info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İftar Sohbeti – İnsanın Yaradılış Gayesi
21/11/2024 DİNİ YAŞAM 50

    Neler Okuyacaksınız

Böyle bir programın milletimiz açısından mahiyet itibariyle değeri, hakikaten ifadelerle imkânı olmayan bir mahiyet arz etmektedir. Esasen bu programlar bizi takip eden kardeşlerimize çok faydalı olduğunu hem duyuyor hem sohbetlerimizde öğreniyor ve hem de bunun mukabilinde çok ama çok dualar alıyoruz. Ben de bizi takip eden kardeşlerimize bilmukabele hürmetlerimi, saygılarımı ve dualarımızı aynen bilmukabele naklediyorum. 


İnsan Başıboş Yaratılmış Bir Varlık Mıdır, Varlık Nedeni Nedir?

Hakikaten biz, bu üzerinde yaşadığımız evrende başıboş yaratılmış bir varlık mıyız; yani niye yaşıyoruz, niye geldik bu aleme, varlık nedenimiz ne? 
Yaşadığımız hayat tarzlarına baktığımız zaman çok defa “Acaba niçin yaratıldım?” sorusunu sorduğunda cevabını bulamıyorsun. Çünkü yaşantımız o kadar maksadının dışına çıkmış ki bu sadece bizim toplumumuz için değil. İnsan olduğu her bölgede ve her yerde diyebilirim ki, fazla gezen bir kardeşiniz olmamız münasebetiyle çok tespitlerimiz oluyor, yani “Neden yaşıyoruz, niçin varız?” sorularını sorduğunuz zaman karşınıza çıkan netice, önünüze gelen netice “Zengin olmak için yaşıyorum, bir mevki sahibi olmak için yaşıyorum, bir rütbe sahibi olmak için yaşıyorum, güçlü olmak için yaşıyorum”. Sorunun cevabını aşağı yukarı inanan da inanmayan da bu kulvarda veriyor. En yakınlarımızdan en uzakta olana aynı soruyu tevcih ettiğinizde, belki sözde az sonra ifade edeceğim konuları içeren cevaplar veriyor ama haline baktığınız zaman, yaşantı tarzına baktığınız zaman hiç de öyle değil. Zengin olmak, yükselmek, çok şey elde etmek, herkesin üzerine çıkmak. Yani bütün bunlar kötü şeyler mi? Bir maksat olmazsa, bir gaye olmazsa boş şeyler. Ama ifade etmeye çalışacağımız konu, bir gaye olursa çok şey. 
Şimdi maalesef gayesiz bir büyüme, gayesiz bir yükselme; ihtiras yani nefsani bir duygu içerisinde yükselme de yükselemiyor, arzu ettiği zenginliği de elde edemiyor. Yani, başıboş maalesef bir hayat tarzı içerisinde günümüzün insanı; yani bizler, uzaktakiler değil. Nefislerimizi de bu işin merkezine korsan, yani dinleyenler de bizden ayrı demezler. Efendim, başıboş bir hayat yaşıyoruz. Halbuki Kur'an'da Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri “İnsanoğlu başıboş yaratıldığını mı zannediyor?”, yani böyle adeta bir sert cisme çarpar gibi kafanı ‘kendine gel bakayım, sen başıboş yaratılmadın’. Daha? Bir hesap üzere yaratıldın. Senin yaradılışının bir maksadı, bir gayesi var. Sadece senin değil bütün bu mükevvenadın, bu alemin bir maksadı var. O maksat, bir hesap üzeredir; böyle milimetrik hesaplar üzerinedir, mizan üzeredir. “Vedaal mizan” (Rahman Suresi 7. Ayet)

Allah, İnsanlara Yaradılış Maksatlarını Bulduracak Elçiler Göndermiştir

Şimdi, her şey mükemmel bir nizam üzere olunca ve başıboş da insan yaratılmayınca; acaba ne için değil mi? Başıboş değil. Peki maksat ne? İnsan bunu bulamaz diye Cenab-ı Hak, onu ona bulduracak haberciler, elçiler; arasını bulan, onu tanıtan nebi ve resul dediğimiz cinsten seçilmiş ve sevilmiş ulü’l azim insanlar gönderiyor ve onların kanalıyla Kur'an'da mevcut olan bir mesaj ki o da yaradılışın neden ve niçin olduğunu, bunun dışında eğer bir maksat, gaye varsa boş olduğunu, her ne kadar Kur'an-ı Azimüşşan’da bu okuyacağım Ayet-i Kerime beyan ediliyor ise de Kur'an'dan evvel gelen 104 kitabın tamamında bu mananın mahiyet halinde insanları kuşattığını ve peygamberlerin bu mesajı insanlara bildirdiğini görüyoruz. Neymiş o? Esteizübillah ‘ve ma halaktul cinne vel inse illa liya budûn’, insanları ve cinleri Cenab-ı Hak şimdi koyuyor, gayem şu diyor “Ey insan ve ey cin topluluğu, haberiniz olsun benim sizi yaratmamın bir tek sebebi var”. Neymiş o sebep? ‘liya budûn’, ulema bu Ayet-i Kerime’yi ‘liya’rifun’ şeklinde de tefsir eder; Allah'ı bilmek, tanımak. ‘ya budûn’ malumunuz ibadettir, ibadet etmek için. Hatırlarsanız çeşitli sohbetlerimizde, ibadet Allah'ı bilme ilmidir. Neden? Çünkü siz taat ve ibadetle Rabbimizin tecellilerine mazhar oluyorsunuz; o tecelliler ile beraber de yaratıcıyı tanıyorsunuz. O zaman siz Allah'a arif oluyorsunuz; yani Allah'ın ilmini öğreniyorsunuz, Allah'ı bilme ilmini öğreniyorsunuz. O bakımdan bu manaya gelsin diye ‘ya budûn, liya budûn’ Ayet-i Kerime’sini, oradaki ibadet hususunu ulema, Allah'ı bilmek olarak tefsir ediyor. İbadet yaptın mı neticede Allah'ı tanırsın.

İnsanların Bütün İşlerinin Merkezine Oturan Gaye, Allah’ın Rızasıdır 

Şimdi çok enteresan bir incelik var burada. Dikkat ederseniz ibadetle hayatını yönlendiren insanların hayatında hemen hemen bütün işlerin merkezinde oturan gaye, Allah'ın rızasıdır. Allah'ın rızası olması münasebetiyle, attığı her adımı ‘o benden razı olsun’ diye atar; aldığı nefesi, yaptığı bütün işleri ‘benden razı olsun’. Şimdi, benden razı olsun diye kim razı olacak? Allah, razı olacak. Attığı adım işte onun ibadeti.  Bu hal, bu niyet onun Allah'ı hatırlamasına vesile olduğu için; hatırlamak, Allah'ı zikirdir. Allah'ı unutmamak, Allah'ı hatırda tutmak hem ‘Allah Allah’ diyerek Allah'ı zikretmek de zikirdir. Allah’ı unutmamak da zikirdir. 
Dikkat buyurun. Şimdi sadece bak bir niyet; o niyet Allah'ı zikrinize sebep oluyor, o vesile ile Cenab-ı Vacibul Vücud da sizin kalbinize tecelli ediyor. O tecelli eden Rabbi tanıyorsunuz, tanımaya başlıyorsunuz. Tanıdıkça o büyük azameti seyrediyorsunuz, onu görüyorsunuz. Gördükten sonra “Allah Allah” diyorsun ya “ben hiçbir şey yapmıyorum aman Yarabbi”. İbadetlerin sana az geliyor. O kudret, o kuvvet, o azamet karşısında o kadar küçülüyorsun ki neredeyse ben yokum dercesine içinde hem bir azamete karşı saygı, korku ama onun üzerinde çok daha sizi ona bağlayan bir sevgi ve muhabbet gelişiyor; ibadeti yaptıkça yapmanız içinizden geliyor. 
Dikkat ederseniz bu hali yaşayamadığımız zaman ibadet sırtımızda bir külfet. Aman bir namaza kalkarken sanki sırtımızda dağlar var. Haydi bakalım kalk erkeksen. Hele sabah namazı olunca. Şimdi bu neden? Kalp ile Allah arasına devreyi tam koyamadık; yani ibadetle o devreyi tam kuramadık, kapıları açamadık. Gelecek sinyallerden habersiziz. İşte hakikatte ibadet, o sinyallerin kulun kalbine tecellisine ve o tecellilerde kulun Allah'ı tanımasına… İşte ayette murad edilen Cenab-ı Hak'ın maksadı bunun için; yani ‘beni tanıman, bilmen’. ‘Ben böyle bir padişahım haberin olsun ey kulum’ bu hali yakalamandır.  Onun için o gücü her an yaşamandır. Kiminle karşı olursan ol, hangi birlik olursa olsun. Bu ABD birliği olur, AB birliği olur, şu olur, bu olur. O güç sende olur. Bilmem anlatabiliyor muyum?  
Şimdi o güçle birlikte hayatı kucaklamaya çalışan sen; o zaman herkesin fevkine onun için, onun adına çıkmak istersin. Niye? Ben… İnsan neydi? Halifetullah değil mi? Onu temsil ediyorum. Hem inanmış mümin olarak bunu biliyorum. O zaman güçlü olmaya, kuvvetli olmaya mecbur oluyor ve bu mükevvenatın onun emrine musahhar kılındığına… Öyle değil mi? “Semada, yerde ne varsa insanoğlunun emrine amade kıldım” diyor Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Vacibul Vücud. Yani bütün bu mükevvenat sana veriliyor. Ne için? Yani bir gaye olmazsa, o verilen şeyin hesabını vermek de çok zor. Emrine verildi ama nereye kullandın bunu oğlum? Değil mi? Her şeyin hesabı sorulacak; bir nefesin dahi, zerrenin dahi hesabı sorulacak. O manada insanın Vacibul Vücud olan Rabbinin maksatını bilerek elindeki malzemeyi değerlendirmesi, kainattaki varlıkları şekilden şekle sokup onun rızasını kazanacak tarzda kompoze etmesi, çocuklarının rızkını kazanması, düşmanına karşı direnmesi, insanıyla, milletiyle geçinmesi, düşkünlere yardım etmesi, fakiri, fukarayı gözetmesi; kısaca bütün bu hallerin tamamı ne olmuş oluyor? İbadet olmuş oluyor. O ruhu yakaladığın zaman halin de, ruhun da, fikrin de, bedenin de ahsen-i takvim bir mahiyet arz ediyor ‘lekad halaknel insane fi ahsen-i takvim’ o güzel surette, işte bu. Ama yok, ondan uzaklaştın ‘summe radednahu esfele safilin’ kaybolmuş gitmişsin, Allah korusun. Özette bunu diyebiliriz efendim.

Allah, Kullarını Deniyor

Şimdi madem bir maksat için yaratıldık, o halde o maksat için bu alemde bulunan insan deneniyor. Sadece dünyanın geçici olan nimetlerinden istifade ile hayatını sür; bu maksat yok. Zaten dünya ‘leibun ve lehvun’ oyundur, oyuncaktır; Cenab-ı Vacibul Vücud buyuruyor. Hakikaten şimdi geçmişinize bakın, yaşınız kaçsa, o geçmiş zamanda çok hatıralarınız vardır; tatlısı vardır, acısı vardır, ne bileyim böyle çok sizi sevindireni vardır, üzeni vardır. Ama bütün bunları toplasanız belki de şu andaki hayatınızda bir saniyenizi bile işgal etmez. Hepsi geçmiştir. Yani bu kadar büyük bir yaşantınız oluyor, acılarınız oluyor, kederleriniz oluyor, sevinciniz oluyor, ne bileyim her şeyiniz oluyor. Ama dönüp bakıyorsun, hepsini bir araya toparlıyorsun, bir çırpıda seyrediyorsun ve hiçbir şey. “Allah Allah” diyorsun “bu neymiş?”. Bu işte insanın denenmek için; Allah kullarını deniyor. Zaten insan geçirdiği ıstırapları, çileleri, dertleri hatırında tutabilse yani unutmasa -aslında unutkanlık da büyük bir nimet- geçmişe dönük yaşasa; çıldırır, kafayı oynatır. O kadar çile, o kadar meşakkat gözünün önüne gelecek, hayalini kuracak ve bunlarla beraber bir hayat sürecek. İnsan unutmadığı zaman, o çileler onu bitirir. 
Onun için Cenab-ı Hak'ın ikram ettiği gaflette bile büyük bir nimet var. Bu gaflet hali olmasa, insanoğlu çıldırır. Değil mi? Ama bunun da ifratı ve tefriti olmaması lazım, ortası. Yani burada şunu demek istiyorum, Canab-ı Vacibul Vücud bizi denemek için yaratmış. Bu denemekte ki kasıt da şu ayette bakın, esteizübillah ‘ ellezi halakal mevte vel hayate li yebluvekum eyyukum ahsenu amela’ “Hanginiz daha güzel işler yaparsınız, bu ortaya çıksın”; amel, ibadet, iş yaparsınız diye, bu ortaya çıksın diye yüce Allah ölümü ve hayatı yarattı. Ölümle hayatın yaratılmasının esprisi, maksatı neymiş? Kimin daha güzel iş yaptığının ortaya çıkması için, daha güzel ibadet yaptığının ortaya çıkması için. Yani kim daha güzel kul oldu, kim olmadı? 

Kendini Hür Zanneden İnsan Korkunç Bir Esaretin Altındadır

Şimdi, kulluk esasen enteresan bir nükte. İnsan, bütün halleri ile beraber bir şeyin esiridir. Kul demek, esir demektir. Arapça bir kelime malumunuz. Ya siz kendi iç tabiatınızda mevcut olan nefsani duyguların esirisiniz, onun esareti ile hayatınızı yönlendirirsiniz. Gece hayatı, gündüz efendime söyleyeyim sarhoşluk, serkeşlik, eroinman, ne bileyim şu, bu. Dehlizlerde ömrünüzü çürütürsünüz. 
Bu nedir? Aslında alabildiğine kendini hür zanneden insan burada korkunç bir esaretin, o duygunun esareti altında, onlara esir durumunda. Aynı insan çeşitli efendime söyleyeyim meşru gibi görülen ve fakat Allah ile alakasını kurmayan zenginlikler olsun, şu olsun, bu olsun; bunların esiri olur. Aman o olayım, aman o olayım, aman olayım. Başta söyledik ya, bir gayenin dışına çıktığınız zaman, yani kulluk gayesinin dışına çıktığınız zaman; o olayım, zengin olayım, şöhret sahibi olayım, efendime söyleyeyim mevki, rütbe sahibi olayım… Sadece bunun için. Bu da bir şeyin esiri. Neyin? O da nefsani arzu, isteğin; onun esirisin sen. Her ne kadar görünüşte senin rütben, servetin, şuyun, buyun varsa da duyguların esirisin. O seni çekip çevirmiş, avucunun içine almış seni, oynatıyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Bir de insanın yaradılış maksadıyla Rabbine o evamire, emirlere esareti var. Allah'ın iradesine, iradesini teslim etmesi var. Ne demektir bu iradesini Allah'ın iradesine teslim etmesi? Kulum ben senden şunu istiyorum, onu yapması; şunu da istemiyorum, onu yapmaması iradeyi ona teslimiyettir. İrade-i külliyeye cüzi iradenin teslimiyetidir. Şimdi dikkat edin, her işinizde bu soruyu sorup cevabını eğer alabiliyorsanız hayatınızın 24 saati, 24 senesi veya tamamı ne olmuş oluyor? Allah'a kulluk kulvarında geçmiş oluyor ve bu kulluk sizi öyle bir zengin… Şimdi her iki halde de aslında kazancınız yine… Kazanıyorsunuz yani birinde kazanmak var da birinde yok değil. Maksat burada elinde tuttuğun malzemeyi kullandığın iradenin merkezine göre değişiyor. Birinde sırf kendini yükseltmek için o malzemeyi kullandırıp değerlendiriyorsun, diğerinde seni yaratanı memnun etmek için o malzemeyi kullandırıp değerlendiriyorsun.  Şimdi senin hayat felsefen neyse, elindeki malzeme de ona göre şekil buluyor. Ama Allah'ın sana tayin ettiği mantık ve mantalite istikametinde yola çıkar, yoluna devam edersen; her şeyin güzel olur. Niye? Onda hiçbir kötü şey yok ki onu emretsin. Her şey güzel, emrettiği her şey. Yasakladığının hepsi de çok yerinde yasaklar. 
Kısaca şunu demek istiyorum, yani bir insanın ömrü kulluk kulvarında geçerse görünüşte Allah'ın emirlerine esir olma makamında ve sadedinde olan insan, Rabbinin yakınlığını kazandığı için onun tecellilerine mazhar olur. Şimdi geliyoruz bir tarife, burada önümüze… O tecelliler insanı mest eder, kendinden geçirir. “Mestu hayranım”, hani ilahiler de var ya! “Zaru giryanım.” Yani öyle bir hal olur ki içinizde fevkalade bir bast hali, genişlik. Başta yola çıkarken kendini çok küçük gören insan, bir anda Allah Allah kâinattan daha büyük oluyor; Allah ona tecelli ediyor. Bu tecellilerin sahibi oluyorsun, o zenginliği elde ediyorsun. Ama nasıl? O esaret ile oraya gidiyorsun. İşte kulluk, hürriyet bu; o zevki yaşamaktır. Yoksa insanın behemi arzularının esiri olarak hayatta har vurup harman savurmanın adına hürriyet denmez; esaret denir. Bizim hayat telakkimizde efendime söyleyeyim böyle bir nefsani hayatın dışında fevkalade bir ayrılık, bir nükte, bir çizgi, bir kulvar vardır. Bunu yaşarız ve bizi mutlu eder. Dağda çoban da olsan mutlusun, evde ev hanımı da olsan mutlusun, memleketi idare eden cumhurbaşkanı da olsan mutlusun, vekil de olsan mutlusun, çiftçi de olsan mutlusun, çöpçü de olsan mutlusun. Niye? Sen artık yaptığın bütün işleri niyetin ile birleştirip seni yaratanı memnun etme kulvarında yürüdüğünde, o güzellikleri yaşayan büyük bir zengin insansın da kainatsın da ondan. Kâfi mi efendim?  

Kalbi Ne İle Doldurursan Hayatını O İstikamette Yönlendirirsin

Şimdi tabii bunun hepsinin toparlandığı merkez, kalbi; kalp alemimiz, kalp dünyamız. Ama ona neyi doldurursan, hangi duygularla onu bezersen; o istikamette hayatını yönlendirirsin. O dedik ya nefis; nefsani arzuların istikametinde o gözlerini çalıştırırsın, kulağını çalıştırırsın, elini çalıştırırsın, tabiat malzemesinden hep o yönden görüntüler alır, oraya doldurursun. Aldığın bu görüntüler yani niyetine göre aldığın görüntüler kalbini doldurduğu için eğer niyetin Rabbine vuslat edip onunla dost olmak, arkadaş olmak, her işte onunla musafa edip sohbet etmek olmazsa her şeyi ondan seni koparır. Yani kalbin o duyguların esiri olur. 
Hani bazen çok defa deriz ya “Namaza duruyorum, her türlü fitne hatırıma geliyor. Arkadaşla kavga ediyorum”, ticaret yapan bir esnaf ise “Satamadığım malı orada, namazda satıyorum. Çek senet tahsilatı yapıyorum”. Yani kısaca “Namaza durduğum zaman” diyor, doğrudur bu, “her şey orada ortaya çıkıyor”. Şimdi insanoğlunun bu organları, duyu organları hayatı resmediyor. Nereye? Kalbine. Şimdi niyetin ve maksatın, dediğimiz kulluk istikametinde olmazsa; filmler ona göre şekil buluyor kalpte. Şimdi bir de düşün ki niyetin, maksatın kâinat kitabında Allah'ı tanımak olursa; bir ağacı seyrediyorsun, Allah Allah… Ne kuvvet ne kudret. Toprağa yapışan köklerinin topraktan aldığı, emdiği suyu taa doruk noktasına kadar hangi motorla çıkartıyor? Allah Allah... En doruk noktasındaki yaprağını kestiğin zaman da ondan su akıyor, tabanındaki bir uzvunu kestiğin zaman da ondan su akıyor.  Ne hikmet ki buradaki denge, o tepesinde de var. Buna neyi yerleştirdin? Şimdi bir de böyle misalleri çoğaltabiliriz. Değil mi? 
Kâinatı, insanları ve yaptığı işleri Allah'ın rızası istikametinde değerlendiren, işte bu duygularla da o kalbi bunun ibadet merkezli olduğu için kalbe ibadet merkezli şeyler dolar. Bana çok defa derlerdi “Hocam, bu duyguların kalbimize gelmemesi için ne yapacağız?”. Her haliniz zikir olacak. “Hocam nasıl olacak?”. Eğer Allah'ı her an hatırlarsan ve de hiçbir an unutmazsan o kalp onunla beraber dolar, namazda da onu hatırlarsın. Şimdi orası bir banyo odası, fotoğrafçının banyo odası. Açıyorsun, çıkıyor ortaya çektiğin resimler. Değil mi? 

Kalbi Temizleyip Sahibinin Tecelli Ettiği Mekân Haline Getirmek Gerekir

Şimdi bunun gibi kalp öyle bir merkez ki onu temizleyip sahibinin tecelli ettiği bir mekan haline getirmek lazım. “Yere, göre sığmam”. Nereye sığarım diyor? “Mümin kulumun kalbine”, Cenab-ı Vacibul Vücud. Nasıl insanın? Senin kalbine. Orası ayin-i ilahi, bir ayna. Nasıl sığar? Temizlersin onu, aynanın karşısına geçtiğin zaman kimi görürsün? Kendini görürsün. ‘Eğer sen kalp aynasını temizlersen, bu ayineden kim görünür?’ diyor, Niyazi Mısri Hazretleri’nin ifadesi. Hak görünür. Yani ayine-i ilahi, insanın kalbi. Kalp, çok farklı bir alem. Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz, Allah şefaatinden mahrum eylemesin, Miraç'ta malumunuz ‘ma zagal basaru ve ma tega’, gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. Kimi görmüş Allah'ın sevgilisi orada? Rabbini görmüş.  
Şimdi her ne kadar zamanımızda ulema sınıfı “Bu bir manevi haldir. Bunun madde ile alakası ve ilgisi yok” diyorsa da Ayet-i Kerime'de “Baş gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı” diyor. Şimdi Allah'ın sevgilisinin bu hali, baş gözü olmadan müminde tecelli eder. O baş gözüyle Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e aittir seyir, müşahade, o tecelliye mazhar olma. Nereden çıkartıyorsun bunu? ‘essalatü miracül müminin’, namaz müminin miracı. Madem ki müminin miracıdır, miraç neydi?  Allah'a yükselmek, Cenab-ı Hak ile beraber olmak. Değl mi?  
Allah bu halleri hepimize nasip eylesin. Yani kalp hakkında çok şeyler var ama bu kadarı kafi diyebiliriz. Bizi takip eden kardeşlerimize hürmet, saygı, muhabbetlerimizi arz ediyoruz efendim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir