info@profdrhaydarbasenstitusu.org

İftar Sohbeti – Din ve İbadet
28/01/2025 DİNİ YAŞAM 67

    Neler Okuyacaksınız

Efendim evvela bu sohbet, diğer sohbetlerimizin de başlangıcı olması münasebetiyle hem nefislerimiz hem bizi takip edenler hem de inanan bütün müminler hakkında hayırlı, uğurlu, bereketli olsun. İdrak ettiğimiz bu mübarek Ramazan; rahmete, merhamete, affa vesile olsun inşallah. 

Din, İnsanın Kendisini ve Allah’ı Bulabilmesi İçin Takip Ettiği Yoldur

Şimdi efendim, Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri'nin mahlukatı halk etmesinde bir sebep var. Hiçbir şey noktasından virgülüne kadar sebepsiz yaratılmamıştır ve de bir tesadüfün neticesi değildir; bir hesabın, bir kitabın, bir matematiğin neticesidir. Bu cümleden olmak üzere; bir hesap üzere yaratılan, bu alemin elbette ki en şuurlu ve en de yetkili varlığı olarak insanın, başıboş bir hayat yaşaması ve bunun için de yaratılmış olması asla düşünülemez. Nitekim Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak; 
“E yahsebul'insanu en yutreke suda.” ( Kıyame Suresi 36. Ayet)
Yani sen başıboş yaratıldığını mı zannediyorsun? Bir hesabın, bir kitabın, bir muhasebenin neticesinde bu aleme gönderildin. Bu aleme gelen insanın bu alemde gerek dış gerekse iç tabiatını erginliğe, olgunluğa ulaştırabilmesi için kendisini ve gerçeklerle birlikte Hak’ı bulabilmesi için takip ettiği yol, izlediği kulvardır. Ne? din. 
Bir başka manada din; insanı, mükevvenatı yaratan, Allah'a taşıyan yolun adıdır. Yani sadece bu alemde, yaratılmış olarak insan yok. Denizlerde, okyanuslarda hesabını bilemediğimiz binlerce tür varlık; karada hesabını bilemediğimiz binlerce tür varlık. Onu bir tarafa bırak, semada hesabını bilemediğimiz binlerce tür varlık ve yedi kat sad ve semavat, yedi kat semda da, işte oradan bize gelenler malum diye de bugün söz konusu yapılan varlık ve yokluğu bizce şekil ve mahiyeti ne olduğu belli olmamakla beraber mevcut olan bu varlıklar; hepsi sonsuz bir kudretin, bir gücün, bir kuvvetin, bir iradenin, efendim bir sanatkarın düzenlediği düzenek diyelim, bir manzara. İşte bu varlıkların en mükemmeli
“Lekad halaknel insâne fî ahseni takvim” (Tin Suresi 4. Ayet) diye Cenab-ı Hak'ın beyan ettiği en güzel şekilde insanın enteresan bir yönü var efendim hem sureti güzel hem sireti güzel. Yani insana baktığınız zaman ‘Allah Allah’ ettirecek güzelliğe, şekli olarak efendime söyleyeyim olgunluğa, kemale ne derseniz deyin, bütün bunlara sahip olduğu gibi, iç tabiatıyla sizi kuşatan sevgisi ile adeta sizi zenginliklere gark eden, hiç ummadığınız, beklemediğiniz anda bir bakışıyla bütün dünyaları sizebahşeden bir iç zenginliği olan varlık. Bunu artık geliştirebilir, çeşitli misallerle detaylandırabilirsiniz. İnşallah bir başka sohbetimizde konu bu olur, buna da geçeriz. 

İnsanın; Tesadüfi, Hesapsız Bir Hayat Yaşaması Kadar Mantıksız Bir Şey Olamaz

Şimdi bu varlığın tesadüfi bir hayat yaşaması kadar mantıksız bir şey olamaz. Çünkü bu varlık, dedik ya bir matematiğin, bir hesabın…
“… ve vedaal mizan. Ella tatgav fil mizan.” (Rahman Suresi, 7-8. Ayet)
Rahman Suresi’nde Cenabı Hak'ın beyan ettiği üzre, her şey bir hesap, bir mizan üzre yaratıldı. İnsan hesapsız, kitapsız olabilir mi? Az evvel beyan ettiğimiz, okuduğumuz Ayet-i Kerime; olamaz. İşte bu insanın bu düzenekte, bu kulvarda, bu sonsuz kâinat malzemesi içerisinde ve de onu kalp alemiyle kendisini yaratana taşıyan kalp kulvarında, kalp yolunda, dış âlemde yanlış yola sapmasın, maksat ve gayeden uzaklaşmasın, iş tabiatında ona yürürken feyiz, muhabbet alsın ve manen tekamül etsin, kemale ulaşsın diye Cenab-ı Vacibul Vücud ona din denilen ilahi kurumu gönderiyor. Din, bu. 
Ama tabii beşer tabiatı gereği, nasıl insanın bünyesine faydalı maddeler varsa, zararlı da var. İnsan kendi nefsine imtihan dünyası olması münasebetiyle bazen alet olup hidayet kaynağı olan sırat-ı müstakim yolu olan dinden sapıveriyor. E kendine göre bir takım matematiksel deyimler, terimlerle yollar buluyor, icad ediyor; bunun adına da din diyor. Onun için “Kim İslam'ın dışında bir dinle” ayet çok enteresan “İslam'ın dışında bir dinle bana gelirse” Allah'ın beyanı “ben onun dinini asla kabul etmem ve benim indimde gerek kalp yoluyla gerek zahirde yanlışlarını engelleyecek, tökezlemelerine mani olup bana kavuşabilecek yolun adı, dinin adı da bir tanedir. O da İslam'dır”, ‘inned dine indallahil İslam’. Onun dışında hiç kimse, başka bir yol aramasın. Efendim şu din vardır, bu din vardır, şu ülke vardır, şu Uzak Doğu vardır, Yakın Doğu vardır, Avrupa'sı vardır. Bunun Avrupa'sı, Amerika’sı, Asya’sı yok. Burada bir din var, onun sahibi Allah var ve bunun mekânı da yok. Onu ister Avrupalı alır ister Amerikalı alır, ister Uzak Doğulu alır, ister Afrikalı alır. Kim sahip çıkarsa da onunla şereflenir ve dünyanın da en şerefli mahluku olur. İnsanın şerefi, sahip olduğu sıfatı iledir. Eğer o sıfat, İslam dini gibi, Allah'ın ona lütfettiği, ihsan ettiği hakikatte kendisine, zatına o yolla beraber kavuşturduğu bir mübarek caddede ise elbette bundan üstün bir şeref olamaz. 

İnsan, Yaratılış Gayesi İtibarıyla Devamlı Bir Arayış Peşindedir

İslam'ın üstün olmasının birçok nedenleri var, birçok sebepleri var. Ama asıl sebep, biz yaratılış gayesi itibarıyla içimizde devamlı bir arayışın peşindeyiz. Devamlı bir arayışa dikkat ederseniz hep yönelik yaşarız. Ne bulursak, bulduğumuz şey bir müddet bizi tatmin eder; arkasından yine bir boşluğa düşeriz. Bu her sınıf yaşantımızda böyle. Mesela ticaretimizde böyle, mesela ne bileyim gezilerimizde böyle, musiki dünyamızda böyle, tat alma vs. gibi dünyalarımızda hep bu hali yaşarız.
Bir misal vereyim; mesela bir insan “Ben bir ev sahibi olayım, bu bana yeter” diye yola çıkar. Bir ev sahibi olduğu zaman, ikinci veya üçüncü neden olmasın hesabı içerisine girer. İnsanoğlunun bir vadi altını olsa, bir ikinci vadi olmasını arzu eder. ‘Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur’ hadisinde… Yani bizde öyle bir tabiat var ki, yemekle bitmez. Doymak, doymak nedir bilmez. Yedir yedirebildiğin kadar ama doymak diye bir mefhum bilmez. O bizim hırsımız, tamamız. Böyle bir yönümüz de var bizim. Bu yön aslında o ciddi kulvarda arayışımızın en büyük unsuru. Bu hırs aslında bizi bitirirken, yeniliklere ulaşabilmek için de kapalı kapıları açan da mükemmel bir alet. Yani her şeyin zıttı ile kaim olması münasebetiyle öyle bir insanda denge var ki, şer dediğin şey birden önüne rahmet kapısı olarak çıkıyor. İşte bu arayış, bu tatmin olmama. Müzik dedik mesela; musiki ile uğraşanlar bilirler, efendim fasıllar geçenler bilirler. Yeni bir beste sanatkâr ortaya kor. Herkes onu icra eder ve herkes de bunu söylemeye başlar. Bu bir ay gider, iki ay gider, üç ay gider, bir sene gider ama bir noktaya gelir; ya daha olması lazım. O istenilen şey artık terk edilmez ama unutulur. Yenisi. Ondan sonrası. Ondan sonrası. Yani insanda güzelin güzeline doğru, onu iç tabiatında sürükleyen ilahi bir güç var. Zaten insanda bu güç, bu yön; asıl insan dediğimiz cevher o. Bu arayış, o kullardan sahibine gidiyor. Zenginliklerin, güzelliklerin, aradığı her şeyin aslı ve özü Cenab-ı Vacibul Vücud Hazretleri olması münasebetiyle işte o yol, o hakiki yol; onu Allah'a kavuşturup her şeyle tatmin eden, İslam. O bakımdan mükemmel, kemale ermiş bir din. ‘Ben bugün size dininizi tamamladım’ diye Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak'ın beyan ettiği. Neymiş o? Aradığını bulacağın yol; seni doyuracak hem maddeni hem mananı. Ama delikanlı gerek o caddede yürümek için. Anlatabiliyor muyum? 

İnsanların Allah’a Varmak İçin İhtiyacı Olan Tek Yol İslam’dır

İşte onun için biz İslam diyoruz. Ha diğer dinler yok mu? Var. Nasıl zehirin panzehiri varsa onlar da var. Faydalının zararlısı varsa, onlar da var, her şey var. Yok, diye bir şey yok. İşte bu dolu olan yolda Kur'an-ı Kerim, sıratel müstakim doğru yol. Değil mi? Dosdoğru yol. ‘En'amte aleyhim’ Allah'ın nimet verdiği o yoldan gidene nimet veriyor Allah. Çünkü gerçekten giderken o feyz, o muhabbet, o ilahi duygularla insanın bezenmesi; onu fevkalade bir şekilde zenginleştiriyor. O yolculuk, o gidiş hiçbir dinde olmadığı için Allah da “Benim tek yolum budur” diyor, ‘inned dine indallahil İslam’. Ha sen kendi nefsini tatmin etmek için oradan, vesaire yerden olabilirsin. Biz onu mütala, müzakere konusu yapmıyoruz. O seninle, nefsinle, kendin ilah diye tayin ettiğinin arasında bir hukuk. O benim sahamın dışında. Benim anlatmaya çalıştığım asıl, insanların varmak için ihtiyacı olan yol, işte İslam. Değil mi? O işte, o din, tek din İslam dinidir. 

Bu Mübarek Ayda Oruçla Beraber Nefisler Temizlenir

Binaenaleyh bu mübarek ayda da nefisler tezkiye olur. Oruçta nefisler terbiye edilir, tezkiye olur, temizlenir. Terbiye olan nefis kulvarından, o kalp caddesi ile beraber insan adım, adım, adım, adım… Nasıl mevcut olan bu fizik ayaklarıyla yürüyüşüne devam ediyorsa, kalp ayağıyla da Rabbına yürür ki işte o yürüyüşü hepimize Cenab-ı Hak nasip etsin. Bu manada tutulan oruçlar, çok büyük bereketin, feyzin, muhabbetin kaynağıdır. Onun için dikkat ederseniz her Ramazan'da farklı bir dünya, farklı bir güzellik, farklı bir alem, farklı bir zevk, bir huşu, bir huzur; her yerde ama. Şurada var da burada yok, diyemiyorsun. İnsanın önüne geliyor. Evet efendim. 

İman, İslam’ın Binasıdır

Şimdi biliyorsunuz Hz. Cebrail geliyor; imanı, ibadeti, ihsanı soruyor. İslam'ın binası bu; iman. Nedir iman? O anlattığımız en mükemmel güce ve bizim için gaip diye kabul edilen mutlak varlıklara… Bunlar nedir? Meleklerdir, cennettir, cehennemdir, cinlerdir vs. Bu gaip diye bildiğimiz ve fakat “İnanın” diye Cenab-ı Hak'ın bize bildirdiği “bunlar varlıklardır” dediği işte o mevcuda, manevi mevcuda kulun varmış, görüyor gibi inanması. İnanmak; asıl inanç bu. 
Şimdi inandığı zaman kula bir mükellefiyet düşüyor. Çivril Hadisi’nde asıl nükte bu. Nedir bu nükte? İnanıyorsun, e inandığının ispatı lazım. İnanmak bir iddia. Ben inanıyorum ama ortada hiçbir iddiayı ispat edecek bir şey yok. İnanıyorsan o zaman ‘ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte’.  Tabii bu manada ayetler çoktur ama ben bir tanesini örnek vererek ‘ellezîne yu’minûne bil gaybi’, gayba inanıyor. Kim? Namazını kılıyor. O namaz kılan, gayba inanıyor. Cenab-ı Hak “İman etti” der, bırakabilirdi. Bak atıf vav ile beraber onu takviye ediyor, inanıyor, inandığını da ibadetiyle takviye ediyor. Demek ki “Ben inandım” deme iddiasının ispatı gerekiyor. İşte nedir? Namazdır, oruçtur, zekat, hactır, sadakadır, Allah'ı zikretmek, tevhid etmektir. Çoğaltabiliriz. Yasakladığı fiillerden kulun kaçınmasıdır vs. 

İbadet, Allah ile Kulun Sohbetidir

Haa bunlar ne? Bu iman ettiğin şeyin koyduğu kurallara uymandır. Amel diyoruz buna dini tabirde, amel. İslam'ın şartı, bir başka manada İslam’ın şartları. İşte imanın ispatı, bu şartlar olunca ortaya çıkıyor. Onun için “Ben inandım” demek iddiasını, İslam'ın şartlarını yerine getirerek ispat ediyoruz, ispat edeceğiz. İşte imanın tadı da burada, tadı burada. ‘fezkurûnî ezkurkum’ beni zikret, ben seni zikredeyim. İşte bu, ibadet. İbadet yaptığında kime yapıyorsun? Seni yaradana yapıyorsun. O seni cevapsız bırakmıyor. Tamam, ben senin haberini aldım, sinyalini alıyorum, telefon tuşuna bastın, beni zikrettin. Evet, ben buradayım ey kulum, hiç merak etme. Sen beni an. Nasıl? Namazla. Nasıl? Oruçla. Nasıl? Zekatla. Nasıl? Hacla. Nasıl? ‘Allah’ demekle. Hangisiyle anarsan an. Yeter ki an. Ben de seni hemen anında zikrederim, anarım. Seni meleklerime “Bak ne demiştiniz?” derim “Onlar yeryüzünde fesat çıkartacak. Ben de size bunun hikmetini bilmezsiniz demiştim ya, işte o kullarım”. Genişletirsek; Allah'la ibadet, kulun sohbetidir. Onun için ibadetle insan, kalp ayağıyla Allah'a yürür. 

İbadet, Bir İlim Dalıdır

Bir manada ibadet bir ilimdir, ilim dalıdır. Mesela araştırıyoruz, kitaplardan okuyoruz. Bu bir ilim.  Deneyler yapıyoruz. Sınıf, onun çeşidi. Bir başka çeşidi, buna da ‘arif olma yolu’ denilir. Bir insanın arif olması, kitap okuması ile mümkün olmaz. Arif olmak ne demek? İşin hakikatini yaşayıp seni yaradana yaşaman, yani ‘beni zikret, ben seni zikredeyim’. O seni zikrettiği zaman; o sinyali vücudunda, vücut ikliminde, kalp dünyanda yaşamanın adıdır. Ne diyor? “Ya ihsan”. İşte ihsan bu, ihsan mertebesi. O seni görüyor, ama sen onu görmüyorsun. Fakat senin, sen onun huzurunda olduğunu, yaşıyorsun, işte bu. İbadet işte insanı bu mevkiye, bu rütbeye yükseltiyor. İbadet, bilim dalı. Orada insan, marifet sahibi olur. Ne hakkında? Eşya hakkında, mükevvenadın yaradılışı hakkında. Artık insanın nasibine göre diyelim, yaptığı ibadetin nev’ine göre bilgi sahibi olur. O bilgilerin merkezinde, mebdeinde bir de bakar ki Yunus'un dediği gibi ‘ballar balını buldum, kovanım yağma olsun’ sahibini bulur. Yani o bakımdan ibadet, farklı bir zevk dünyası. Ben öyle insanlar tanırım ki secdeye kapanırlardı, yarım saat secdede kalırdı. Kalp hastası tanıdığım büyük bir zat vardı. Bir defasında gittim, secdede buldum onu. Yahu kalkmıyor. Dedim acaba bir şey mi oldu, korktum. Secdeden kalktı, işte kulun… 

Miraç, İnsanın Allah’la Beraber Olmasıdır

Ha miraç. Miraç ne? İnsanın (Allah'a, Allah'ı) Allah'la beraber olması. Cenab-ı Peygamber Efendimiz, miraçta ne yaptı? Hak ile beraber oldu. ‘esselatü miracül  müminin’, namaz müminin miracı. Dikkat ederseniz baş en aşağıya iner secdede “Ben yokum, sen varsın”. Eğer o kalp diyaloğun güçlü olursa, işte gerçek miraç o olur. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Tabii Allah Hz. Fahri Alem Efendimiz’e lütfettiği miracı herkese etmez. O seçilmiş, sevilmiş, ulu bir, ulü’l azim bir insan. Ama bu kadarı da hafife alınır bir şey değil. Yani insanın Cenab-ı Hak ile secde anında beraber olması, o zevki manevi yaşaması, o füraz-ı rabbaniye mazhar olması. O da çok farklı bir alem. O da miraçın ayrı bir türü. 
Kısaca ibadet insanı ilim sahibi yapar, marifet ilmi sahibi yapar. Marifet ayrı bir saha olması münasebetiyle; şu kitapları (okuduğu) okuyarak elde ettiğin bilgileri, ibadetle giden insanların elde ettiği bilgileri elde etmen mümkün olmaz. Birisi de okur işte avukatı olur bir işin; birisi de hal ehli olur, yaşayanı olur. İbadet; o hal ehlini yetiştiren, o kemal ehlini yetiştiren, nasipdar insanın yaşadığı dünya, yaşadığı haldir. Bu kadar kafi zannederim? İstirham ederim efendim. 

Dinde Asıl Maksat, İnsanın Kemal Mertebesine Ulaşmasıdır

Asıl maksat, dinden asıl maksat, insanın kemal mertebesine ulaşmasıdır. Biz beşerden, beşer seviyesinden yola çıktık. Kemal mertebesine, insanın kendi iç tabiatındaki bentleri diyelim, duvarları aşarak, dünyaları aşarak yürümesi; kemal mertebesi. Her insanda nefis dediğimiz ilahi güç var. Bunun da 7 ayrı dünyası var. Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i raziye, nefs-i merziye, nefs-i safiye ve kamile. 
Şimdi bu dünya, bunlar birer dünyadır; lebin bir dünyanın adıdır, mülhime bir dünyanın adıdır. Yani o dünyada yaşayan insanın tabiatı farklıdır. Lebin dünyasında yaşayan insanın algılaması farklıdır. İnsanlar bunların bu gözlüklerle dünyaya bakar, iç tabiatına bakar. Emmaye seviyesinde yaşayan insanın hadiseleri seyriyle, ikminan makamında dünyayı yaşayan insanın hadiseleri çok farklıdır, değerlendirmeleri çok farklıdır. Her ikisi aynı olaya bakar ama gözler farklı, bakışlar farklı pencerelerden olduğu için; aynı olaylardan çok farklı neticelere giderler. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
İşte dinin asıl maksadı; onu kemal mertebesinde, sahibinin istediği şekilde olaya bakarak ondan def çıkarması, ders alması, karlı çıkmasıdır. Yani insan-ı kamil dediğimiz noktaya işte din onu o kemalat noktasına, ibadet dediğimiz yolla insanı o noktaya taşır. Anlatabildim mi? Ha bu işte mektebin adı, din. O yoldan gitmenin adı, eğitim. İşte ibadet yaptığımız şey bir eğitimdir. Anlatabildik mi? O din yolunda eğitim kurum ve kuruluşları, zahilde ve batında, geçmişimizde mezhepler, meşrepler, ulema sınıfı hep buralardan. Halk buralardan yetişmiş. Siyasette ümera sınıfı buralardan yetişmiş. Yani bu kurumlardan, yani dinin o gerek zahil, gerek batın mekteplerinden, meşreplerinden  eğitilerek bir noktaya taşınmış, bir noktaya gelmiştir. 

İnsanın ‘Bilmiyorum’ Demesi Erdemliktir, Fazilettir

Canım şimdi öyle saçma sapan, çok cahilce müddeiler ki bunlar okumuş, yazmış adamlar sözüm ona “Canım ben de okur, o şeyleri anlar, yaparım”. Yani, her zaman misal veririz; bir hukuk talebesi bile hukuk fakültesini bitirdiği zaman “Gel hemen avukat ol” denilemez, “Hakim ol, savcı ol” denilemez. Hukuk fakültesini bitirdiği halde 4 sene, 5 sene okuduğu halde; şu kadar 1 yıl da, 6 ay da neyse staj eğitim alacaksın. Bu işin inceliklerini, sorgulama niteliklerini, müdafaa esprilerini ne ise kavrayacaksın. Usulü nedir, onu bileceksin. Okumakla bu iş olmaz. İlla orada işte muhakemede, mahkemede diyelim, eğer stajlık avukatlıksa onun, hakimlikse onun, savcılıksa onun stajını alacaksın. Aksi takdirde hiç hukuk fakültesine gitmeden, bu eğitimleri, stajları almadan “E canım ben ceza hukukunu açarım, oradaki maddeleri kendim güzelce okurum, mevcut olan kuralları uygularım” deyip de bu işi başaran kaç kişi tanıyorsun? Hiç. Ben hiç kimse tanımadım. E zaten o tip insanlar çıktığı zaman derler “Bunun kafası biraz… Kusura bakmayın, bu böyle…”. 
Sen şimdi öyle bir yolda, öyle bir kurumda, bir iddiada bulunuyorsun ki Allah onu 23 senede olaylarla birlikte bütünleştirerek, açarak ve de örnek bir peygamber göndererek insanlığa bildirdi. Adına İslam dedi. Kitabın adına Kur'an dedi. Sen açacaksın onun kitabı Kur'an okuyacaksın, anlayacaksın. Nerede bu yoğurdun bolluğu ya? Keşke olsaydı. Bu mümkün değil. 
Ha bunlar nefislerine kul olmuş, şeytanı ilahlaştırmış ve maalesef bozguncu, fitne sınıfıdır. Bizi takip edenler bunu çok iyi bilmesi lazım. Biz evet ilahiyat tahsil yaptık, Allah'a şükürler olsun. Bilmem kaç sene, hesaba vursak şaşırırsınız. Bu işin efendime söyleyeyim felsefesini yaptık, doktorasını yaptık. Bunun en üst akademik noktasına geldik. E gene yanımıza bir vatandaş gelip bir sual tevcih ettiğinde  -tanıyorsunuz, beraber oluyoruz her gün- dikkat edin, ben hiçbir sorumluluk alarak cevap verdiğim bir şey gördünüz mü? Ne yapıyorum? Etrafımda kaç tane hoca var, onlara yönlendiriyorum. Öyle kolay mı? Kolay mı bu iş? Bu terbiyesizlik. Bu ukalalık da değil, cehaletin tam kendisi. 
Anlatılır; İmam-ı Azam'a adamın biri gelmiş “Ya İmam, benim bir müşkülüm var. Onun için lütfen bana müsaade et,soru tevcih edeyim”. “Namazdan mı?” demiş. “Yok, o işi biliyorum ben” demiş. Hemen önüne diz çökmüş “O zaman ben sorayım, sen cevap ver”.  Kim o? İmam-ı Azam. Hakikaten büyük İmam, Allah şefaatinden ayırmasın. 
Öyle, ben bu işi biliyorum. Ne biliyorsun ya? Sen bilsen bilsen cehaletini bilirsin. Başka bir şey bilmezsin. Burada da bir insanın ‘bilmiyorum, düşüneyim, araştırayım’ demesi; erdemliktir, fazilettir. Sen şey misin ya? Bilgisayar bankası mısın? Hemen basacaksın tuşuna cevap alacak? İnsansın sen, beşersin. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Kısaca ben biliyorum, ben ediyorum, ben açarım, ben okurum, ben yaparım… Ama efendim, insanın kendine güveni olmasın mı? Tamam olsun da, her insan paşa olabilir mi? General olabilir mi? Her anda yani tam bir atışlı 12'den vurabilir mi? Nokta atışı yapanlar bile zahirde bu işi böyle beceremiyor. Kısaca bu işin ehli olacak, araştıracak ve gerçekten de samimi olacak. Amel – niyet bütünlüğü olacak. Tamam mı? 
(Amel) niyet bozuk olursa, ameli güzel olur. Yaptığı iş hoşuna gider ama içi kötü. O kötü duyguların ortaya çıkardığı ameller ne kadar mükemmel olursa olsun, netice çok kötüdür. Burası da iyi olacak; el, ayak, göz, kulak ile yaptığın amel de iyi olacak, iş de iyi olacak, güzel olacak, faydalı olacak, bir bütünlük arz edecek ki bu istenilen olsun, emredilen olsun, tercih edilen olsun. Evet kısaca, bunu ifade ederiz efendim. İstirham ederiz. 

Çok Ciddi Bir Fitne Dönemi İçindeyiz

Son olarak ilk başladığımız için şunu söyleyelim, evvela bizleri iyi takip etsinler ve dediklerimizi iyi anlayıp kardeşlerimiz hayatlarına geçirmeye çalışsınlar. Çok ciddi bir fitne dönemi var. İyi dinleyip bu fitne nedir, bunu bir anlamaya çalışsınlar. Bakınız Cenab-ı Peygamber Efendimiz, deccal fitnesinden bahsediyor “Beni en fazla endişeye düşüren, ahir zamanda ümmetimin içinde olacağı deccal fitnesidir” buyuruyor, sahih hadis. Soruluyor “Ya Rasulullah, bu deccal fitnesi nedir?”. Buyuruyor ki “Ümmetim bölük bölük Hristiyan olacak. Bölük bölük. Onlarca, yüzlerce insan bir anda dinini değiştirecek. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacak, ama kendini Müslüman zannedecek”. Anladık mı burasını? Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacak, fakat o “Ben Müslüman'ım” diyecek. 
Yetmedi “Mescitler insan dolacak”, bir rivayette “bin insan bir mescitte olacak. O bin insandan bir tanesi mümin olmayacak, Müslüman olmayacak”. Şimdi bu kadar büyük tehdidin Allah muhafaza etsin, herhalde yaşanabileceği dönem, işte İçinde bulunduğumuz fitne dönemi. “Akşam Müslüman, sabah kafir olacak” diyor. Yani insan gidip gelecek imanla küfür arasında. 
Dinini az bir pahaya satacak; 3 kuruşa, 5 kuruşa, 100 liraya, 200 liraya. Öyle manevi değerler var ki, bunları korumak için ecdadımız hayatını vermiş; biz bir tek irademizle bunu tarafımıza alacağız, “evet” veya “hayır” diyeceğiz. Kim parayı bastırıyorsa, karşı tarafa geçiyoruz. Bunun manası da bu, yanlış anlamayın. Az bir paha ile 100 liraya, 200 liraya sen hak olanı terk ediyorsun, batıl olanın safına geçiyorsun. Değil mi? 
İşte böyle bir zamanın tehdit kuşatması ile iç içeyiz. Derim ki, bizi takip eden kardeşlerimiz dinlediklerini kalplerinden, affedersiniz kulaklarından kalplerine indirsinler, hayatlarına geçirip beraber bir bütünlük oluşturalım, bir beraberlik oluşturalım. ‘Son nefeste söylemezse bu diller, bütün cihan senin olsa ne fayda’. Onun için, o zamana iyi bir hazırlık şu an yapacağımız ibadet-ü taat ile Hak ve hakikat yolunda yürüyen dost ve mükemmel insanlarla beraber olma neticesinde olacak.
Sonra çok enteresandır; ümmetin ahir zamanda 73 fırkaya ayrılacağı, sadece bunun bir tanesinin hak olacağı. Ben daha fazla ileri gitmiyorum. Eğer merak edenler varsa oturur, sohbet eder, birbirimizi bu konuda aydınlatırız, diyorum. Takip edenlere saygılar, hürmetler arz ediyorum efendim. İsdirham ederim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir