Neler Okuyacaksınız
Namaz, Dinin Direğidir
efendim, esasen namaz konusu çok mühim. Bu konuda günümüze kadar gelmiş geçmiş ulema sınıfı eem bilgi vermede hem tavsiyede bulunmalarda ve hem ikazda üzerlerine düşen görevi bihakkın yerine getirmişlerdir. Günümüzde ise ne hikmet ki bu konu o kadar ehemmiyetli kabul edilip bu kadar imkanlar olmasına rağmen televizyonlar, radyolar, mecmualar, gazeteler, dergiler olmasına rağmen; sanki böyle bir fariza yokmuş gibi insanı başıboş, alabildiğine serbest bir varlık olarak bırakıyorlar. İçinden ayıkanlar da meselenin ehemmiyetini tam olarak idrak edemediği için de bir hassasiyetle üzerine farz olan namaz farziyetini, farz olan bu ibadeti bihakkın çok defa eda edemiyor. Onun için Bizi takip eden kardeşlerimizin de dikkat etmesi gerektiği husustur namaz.
Birçok defa biz her şeye inanmamıza rağmen, bilhassa namaz konusunda sanki elimizde bir garanti varmış gibi efendim işte gelecek yıl başlarım, hayır yok ondan sonraki yıl başlarım; ondan sonra bir tur atar, 40 yaşından sonra başlarım; ondan sonra da bir tur atar, 50'den sonra başlarım. Derken bir de gelir bakar ki ömür bitmiş. “Eyvah, biz ne yaptık?” diye hayıflanır ama bu pişmanlık da insana fayda vermez.
Onun için çok iyi bilmemiz gereken bir husus var; namaz, dinin direği. Bu direk olmadıktan sonra dinimizi sağlam tutmamız mümkün değil; zor, belki de imkansız. Yani biraz daha geniş ve gevşek tabirle zor, belki de imkansız. Ama bana göre mümkün değil. Namaz o kadar mühim. Çünkü namaz zikrullahın tamamını içinde yaptığımız bir ibadet. Kıyam halinde, kıraat halinde, rüku halinde, secde halinde, efendime söyleyeyim Kabe'de yaptığımız… Allah rahmet eylesin, Hamidullah Beyefendi’nin olması lazım, biz talebe iken namaz konusunda bir teşbihi, bir benzetmesi vardır; bütün varlıklar Allah'ı kendi halleriyle zikrederler.
Namaz Tüm Varlıkların Yaptığı Zikrin Tamamını İçinde Cem Eder
Esasen Kur'an-ı Kerim'de ‘yusebbihu lillahi ma fis semavati ve ma fil ard’ (Tegabun suresi, 1 ayet), “yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah'ı zikreder, zikrediyor. Hatta bir ayette de mazi sigası, yani geçmiş zigasıyla ‘sebbeha lillahi ma fis semavati ve ma fil ard’ ayetin mazi ve muzari sigasıyla zikredilmesinde çok büyük nükteler var. Yani geçmişte ilk yaratıldığı zaman da her şey Allah'ı zikretti, şu anda da Allah'ı zikrediyor, ileride de zikredecek manası var.
Dolayısıyla namazla bunun bağlantısına gelirsek; namaz öyle bir büyük ibadet ki bu ibadette bitkilerin, nebadat diyoruz buna, yaptığı ibadet var. Artı, işte ağaçlar kökleriyle Allah'ı zikreder, gövdeleriyle Allah'ı zikreder, ayakta durmaz. Dağlar ayakta durmasıyla Allah'ı zikreder. Kısaca hayvanlar rüku halinde Cenab-ı Hak’ı zikreder. Hiçbir varlık yok ki Allah'ı zikretmekten uzak olsun. Onun için namaz, bütün bu varlıkların yaptığı zikrin tamamını cem ediyor içinde. Mesela dağların zikrini biz kıyam halinde yapıyoruz ‘kıyamen ve kuuden ve ala cunubihim’. Artı, hayvanların zikrini rüku halinde namazda biz yapıyoruz. Kıyamda dağların. Hayvanların her türlüsünün zikrini, bilhassa bu dört bacaklı dediğimiz, rukü halinde yapıyoruz. Nebadat bütün kökleri ile beraber Cenab-ı Hak'ı zikreder, secde halindedir. Secdede de biz o bitkilerin Allah'a olan zikrini yapıyoruz. Kısaca bunu daha da geliştirebiliriz. İşte öyle muazzam, ulü’l azim bir ibadet ki, kainatta ne var ne yok, canlı, cansız bütün varlıklar bizim namazımızda cem ediliyor. Nesi? Yaptığı ibadetleri.
‘Allahu Ekber’ Demek Allah’a Ait Olan Mekâna Girmek Demektir
Her şey Allah'ı zikrediyor ya, onun için namaza dururken e insanın bazı şeylerden sıyrılarak; yani zikrini hal olarak yapması lazım. Akıl penceresinden içeri girerek, hal olarak yapması lazım. Ne diyoruz? İftitah tekbiri ‘Allahu ekber’; namaza girerken tekbir alıyoruz. Bu çok, çok ama çok büyük bir başlangıç. Nereye? İbadet dünyasına. Allah'a ait olan mekana girmektir ‘Allahu ekber’ demek. Elimizi kulak hizamıza getiriyoruz ve kulağımızın yumuşak kısmına değdiriyoruz baş parmaklarımızı. Tersiyle elimizi dünyaya atıyoruz ‘Allahu ekber’. Yani bir tek Allah var, en büyük odur, ben onun dışındakileri attım, bir şey yok.
Huşu İçinde Olup Allah'la Beraber Olduğumuzu Yaşamak Suretiyle Namazımızı Kılacağız
Nasıl namaz kılacağız? Eğer onun dışındakileri siz atar da Allah'ın huzurunda daim olduğunuzu yaşarsanız; kıyamınız, kıraatınız yani okumanız, Kur'an ayetlerini okumanız, rükunuz, secdeniz, kaadeniz hep Allah'ı zikir olur ki işte istenilen, kalbe huşu veren, miraç olan ‘esselatu miracül müminin’ dediğimiz namaz bu olmuş olur. Tabii bunu söylemek kolay. Ama hayata geçirmek zor. Öyle olur ki, imkansız da olur. Niye?
Çok defa anlatırız; biz namazın dışında yaptıklarımızı namaza durduğumuzda tek tek seyrediyoruz, sinema şeridi gibi. Efendim art arda geliyor; o gün ne yaptın, ne ettin, ne yedin, ne içtin, hanımınla ne konuştun, çocuklarına ne söyledin, ticaret yaparken efendime söyleyeyim müşterine hangi konularda, hangi mevzularda malını nasıl takdim ettin, nasıl sattın? Artı bu da yetmiyor, ya biz onu %20 karla sattık, bu adam bize teslim olmuştu, %40 da desek buna kârı hiç itiraz etmezdi, niye yapmadım. Bütün bu fitnenin merkezi, bir de baktın ki orası oldu. Neden oldu? Çünkü dedik ya, o kalp hepsini çekti, çekti, çekti, dünyayı da attı; ‘Allahu ekber’ dedi, dünyayı attı, namaza durdu. Ama burası dünyadan ilgisini kesmedi. Burada ne çekildi; fotoğraf makinesi kalp, neyi tespit etti; namaza girdiniz, bir de baktınız ki hepsi elinize geldi, önünüze geldi.
Huşu İçinde Namaz Kılmak İçin Ne Yapmamız Lazım?
Ha şimdi bundan nasıl kurtulmamız lazım? Çok arkadaşlarımızın şikayeti bunla. Evet huşu içinde olup Allah'la beraber olduğumuzu yaşamak suretiyle namazımızı kılacağız ama gayret ediyoruz olmuyor. Ne yapmamız lazım? Hakikaten çok doğru da bir soru. Çünkü burasını bir mücadele vermeden ben geçtim diyen, çok samimi konuşuyorum, atıyor yani palavra. Bu öyle bir mücadele ki, Hz. Fahri Alem Efendimiz’in küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz; küçük cihat, savaştan dönerken söylediği “Şimdi küçük çağı. Asıl büyük, içimizde olan düşmanla mücadeledir”, ‘ben’ davasıyla. Onun öyle dal budağı var ki, öyle meseleleri var ki; işte ahlaki zemimenin çöküp emmari istila ettiği, baş kaldırtmadığı hal. Onunla beraber olduğunda o kalp seni bir türlü huzurunda olduğun Allah'ın huzuruna koymuyor. İstesen de koymuyor. Onun için büyük bir mücadele gerekiyor. Eğer sen bu mücadeleyi vermedin, efendime söyleyeyim ‘Allahu ekber’ dedin ama gene sen dünya işleriyle meşgul oldun, hiç umurunda değil. Cesedin Allah'ın huzurunda, kalbin o dünyada. Belki de bazı düğünlerde, bayramlarda… İşte öğretmendir dersini veriyor. Ben çok oluyordum öğretmenken; ders veriyorum, geliyor, namaza duruyorum. Ya şu konuyu nasıl, niye böyle anlatmadım. Baktık ki biz namazda ders de vermeye başlamışız. Ha bu mücadelenin içine karar verip girmek gerekir. Beni takip edenler bu mücadeleye mutlaka başlasınlar. Hocam bu bir savaş mı? Evet, en büyük savaş. Bunu başarabilir miyiz? En güzel şekilde başarırsınız. Onun için burada namazın dışındaki vakit… Madem bizim namazın dışında çektiğimiz kalpteki fotoğraf makinesi açılıyor, önümüze o resimler, olaylar geliyor; bu sefer namazın dışında bizim gözümüz, kulağımız, kalbimiz iyi çalışacak, Hak’tan gayrı olan şeyi görmeyecek, işitmeyecek, duymayacak, konuşmayacak. Halk ile olan hususları görecek, konuşacak, duyacak ve kalp ve dille de eli işinde olacak ama gönlü hakta olacak. El karda, gönül yarda; işte bu.
Dille Zikrini Allah’a Ulaştırırsan O Hiçbir Yerde Kendini Sana Unutturmaz
Ha bu işte. Dünya işindesin, halk içindesin; konuşuyorsun, inşaat yapıyorsun. Ne bileyim terzisin elbise dikiyorsun, gömlek dikiyorsun; ayakkabıcısın ayakkabı satıyorsun, imal ediyorsun; ne bileyim manifaturacısın her türlü kumaşı satıyorsun, pazarlıyorsun. Bunlarla beraber işini aksatmıyorsun, aksatmayacaksın. Ama bütün bunları yaparken de burası kimin yeriydi? Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri’nin yeriydi. İşte orası da onunla beraber devamlı onunla olacak. Devamlı onunla irtibat halinde olacak. Allah Allah… Ya hocam insan unutmaz mı? Yok, unutmaz. Niye? Sen “Allah” dedikçe, o sana “Buyur kulum” diyor. ‘fezkurüni ezkurkum’ beni zikret, ben de seni zikredeyim. Çok müthiş bir olaydır bu. O halk içinde, Hak’la olmak budur. Elin başka şeyle meşgul olur, ayağın, gözün, kulağın… Ama burası eğer sen o kalp manasında, o dille zikri Allah'a ulaştırdıysan hiç merak etme; bak yeminle konuşuyorum, o seni hiçbir yerde kendini sana unutturmaz.
6 A. Hastanede Bir Buçuk Gün Şuuru Kapalı Kalmış, Sadece ‘Allah’ Diyor
Benim sevgili dostum, çok yakın arkadaşım vardı. Çok büyük bir trafik kazası geçirdi, bir suya düştü. 1 saate yakın suda boğulmadı, Allah korudu onu. Bizim arkadaş buldu onu, dedi ki “Gece karanlığında pantolonun etrafında böyle yanan sönen ışıklar, onu çıkardım” diyor. Yaşıyor o arkadaş. Yani onu bir canlı programında çıkartmanızı isterim. Efendim “Öyle buldum onu” diyor “Ondan sonra biz aldığımızda” diyor “öldü zannettik. Çünkü 1 saate yakın suyun içinde”. Ölmemiş, iş bu ya. Allah, gösterecek gücünü, kudretini; kulu da anlayacak. Anlamadı; o bir hayvandır. Hiçbir şeyden anlamıyor o. “Arabaya koyduk” diyor “Onu hastaneye getirene kadar ‘Allah…’”. Sade o değil yanındaki bütün arkadaşlar, hastanede şuuru kapalı ‘Allah’… 1 buçuk gün şuuru kapalı kalmış. Sadece ‘Allah’ diyor, başka bir şey demiyor.
Şimdi düşün ki böyle bir insan son nefestedir. Her türlü şeytan taarruzu demindedir, hücuma kalktı. Onun bu savaşta kaybetmesi mümkün mü? Mümkün değil. Niye? Onun gönlü Allah ile dili Allah ile. Her işi bütün vücudunun azalarını zikir ede ede, Allah'la irtibat haline koymuş. Kul onu unutsa da o artık onu unutmaz. Allah senin, benim gibi vefasız değil ki. Bahane arıyor zaten bu kulumu ben yücelteyim, yükselteyim diye.
İşte böyle. Nereden başladık? Ha, namazla işte bu hali yakalamak lazım. Mücadele vereceğiz. Ne kadar zamanda bu mücadele devam eder? İnsan olur ki 6 ayda, insan olur ki 1 yılda, olur ki 2 yılda, 3 yılda; bir ömür boyu da olsa bu mücadelenin içine girmek gerekir. O kadar sürmez ama bir de baktın ki sen kalp dünyasından bir pencere açılmış, Allah Allah… Allah’ı unuttuğun bir zaman olmuyor ve ondan sonra “Hoştur bana senden gelen, ya hilhatu yahut kefen. Lütfun da hoş, kahrın da hoş” deme?
Her Şeyin Yaratıcısı Allah, Hayrı da Şerri de Bizi Denemek İçin Veriyor
İşte görüyor insan. Görmesi lazım ki her şey Allah'tan. Her şeyin yaratıcısı Allah. Bütün bunları da bize denemek için veriyor. Allah hayır anında şükredip şer anında sabreden ve her halinde kazanan kullarından eylesin. İşte onlar da ibadet. Bu halimizi namazda yakaladığımız takdirde, hiç merak etmeyelim bu namaz kamil manada namaz olur. Tabii orada kıraatımız vardır, rükumuz vardır, secdemiz vardır, kaademiz vardır, tekbirimiz vardır. Kısaca bütün bunları da erkana göre yapmamız lazım, usulüne göre yapmamız lazım. Gideriz ‘Allahu ekber’ deriz, namaza dururuz. Sanki adam yarış yapıyor. Tahsildara vergi vermek çok şeydir, verip kaçmak istersin. Efendim bu tabir de rahmetli Necip Fazıl'ın tabiridir. Tahsildara vergi verir gibi namaz kılarsan, e o namaz sana fayda vermez. Hayır, bu anlattıklarımızı içeren manada namaz kıldın; hiç merak etme. Ama efendim ben başta bu… Hiç yılmayacaksın. O başlamak da bu noktaya gelmenin ispatıdır. Bir başladın mı tamam, bu noktaya gelirsin. Seni Allah orda tutmaz, onu da merak etme. Bütün engelleri… Zaten bu engellerin tamamı senin iç tabiatında, nefsinle alakalı engellerdir, bunları tek tek aşarsın. İkminana erdin mi, Vacibul Vücud Hazretleri ile beraber olursun. Bu kadar büyük servet olur mu? Sen bütün mükevvenatı yaratan; canlıları, cansızları, bütün galaksi… Allah'ı kazanıyorsun. Senden daha büyük zengin olabilir mi? Onun yarattığını cebine koyduğun zaman, kuş gibi uçuyorsun. Eğer bütün bunları yaratanı sen gönlüne korsan, nasıl uçmasın ki? Asıl uçmak da odur. Kısaca bunu diyebiliriz efendim.
Tevekkül, Her Konuda Elinden Geleni Yaparak Allah'a Teslim Olmaktır
Şimdi bir Müslüman’ın olaylara bakış tarzı bu siyasidir, bu ticaridir; eğer bir menfaat kaygısıyla işin içine girersen, o zaman ‘rabbena, hep bana’ keseri ile girersin. Bu ticaret de olsa hep kendi tarafına yontarsın, siyaset de olsa kendi tarafına yontarsın. Burada mühim olan, kulun Allah'ın emrettiklerini yerine getirme iradesiyle ilgili bir olaydır. Ben üzerime düşen mükellefiyeti, bihakkın eda edebiliyor muyum, edemiyor muyum? Ha bu ticarette de olur, ziraatte de olur, siyasette de olur. Yerine getirdin, hepsini yaptın, elinden gelen bütün gayretleri sarf ettin; kula düşen bu zaten. Kul fiilinin haliki değildir. Kula düşen ona teşebbüs etmektir, onu ifa edip yerine getirmektir. Yaratıcı, Cenab-ı Vacib Vücud Hazretleri’dir.
İşte bu noktaya kadar en büyük azim ve gayretle herhangi bir işte olursa olsun, çalışmanın adına ve ondan sonra kim ne yaratacak, neyi yaratacak diye beklemenin adına tevekkül denir. Ama sen hiçbir şey yapmıyorsun, ondan sonra da “Ben Allah'a tevekkül ettim”. Hz. Ömer Efendimiz döneminde olması lazım veya Peygamber Aleyhisselam Efendimiz döneminde tam hatırımda yok; geliyor sahabe, devesini bırakıyor. Peygamberimiz olması lazım “E deveni niye bağlamıyorsun?”. “Tevekkül ettim” diyor. “Kazığa bağla, öyle tevekkül” et diyor. Anlatabildim mi? Deveni kazığa bağlayacaksın. E sen elinden gelen hiçbir şey yapmıyorsun, başıboş bırakıyorsun hayvanı; o da sağa sola sarkıyor. “Ben tevekkül ettim”. Allah senin çobanım mıdır ya? Manyak seni. Sen kendi vaadinde üzerine düşen her şeyi yapmakla mükellefsin. Bu her konuda böyle; ticarette böyle, ziraatte böyle, siyasette böyle.
Her şeyi yerine getirdin, sonuç istediğin gibi olmadı. Mesela siyasettesin. Ne düşüneceksin o zaman? Allah'a isyan mı edeceksin? Yok. Eğer sana, eğer bana bir hayır ehli insanın idaresi nasip olmayacaksa; sen istediğin kadar çalış. Kaderin planında bu yoksa; eğer sen bir kumanyaya 3 kuruş, 5 kuruş menfaat karşılığına iradeni terk edeceksen; sen istediğin kadar çalış. İnsan tiplemesi bozulduysa, orada senin bir günahın yok; bozulanların günahı var. Senin iradenin bir fonksiyonu… Sen üzerine düşeni yapmakla mükellefiyetini eda ediyorsun, mesuliyetten kurtuluyorsun. Ama menfaatine uygun olarak işlerini yürüten ise neticeyi kazandık dediğini zannettiği anda her şeyini kaybetmiş oluyor. Yani onlar kaybediyorlar, kazanmıyorlar. Eğer bir şeyler ülkede ters gidiyor, düz gitmiyorsa; bir şeyler alt üst ediliyor, bunları bizim gözümüz görmüyorsa; İslami telakkiler değiştiriliyor, yerine farklı telakkiler getirilmek isteniyor ve getiriliyorsa… Faraza, geçmişte ve de hakikatte bir Müslüman ancak cami onarabilir, açabilir. Onun yerine farklı bir kurum ve yolda, eylem ve işlem yapıyorsa; bu suç senin suçun değil. Senin yaptığın işler ve eylemler dört dörtlük oldu. Nasibi olmayanlarla beraber olmanın kaderinin sonucu da bu oldu. Sen kazandın. Onlar kazandığını zannettiği anda en büyük kaybın içinde oldular. Anlatabildim mi?
Tevekkül neymiş? Her konuda elinden geleni yaparak Allah'a teslim olmandır. Allah hiçbir zaman kulunun şerrini istemez. Ama illa sen şerre talip oluyorsan, sana ne diye gayri takdim etsin ki? Sen yanmak, mahvolmak, rezil olmak, zillet ehli olmak, dağılmak, yok olmak istiyorsan; ne diye sana sahip çıksın ki? Öyle mi?
Dünya İşlerinde Beraber Olduğun Yol Arkadaşın Kim İse Yarın Allah’ın Huzurunda Onunla Beraber Olacaksın
Hem dünyada hem ahirette ‘men ehabbe’ kimi seversen, onunlasın. Hem dünya işlerinde sevip beraber olduğun insan, yol arkadaşın, dava arkadaşın, kardeşin; burada seninle kimse, yarın huzuruma Allah'ta da onunla beraber olacaksın veya kimin bu konularda sevgisini, sevdasını taşıyorsan; yarın onunla beraber olacaksın. Kişi sevdiği ile beraberdir. Bunun için. Kimin ahlakını huy edinmek, onun gibi olmak istiyorsan; yarın onunla beraber haşr olacaksın. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Dünya hayatımız devam ederken sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza, bakıp ‘ya biz bir kulvarda gidiyoruz ama bu insanlar temiz mi, dürüst mü, yaptıklarından Allah razı mı, değil mi?’; bütün bunları tek tek hesap edip ortamını, cemiyetini bu şekilde tanzim etmesi lazım.
Bugün bu var mı? El cevap, yok. Ne var bugün? Ben şundan ne kadar menfaat elde edebilirim? O, ben ondan ne kadar menfaat elde edebilirim? Oluşan toplumlar, gerçi itham da etmeyelim ama görüntü bu, hep menfaat kaygıları üzerine kurulmuş bir dünya. Nasıl orada olur da şunu elde ederim, bunu elde ederim; yani insanoğlunun servet edinmesinde nasıl, ne kadar elde ederse etsin kalbi tatmin olmaz, doymazsa bu da böyledir. O menfaat duygusu işin içine girdiği zaman, çevreni genişletmeye çalışırsın. Oradan açamadık bu kapıyı, buradan nasıl açarız? Oradan nasıl gireriz? Allah bu tipleme istemiyor. Bunlar dalkavuk.
Senin üzerine düşen vazife, yaptığın işi bihakkın öğrenip onu icra için faaliyette bulunma. Hani nasıl tevekkül için teşebbüs etmen, neticeye gitmek için imkanları devreye koyman lazımsa bu da böyle. Ama haddi aşmayacaksın; illa kazanacağım, hep kazanacağım. Onun için helal, haram sınırını aşarsan; kaybedenlerden biri ve belki başta olanı sen olursun, diyorum efendim.
Dünya Hayatı Sınıf Gibidir; Allah’ın Zor Gelen Tarafı da Basit Gelen Tarafı da Sorması İmtihan Vesilesidir
Buradaki imtihandan kasıt yani gerçek manada imtihan, bir denemedir; deniyor bizi Allah. Servetimizle deniyor, şöhretimizle deniyor, çocuklarımızla deniyor, ne bileyim rütbemizle deniyor, açlıkla deniyor, toklukla deniyor, iyi arkadaşla, kötü dostla, komşuyla deniyor. Yani düşünün ki öğretmenlik yapsanız bilirdiniz; sınıfa girersiniz 1,2,3,5 soru sorarsınız. Öğrenci de bu sorulara cevap verir. Aynen bir sınıf gibidir dünya hayatı; Allah'ın sana zor gelen tarafı sorması da imtihan vesilesidir, basit gelen tarafı da imtihan vesilesidir. Hepsine göre bir değerlendirme notu vardır. Bütün bunlar toparlanır, bu dünya hayatındaki denenmen tamamlanır; yani imtihanın tamamlanır. İnşallah sınıfı geçersin, Allah'a kavuşursun. Yani bu dünya ne ise, affedersiniz sınıf öğretmenlik hayatı ne ise, dünya hayatı da budur. Sakın ha bunu onun dışında bir şey kabul etmeyelim.
Biz her an denemedeyiz, her nefes denemedeyiz. Nasıl nefesimizi alıyoruz, nerede kullanıyoruz, nasıl veriyoruz, servetimizi nasıl kazandık, nasıl harcıyoruz, nerede değerlendiriyoruz. Sağlığımız böyle, servetimiz böyle, şöhretimiz böyle, mevkiimiz, rütbemiz böyle. Allah bazen güçle, rütbe ile kullarını dener; onlar da çoğu defa azarlar, kazandım diye sevinirler. Meğer o güç, o mevkii, o rütbe onun helakine vesile oldu. Orada Allah'ı unuttu, nefsiyle baş başa oldu, aklına geleni yaptı, insanların zararına, örfüne, adetine, geleneğine, dinine ihanet etti; kazandım derken cehennem çukurlarından bir çukura düştü. Bu, budur. Onun için, hiçbir şey önümüzde engel olmayacak. Ha oraya geleyim, nasıl olursa olsun da geleyim; öyle değil. Geleyim ben orada Hak’a, hakikate, Allah’a, onun yolunda gidenlere hizmet edeyim. Ama efendim ya bu işte insanların tamamı bu mu? Biz herkesi Allah'a yürüyen kul olarak kabul eder de onlara bu imkanları hazırlarsak, üzüm üzüme baka baka kararır. Senin yönetiminde de o topluluk birden İslam'la şerefyap olur, müşerref olur. Öyle değil mi? Ama senin niyetin kötüdür; Ramazan'da oruç tutmalar azalır, namaz kılma… Ramazan-ı şerif de geldi mi herkes orucunu tutar. Ama sen o niyette bir adamsan, millete de bu yansır. Değilsen bil ki millet de senin gibi dindar olur; namazını kılar, teravihine gider, orucunu tutar, hiçbir şey noksansız yapmaya çalışı, hepsinde kemal ehli olmaya çalışır diyorum efendim.
Doğru Olan Allah’ın Emrettiklerini Yapıp Nehyettiklerinden Kaçmaktır
Sırat-ı müstakim işte anlattıklarımız. Doğru olan Allah'ın emrettiklerini yapmak, nehyettiklerinden kaçmaktır. Allah ne emrediyor, onu yapacaksın; neyi nehyediyor, ondan kaçacaksın. Ne diyor orada? ‘en’amte aleyhim’ nimet verdiklerim, ‘gayril magdubi aleyhim ve lad dallin’ dalalete sapmış olanların yoluna değil yarabbi, nimet verdiklerinin yoluna. Demek ki dost, arkadaş da mühim, onları bulacaksın; Allah'ı seven, Allah’la olmaya çalışan. Bu dünya kazıksız değildir. Bu insanlar, bu dünyanın kazığıdır. Dağlar nasıl zahira bu kâinatın kazığı ise; o kamiller de, o hayır yolunda hizmet edenler de asıl kazık bunlar. Ha bunları arayacağız, onlarla beraber olacağız.
Bakın bu iletişim o kadar gerçektir ki birleşmiş kaplar, bileşik kap diyoruz fizikte, bunun gibidir. Bir tanesinin gönlünde olan manevi zenginlik, sevgi, Allah'a olan sevgi, Allah’a karşı olan vazife duygusu, Allah'tan korkma, Allah Allah… Bakmışsın ki, senin de kalbine… Niye? Bileşik kaplar bunlar; onda olan sana, sende olan arkadaşına. Onun için öyle hayırlı insanlarla arkadaş, dost olalım ki o namaza durduğumuz zaman şeytan bizim dostumuz olmasın, arkadaşımız olmasın. Namazın dışındakiler onunla olursa, namazın içindekiler de onlar olur. Onun için bütün halimizi dedik Allah'ı hatırlatan Kur'an'ı hatırlatan, hayırda giden, hayırda yarışan, insanlara hizmet eden, yoksulun yardımına koşan, çıplağı giydiren, eğitim çağındadır - imkanı yoktur elinden tutup okutan, zekatını, sadakasını… Bak mesela şu anda biz Ramazan-ı şerifteyiz, ibadetlerin en az 10 misliyle mükafatlandırıldığı günlerdeyiz. Burada biz, zekatımızı da verelim; kazancımızı iyi hesap edelim verelim. Kısaca malımızı temizleyelim. Dört dörtlük efendime söyleyeyim bir çevre ile bir cemiyet ile beraber olalım. Düşünün ki herkes bizim gibi olmaya gayret etti, o zaman yaşadığımız dünya cennet bahçelerinden bir bahçe, gül bahçelerinden bir bahçe olur, diyorum efendim.
İnsanın Kalbi Eve, Odaya Benzer; Temizleyeceksin
Şimdi insanoğlunun kalbi bir eve benzer, bir odaya benzer. Nasıl biz her gün aralıksız evimizi, odalarımızı, mutfağımızı, ne bileyim banyomuzu, tuvaletimizi her şeyimizi temizliyor, kontrol ediyorsak, hatta insan girmese bile gene günde bir defa uğrar, tozunu alırız yapıyorsak; aynen bu iç tabiatımız da bu odaya, eve benzer. Bir saray gibidir. Onun tozunu alacaksınız, onun kirini temizleyeceksiniz. İşlediğimiz günahlar oraya bir gölge mesafesinde düşer; orasını karartır, lekecikler oluşturur. Onu suyla, deterjanla temizleyeceksiniz. Peki kalbin suyu, deterjanı nedir? İstiğfardır, ‘estağfurullah, estağfurullah’ deyip o kalbi temizleyeceksiniz. Temizlenen bu kalbin elbette kilimi, halısı, şusu, busu var; onu sereceksiniz. O da nedir? Salat-ü selamdır. Kalbin tezzinatı ‘Allahümme salli ala Muhammedin ve ala Ali Muhammed’ demektir. Kim salat-ü selamla Aleyhisselam Efendimiz’i anarsa, o da kabrinde ona cevap verir. Yani bir mümin nasıl Allah'ı anar ise, Allah ona cevap anında verirse; Peygamber Aleyhisselam da öyle. Allah ona bu yetki, bu tasarrufu verdi; salat-ü selamı. O kalbi döşeyeceksin. Deme önce istiğfar edeceğiz, sonra salat-ü selam okuyacağız; kalbi donatacağız, süsleyeceğiz.
O kalp misafir kabul edecek noktaya gelir. Kalbin misafiri kimdi? Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri’ydi. Eşi ve benzeri olmayan Allah’a şerik yoktur, ‘la ilahe illallah, la ilahe illallah’ demek suretiyle. Hayır onu dedin, arkasında Allah…. 99 ismini cem eden esma-i ilahi ‘Allah’ ismi celaldir. Bütün isimlerin manasını cem eder. Ne? Allah ismi. La ilahe illallah, Allah diyerek eğer günde bunları 100’er defa, vaktiniz var daha fazla okursanız, o kalp dünyası bu sefer malın, mülkün, servetin konduğu bir çöplük deposu olmaz. Ya? Saraylardan bir saray, arif-i billahın bir sarayı; yani Allah'ı bilen insanların bir sarayı olur ki onun hayatı da huzur içindedir, mutluluk içindedir. Allah onu sıkıntıyla denese de, o Allah'tan geldiğini bildiği için onlar ona etki etmez. Çileyle, meşakkatle, servetle ne ile denerse denesin; artık bu gönül hakkın tecelligahı olmuştur manasında yaşayan bir insan durumuna yükseldiği için o insan istenilen, arzu edilen noktaya, seviye geldi demektir. Yapılacak olan zikir budur ve zikrin bir adet olarak sayısı da yoktur. Ayet-i Kerime’de ‘velkurullahe zikran kesira’ beni çok zikredin. Günde beş vakit namaz, farz; yılda bir ay oruç, farz; ömürde bir defa hac, farz. Ama gelgelelim kurban vacip, bir defa, zengin olan için.
Her Dem Allah’ı Zikretmen Lazım
Şimdi, zikirde öyle değil. Her demde Allah'ı zikredebilirsin, etmen de lazım. Bunu çok defa anlatmakta ben fayda görüyorum. Eşsiz… Öyle ya insan hali. Gusül abdesti almanız gerektiği bir durumdasınız, emri hak vaki oldu, Hz. Azrail geldi “Ben senden çıkıyorum, veda etme zamanın geldi” dediğinde; “E ben gusül abdesti alayım, müsaade et” diyebilir misin? Orada da ‘eşhedü enla ilahe illallah’, o halde dahi ‘ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu’ diye kelime-i şehadeti getireceksin. ‘la ilahe illallah Muhammedün resulullah’ kelime-i tevhidi getireceksin. Dört dörtlük. E sen gusül abdesti almadın. El cevap, hiçbir mahsuru yoktur; tertemiz olmuş gibi Allah'a rıhlet edersin, yürürsün. Allah da seni merhametiyle kuşatır; cemalullahın seyircisi yaparak, seyranı yaparak huzuruna kabul eder. “İnşallah sonumuz vuslatla, Cenab-ı Hak'a vuslatla kemale erer” diyor. Bizi takip edenlere hayırlar diliyorum. Hayırlı iftarlar olsun efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız