyt’te ameli esaslar arasında, teferruatta farklar yoktur. Ancak Ehl-i Beyt’in kuralları biraz daha bu konuda hassasiyet isteyecek ve de farzı ayin olarak insanın önüne çıkacak kurallardır. Yani bir kötülüğünden men etmek, bize göre mübah bir davranıştır. Ama yani Aleviliğe göre, Şia'ya göre bu farzdır, İslam’ın şartı; ‘emri bil maruf’ güzel olanı anlatmak, kötü olandan men etmek farzdır. Bizde değil. 
Binaenaleyh deriz ki, İslam'ın gerek akaidinde gerekse ameli esaslarında Ehl-i Beyt ile ehl-i sünnet arasında farkın olmadığını bilmek ve bu iki dünya arasında kardeş olmanın gerekliliğine hem inanıp hem de gayret etmek hepimizin boynunun borcudur.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Sohbetler
Benzer Videolar