Neler Okuyacaksınız
Günümüzde Allah’a Kul Olduğumuzu Unuttuk
Bu konuda hakikaten ciddi beyanlar ifade etmekle birlikte, ihmal edilen mevzunun da bu olduğunu ihsas etmek istiyorum. Yani günümüzde adeta kul olduğumuzu unuttuk. Nedenini, niçinini tartışmak bir tarafa ama netice ortada ki biz Allah'a kulluğumuzu unuttuk. Cenab-ı Hak'ın iradesi, talebi insan olarak bizden kulluğumuzu bilmemiz ve bu idrak içerisinde hayatımızı sürmemizdir. Siz namaz kılmış olsanız, oruç tutmuş olsanız ve fakat kulluk idraki içerisinde olmasanız bunun çok ciddi bir ehemmiyeti yok. Ameller, niyetlere bağlıdır esasına göre; yaptığınız ubudiyet kulluğa endeksli olması lazım ki Allah indinde makbul olabilsin. Anlatabildim mi? Onun için dikkat ederseniz hep dilimizde “Allah rızası, Allah rızası, Allah rızası” diye bir terim geçer, bir deyim geçer. Bu, işin özüdür.
İnsan Ya Rahmani Ya Da Nefsani, Şeytani Dünyanın Kuludur
Gerçekten de insan ya nefsani duygularına veya rahmani duygularına ait bir hayat yaşar. Nefsani duyguların başında, şeytan ve nefis gelir. Siz bu duyguların esiri olarak hayatınızı devam ettirirsiniz. “Hürüm, müstakilim” dediğiniz zaman sizin hürriyetiniz şeytana aidiyet bakımından hürriyettir, nefsinize aidiyet bakımından hürriyettir. Anlatabildim mi? Yani nefsinize kölesiniz, şeytana kölesiniz. Farkındaysanız biz batının hayat telakkisini ifade ederken, “Biz hürüz” diyen batılının hattı zatında hür olmadığına; nefsani ve şeytani güçlerin ve kuvvetlerin esiri olduğuna ifadeye çalışıyoruz. Ama onlar bunu bilmediği için, buna hürriyet diyorlar. Yani mutlak manada insanın hürriyeti, bu anlamda değildir.
Bir de rahmani bir esaret veya kulluk dediğimiz kulvar vardır ki insan o duyguların, o düşüncelerin, o inançların istikametinde hayatını yaşar, sürükler. Ya insan bu rahmani dünyanın kuludur veya şeytani, nefsani dünyanın kuludur. Her iki halde de sen esirsin. Onun için ben diyorum ki, madem insan her iki halde kendi istek ve iradesini onlara bağımlı olarak ortaya koyuyor; mutlak irade, hak sahibi, hukuk sahibi Allah dururken, ona kulluk etmek varken ne diye nefsine, şeytana kul oluyorsun ki baba? Yazık günah değil mi? Nefsimize kul olmayalım, şeytana kul olmayalım.
Şimdi biz nefsimize ve şeytana kul olmanın adına hürriyet diyoruz. Yok, hürriyet bu değil. Kulluk ve hürriyet hattı zatında Allah’a, Allah'ın tecellilerine mazhar olmanın hakikatli adıdır. Yani biz her iki anlamda kuluz. Nereye kuluz? Allah'a kuluz, madde 1. Hayır onu kabul etmedin, elinin tersiyle attın; nefsine ve şeytana kulsun. Gene de kulsun, esirsin yani. Kulun manası da esirlik. Bu kadarla özetleyebiliriz efendim.
İslam Literatüründe Hürriyet, İnsanın Hem Kendisine Hem De Başkasına Zarar Vermeden Yaşadığı Hayat Tarzıdır
Şimdi isterseniz sondan başlayalım. Hürriyet, başkasına zarar vermeden insanın istediği gibi yaşaması manasına gelebilir. Ancak başkasına zarar vermiyorsunuz ama bazen öyle zarar veriyorsunuz ki bu kendinize ait oluyor; kendi kendinize zarar veriyorsunuz, kendi nefsinize. Bu da hürriyet değil. İslami manada hürriyet, hem insanın kendi nefsine ve de başkasına zarar vermeden yaşama halidir, telakkisidir. Kendine de zarar vermeyeceksin. Mesela eroin kullanan bir insanın asıl zararı kendisinedir değil mi? Onun müptelası olduğu zaman işte görüyoruz programlarda, filmlerde, ifadelerde, haberlerde bir insan hayatından oluyor. Şimdi seni hayatından eden bir davranış stili, bir eylem nasıl hürriyet olabilir ki? Hadi başıboş bırak o insanı, bunun adına hürriyet diyebilir misin? Bu çok ciddi bir şekilde kalbi bir hastalığın seni istilasıdır, esaretidir. Yani onun esirisin.
Keza bunu biraz daha genişletirsen, içki müptelası olan insanın da durumu bundan farklı değildir. Kumar müptelası olan insanın da bundan bir farkı yoktur. Görünüşte hürdür, müstakildir. Ama öyle duyguların esiridir ki, o esaret onun asıl hürriyetini kısıtlıyor. Onun için İslam literatüründe hürriyet hem kendinize hem de başkasına zarar vermeden yaşadığınız hayat tarzına denir.
İnsanın Allah’ı Sevmesi, Allah’ın Sizin Kalbinizde Kendi Zatını Sevmesidir
Peki bunun olması için ne olması lazım? Mutlak manada insan Allah'a kendini kul kabul etmesi lazım. Bu olursa ne olur? Kullukta ubudiyet esasına göre siz Allah'ı andıkça, Allah'ı zikrettikçe, Allah'a takarrür ettikçe, ona yaklaştıkça Allah da size yaklaşıyor. Allah'a teveccüh ettiğiniz zaman Allah size nazar ediyor, kalbinize bakıyor. “Ben yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım”, kalp temizliği dediğimiz olay budur. Her şeyinizi Allah'a endekslemek, onun rızası istikametinde ibadet hayatınızı devam ettirmek; bunu yaptığınız zaman sizin kalbinize bakan Allah, nazarı kalbinize tecelli eder.
Şimdi Allah size misafir oluyor, manası bu. Allah'ın nazarını, o güzel muhabbetini kendi dünyanızda yaşamaya başlarsınız. Siz tabiri caizse Allah'ı kendi gönlünüzde Allah ile seversiniz. İnsanın Allah'ı sevmesi; Allah'ın kendi kalbinizde, kendi zatını sevmesi demektir. Çünkü sevgi de ondan. Sana ait bir şey yok. O zatı barinin… İşte bu hale insanın kavuşmasına hürriyet denir. O bir sevdadır. Hürriyet hakikaten boşluk, başıboşluktur; büyük bir huzurdur, saadettir, mutluluktur; bütün dünyayı yok görmektir. İşte bu halde insan onu görebilir. Onun için müminin sevdası boyut itibariyle çok büyük, huzuru anlatılmayacak derecede derindir. O kulvarda o öyle bir tecellinin sahibi ve maliki oldu ki ona tecelli eden Allah “Şeş cihetten ol münezzeh zül-celal, bi kem u keyf ana gösterdi cemal”, Mevlid-i Şerif'te Süleyman Çelebi'nin ifade buyurduğu gibi; Allah tecelli ediyor, bütün cihetlerden sana tecelli ediyor. Bütün mahlukatın Rabbini seyrediyorsun. Aşık maşukuna kavuşuyor. İşte bu halin adıdır kulluk. Bunun da olabilmesi için ruhunu ve nefsini tam manasıyla hayat boyu ona vakfetmenle yani kul yapma anlamında mümkündür, diyerek özetleyebiliriz efendim.
Kulluk Makamı Çok Üstündür
Kulluk makamı onun için çok üstündür. “Melik peygamber mi olmak istersin Muhammed'im, kul peygamber mi?”. “Kul peygamberi olmak, kul olmak isterim” diyor. Melik, melik ne? Şu kadar topluluğun hâkimi olursun. Ama kul oldun mu Allah'a kul olursun, onun tecellisine erersin, bütün kâinatın şahı olursun, padişahı olursun. Birisi görünüşte debdebeli, pohpohçu bir makam ‘melik makamı’ ve faraza işte şu, bu makamlar. Ama diğeri hakikatte Allah'a.
Allah'a kulluk esasen, insanın Allah'a sapmasıdır. Ne mukabil Allah'a sapmasıdır? Onu alma mukabili. İnsan bir şey vererek bir şey satın alır. Ama sen kendini vererek Allah'ı alırsan, sahibin Allah olur. Düşün ki Allah sana sahip, sen ona sahip. Ne senin olmaz ki? Alemin padişahı sensin.
Hatırıma çok tatlı bir hatıra, ariflerin bir menkıbesi geldi. İbrahim Ethem Hazretleri, Belh şehrinin hükümdarı. Şimdi tacını, tarağını terk ediyor; çıkıyor, gidiyor. Hiçbir şey bırakmıyor, yanına almıyor; hepsini terk ediyor, gidiyor. Bir gün derenin kenarında iğnesiyle elbisesini dikerken, onun tabaasından bir tanesi “Ya İbrahim” diyor ya “sen koskocaman Belh’in hükümdarı iken geldin burada, şu derenin kenarında iğne ile elbiseni diker vaziyete düştün. Yazık, günah değil mi? Niye terk ettin o tahtı, o tacı?”. “Öyle mi?” diyor. “Evet” diyor. Elindeki iğneyi suya atıyor “Hey balıklar, lütfen iğnemi getirin”. O esnada ne kadar suda balık varsa iğneye hücum edip ona doğru koşuyorlar, iğneyi getiriyorlar. İğnesini alıyor, dönüyor. “Söyle bana bu padişahlık mı, o padişahlık mı?”. Değil mi? İşte asıl padişah olma budur.
Arif Olmak İçin Abit Olmak Lazım
Şimdi, siz ibadetlerinizi yaptıkça Allah'a yaklaşıyorsunuz. “Bana yürüyerek gelene, koşarak giderim” diyor Allah. Efendim yani siz ibadetle yürüyorsunuz Allah’a, o da size koşuyor. Allah'ın size koşması demek size kendini tanıtmasıdır, tecelli etmesidir. Her gün 70.000 hicap Hz. Fahri Alem Efendimiz geçiyor, seyrediyor; yani, 70.000 ayrı görüntüyle Allah'ı seyrediyor. Bu nedir? Allah'ın 70.000 tecellisi Rasulullah'ın kalbine inmesidir; kalbine Allah'ın 70.000 ayrı nazar ile bakması, Allah’ı ayrı ayrı seyretmesi demek. İşte ümmet olarak bize düşen vazife kulluktur. Bu kullukta da ihlaslı ve de samimiyetle yolumuza devam edersek Allah bizim kalbimize nazar ediyor, edecek. Böylece Allah'ı nazar ettiği ölçüde tanımış olacağız. Ne nispette nazar ederse… Efali ile nazar eder; fiillerini tanırız, fiillerine arif oluruz. Esması ile tecelli eder, nazar eder; isimlerini tanırız. Sıfatıyla tecelli eder, nazar eder; sıfatlarını tanırız. Zati ile tecelli eder, nazar eder; zatini tanırız. Anlatabildim mi?
O tanımak, arif olmak demek işte; arif oluyorsun, tanıyorsun. Bu ne ile oluyor? İbadetle. Anlatabildim mi? Onun için, arif olmak için abit olmak lazım. Abitsiz arif de çok mümkün değil ha yanlış anlama. Müstesna bazı insanlar var, piyangodan çıkar gibi; Allah bir nazar eder bir kulu ile beraber, bir de baktın ki arif olmuş. Onlar çok nadirdir. Bir matlup vardır, bir talip vardır. Biz talibiz, matlup değiliz. Anlatabildim mi?
Onun için bize düşen vazife kulluktur, kulluktur, kullukta ısrar etmektir. Kullukta ısrar ettiğin müddetçe kalbin keşfe geçer, o zât-ı bâriyi, ezeli tanırsın. Allah, tanımayı nasip eylesin.
Allah’ı Bilmek, Tanımak Bir Zevkle Olur
Burada hemen özetle şunu diyeyim ki; Cenab-ı Hak’ı bilmek, az evvel ifade ettiğim gibi Allah'ı tanımak bir zevkle olur. Buna feyiz diyoruz, muhabbet. Sizi dolduruyor, kuşatıyor; o muhabbette Allah'ı tanıyorsunuz, Hak’ı tanıyorsunuz. Yunus’umuz bunu çok tatlı anlatıyor “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun”.
Bir de onu zevk halinde, muhabbet halinde o yüce bari zati yaşarken onun Kur'an'da çizdiği sınırlar var; helal var, haram var, “yapın” dediği var, “yapmayın” dediği var, şurası güzeldir, burası çirkindir. İşte evamir-i ilahi, nehy-i ilahi; bu şekilde tanımak var. Anlatabildim mi? İnsan, o zevki manevide o sınırları çok iyi çizer, görür. Dünya insanın önünde bir küre gibi, ona dıştan bakan bir gözlemci olarak siz onu seyredersiniz. İşte onun sınırlarına vukufiyetiniz, Allah'ın buyurduğu kurallar içerisinde Allah'ı bilmeniz ve tanımanız olur. Allah’ı bu şekilde tanıyan ve kulluk edenlerden eylesin, diyelim efendim.
Allah’ı Tanımak İstiyorsan İbadet Kulvarı İle Onun Denizine Gireceksin
Şimdi ‘fezküruni ezkürküm’ buyuruyor Allah “Beni zikret, ben de seni zikredeyim”. Şimdi Allah'ın kulunu zikretmesi, anması; kulunun kalbine tecelli etmesi, nazar etmesiyle mümkündür. Siz Allah'ı “Allah” diyerek anıyorsunuz, zikrediyorsunuz yani kulluk yapıyorsunuz, kulluğunuzda ısrar ediyorsunuz; o kulluk yaptığınız nispette Allah da size tecelli edip nazar edip kendi zatını tanıtıyor, efhalini tanıtıyor.
Şimdi sizin Allah'ı tanımanız ne olmuş oluyor? Bir ilim oluyor, bilgi oluyor değil mi? Asıl ilim de insanın Allah'ı tanımasıdır, bilmesidir. Arif-i billah dediğimiz zaman Allah'ı bilen insan, alim hatıra gelir. Yani bir işi yazıyla beraber öğrenip anlamanız, anlatmanız var; iki, bu dediğimiz tarzda ve de şekilde Allah'ın tecelli etmesi, nazar etmesiyle onu tanıyıp bilmeniz var. İşte arif-i billah olmak budur, Allah'ı bilme ilmi budur. Onun için ibadetsiz Allah bilinmez. Allah'ı tanımak istiyorsan, o zevk-i manevi içerisinde, okyanus içerisinde derya-yı hamiyet içerisinde yüzmek istiyorsan; ibadet kulvarı ile onun denizine gireceksin. Tamam mı? Orada onu tanıyacaksın. Bunun dışında tanımak mümkün değil. Ne olur o zaman? Bu işin avukatlığı olur.
Bir arif-i billah ile sohbet ederken bir zat gelmişti ve öyle acayip konuşuyor ki, dedi “Evlat” dedi “bu işin avukatıdır bu”. Yani işin avukatı değil, hakiki anlamda hali olacak sendeki işin ne olduğunu… Arif-i billah olmak bu manada mümkün. Yoksa kitapları okuyarak, naklederek, konuşarak değil. Bunun zaten etkisi de olmaz. ‘Bir tecelli olsa kalbe ihtiyar elden gider. Sayha vurur aşıkların dil hanesine namus-u ar elden gider’, yani Allah'ın tecellisine insanın kavuşmasıdır. Allah kuluna tecelli etti mi insan sayha vurur, diyor. O burada mı, sokakta mıdır, meyhanede midir, affedersin kerhanede midir haberi olmaz, diyor. “Allah” der “hiç umurunda değil”. Her şey gider ama Allah kalır, Allah'la beraber olur. Nerede? Çöplükte. Nerede? Denizde. Nerede? Sarayda. Nerede? Şurada. Nerede? Burada. Hani Yunus'un dediği gibi ‘Meyhanede, kerhanede çağırırım dostu dosta’. Dostu olmak. İşte Türk milletinin özü; meşreb-i sufiyye dediğimiz kulvardan, idrakten, yoldan İslam'ı bu tarz, bu şekilde yaşamaktır.
Ehl-i Sünnet İle Ehl-i Beyt Aynı Şeydir
Ehl-i Beyt dediğimiz; sevgili Peygamberimizin aile efradı, onun yolundan gelenler ki ehl-i sünnetin özüdür ve de asıdır. Zaman içerisinde bunları bazı mantıkla bölmeye çalışmışlardır. Ehl-i sünnetle Ehl-i Beyt aynı şeydir. Sünnet ehli demek, Peygamber’i yaşamak demek; Ehl-i Beyt demek, Peygamber’in yaşadığı gibi, aile efradı ile İslam'ı yaşamak demektir. Anlatabildim mi? İşte bu kulvardan onlar İslam’ı yaşamışlardır. Onun için bizim İslam'ı yaşama tarzımız, peygamberani bir hayatı hayata geçirmemizdir. Sünnet bizim hayatımızın, dinimizin temel direğidir. Biz sünnetsiz din görmeyiz, kabul etmeyiz.
Din Allah’a Teslimiyettir
Şimdi tabii din, Allah'a gidiş yoludur ve Allah’a teslimiyettir. Bunu derken bizim anlatmak istediğimizde ‘aklın rolü yoktur’ manası kesinlikle yanlıştır; akıl vardır. Burada hedefi belirleyici, hükmü koyucu dinin kendisidir. Aklın vazifesi konulan hükümleri, tayin edilen hedefleri çözmesidir, hikmetini kavramasıdır. Yoksa hükmü koyan akıl olduktan sonra, o zaman dini koyan da akıl olmuş olur. Anlatabiliyor muyum? Yani hükmün kaynağı akla ait olursa ki bugün çok ciddi bir oyun oynanıyor milletin inancına… Efendim “Akılla nas çatışırsa, aklı tercih ederiz”. Ya bunu diyenler dediğinin ne demek olduğunu anlamıyor ve yahut da çok ciddi bir yanlış içerisinde olduğunu kavrayamıyor.
Şimdi, ‘akılla nas çatışırsa’ ne demektir biliyor musunuz? Yani aklın dediği ile Allah'ın dediği karşı karşıya gelirse…. Bu mümkün değil. Mümkün olduğunu kabul etsek; kimi kabul ediyorsun? Aklın dediğini kabul ediyorsun. Yani ne demek istiyorsun? Burada demek istediği şey şu oluyor; “Bu konuda Allah bilmedi, benim aklım bildi”, Allah bunu demesi gerekirdi demek istiyorsun. Dolayısıyla Allah bir meselede bilmezse, ikinci meselede de bilmez. Yani bir meseleyi yanılan Allah, senin o kafandaki Allah; bütün meselelerde yanıldı demektir. Bakın Kur'an ne diyor buna, ne beyan ediyor? ‘Onlar Allah'ın bazı ayetlerini kabul, bazılarını reddederler. Onlar kafirlerin ta kendisidir’. Bunu Haydar Hoca demiyor, Kur'an diyor. Ha şimdi “Akılla benim önümde nas çatıştı” dediğin zaman, bu mümkün değil. Eğer bunu gören bir nefis iradesi, bir akıl iradesi sende varsa; sen bir defa Allah'ın dediğine itiraz ediyorsun, kabul etmiyorsun manası çıkar. O zaman bir meselede onu haklı görmeyen, birçok meselede görmez. Allah korusun. İşin, dairenin dışına taşarsın ve de çıkarsın.
Zamanında Endülüs’ün Yıkılması İçin Oynanan Oyunlar Bugün Yüce Milletimiz İçin Tezgahlanıyor
Bu tip mevzularda idrak sahibi olan arkadaşlarımızın ayıkacağını ben umut ediyorum. Zira tarih içerisinde bu dedikodular yeni değil. Endülüs'ün yıkılmasına batının hazırladığı bir projedir bu. Endülüs'te bunlar önce akılla… Aklın dediği de doğru, vahyin dediği de doğru. Aklın dediği mutlak doğru, vahyin dediği doğru. O halde akılla vahiy çatışırsa, karşı karşıya gelirse akıl tercih edilir. Zamanla öyle oldu ki Kur'an’ı efendime söyleyeyim tenkide, tahlile tabi tuttular. Allah da öyle bir bela verdi ki, 800 küsur sene süren imparatorlukta bir tane taş yerinde kalmadı. Öyle bir gaddarca orasını imha edip yok ettiler ki, bir tane Müslüman bırakmadılar. Allah rahmetle tecelli ettiği bir zümreye, eğer o tecellinin mukabili olan kullukta seni görmezse gazab-ı ilahisi de ağır olur.
Nereye benzer bu? Bir insan karısına çok sevdalıdır, onu çok sever, her şeyini ona teslim eder, itimat eder. Ama kadını nereye kadar taşır? Ahirete kadar taşır, hatta oradan öteye de taşır. Eğer o yan gözle bir insana bakarsa, orada o kocanın vazifesi biter. Ona husumeti, nefreti, zulmü başlar. İfade edebildim mi? Çünkü yakınlık muhabbeti aynı zamanda ihanette de nefreti gerektirir de ondan. İşte Endülüs bu kaderi yaşamıştır. Allah onlara muhabbet edip Hristiyan aleminin, batı dünyasının sultanı yaparken; onlar kalktılar kendi dinleriyle oynamaya çalıştılar, oynayanların oyununa geldiler. Allah da ‘niye basiret ehli olmadınız?’ diye öyle bir şamar yapıştırdı, yerle bir etti onları. Ha şimdi korkarım ki aynı oyunlar bu yüce millet için tezgahlanıyor. Ayık olalım. İhtar-ı ilahi ağır gelebilir. Allah bizi ayıktırsın.
En Büyük İbadet Zikirdir
Şimdi, zikirde enteresan bir olay vardır. Siz direkt olarak Allah'la berabersiniz Zikrullah’ta. Çünkü Allah'ı andıkça, Allah da sizi anıyor. Bu sözle berabersiniz, zevkle berabersiniz, düşünce ile berabersiniz; her şeyinizi ihata ayırıyor Cenab-ı Hak. Onun için o zikir, çok büyük “ve le zikrullahi ekber” En büyük ibadet Cenab-ı Hak buyuruyor ki zikirdir bu manada. Niye? Halinizi kuşatıyor, düşüncenizi kuşatıyor, kalbinizi donatıyor. Kim donatıyor? Allah'ın sevgisi, muhabbeti, nazarı vs. Bu şekilde bir hal alıyor. Elbette ki böyle bir ibadet sizi hayata kul olarak, bu hayat sahnesinde kul olarak yaşamanıza vesile oluyor. Kul olarak yaşamanıza vesile olan bu ibadet, niçin büyük ibadet olmasın; maksat kulluk olduğuna göre, değil mi efendim? Evet.
Kulluk Yolunda Garanti Havfullah Yoludur
Şimdi efendim, Ayet-i Kerime’de ‘la raybe fihi huden lilmuttekin’, buyuruyor ki Cenab-ı Hak “Kur'an'dan muttakiler şüphe etmez”. Ancak alimler Allah'tan korkar. Değil mi? Yani korkmak bir noktada, hani affedersiniz bir canavardan korkmak manası gibi değil; bir onun rızasını kazanamamaktan korkmak, endişe etmek. Tabii bu insanın haline göre değişiyor. Alim için budur. Arif için Allah'ı kazanamamaktan korkmak, Allah'la beraber olmayı kaybetmekten korkmak. Hani “Seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarım”, şarkı var. Bizim aslında şarkılarımızda bundan 50, 60, 70 sene evveline giderseniz dini motifler saklıdır. Bizim örfümüz, adetimiz, geleneğimiz, her şeyimiz maneviyat kaynaklıdır.
Şimdi korku…. Bu korku nedir? Allah’ı kazanmanıza sizi iter, tedbir sahibi olursunuz. Muhabbette muhitte gevşeklik vardır. Onun için kulluktaki istikametinizde titizlik olmaz. Naz vardır. Ama her nazda Allah'ın rızası olmayabilir. Onun için kulluk yolunda garanti, benim İçtihat ve görüşüm, havfullah yoludur garanti. Ha demek ki muhabbete ihtiyaç yok mu? Var. O havfullah yoluyla, yani korku yoluyla insan öyle bir muhabbete vasıl olur ki “Vuslatın başka alem, sen bir ömre bedelsin”, başlarsın yani. Onunla beraber, o gidişle beraber insan; Allah'ın sevdasına, muhabbetine liyakatle kavuşur ki o kavuştuğu muhabbeti, sevdayı kaybetmeme endişesi de işte havfullah oluyor.
“Peki hangisi üstündür?” dersen; bence bu havfullah yönü daha üstündür. Neden üstündür? Onun çünkü sigortası yani bir nevi imanın sigortası oluyor. Kaybetmekten endişe ettiğin için devamlı tedbirde ve de efendime söyleyeyim kullukta ısrar etmen oluyor. Gerçi meşreb-i sufiyye “Tedbirini terk eyle takdir Hüda'nındır. Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümanındır”, yani bu işin cilvesi de çok farklı bir yer efendim. Bu benim kanaatim böyle. Ama meşrep olarak muhabbetullah deyip de bu hali yaşayan kardeşlerimizin de dediği doğrudur, diyeceğim efendim. O da yanlış değildir.
Namaz, Yeryüzündeki Mahlukatın İbadetlerinin Özüdür
Namaz, dinin direği ‘essalatü imadüddin’, yani bunsuz din olmaz. Onun için namaz bütün ibadetleri cem eder, kuşatır, içinde mevcuttur. Namazın içerisinde rükû vardır, secde vardır. Namazın içerisinde hayvanların yaptığı ibadet vardır, bitkilerin yaptığı ibadet vardır, meleklerin yaptığı ibadet vardır, cinlerin yaptığı ibadet şekli vardır. Yani namaz, tabiri caizse yeryüzündeki mahlukatın ibadetlerinin özüdür. Onun için Allah sevgilisi ‘essalatü imadüddin ’ buyurmuş; dinin direği.
Daha namaz nedir? ‘essalatü miracül müminin’ Allah'la buluşmaktır, ona miraç etmektir. Secde anı kulun Rabbi ile tabiri caizse buluştuğu, görüştüğü yerdir. Secdede başınızı en alt noktaya, en aşağı seviyeye indiriyorsunuz. Bu çok büyük, enteresan bir görünüştür. Baş, insanın en yüksek yeridir. Azametini insan başıyla gösterir. Sizin her organınız mükemmel olsa, başınız olmasa; sizden hiçbir şey olmaz. Ama sadece başınız olsa, çok şeysiniz. Dikkat edin. Onun için bakın, sizin her şeyiniz olan başınızı en alt seviyeye indiriyorsunuz. Bu ne demektir? “Yarabbi ben yokum, sen varsın”. İşte senin olmadığın yerde, ‘ben’in olmadığı yerde, “ben yokum” dediğin yerde var olan kimdir? Allah’tır. Hz. Musa “Yarabbi, cemalini göster”. “Göremezsin beni”. Müfessirler buyuruyor ki, orada ‘beni göremezsin’deki murat; sen sende olduğun halde, yani benlik sende olduğu halde sen beni göremezsin. İşte namazda o benliği atıyorsun; başını en alt seviyeye indirmekle benlik diye bir şey kalmıyor, mahvolup gidiyorsun. Değil mi? Sevda boyutu işte o zaman başlıyor, hürriyet orada başlıyor. Hakiki efendime söyleyeyim padişaha esaretle başlıyor. Tecelli orada, huzur orada, mutluluk orada, Allah'ı tanıma orada. Niye böyle bir ibadet her şeyin özü, aslı olmasın ki? Değil mi efendim? Bu kadar kâfi zannederim.
Peygamberimizin Hayatı İbadettir
Şimdi, Allah sevgilisinin her anı kulluktur, ibadettir. Onda bir an gaflet hali yoktur. Yani her an Allah'la beraber Allah'ın sevgilisi. Çünkü kalbi manada sevgili Peygamberimiz, Cenab-ı Hak'a kalbini rabıta yapmış; onun huzurunda olduğunu biliyor ve onun rızasını kazanabilmek için aldığı nefesi, attığı adımı atıyor. Onun için de geceleri sabahlara kadar ubudiyetle, ibadetle, namazla, Kur'an'la vaktini geçiriyor. Şimdi sen söyle, o Peygamberin hayatını ibadetin dışında nasıl anlatabilirsin ki? Hayat onun ibadeti, hayatı ibadet yani. Özetle bunu diyebiliriz.
Rasulullah'ın yaptığı gibi kalbinizi Allah'a bağlar, yaptığınız bütün işleri “Allah bundan razı olsun” diye yaparsanız… Zaten ibadetin özü de Allah'ın razı olduğu eylemi, işi, düşünceyi yapma halidir; o zaman bütün hayatınız ibadet olmuş olur.
Allah'ı unutmasınlar; Allah'ı zikredelim, onunla beraber olalım, ibadetlerimizde ısrarlı olalım, gayretli olalım. Göreceğiz ki kazanan biz olacağız.
Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyor; sevgilerimi, saygılarımı arz ediyorum. Allah'a emanet olsunlar, diyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız