info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İftar Sohbeti - Kulluk / 2002 - 2003
23/10/2025 DİNİ YAŞAM 33

    Neler Okuyacaksınız

Yaradılışın Maksadı Allah'ın Tanınması ve Bilinmesidir 

Konuşmaya başlamadan bizi takip eden kardeşlerimize sevgi ve hürmetlerimi ifade ederek tevcih ettiğiniz sorunun cevabına geçmek istiyorum. Şimdi bu konuda ben ısrar etmiyorum. Bu benim meselem değil ki. Bu Allah'ın muradıdır, isteğidir, Cenâb-ı Hakk'ın kastıdır. Yani kulluk konusu, işte ben dediğim için, sen dediğin için, hoca efendi söylediği için değil, bizzat bütün mahlûkatı yaratan Allah'ın maksadıdır, gayesidir. O bakımdan çok da mühimdir. Bak “Ben bir hazineydim, bilinmeyi murad eyledim ve mahlûkatı halk ettim” diyor. Şimdi Cenâb-ı Hakk'ın kastı, tanınması ve bilinmesidir. Niçin bu kadar varlık âlemini yaratmış ki, sebep ne? Eğer kaleme alıp bunları yazmak mümkün olsa bilmem kaç trilyonluk bir yıldızlar âlem önümüze çıkacak. Varlık âlemi önümüze çıkacak. Varlıklar çeşitli, ne kadar sayarsan o kadar fazla nitelikte, mahiyette Allah'ın yarattığı varlıklar var. Dünya ve üzerinde yaşayanlar var ve bütün bunların zübdesi ve özü olan insan var. Yani bunlar niçin yaratılmış? Bu kadar varlık âlemi, öyle ya, niçin yaratılmış? Maksadı ilahi şu, “ben bir hazineydim” diyor Cenâb-ı Hak, “gizli bir hazineydim.” “Bilinmeyi istedim, muradım benim tanınmam, bilinmem. Onun için de varlık âlemini yarattım” diyor. Yaradılışın maksadı Allah'ın tanınması ve bilinmesidir. Bunun bir başka ifadeyle adı da kulluktur. Yani bilmek ve ibadet etmek eş anlamlı geçer Ayet-i Kerime'de. Müfessirler öyle tefsir ederler. “Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun” “İnsan ve cinleri ancak ibadet etmeleri için yarattım” diyor Cenâb-ı Hak. (Zariyat Suresi, 56. Ayet) O “abid” kelimesi “yarifun” şeklinde de “yani tanısınlar, bilsinler” diye de tefsir edilir. Şimdi bu neyle olur işte? Bu bilmek, ibadet etmek kullukla olur. Asıl, efendime söyleyeyim, hikmet sır burada. Allah'ı bilecek. Varlık âlemi her şeyi Allah'ı bilir ve Allah'ı seyreder, yüzer gider. Bütün mahlûkat, bütün varlıklar Allah'a sefer halindedir. Efendim, varlık âleminin daha doğrusu maddenin en küçük parçası olan atomdaki elektron hareketinden alın, kâinattaki yıldızların hareketine, galaksilerin hareketine. Dikkat edersek devamlı bir dönüş, bir seyir hali vardır. Ha bu seyir, bu arayıştır, bu yaratan Allah'a koşuştur, gidiştir. Onu tanımaktır, onu bilmektir, onu bilmeye çalışmaktır, bir başka manada. Şimdi bu kadar varlık âlemi bir seferberliğe çıkmış kendini yaratan, Rabbini arıyor, ona varmak istiyor. E reva mıdır ki şuur sahibi insan bu maksadın dışında kalsın? Elbette ki o da bu maksadın içinde ve en merkezinde olması lazım. Binaenaleyh zaten insanın da yaratılışı budur. 

Kulluk, İnsanın Hayır ve Şerle İmtihan Edilmesiyle Şekillenir

Efendim, tabi kullukta espri Allah'ın kullarını denemesinde gizlidir. Bazen kullarına güzellikler verir, hayır verir efendime söyleyeyim, bolluk verir, nimet verir, makam verir, şöhret verir. Bu şekilde onu dener, imtihan eder. Bazen de tamamen bunların zıttı, sıkıntı verir, çile verir, meşakkat verir, fakirlik verir. Ne bileyim, fitneyle, dedikoduyla, kısaca onu bazen hayırla, bazen şer dediğimiz hallerle kullarını dener, imtihan eder. Yani soru hangi canipten nasıl geleceğini sen ve ben bilemeyiz. Yani sabahtan kalkıyorsun önüne enteresan bir hadise çıkıyor, değil mi? Anında bir trafik kazası oluyor veya yakınlarınızdan bir tanesi bir anda kalp sektesi, beyin kanaması, ne bileyim herhangi bir yerde bir deprem vesaire. İnsanların sizin üzerinize yürümesi. Hülasa bütün bunlar ilahi iradenin insanı denemedeki formülleridir, yollarıdır. Bunların hiçbiriyle kulunu denemez. Ya servette dener, şöhrette dener, hayırla dener, zenginlikle dener. Şimdi bize öyle gelir ki bizi iyilikte denerse, zenginlikte denerse, hayırla denerse biz kârlıyız, avantajlıyız. O şekilde bir düşünce olur bizde veya genelde “bizi niye şerle deniyor ki hayırla denesin.” Hâlbuki işin garip tarafı Cenâb-ı Hak sevdiği ve seçtiği kulları, resulleri de dâhil olmak üzere hep musibetle dener onları. E şimdi hayır, zenginlikle herkes kul olur. Yani şimdi sana düşman olana bile elini uzattın mı yeter ki elinin içerisinde vereceğin şey olsun, para olsun neyse hemen elini öpmeye çalışır. Ama bir de ona farklı bir şey. Zaten Allah kuluna vereceğini vermiş. Senin bu hayata gelmekte hiçbir payın yok ki. Yani öyle muazzam ikramlarda bulunmuş ki. Görmek, işitmek, konuşmak, düşünmek, yemek, içmek, hülasa fevkalade bir zenginlik vermiş insan tabiatına. Zaten o sana yeter. Adam olursak bu baptan baktığımız zaman bu nimetler de sonsuz. Bunları da vermeyebilirdi. Kısaca bir denemedir, bir imtihandır. 
Peki, kazanç nasıl olacak? Efendim biz diyoruz ki “böyle musibet olursa kazanmak zor gibi görünüyor” ama bilakis bunu zıttı oluyor. Musibet anında insanın yükselişi bir anda Rabbine mümkün olabiliyor. Ama hayır anında, şöhret anında namdı, nişandı, makamdı, şöhretti, zenginlikti bunlar da insan yaratılış maksadını unutup Rabbine çok ciddi perdelerle uzaklaşıyor aralarındaki mesafe. O zaman ebedi hayat için bu bolluklar, bu nimetlerin hiçbir değeri olmadığı gibi belki de felaketini, helakini hazırlayan unsurlar olarak karşına çıkıyor. Bu baptan düşünmek gerekiyor ki hayır ve şer bizim için bir denemedir, bir öğrencinin imtihan sorularıdır. Bu sorulara nasıl cevap vereceğidir asıl gaye. O zaman dememiz şudur, Allah'ın kullarına nimet, güzellik, hayır vermesi, kulun daima onu şükretmesine vesile olması lazım. “Şükür Rabbim ne kadar güzel nimetler, ne kadar güzel bereketler efendim her şeyi bana ikram ettin” diyerek şükredecek, teşekkürdür yani. Teşekkürün özü de kulluktur işte ibadetinden kaçmamak, ona yönelmek. Bunu değil aksini verdi sana, hastalık verdi, ne bileyim fakirlik verdi. Zilletle seni imtihan ediyor, orada da sabredeceksin. Peygamberlerine bakın, Kale Rasulullah, “Men yuridi’llahu bihi hayran yusib minhu.” “Allah sevdiği kullara bela verir.” Enteresan bir şey. Niye? O musibet anında kul Rabbiyle daha yakın olurdu ondan. Onu unutmaz. Ondan kurtulmak için hep onun kapısını çalar. Bir noktada görünüş itibariyle aleyhte gibi görülen musibet hakikatte manada seni Rabbine yaklaştıran bir vasıta olarak önüne çıkıyor. Binaenaleyh yani imtihanın şekli mühim değil ama imtihan olan insanın bu iki halde işte şer ile zillet ile denediği zaman sabredecek. Bunu yaparsa kazançtadır. Hayırla onu denediğinde şükrederse yine kazançtadır. İbrahim Hakkı Hazretlerinin güzel bir şeysi vardır; 
“Hoştur bana senden gelen:
 Ya hilat-ü yahut kefen,
 Lütfunda hoş, kahrın da hoş.” 
Asıl maksat insanoğlunun bu hale kavuşmasıdır. Buna kavuştuğumuz zaman mesele bitmiştir orada. Yani kişinin vazifesi üzerine düşeni bir hakkın eda etmesidir. Ama hayır anında ama şer anında. Bütün dünya efendim kazanmış olsa, hepimiz kazanmış olsak, kazandığımız halde üzerimize düşen vazifeleri ifa etmemiş olsa o kazanç anı helakimize vesiledir. Ama herkes musibettedir, beladadır, şuradadır, buradadır ama herkes de ona kalbi bir yöneliştedir. İşte efendim istiğfar halindedir, kulluk halindedir. Herkes orada kazanmış demektir. Yani kısaca imtihandaki maksadı ilahi ile kulun tavrını belirlemesi ve onu unutmaması, herhalde ona kul olması düşüncesi, inancı üzerine hayatını insan bina etmesi lazım ki geldiğimiz bu âlemden kazançlı olarak rihlet etme imkân ve fırsatını bulmuş olalım diyorum efendim.

İnsan, Hayatının Her Anını Kulluk Bilinciyle Yaşamalıdır

Bir de şöyle bir olay var. Yani  hayatın tamamına aslında insan kulluk üzerine bina etmesi lazımdır. E canım hayat yaşamanın kurallarını nasıl efendim kulluğa bina edeceksin, nasıl her anı kazanacaksın? Bu da tabii çok ciddi bir şeydir, durumdur. Ha onun buradaki espiri şudur. Yaptığınız her işte, yapacağınız her işte, “Bu işten beni yaratan razı mıdır değil midir?” Vicdani bir soruyla tabii biraz da bunun cevabını verebilmek için efendim dini ilimlerden en azından bir şeyciklerin size bulaşması lazım. Yani bileceksin ne istiyor ne istemiyor. Helalı, haramı, mekruhu vesaire. Ne emrediyor ne emretmiyor. İşte bunları bildiğin takdirde bu benim yapmak istediğim, yapacağım şey onun istediği midir, emri midir değil midir? Bunları vicdanında insan muhasebe edecek, ona göre hayatını yönlendirecek. Bu sorulara cevap vererek hayatını yaşayan insanın her hali, bu insan çiftçi de olsa tarlasında ibadet halindedir. Efendim memur da olsa ibadet halindedir. Amir de olsa ibadet halindedir. Efendim dilenci de olsa herhangi bir hamal da olsa kazançtadır ibadet halindedir. Yani “bu yaptığım işten razı mıdır değil midir?” Bu sorunun cevabı her an insanın vicdanıyla hak arasında Allah arasında gidip gelen bir köprü gibi çalışması lazım ki anları değerlendirelim, zamanı değerlendirelim ve her anımız kullukla geçsin ve bir imtihanı kazanmış olalım diyorum. 

Havfullah ve Muhabbetullah, Kulluğun İki Yüce Makamıdır

Şimdi havfullah malumunuz bir insanın Cenâb-ı Hak'tan korkması, muhabbetullah ise sevmesi halidir. Şimdi o mudur daha üstün, o mudur üstün? Tabi bunlar bana göre kulluk yolunda insanın meşrebine bağlı, yaratılışına bağlı hallerdir. Şimdi ayetler bakıyorsun Allah'tan korkan insanı methediyor ama bir de bakıyorsun Allah'ı seven insanı da methediyor. O halde diyorsun burada havfullah ve muhabbetullah makamı yerine havf ve muhabbet halinde rıza-ı bari istikametinden ne kadar fazla yürüyebiliyorsan hangi halde daha fazla yürüyebiliyorsan o hal daha kazançlıdır diye bir kestirme cevap verebiliriz. Ama bana sorarsanız hangi hal daha garantilidir? Havfullah. Evet insanı Cenâb-ı Hakk'a yükselten yüce bir haldir ama affedersiniz muhabbetullah Allah'ı, Allah'ı insanı yükselten çok ulvi bir haldir. Ama havfullah daha garantidir. Yani düşmen tehliken, düşüşün biraz zordur. Niye? Havfullah da resmiyet vardır. Yani Allah korkusuyla Allah'a yürüme halinde resmiyet vardır, ciddiyet vardır. Muhabbetullah da efendime söyleyeyim, nasıl diyeyim resmiyetin dışında bir hususiyet vardır. Yani özel bir hal vardır. Naz vardır. Birinde niyaz vardır diğerinde naz hâkimdir. Muhabbetullah makamında naz daha üstündür. Havfullah makamında niyaz üstündür. Şimdi naz halinde olan insan bilmeden yanlış yapabilir. Ama niyaz halinde olan insan çok titizdir. Hiç yolun sağına soluna şuna buna kaçmadan yürümek ister. Hülasa bunu derken de yanlışta anlaşılmasın her ikisi de üstündür. Ama ben meşrebim yani kendi nefsim adına konuşarak demek istiyorum ki havfullah da yani gidişat daha garanti altındadır. Korku hâkimdir, disiplin hâkimdir. Muhabbetullah da naz hâkimdir. Naz ehlidir o. Birinde çocuğu gibidir, birinde rütbeli askeri gibidir kulu. Yani düşün ki bir adamın çocuğu. Buna nasıl ana babasına yakınsa o derece bir yakınlık var ama bir de rütbeli bir dostun var arkadaşın var. O da sana nasıl yakınsa. Ondaki resmiyet buradaki hususiyet arz eder. Hülasa şunu demek istiyorum her iki halde en üstün hallerdir. Allah hepimize bunlardan bir tanesini veya ikisini nasip etsin. 

Allah'ı Anmak ve Zikretmek, Kulluğun En Büyük Kazancıdır

Şimdi tabi ulemanın bu tespitleri de bizim önümüze açacak kılavuzlardır. Burada yazılanlara baktığımız zaman bizim Allah'ı sevdiğimizi anlayabilmemizdeki birinci nükte devamlı Allah'ı istemek. İnsanın iş tabiatında Cenâb-ı Hakk'ı istemek, murad etmek. Onun her türlü şeyini arzu edip, yeter ki ben Rabbim ile irtibat kurayım. Bir dostuyla insanın konuşması gibi, onu unutmaması gibi, onu her an hatırında tutması gibi, hakka muhabbeti olanın da hatırında Allah'ı devamlı hatırlaması ve de unutmama keyfiyeti ve hali vardır. Bu hal malumunuz ikinci kademenin ortaya çıkmasını, halin ortaya çıkmasını gerekli kılar. İnsan Allah'ı unutmadı mı ister ki onu ben devamlı surette anayım. Dikkat ederseniz Kur'an ayetlerinde de Allah “Beni çok anın, beni zikredin.” “Vezkurullahe zikren kesira” “Beni çok zikredin” (Azhap Suresi, 41. Ayet)   Ve de sizin asıl ihtiyacınız, kalbinizi doyuran ibadet de zikrullahtır. “E la bi zikrillahi tatmainnul kulub.” “Dikkat ediniz, kalpleriniz ancak Allah'ı zikirle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28. Ayet)  Bu sadece fert olarak da değil. “Bir araya gelin, bir arada beni anın, Allah'ı zikredin.” Eğer biz bir araya gelerek Allah'ın adını zikrediyoruz, tekbir okuyoruz, salatu selam ile… Bakın Resulullah ile Peygamber arasında da onu sevmekle, onu sevmek arasında çok ciddi bir bağ vardır, bir alaka vardır. Yani bir insan Allah'ı sevmesinin en güzel alametlerinden bir tanesi de Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimiz'i sevmesidir. Ona itaat etmesidir, onu da hatırında tutmasıdır, ona salat ve selam okumasıdır. “Kim Muhammed'ime itaat ederse, bana itaat eder” diyor Cenâb-ı Hak Kur'an'ı Keriminde. “Muhammed'imi seven beni sever” diyor. Hülasa Peygamber ile Allah arasında bir köprü var ve Allah'a yürüyüp gitmede en kolay yol da o köprüden geçmektir. Mücerret olarak o büyük hazineye insanın varması zor belki de imkânsızdır. Ama aradaki vasıta, Peygamber vasıtası, bizi Cenâb-ı Hakka vuslatı çok rahat vücuda getiren ve de Allah'ın kulunu olan sevgisine de vesile olan bir haldir. Kısaca Peygamber Aleyhisselam'ı sevmek ve Allah'ı sevmek. Üçüncü olarak da Allah'ı zikretmek, anmak. Ne olarak? Nefsimizde. Yürürken, otururken, uyurken, kalkarken nefsimizde. Bir insanın kendi kendine Allah'a zikretmesi Allah'ın da o kulu nefsinde zikretmesine sebeptir. “Siz eğer beni” diyor, “nefsinizde zikrederseniz ben de sizi nefsimde zikrederim.” Hayır değil. “Bir topluluk içinde anarsanız ben o topluluktan daha hayırlı, bir topluluk içinde, melaike topluluğu içinde sizi onlara methederim.” Bu da şu demektir, biz Allah'ı böyle 10 kişi, 15 kişi, 20 kişi her neyse oturup da anarsak, tekbir getirirsek, selat-ü selam okursak, Kur'an ayetleri okursak, ismi celal yani Rabbimiz ‘in ismini güzel anarsak Allah da bizi o an meleklerine metheder. “Bak işte benim kullarım. Ben size demiştim ki yeryüzünde bir halife yaratacağım. Ne demiştiniz?” “Hayır ya Rabbi niye bunlar isyan edecek, kan dökecekler.” “İşte benim yaratılışta, yaratmaktaki maksadım budur.” “İşte benim” efendime söyleyeyim, “örnek kullarımdır bunlar” diye Allah kullarını o melekleri, melek taifesine methüsena eder. Neyle? İşte o zikirle beraber. Onun için en makbul ibadet Allah'ın zikriyle dilin daim ıslak kalmasıdır. En güzel ölüm o zikir halinde ruhun bedeni terk etmesi halidir. Onun için dikkat ederseniz bizim örfümüzde hep dualarda şöyle “Ya Rabbi son nefeste şahadet ve tevhid ile ruhumuzu teslim etmeyi nasip eyle.” Yani zikrullah yaparak hayatı terk etmeyi nasip eyle. Zaten İslam'daki nükte şudur: Müslüman olmak için de Allah'ı zikrederek o daireye girmen mümkün. Yani dünyayı terk ederken de kazançlı olman için “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” diyorsun İslam dairesine giriyorsun. Yine “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resulullah” demek suretiyle ebedi âleme rihletin yani zikirle giriyorsun, zikirle çıkıyorsun. Bu en büyük bir kazanç. Kısaca yani Allah'ı anmak kadar güzel bir hal yok. Bazı haller vardır ki insan o hallerde bazı ibadetleri yapamaz. Ama zikrullah ibadeti her halde caizdir. Her halde insan Rabbini zikreder, nefsini tezkiye eder Rabbine yaklaşabilir. 

Allah'ı Seven, Onun Emirlerine Uyar ve Kur'an İle Onunla Konuşur

Bir başka alamet de kulun Allah'ı sevdiğine işaret de Allah'ın emrettiklerini hep gözünün önüne getirir, onları hayatına geçirmeye çalışır. Bunun aksi nehyettiklerinden kaçmaktır. Bunu istemiyor, şunu istiyor. Yaptığı işlerin tamamında bir ölçü vardır. Bir mîzan vardır, bir mikyâs vardır. Gelişi güzel bir hayat tarzı beklenmez. Kimden? Allah'ı seven bir insandan. Şimdi “ben hayatı disiplinli, kuralına göre yaşamak istiyorum” dersen emredilene uyacaksın, nehyettiklerinden kaçacaksın. Bunu yaptığın zaman bilesin ki sen Allah'ı seven has bir kulsun. Daha Allah'la konuşmak, neyle konuşur bir insan Cenâb-ı Hak'la? Allah'la konuşma, insan Allah'ın kelamıyla Allah'la konuşur. Allah'ın kelamı nedir? Kur'an-ı Azimüşşan'dır. “Ben Allah'la konuşmak istiyorum” diyen her kardeşimiz alsın Kur'an'ı eline, okusun. O anda Rabbiyle konuşuyor. Onun kelamıdır. Kelam sıfatının tecellisiyle bu nazil olmuştur ve dolayısıyla bunları okudun mu sen Yüce Rabbinle sohbet ediyorsun, konuşuyorsun. “Allah'la beraber olmak istiyorum.” Al Kur'an'ı eline, otur okumaya başla. Yürürken oku, otururken oku, yatarken oku. Bil ki o anda efendime söyleyeyim Allah'la beraber. Bu eğer sen iç tabiatında bir sevgiye dönüşürse bilesin ki muhabbetullah artık senin bütün iç tabiatına hâkim olmuş demektir. Daha bir de Allah'ın sevdiği bazı kullar vardır. Bunları da sevebilme istidadını kalp dünyan taşıyorsa ve de onları seviyorsan bilesin ki sen hayırlı, güzel bir yolda Allah'ın bir eri ve muhabbetini besleyen salih ve saliha bir kul oluyorsun demektir. Cenâb-ı Hak bu sınıf insanların zümresine bizleri dâhil eylesin diyor. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyor. Saygılar sunuyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir