info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Umre Dönüşü - İstanbul / 1 Aralık 2002
16/05/2025 DİNİ YAŞAM 6

    Neler Okuyacaksınız

Türk Milletinin İbadet Disiplinini Diğer Milletlerde Görmek Mümkün Değil

Allah sizlere de nasip etsin diyelim ve bu yıl çok rahat ve de iklim itibariyle elverişli bir umre ibadeti yapma imkânını bulduk. Efendim, her zaman ben bunu ifade ediyorum, Türk milletinin ibadet disiplinini diğer milletlerde bulmak mı ve görmek mümkün değil. Bu yıl da yine aynı olayı bir kez daha yaşadık. Efendim, temennimiz milletimizin bu dindeki disiplin anlayışını ila nihayet devam ettirmesi ve de maddemin manî layık olduğu yere gelmesidir efendim. Eee geçmiş bayramını milletimizin tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum efendim.

Müçtehit Allah’ın Maksadını Ortaya Koyar, Kendi Görüşlerini Değil

Şimdi, yorum diye bir şey yok. Arkadaşımız kendi inancını, kendi düşüncesini açık olarak ifade ettiler. Mehmet Bey'in zaten bundan farklı düşünmesi veya söylemesi mümkün de değildir. Zira o, Montgomery Watt'ın doktora talebesidir. Bunun dışında da bir şey söylemesi hiç mümkün olamaz. Şimdi, felsefeyle Mehmet Bey dini karıştırıyor. Efendim, dinde hükmün yolunu açan içtihattır; yani bir âlim içtihat ehliyse efendim hüküm istinbat eder, hüküm çıkartır. Eğer içtihatın kurallarına uyuyor ve de bunu hayatına geçiriyorsa bu şahsın, veremeyeceği karar yok. Hayır, değilse tabii bu şartlara malik değilse içtihat etmesi de mümkün değildir. Şimdi içtihattan asıl maksat, efendim, Kur'an ayetlerinde Allah'ın bir maksadı vardır, bir gayesi var, kullarına bunu emrediyor veya nehyediyor. İçtihat sahibi olan müçtehit, bu maksadı ortaya koyar, kendi görüşlerini değil. Kendisine zamanına kadar gelen, efendim, rivayetlerden, yani Peygamber'in hadislerinden, sahabenin bu konudaki tepkisinden, davranışından kendisine kadar ulaşan bilgileri, değerleri ortaya koyar ve bunlarla "Allah'ın maksadı şu idi," der. Bu yorumu yapar. Müçtehidin buradaki fonksiyonu budur. Binaenaleyh, yani müçtehit tabiri caizse asıl cevheri arar. Hükümlerdeki gizlenen cevher nedir, Allah'ın maksadı nedir, bunu arar. Bunu ararken de isabet etmiş olsa da olmasa da maksadı bu olduğu için ve yolu da Peygamber yolu, sahabe yolu, ulema yolu olduğu için de sevaptır. İsabet etmemiş olsa da sevaptır; etmiş olsa da sevaptır. Etmiş olsa iki sevap alır, olmasa bir sevap alır. Halbuki Mehmet Bey'in burada ortaya koyduğu, attığı mantık, mantalite bunun dışında bir olaydır. Ayetlere efendim, maksadı ilahi göz önüne alınmadan kompozisyon mantalitesiyle yorum getirmek demektir. Reformun asıl maksadı, kendi düşüncenizi Kur'an ayetlerinin üzerine çıkartıp onu hayat görüşü haline, dini bir kılıf da uydurarak getirmek manasına gelir. Bu, dinin ruhuyla, efendim, fikriyle, manasıyla temelinden oynamak demektir ve buna hiçbir siyasinin hakkı da yoktur. Böyle bir hak sahibi olamaz Mehmet Aydın. Yani yeni görüşler ortaya koyacak. Zaten felsefedeki asıl maksat, yeni görüşler ortaya koymak demektir. Halbuki dindeki asıl maksat, Allah'ın maksadını anlamak demektir. Âlime düşen vazife, ulemaya düşen vazife, o maksadı ortaya çıkarmaktır, o cevheri ortaya çıkarmaktır. Felsefede ise kendi maksadını, yeni yeni görüşlerle ortaya atmak demektir. İkisi birbirine çok ayrı dünyalardır. Şimdi siz eğer felsefeyi metodla, "Ben bu işi halledeceğim," derseniz, çuvallarsınız ve hukuken de bu tamamen mahsurlu bir olaydır. 
Türkiye laik bir devlettir. Ne demektir bu? Siz devlet adına dine müdahale edemezsiniz, din adına da devlete müdahale edemezsiniz. Laiklik budur. Laiklik bir sınırdır, efendime söyleyeyim muhafızdır; dine karşı devleti, devlete karşı da dini korur. Sen nasıl olur da peki devlet adına yenilik olsun diye dine müdahale edebilirsin? Şimdi bugüne kadar, efendim, devleti dinden koruyan laik zihniyet, bugün de göreceksiniz, Mehmet Aydın'ı ikaz edecek e, dini devletin tahakkümünden kurtaracaktır, koruyacaktır. Buna mecburdur, memurdur. Eğer rejime sadıksak, anlatabiliyor muyum? Binaenaleyh ben Mehmet Bey'in bu açıklamalarını çok maksadını aşmış beyanlar olarak görüyorum. Bundan sonra da yapmamasını bir siyasi olarak tavsiye ediyorum efendim.

Avrupa'yla Türk İslam Dünyası Ayrı Medeniyetlerin Dünyalarıdır

Şimdi, Avrupa Birliği konusunda bir defa şunu çok iyi bilmek lazım: Avrupa'yla Türk İslam dünyası, ayrı kültürlerin, ayrı medeniyetlerin dünyalarıdır. Yani ne biz onlarla ne de onlar bizimle yapması hiç mümkün değil. Şimdi kurtla kuzuyu bir araya getirmek gibi bir olaydır bu. Sizin ticaret yapmanız, onlarla birtakım münasebetler içerisinde bulunmanız, sizin medeniyet ve kültür birliği içerisinde olmanız demek değil. Bunu Batı dünyası, özellikle Avrupa çok iyi biliyor. Onun için de bizi içine kabul etmesi hiç ama hiç mümkün değil. Bir defa bu çok yanlış bir sevda, tek taraflı bir sevda. Kendi kendimize âşık olduk. Adam seni kabul etmiyor, kardeşim. Etmesi de mümkün değil, tamam mı? Ha, böyle olunca ne dersiniz? Bence beyhude bir gayret derim, başka bir şey demem efendim, kendi kendinizi aldatırsınız, kendi kendinizi yorarsınız.
Sonra, Türk milleti şunu çok iyi görmek lazım: Ta Oğuz Kağan'dan bu tarafa çok asil, çok yüce bir millettir. Eee medeniyetini, o medeniyetin gereklerini kültür olarak, kurum olarak, örf olarak, adet olarak, gelenek olarak hayatına yansıtmış köklü bir millet. Dünya sahnesine baktığınız zaman böyle ikinci bir milleti bulmanız hiç mümkün değil. Yok yani, mübalağa ettiğimizi zannetmeyin. Şimdi siz bu milleti alacaksınız, efendime söyleyeyim, bir dünyanın içerisinde, kırk yamalı bir bohçanın içerisinde yok edeceksiniz. Buna ne Allah razı olur ne de kullar razı olur. Yani bu dediğim gibi tek taraflı bir sevda, boşa koşuştur. Ben ayıkmalarını, arkadaşlarımızın ülkenin menfaatine olan icraatler içerisine girmesini şahsen tavsiye ediyorum ve ülkede bulunan muhalefeti de iktidarı ayıktırması için seferber olmasını rica ediyorum. Böyle muhalefet de olmaz, meclise girmeyebilirsiniz. 

Kesinlikle Batı Sana Bir Tek Kuruş Menfaatine Gelmediği Zaman Yardım Etmez

Ne yapılması gerekiyor yani? 
Şu anda  bakın, Türkiye'nin şu kadar milyar dolar borcu var. Bu milyar dolar borçlardan doğan faiz yükü var; 55 katrilyon yılda ödeyeceğimiz 2003 yılında faiz yükümüz var. Kabul etsen de bunu ödeyeceksin, etmesen de ve Türkiye buna mukabil, yıllık geliri 115 katrilyon, milli bütçemiz bu, öyle değil mi, deklare edilen? Şimdi bilemedin 120. Yahu sen bunun yarısını kalkıp faiz yüküne veriyorsun, yani aldığın borçlara karşı doğan faizlere veriyorsun. Peki bu millet ne yiyecek ne içecek, neyle geçinecek? Ha bunu düşünüp, yeni alternatifler, milli kaynaklar ortaya koymamız gerekirken biz kalktık çok affedersiniz, elimizi açarak dilencilik yapma gibi bir durumumuz var. E, gireceğiz o dünyaya da bizim milli gelirimiz 9,000 dolar olacak, 10,000 dolar olacak. Bırak bu hikâyeyi ya! Avrupalı çalışacak, sen bakacaksın. O kadar hasta mı bu adam, niye baksın sana? Sebep ne? Ha, bir şeye karşılık bunu yapabilirler. Benim de zaten asıl endişem budur. 
Milletin maneviyatına karşılık, efendim ve millet olayları görmesin, bir rehavet içerisinde bulunsun diye, dünya kiliseler birliği, Vatikan, UNESCO bir araya gelip Türkiye'ye karşılıksız yardım da yapabilirler. Niçin? Kendi dinlerini bu topraklardaki insanlara rahat anlatsınlar için, rahat onları kendilerine çeksinler için. Batı'nın şöyle bir tezi var: Diyor ki, Türkler o topraklarda yaşayan Batılı insanları, yani Rumları, Ermenileri vesaireleri asimile etmiştir, din yoluyla beraber asimile etmiştir. Tekrar bunların ayıkması için, bunların din yoluyla ayıktırılması, yani Hristiyanlaştırılması lazım. O zaman o topraklar bizim olacak, Türklerin değil. Şark Projesi’ne bu meşhur Şark Projesi denir. Oraya gidecekler, yani Orta Asya. Şimdi Orta Asya'da da bizi kimse kabul etmez. Yani bu projeyi hayata geçirmek için, bu saydığım kurumlar rahatlıkla karşılıksız yardım edebilirler. 
Siyasilerimizin çok dikkatli olması lazım, vatandaşlarımızın çok dikkatli olması lazım. Bu, oltaya takılan yem gibidir, avlanmak içindir. Kesinlikle Batı sana bir tek kuruş menfaatine gelmediği zaman yardım etmez. Bunu çok iyi bilelim. Böyle bir şeyden ben şahsen endişe ediyorum, inşallah arkadaşlarımız ayıkırlar, bu oyuna da gelmezler diyorum yani. Ben bu konuda bunu söyleyebilirim. 

Körfez'e Yapılan Çıkarma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nedir

Şimdi efendim, e hatırlarsanız, 1. Körfez Çıkarması'nda bizim ortaya koyduğumuz bir görüş vardı ki bu görüş %100 doğru çıktı. O günün şartlarında, bizim dışımızda da hiç kimse bunun üzerinde durmadı. Körfez'e yapılan çıkarma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nedir. Şimdi, bu bölgede olan hadise birleşik kaplar gibidir. Tamamen bütün oradaki devletleri alakadar eder, vatandaşları ilgilendirir. "Hayır, ben bununla beraber etkilenmem," bunlar hikâye. Tamam mı? Bakınız, biz ne demiştik? Göreceksiniz, o bölgede bir tampon bölge oluşturulacak, ülkemizin güneydoğu bölgesinde bir tampon bölge oluşturulacak. Belki de bir devlet olma durumu ortaya çıkacaktır. Belki değil, bugün fiilen bir Kürt devleti o bölgede kurulmuştur. Yani bizim tahminlerimiz doğru çıktı. 
Şimdi ikinci soruyu soruyoruz: Acaba Amerika Birleşik Devletleri, Irak'a dediğini yaptıramıyor mu da bir çıkarma yapmanın ihtiyacını duyuyor? Yani Saddam’a emrediyor veya rica ediyor veya diyor ki, "Bunu gerekçen var, bunu şöyle yap," yap diyor da yapmadığı için mi bir çıkarma yapmak istiyor? Soruyorum, ne cevap verirsiniz? Hiç mümkün değil. "Otur," diyor, oturuyor. "Kalk," diyor, kalkıyor. "Kapıyı açacaksın," diyor, açıyor. "Kapatacaksın," diyor, kapatıyor. Ha olay, o zaman Saddam olayı değil. Olay, efendime söyleyeyim, kurtla kuzu hikâyesi. Kurt, suyun başında, aşağıdaki kuzuya diyor ki, "Niye suyu bulandırıyorsun?" Kuzu, "Kurt kardeş," diyor, "Suyun başında sensin, ben nasıl bulandırayım?", burada gözüne kestirdiği, bana göre Batı'nın bu coğrafyada dengeyi istediği şekilde tutabilmesi için iki dişli güç var. Bunun bir tanesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ki bunu çok önceden beri hesap, plan, projelerine aldılar; ikincisi de İran'dır. Yani şu anda acaba tercih noktası İran mı olur, acaba Türkiye mi olur? Buna ben şahsen karar veremiyorum ama mutlaka ikisi de olacak ya biri önce olacak yahut da öteki sonra olacak, bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi nereye yapılırsa yapılsın, bu bölgedeki müdahale bu iki devleti istesek de istemesek de ilgilendirir. Sen buradaki, diyelim, Kürt kardeşlerimizi organize ediyorsun. Nerede var bu Kürtler? İran'da var mı? Var. Suriye'de var mı? Var. Türkiye'de var mı? Var. Irak'ta var mı? Var. O hâlde bomba bu dört yerde patladı demektir. Ne konuşuyorsun daha? Senin buradaki müdahale, özellikle bu dört yeredir. Şimdi bunu yapıyor bunlar, başka bir şey yapmıyorlar. Onun için Irak'a yapılacak olan müdahale, Türkiye oradan girip toprak alsa daha iyi, bunu aynen ifade ediyorum; alsa dahi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin aleyhinedir. Anlatabiliyor muyum? Alsan, bunun yarını var. Şurada yetmiş dörtte haklı olarak Kıbrıs'ta aldığını mı muhafaza edemiyorsun? O bölgede ötekini edeceksin. Dünya sana bunu müsaade eder mi? Kerkük ve Musul’u sana müsaade eder mi? Gerçi orası Osmanlı hanedanına ait topraktır ama biz neyimizi koruyoruz ki orayı koruyabileceğiz? Rusya seni bırakır mı? İran seni bırakır mı? Aşağıda İsrail seni bırakır mı? Zaten arz-u mevud olarak kendi hayallerinin beslendiği topraklar burası. Hülasa, bence Türkiye'nin hangi şartta olursa olsun, bizim güneydoğu bölgemizde, Irak'ın kuzeyinde veya Irak'ta olabilecek olaylara yapacağı en kestirme şey tarafsız bir nazarla hakemlik yapmak ve burada hiçbir olaya müsaade etmemektir. Bunu yapacaktır Türkiye; yaparsa hem kendini korur hem çevresini korur, efendime söyleyeyim ve de istenilen neticeyi tahsil eder diyoruz inşallah.
Bizi takip eden kardeşlerimize saygı, sevgi, hürmetlerimi arz ediyor, Allah'a emanet ediyorum diyorum.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir