info@profdrhaydarbasenstitusu.org

BTP Kilis İl Başkanlığı Tanıtım ve Katılım Şöleni - Kilis Kapalı Spor Salonu / 18 Mayıs 2002
22/10/2025 EKONOMİ SİYASET 34

    Neler Okuyacaksınız

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Kâinat Devleti Yapmaya Var Mısınız?

“28 Şubat 1918’de Suriye’den Anadolu’ya geçtiğimde ilk ayak bastığım Türk toprağındaki uyanıklığa cidden hayran kaldım. Ve bir daha iman ettim ki bu millet asla ölmeyecektir. Var olun Aziz Kilisliler.”  (Mustafa Kemal Atatürk)
Polat Bey, İslam Bey’in, Kartal Bey'in torunları, muhterem Kilisliler; bu geceye hoş geldiniz. Bayramınız kutlu olsun. Yarın 19 Mayıs Gençlik Bayramı; biz bu geceden başladık bayramı kutlamaya. Zira millet, İkinci Kuvây-i Milliye hareketiyle milli harekâtına başlamıştır. Hayırlı olsun, uğurlu olsun. 
“Ben 1919 senesi mayısı içinde, Samsun'a çıktığım gün; elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben, bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.” (Mustafa Kemal Atatürk) 
Ben de milletime güvendim, Kilislime güvendim; yola çıktım. Sevgili kardeşlerim, insanlık tarihinin en büyük ailesi, en seçkin ailesi; bütün insanlık tarihinin de kabul ettiği gibi Türk milletidir, Türk ailesidir. Bizler bu ailenin Kilisli olarak şerefli mensuplarıyız; bu müktesebatımız kıyamete kadar devam edecektir. Bu büyük milletin bir ferdi olarak, en güçlü bir millet ve en kuvvetli bir millet olarak yaşamaya var mısınız? O halde bu milleti koruyacak, bu milleti kollayacak güçlü bir iradenin, güçlü bir devletin olması da şarttır. Bu devlet de hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bunu ‘kâinat devleti’ yapmaya var mısınız? Kardeşlerim iyi bilesiniz ki, bir millet ve devletin ayakta durabilmesi, güçlü ve kuvvetli olabilmesi için, izzet ve şeref sahibi olabilmesi için onu koruyan, onu kollayan mutlaka silahlı kuvvetleri olması lazımdır. Silahlı kuvvetleri olmayan hiçbir milletin ve de devletin istiklâli, istikbali garantide olmamıştır; olmasa da mümkün değildir. O hâlde millet ve devlet olarak ayakta kalmak istiyorsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ordusunu yani silahlı kuvvetlerini, kâinatın en güçlü ordusu yapmaya var mısınız? Hayırlı olsun, mübarek olsun, kazanız mübarek olsun kardeşlerim. 


Orduyu Küçültmekle Değil, Güçlendirmekle Devlet Büyür

Şimdi beni iyi dinleyiniz. Bakınız, bakınız bugün dünya, “silahlı kuvvetler” deyip de geçmeyin. Dünya bu nüansı çok iyi bildiği için neler söylüyor. Sene 1918, Lord Curzon aynen cümlesi şöyle: “Türk milleti artık askerinden, ordusundan mahrum edilmelidir; ebediyen ona askerliği yasak ettik.” (Lord Curzon) Şimdi “Avrupa Birliği’ne gireceğiz” kastıyla, bahanesiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasetini idare eden irade sanki Lord Curzon’un sözlerine çanak tutuyor ve diyor ki: “Biz orduyu küçültmemiz lazım.” Buna ne diyorsunuz? İşte ben de bunun için onlara “hayır” diyorum. Sevgili kardeşlerim, bu söylenen sözler, matematik olarak, mantık olarak da yanlıştır. Zira Avrupa Birliği’ne girmek gerekçesi, harcamaların fazla olması münasebetiyle olduğunu söyledikleri içindir. Güya “devlet giderleri fazla, askerî harcamalar fazla; bunları azaltmamız lâzım. Azaltırsak Avrupa Birliği’ne rahatlıkla girer, rahatlık içerisinde bulunuruz,” diyorlar. Çok yanlış ve de iftira. Bakın şimdi dünya kamuoyunun, dünya devletlerinin harcamalarını size birkaç tanesini tek tek sıralıyorum: Amerika Birleşik Devletleri'nin kamu gideri, devlete ait gideri %36’dır.  İngiltere'nin devlet gideri %40’tır. Almanya'nın gideri %40’tır. Fransa'nın devlet gideri %40'tır. İtalya'nın, Hollanda'nın devlete ait kamu giderleri %40'tır. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ait giderler de %26, 10/6’dır. Şimdi muhterem arkadaşlarım, bu gider oran olarak onlarınkiyle nispetle en az %15 az olmasına rağmen, bunu daha da az bir seviyeye çekmenin mantığını anlamak mümkün müdür? Onun için sevgili kardeşlerim, siyasi iradeye evvela rica ediyoruz: yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz. Hiçbir zaman orduyu küçültmek ile devleti küçültmek ile bir yere varamazsınız. Bilakis devleti güçlendirmek, büyütmek, orduyu güçlü ve kuvvetli kılmakla istediğiniz yere varabilir ve kararı alabilirsiniz. Aksi takdirde dünyanın oyuncağı haline gelirsiniz. Dünyada hiçbir millet, hiçbir devlet yoktur ki ordusu güçlü olmasın. Ordusu güçlü olmayan milletler insanlık tarihinde rezil ve rüsva olmuştur. Bunu böyle bilesiniz. Bizi Allah böyle bir akıbetten muhafaza buyursun.

Avrupa Birliği’ne Girdiğimiz Zaman Varlığımız ve Garantörlüğümüz Yok Oluyor

Sevgili kardeşlerim, sevgili kardeşlerim, biz Avrupa Birliği'ne karşıyız. Niçin karşıyız? Hamasi duygulardan kaynaklanan gerekçelerle biz Avrupa Birliği'ne karşı değiliz; çünkü Avrupa Birliği'ne girdiğimiz zaman elimizde birçok menfaatler yok oluyor, varlığımız elimizden gidiyor, maddî ve manevî garantörlüğümüz yok oluyor. Bu sebeple biz Avrupa Birliği'ne karşıyız. İsterseniz gelin birkaç maddeyi hep beraber art arda koyalım; bakalım ki hangi vicdan, hangi akıl bu birliği “evet” diyecek. Madde bir: Avrupa Birliği ne diyor biliyor musunuz? “Siz Avrupa Birliği'ne girmek istiyor musunuz?” “Evet.” “O halde siz Kıbrıs'ı Rumların istediği şekilde halletmek mecburiyetindesiniz.” Yani “Kıbrıs'ı Rumlara peşkeş çekeceksiniz.” Buna siz ne diyorsunuz? İşte ben de bunun için Avrupa Birliği'ne “hayır” diyorum. 
İki: Sevgili kardeşlerim, İstanbul'da Ortodoks mezhebi ve patriği vardır. “Siz patriği ekümenlik sıfat vererek İstanbul'un sur içerisinde bir din devleti kurmaya müsaade edeceksiniz. Şayet bu din devletini kurmaya müsaade etmezseniz, Avrupa Birliği'ne girmenize asla ve katâ müsaade etmeyiz.” Siz İstanbul'un sur içerisindeki bu yerine, patriğe din devleti kurmaya ne diyorsunuz? Ben de bunun için onlara “hayır” diyorum. Hayır, hayır, hayır… 
Sevgili kardeşlerim, sevgili kardeşlerim bakınız, yine bunlar ne diyorlar? “Ege'yi, kıta sahanlığı konusu itibariyle Yunanistan'ın istediği tarz ve şekilde halletmeniz şarttır.” “2004 yılına kadar Ege kıta sahanlığı konusunu halletmezseniz, biz onu Lahey Adalet Divanı'nda hallederiz.” Yani bunun manası şu: “biz Ege kıta sahanlık konusunu bahane ederek denizi alır, Yunanistan'a devrederiz; ancak o takdirde sizi Avrupa Birliği'ne kabul ederiz.” Şimdi kardeşlerim, hangi bahaneyle olursa olsun siz Ege Denizi'nin Yunan'a verilmesine razı mısınız? İşte ben de bunun için Avrupa Birliği'ne “hayır” diyorum.   


Bu Millet Bir Bütündür; Kardeşliğimizi Hiçbir Güç Bozamaz

Şimdi beni iyi dinleyin. Biz bir milletiz. Biz şovenist değiliz ama Türk milliyetçisiyiz. Kardeşlerim, bu bayrağın altında, bu şemsiyenin altında Kürt kardeşim var, Arap kardeşim var, Boşnak kardeşim var, Laz kardeşim var, Çerkez kardeşim var, Sırplı kardeşim var; var, var oğlu var. Ve bunların örfü bir, âdeti bir, geleneği bir, dini birdir. Hem vallahi, hem billahi! Doğusuna gidin, bu böyledir; batısına gidin, bu böyledir. Şimdi, şimdi, şimdi bu milleti bölüp parçalamak için Güneydoğu’yu, efendim, etnik bahanesiyle, etnik varlık bahanesiyle bölüp parçalamak istiyorlar. Sevgili kardeşlerim, buna siz ne diyorsunuz? İşte ben de bunun için Avrupa Birliği'ne “hayır” diyorum. Zira samimi değiller. Biz bir bütünüz. Etle kemik gibiyiz. Çanakkale'de ben Kürt Mehmet'le, Arap Ahmet'le, Laz İsmail'le çarpıştım. Göğüs göğüse beraber olduk. Bu millet kardeştir. Bunu ayırmaya teşebbüs edenler vallahi de kalleştir, billahi de kalleştir. Bu millet bir ailedir. Aile içerisinde anne, babanın, çoluk çocuğun kendi arasında birtakım geçimsizlikleri olabilir; bunlar normaldir. Ama bu hiç kimseyi ilgilendirmez; bu, bu milleti ilgilendirir, Batı'yı hiç ilgilendirmez. Şimdi biz düğün yapıyoruz, bayram yapıyoruz; kardeşliğimizi dünyada hiçbir güç, hiçbir güç, kuvvet bozamayacaktır. Vallahi de, billahi de bozamayacaktır. Hodri meydan, hodri meydan! 


Dünyada Hiçbir Millet Zillet ile İzzet Bulmamıştır

Kardeşlerim, kardeşlerim şu anlatacağımı çok iyi dinleyin. Çok ama çok dinleyin. Avrupa, müteferrik devletleri bir araya getirerek yanlış anlamayın bir Avrupa devleti kuruyor. Parçalanmış Avrupa devletlerini bir araya getiriyor ve bunlardan bir Avrupa devleti kuruyor. Dikkat edin, o parçaları bütün haline getirirken bize de diyor ki: “bütünleri parçalayın, dağılın, gidin.” Böyle bir dünyaya siz “evet” diyebilir misiniz? İşte ben de bunun için Avrupa Birliği'ne “hayır” diyorum. Sevgili kardeşlerim, sevgili kardeşlerim, iyi bilesiniz ki dünyada hiçbir millet zillet ile izzet bulmamıştır. Bugün şayet zillet ile izzet bulmaya teşebbüs eden kardeşleriniz varsa ayıksınlar, ayıksınlar, ayıksınlar ve bu millete güvensinler. 


Para Oyunlarıyla Millet Borç Batağına Sürüklendi

Şimdi dilerseniz vakti çok geçirmeyelim. Ben burada büyük bir konferans vereceğim. Yer yerinden oynayacak göreceksiniz. Hodri meydan! Adam Smith'in, Keynes'in teorisini yerle bir edeceğiz, Allah'ın izniyle. Çünkü onlar yıllarca, asırlarca Batı dünyası, bütün Avrupa, bütün Batı insanlığın ensesinde sülük gibi kan emmişlerdir. Bunlara son vereceğiz. Hiç merak etmeyin. Şimdi gençler, sağ olun; sizsiz biz olamayız. Ama sabredin, birkaç cümle söyleyeyim bu iktisadi konulara. Evet, para oyunlarıyla bizi öyle bir hale getirdiler ki iç ve dış borç olarak tam 230 milyar dolar borcumuz oldu. Bunun rivayetlere göre 160 milyar doları dış borç, diğeri de iç borçtur. Bu kadar borcu biz yaptık. Sayın Sabancı’nın dediği gibi “üç aldık, elde bir var.” Nerede bu 2? Sormak gerekmez mi? İşte kardeşlerim, işte kardeşlerim, bu kadar harcama yapılmış halde kervansaraylar mı yapıldı, yollar mı yapıldı, fabrikalar mı yapıldı, araziler mi onarıldı, hayvancılık mı ileriye gitti, ne ileriye gitti? Söyler misiniz? Şimdi biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak siyasi iradeye diyoruz ki, “yanlış yaptınız, çıkın milletten özür dileyin ve ‘Allah ısmarladık’” deyip kendi uzletinize çekilin. Aksi takdirde millet sizi vicdanında mahkûm edecek, sandığa gömecektir. 


Emisyonu Genişletip Emeği Devreye Koymadan Bir Millet Kalkınamaz

Sevgili kardeşlerim, siz peki ne yapacaksınız bu manzara karşısında? Beni iyi dinleyin. İktisattan anlayan kardeşlerim bakın çok iyi bilirler; dünyada kalkınmak isteyen devletler Amerika olsun, İngiltere olsun, Fransa olsun, Hollanda olsun... Yani bütün Avrupa ülkeleri, başta Hollanda olmak, affedersiniz, Japonya olmak üzere emisyonlarını genişlettiler ve emisyonu genişleterek emeği devreye koydular; üretimi elde ettiler. Tekrar ediyorum; emisyon genişledi, emek devreye girdi, üretim elde edildi. Dünyada bu kuraldır, iktisat kuralıdır. Emeği devreye koymadan, üretimi yapmadan bir devletin ve milletin kalkınması mümkün değildir. Amerika bunu yaptı, İngiltere bunu yaptı, Japonya bunu yaptı, Almanya bunu yaptı. Hatta yine anlatılır, Almanya'da lokantaya yemek için gidenler çuvalla para getirirmiş o zamanlar. Neden? Emisyon fazla olduğu için, enflasyon emek karşılığında gelişiyor ve bu hâli yaşıyor. Ama bugün Almanya ekonomisiyle dünyaya meydan okuyacak noktaya geliyor. Bize gelince, sevgili kardeşlerim, emisyonu genişletip emeği devreye koyması gerekirken, yani çiftçinin cebine para koyması gerekirken, hayvancılıkla uğraşan kardeşimizin cebine para koymak gerekirken, daha sanayiyle uğraşan kardeşimin cebine para koymak gerekirken, yani esnafımızın cebine para koymak gerekirken, para sirkülasyonunu artırmak gerekirken; hayır, biz bunu yapmıyoruz. Ne yapıyoruz? Diyoruz ki “Merkez Bankası para basamaz.” Allah Allah. Para kim basmaz biliyor musunuz, muhterem arkadaşlarım? Dünyada esaret sahibi milletler, esir olmuş milletler para basamazlar. Şu anda bizim Merkez Bankamız parasını basmıyor. Ne diyorsunuz buna? Ben de onun için “hayır” diyorum. Yapılacak iş emisyonu genişletmektir. Ondan sonra ne olacak? Çiftçinin cebine, tarımla iştigal eden kardeşlerimizin cebine para girecek. Daha? Hayvancılıkla uğraşan kardeşlerimizin cebine para girecek. Daha? Madencilikle uğraşan kardeşlerimizin cebine para girecek. Ve para girerken de bir tek kuruş faiz alınmayacak. Verilen krediler faizsiz verilecek. Verilen krediler proje mukabili verildiği için de, karşılığında emeğin karşılığında üretim alınacak. Ve sıfır enflasyonla Türkiye Cumhuriyeti Devleti en kısa zamanda istenilen noktaya gelecektir. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın. 


Devlet, Çiftçiye Ürününü Yetiştirmesi İçin Avans Adıyla Faizsiz Kredi Vermelidir

Şimdi, şimdi burada bir misal vereceğim; bakınız, hepiniz bunu anlayacaksınız. Nedir? Faraza çiftçi kardeşimizden bahsediyorum. Ne ekiyor? Pamuk ekiyor. Nesi var? Zeytini var. Nesi var? Üzümü var. Geliyor, devlet babasına diyor ki: “Ey devlet baba, benim şu kadar ürünüm var bir yılda. Faraza bu gelirim 20 milyardır. Şimdi ama benim cebimde para olmadığı için bunu yapamıyorum. Bana sen ‘avans’ adı altında kredi ver; ben de bütün bu ürünleri yetiştireyim. Sene sonunda sana para yerine bu ürünleri satayım.” Anladık mı bunu? Evet, bu, sevgili kardeşlerim, Japonya'da uygulandı. Amerika'da hâlâ uygulanıyor. İngiltere'de uygulandı. Maalesef Türkiye'de uygulanmıyor. Her türlü yasayı çıkardılar. Bırak yetiştirmeyi, “pamuk yetiştiremezsin” diyor. Daha? “Mısır da yetiştiremezsin.” Daha? “Tütün de yetiştiremezsin.” Daha? “Fındık da yetiştiremezsin.” Yani verip, para kredi verip yetiştirmesi gerektiği mamulleri kredi vermediği gibi, bir de kanun çıkarıyor. Tahdit kanunu, sınırlama kanunu. “Bunları sen istediğin kadar yetiştiremezsin” diyor. Böyle bir ülkede soruyorum kardeşlerim: Millet ne yiyecek? Toprak mı yiyecek? Sevgili kardeşlerim, sevgili kardeşlerim, onun için yapmamız gereken şudur: İşte biz bağımızda, bahçemizde daha henüz ürünümüz yok iken, yani 4–5 ay evvelden devlet babanın kapısına gelip kredi isteyeceğiz. Devlet de, o ürünü yetiştirmen için, elde edebilmen için sana “avans” adı altında faizsiz kredi verecek. Yılın sonunda da sen yetiştirdiğin ürününü ister ona satarsın, dilediğine satarak borcunu ödersin. Buna var mısınız?


Enflasyonu Para Oyunlarıyla Değil, Üretimi Ucuzlatarak Düşüreceğiz 

Şimdi bu düşüncenin iktidar olmasına ne diyorsunuz, sevgili kardeşlerim? Ne diyorsunuz? O halde şartımız şu: Şimdi biz koalisyon olsak, arkadaşlarımıza gece gündüz anlatsak, onlar bizi anlaması mümkün değil. Zira şimdi de biz onlara anlatıyoruz: “Yolunuz yanlıştır.” Dilerseniz bu yanlış yoldan hareketle bir hususu ifade edeyim. Dediler ki “Türkiye'de enflasyon var. Biz bu enflasyonu aşağı çekmemiz lâzım.” “Peki, nasıl çekeceksiniz?” “Para hareketiyle beraber çekeceğiz,” dediler. “Milletin cebindeki parayı çekeceğiz. Talebi aşağı indirdik mi enflasyon düşer.” Şimdi bu tip tarif, talep enflasyonunun olduğu yerde geçerlidir. Ama Türkiye'de talep enflasyonu yok ki. Türkiye'de olan enflasyonun adı “maliyet enflasyonudur.” İzah edeyim, o da şudur: Şimdi tüccar kardeşimiz, sanayici kardeşim imalatını yaparken; ne veriyor? Maliye vergisi veriyor, değil mi? Daha? Sigorta vergisi veriyor. Daha? Enerjiye para veriyor. Daha? Ham maddeye veriyor. Daha? Döner sermayesi az olduğu için ne yapıyor? Bankadan kredi alıyor. Kredi faizleri yüklü miktarda. Bütün bunlar üst üste geldiği zaman malın sırtına biniyor. İşte bundan dolayı da imal ettiğimiz mamul pahalıya mal oluyor. Şimdi siz bu ucuzluğun olması için ne yapmanız lâzım? Diyoruz ki biz “maliye vergilerini düşüreceksiniz.” Onun için Bağımsız Türkiye Partisi, yüz milyarın altında geliri olan kardeşlerimizden bir tek kuruş vergi almayacaktır. Yani memura müjde, işçiye müjde, çiftçiye müjde, bakkal kardeşime müjde. 100 milyar gelirin altında senin gelirin var mı? Ha, bir tek kuruş vergi vermeyeceksin. İşte vergiden muaf olacak.
2- Sigorta vergisi aşağı düşecek.
3- Ham madde ucuzlayacak.
4- Kredi faizleri sıfırlanacak. 
Bunu yaptığın zaman kardeşim enflasyon düşer mi, düşmez mi? İşte biz de bunu yapacağız. Yani kredi faizlerini sıfırlayacağız. İki, maliye vergilerini yok edeceğiz (100 milyarın altındakileri). Daha? Sigorta vergilerini düşüreceğiz. Ham madde ucuzlayacak ve bu şekilde de enflasyon aşağı düşecek. Bunun dışında siz ne kadar para oyunu yaparsanız yapın, hiç mümkün değildir ki enflasyonu aşağı düşüremezsiniz. Şu anda o bakımdan iktidar çok yanlış bir kulvarda gidiyor. Bak dikkat ederseniz epey zamandan beri Sayın Derviş “seçim yapılması lazım zira maliyemiz düzeldi, maliye düzeldiği için de seçim ekonomisi bize zarar vermez. Seçime gidelim” diyor. İnanıyor musunuz buna? Ee peki niye seçim istiyor? Baktı ki “yolun sonu çok karanlık, gidersek Derviş’in gemisi iyice batacak. Gemiye batırmadan hiç olmazsa” diyor, “seçimi nasıl olmazsa Derviş’i kimse seçmez. Bizde alır pılı pırtımızı farklı bir ülkeye gideriz.” Onun için bunu istiyor. Yoksa muvaffak olmuş bir adam niçin seçime gitmek istesin? Neden? “Hodri meydan, işte yaptım görün ”der. Demez mi? Niye demiyor? Diyemiyor ki. İşin doğrusu onun dediği değil de ondan. Doğrusu nedir? Haydar Baş Hoca’nın dediğidir.

IMF’ye Sırtını Döneceksin; Kendi Milletine Yöneleceksin

Sevgili kardeşlerim bakınız, size bir farklı yine iktisadi konudan girmek istiyorum. Şu anda biz IMF'den kredi alıyoruz. Deniliyor ki “IMF bize işte bizi seviyor, yardım ediyor.” Adamlara yüzde 8, yüzde 6 faiz veriyoruz; “bizi seviyormuş.” Ya IMF'in, Dünya Bankası'nın zaten kuruluş maksadı para satıp para kazanmaktır. Devlet değil, ben Haydar Baş olarak gitsem adamlara desem ki “Şöyle bir yatırım yapıyorum; bana kredi vereceksiniz,” verirler. Yemin ediyorum Dünya Bankası bizim Akçaabat’ta onlarca insana kredi verdi. Dikkat edin. Şimdi bir ferde kredi veren Dünya Bankası, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne kredi verir mi, vermez mi? Vermemesi için bir sebep yok ki. Devlet karşısında muhatap. Şimdi işin hakikati bu olmasına rağmen adamlar sanki bize hiçbir şey almayacakmış gibi, yardım edecekmiş gibi faizle para satıyorlar; yani eskilerin tabiriyle “tefecilik” yapıyorlar. Ondan sonra da kahraman oluyorlar: “Hayır ediyormuşlar gibi.” Hayır filan yaptıkları yok. Bunların verdikleri paralardan yılda doğan faiz miktarı kardeşlerim tam 45 katrilyondur. Bütçeyi açın bakın: 2002 bütçesinde bu yıl ödememiz gereken faiz miktarı 43,6 katrilyondur. Borcun kendisi değil, aldığımız borçların faizi bu yıl 43,6 katrilyondur; 2002 bütçesinde ödenecek.  Şimdi kardeşlerim, işte ben diyorum ki çok yanlış yaptınız ve yapıyorsunuz. Avrupa'ya sırtınızı döneceksiniz. IMF'e “geriye dön, marş, marş” diyeceksiniz. O zaman ne olacak sevgili kardeşlerim? Bu vatan, bu dil seninle ilgilen. Bu vatan, bu dil seninle ilgilen. O zaman olacak olan iş şudur: en az 45 katrilyon para benim milletimin cebine girecek. Neden? Çünkü borçlanmayacak, faiz vermeyecek. O emisyonla onu biz kime vereceğiz? İşçi kardeşimize vereceğiz; çiftçi kardeşimize vereceğiz; memur kardeşimize vereceğiz; amir kardeşimize vereceğiz; topyekûn Türk milletine vereceğiz. Var mısınız? Merak etmeyin, ben bu işi vallahi de çok iyi biliyorum, billahi de çok iyi biliyorum. Onların patronlarına ben “hodri meydan” dedim. Onlar bana… Kardeşlerim, iyi bilesiniz ki onlar bana iltifat edip elimi öpmek mecburiyetinde kalmışlardır. Ben onlar gibi el öpmem; elimi öptürürüm. Var mısınız? Kilisli kardeşlerim, var mısınız Türk milletinin elini öptürmeye? Var mısınız Türk milletinin elini öptürmeye? O halde yolunuz açık olsun, kazanız mübarek olsun. Allah'a emanet olun.          
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir