
Neler Okuyacaksınız
IMF Para Satan Bir Kurumdur
Türkiye'nin IMF ile olan yakınlığı yeni değil. Çok uzun zamandan beri zaman zaman içine girmiş, zaman zaman seyretmiş, zaman zaman dışında kalmış, yine tekrar içine girmiş. Hülasa IMF ile olan alakası, ilgisi çok uzun yıllara dayanıyor.
Şimdi bir defa IMF nedir; bu mantıktan yola çıkarsak, yapılmak istenilenleri çok iyi tahlil ederiz. IMF, para satan bir kurumdur; yani bunun vazifesi, para satmaktır. Ama dolaylı yoldan biz de buna ortağız. Bunların hepsi kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. IMF eşittir, para satan bir kurumdur. Bunu, şu veya bu isim altında yapar ama neticede yaptığı iş para satmaktır. Parayı satarken de şartlara göre, bankalar için kullanılan bir söz vardır ‘yağmurlu havada şemsiye elinden alınır, güneşli havada şemsiye eline verilir’, yani böyle bir mantıktır.
Şimdi meseleyi daha iyi kavramamız için, yani IMF'yi daha iyi anlamamız için… Hatırlarsanız geçen hükümet döneminde bir program ortaya konuldu. Bu program muvacehesinde bir stand by anlaşması yapıldı. Ardından uygulamaya başlandı ve kredi talepleri oldu tekrar. IMF dedi ki “Tamam, güzel de bizim bir ülkeyi değerlendirirken orada yapacağımız yenilikleri bütün dünya milletlerinin ve devletlerinin görmesi lazım. İnsanların rahatlığını herkesin yaşaması lazım”. “Tamam” dediler “Bunu biz de hayatımıza geçirelim. Biz de zaten böyle bir şey arıyoruz” filan, bu mantıkla olaya yaklaşıldı. “Neymiş peki bu sizin yenilikleriniz?”. “Siz, evet tarım ülkesisiniz ama buğday yetiştiremezsiniz”. “Niye?”. “Bütçeniz bu yetiştirecek buğdayı kaldırmıyor. Yılda siz şu kadar ton buğday elde etmek için, şu kadar yatırım yapıyorsunuz. Buna mukabil bu kadar buğday alıyorsunuz. Ama sizin o kadar yatırım yapmadan bunun yarısı kadar bir parayla beraber sizin elde edeceğiniz buğdayın belki iki mislini zamanla biz size verebiliriz”. “Ne olacak?”. “Siz buğdayı istediğiniz kadar, istediğiniz gibi değil de bizim istediğimiz gibi şey edelim ki bu iyileştirme programları ile beraber rahatlayın. Halk rahata kavuşsun, ucuz ekmek yesin”. “Öyle mi? Tamam yapalım”.
IMF Yönlendirmeleri ile Tarım Ürünlerini Kısıtlama Yasaları Çıkarıldı
Hatırlarsanız, bu tarım ürünlerini kısıtlama yasaları çıkarıldı. Artı, ardından mısır bu yasanın içerisine dahil edildi. Yetmedi, bunun içerisine şeker pancarı kondu. Şeker pancarı ki Türkiye'de bir sürü şeker fabrikası var. Bütün bu fabrikalar, kabul edelim bin ton üretilmesi gerekirken şeker pancarı, onun onda birine düşerse; bu istihdam, o sahada meydana gelmiş istihdam dağılacak, millet işsiz kalacak, fabrikalar kapanacak, vatandaş arazisini metruk hale getirecek. Yani, tek yönlü değil bu olay. Hem tarım kesimi burada darbe yiyecek ve hem de sanayi kesimi burada darbe yiyecek. Şeker… Fındık da aynen; fındığa da tahdit getirildi. Siz istediğiniz kadar fındık da yetiştirmezsiniz. Yetiştirdiğiniz takdirde, kişi başına düşen dolar miktarı 2.500 lirayı geçemez. Daha da aşağı düşer. Ne olacak? Fındığı da devreden çıkarmanız lazım, çayı devreden çıkarmanız lazım. Allah Allah… Kısaca böyle.
Şunu anlatmaya çalışıyorum; tarım kesiminde vatan satında yetişebilecek olan ürünlere tamamen bir tahdit geldi. Bunu kim yaptı, yaptırdı? İşte, devletleri kalkındırmak ile mükellef olduğunu kabul ettiğimiz, para satan o para kurumu IMF yaptı. Şimdi olayın içerisinde bulunup tam teslimiyet gösterdiğimiz takdirde ne olacak? Buğday sıkıntısı başlayacak, mısır sıkıntısı başlayacak, şeker pancarı sıkıntısı yani şeker sıkıntısı başlayacak, çay sıkıntısı başlayacak. Bütün bu sıkıntılar kapının önüne gelecek, hatta geldi. Niye? Bugün mesela sana yarı yarıya fiyattan buğdayını pazarlayan IMF'nin arkasındaki güçler; sen tohumsuz ve de ekinsiz kaldığın zaman bunu %100 arttırıyor, arttıracak veya kesecek. Böyle stratejik bir oyunla Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve de milleti karşı karşıyadır. İşte bunu biz IMF ile beraber yapıyoruz. Kabul etsek de bu budur, etmesek de budur.
Şimdi peki ne oldu? Türkiye öyle bir sarmala alındı ki, öyle bir sarıldı ki, kuşatıldı ki; şimdi sanayisi yok, tarımı yok, denizciliği yok, ormancılığı yok. Yani bu projeler, uyum yasaları, Avrupa Birliği'ne girebilmek için de ikisiyle entegre olarak birbirini tamamlayan uyum yasaları bizden istediler. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bütün bunlar öyle oldu ki milletimizi tamamen kuşattı; yani, kuşatılmış vaziyetteyiz. Ne oldu sonra? Piyasadan para tamamen emildi, piyasa parasız kaldı. Damarda olması gereken meblağ, para, kan damarda durmadı. İşte 1 kilo hastaya verdin, 2 kilo bilmem kime verdin; zaten vücudunda 4-5 kilo kan var. E 4,5 kilosu gitti, yarım kilo kanla da idare ediyorsun. Bunu şunun için söylüyorum, bütün dünyada kuraldır, iktisatta vazgeçilmez bir kuraldır; nasıl insan vücudunda kan olmadan ne kadar sıhhatli olursanız olun hayatınızı devam ettirmeniz mümkün değilse, milletlerin ve devletlerin iktisadi hayatını devam ettirmeleri için de aynen damarda dolaşan kan gibi piyasalarda dolaşması gereken bir para miktarı vardır. Bu parayı siz, olması gereken parayı olması gerektiği kadarıyla beraber piyasada dolaştırmaz iseniz; o zaman çok ciddi sıkıntılar başlar.
Milli Gelirin %30’unun Piyasada Para Olarak Dolaşması Gerekiyor
Şimdi olması gereken ne? Milli gelirin %30’u en az para olarak piyasada dolaşması gerekiyor. Mesela 2002 bütçesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ifadelere göre 70-80, 70’in üzerinde 80 katrilyon geliri oldu 2002 yılı için. 3x8=24, 24 katrilyon Türk lirası piyasada dolaşması gerekiyor bu ölçüye göre. Peki bu ölçüye göre piyasada 24 katrilyon mu dolaşıyor, yoksa daha az mı, daha fazla mı?
Baktığımızda bankaların internetle bütün şeylerine girebilirsiniz. Tabii 2 katrilyon Türk lirası ancak piyasada dolaşabiliyor. Yani sizde olması gereken kan yok, piyasanızda kan yok, piyasada para yok. O zaman sanayiciye para lazım, yok; orman köylüsüne para lazım, yok; tarım köylüsüne para lazım, yok; esnafa para lazım, yok; siyasetçiye para lazım, yok. Niye? Para emildi, yok, piyasada yok. Dönmesi mümkün değil. Bakıyorsun, Allah Allah… Gece gündüz iş yapan kurum, “Selamünaleyküm”, “Aleykümselam”, sabahtan akşama kadar kimse uğramıyor. İmalat durmuş, efendime söyleyeyim işçi dışarıya atılmış; dükkanlar, iş yerleri, sanayi kurumları kapatılmış.
Bunu gerekçe olarak nasıl yola çıktık? İşte biz ucuzluk yapmamız için, parayı piyasadan emmemiz lazım. Emdik mi talep azalacak. Talep azaldı mı da işte ucuzluk olacak. Mantık bu. Halbuki evet, fazla para olursa… Faraza Türk piyasasında olması gereken 25 katrilyon veya 30 katrilyon paranın yerine 50 katrilyon olsaydı; %100 bir fazlalık vardı. Onların dediği o zaman olurdu. Niye? Cebinde para vardır, gidersin kalemi almaya. Kalem de mahdud sayıda imal ediliyor. 10 liralık kalemi adam sana 20 liraya rahatlıkla satar. Bu doğrudur. Ama bu şartlarda doğrudur. Sen de değil bu kalemi almak, iki misline bunu imal edecek güç kalmadı. Bunu ortaya koyacak irade kalmadı. Ne yapıyorsun bu sefer? Kalemi imal eden işyeri olarak, sanayici olarak kapatıyorsun. O zaman paranın aşağı çekilmesi değil piyasanın iflas etmesi gündeme geliyor ki iktisat dilinde bunun adına stagflasyon denir. Biz bunu geçmiş hükümet döneminde takriben şu anda 4 yıl oldu, değerlendirmelerde anlattık ‘yanlış yapacaksınız’. Fakat işin en garip tarafı Türkiye'de öyle bir manzara var ki konuşan profesör, iktisat profesörü ben dinliyorum, Allah Allah… Ya bu adam hiç mi dünya görmedi? Yani hiç mi bir dükkanın kapısını açmadı? Kepenk yukarı çekmedi? İçeri girmedi? Beş kuruşluk bir şey satmadı? Bu adam ticaretten anlamıyor. Öyle bir iktisat programı anlatıyor ki; IMF'nin tutulmuş paralı elemanı. Millet de dinliyor “Doğru bak kardeşim” diyor “bu ucuzluk mutlaka olur”, hatırlıyor musunuz bilmem. Sendika mensupları başkanları, işçi müntesipleri onlar bile. Aaaa… Halbuki anaları ağlayacak, cepleri para görmeyecek. Onları bile tuttular, böyle gerile gerile masaların başında konuşturdular. İş adamları… Ama bakıyorsun o iş adamlarının babası, zamanında Galata bankerliği yapmış; oradan gelmiş adam, sülale oradan. Bilmem anlatabildiğimi ifade edebiliyor muyum?
Devlet Borçlarının Faizlerini Ödeyerek Günü Kurtarıyor
Ne oluyor sonra? Sıkışıyoruz. Devletin iç ve dış borçları var, vadesi geliyor, bunları ödeme durumu. ‘E tamam canım, yeni bir borç buluruz; bu bulduğumuz borçla beraber bu vadeli borçları, vadesi gelen borçlar öderiz’. ‘Kazanırız da, kazandığımızla borcumuzu öderiz’ diye bir şey yok. Hatta ‘borcumuzu öderiz’ diye de enteresan, öyle de bir şey yok. ‘Borçların faizlerini öderiz, günü kurtarırız’.
Bakınız, bu mantıkla geçen sene gelirimiz 2002'de 76,400 katrilyon, resmi rakamlar; giderimiz 115,485 katrilyon. Yani? Tam açık olarak 39,085 katrilyon açığımız var yani. Yani, 40 katrilyon bütçenin açığı var, açıkla kapattı. Kaç paralık bu bütçe? 100 katrilyon bütçede %40 fire verdin sen ya. Nasıl bu millet geçinecek? Nasıl bu devlet ayakta duracak? Ondan sonra ha bire…
E seni bu noktaya kim getirdi? IMF getirmedi mi? E borç alacaksın. Kardeşim, aldığın borcu bedava almıyorsun ki. Sonra geçmişte aldığın borçlar sabit borçlar. Şimdi ben ucuz faizle, az faizle bu borçları alırsam bundan kurtarırım. Yok öyle yağma, yok. Ne? Diyelim 2 puan, 3 puan düştü. Bununla bayram etme. Bu bir yılda senin ödemene düşen rakamda ne kadar eder biliyor musunuz? Mesela bu yıl… Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne geçen yıl biz 51 katrilyon borç faizi, faiz, aldığımız borçlara faiz ödedik. Bu yıl ödeyeceğimiz para, 70 küsur katrilyon. Düşürsen bunu, bu dediğimiz mantıkla 70 katrilyona düşürürsün. Yani her sene ödemenizin, ödediğiniz faiz miktarının en az %60, %70’i bir faiz yüküyle faizi ödeme noktasına geliyoruz. Bunu biz 10 seneye yaydığımız zaman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 10 yıl içerisinde 10 yıl sonraki sadece faize, borçlarının faizine ödeyeceği miktar 700 katrilyon civarında bir para edecek ki bunun altından hangi millet, hangi gelirle beraber çıkabilir? Bu mümkün değil. Hayır bu mantık değil, gerçek realite. Yani, olay bu. Bir şey kendim ilave etmiyorum ben; olanların resmini çektim, şimdi anlatıyorum. Bunun dışında bir şey söyleyen insan yalan konuşur. Onun da hesabını yine millet sorsun ama millet sormaya alışmadı. Millet kendisine, doğru konuşanları tespit edecek, onlarla beraber olacak. Aksi takdirde bu musibetten, beladan kurtaramaz. Bunu kafamıza koyalım.
Bu Sistemle Melekleri de Başbakan Yapsak Yapacakları Bir Şey Yoktur
Millet o sözlere bakmayacak, yaşadığı hale bakacak. Herkes türkü söyleyebilir. Ama benim ateşim farklı ya. Adam 39-40 derece ateş çekiyor “Sen çok iyisin, bir gazel oku”. Neyse, o da odur. Yani başkası ona şöyle söylemiş, şu televizyon bunu demiş; buna niye bakıyor? Gittiği zaman ekmek ucuzluyor mu, şeker ucuzluyor mu, gaz ucuzluyor mu, benzin ucuzluyor mu, tuz ucuzluyor mu, giydiği elbise ucuzluyor mu, gömleği ucuzluyor mu? Buna niye ölçü olarak bakmıyor ki? Ha bakmazsan o zaman bu musibet de yağmur gibi onun başına yağar. Anlatabildim mi? Ahmet'in, Mehmet'in ağzına bakmayacak; yaşadığı hadiselere bakacak. Bu böyle.
Şimdi burada benim asıl gelmek istediğim nokta şu; sen bu kadar faizle beraber, verdiğin iç ve dış faizlerle beraber bu IMF'nin bize getirdiği bir faturadır, hiçbir yere gidemezsin. Kendi kendini kandırma. Bu sistemle, bu mantıkla… Çok söylüyorum bak, arkadaşlar gülüyor. Melekleri de getirsek, başbakan yapsak; onların da yapacağı bir şey yoktur. Ellerini açarlar, Allah'a dua ederler. Yapacak bir şey yok.
E sen şimdi kardeşim devamlı doğuya gideceksin. Bura nere? İstanbul. Kalktın Trabzon'a gidiyorsun, doğu istikametine; diyorsun ki “Ben Atina'ya gideceğim”. Tımarhaneye gönderirler adamı. Atina nerede, Trabzon nerede? Yüzünü çevirmişsin tam onun tersine “Ben” diyorsun “gideceğim filan yere”. Bu neyse, iktisatta da bu uygulama aynıdır. Bunu böyle bilmiş olalım. Onun için Türkiye'nin yapacağı iş, kesinlikle IMF programları ile idare edilmek değil. Bir an evvel bu programlara son verip bu delikleri geçmişimizin, halkımızın söylediği borç için işte giderler için delik derler; bunu kapatmamız lazım. Bunu kapatacağız. Kaç para borcumuz var? Bu borcu tespit edeceğiz, bunları kapatacağız. Bu kapanmazmış, bunun işte kaynağı yokmuş; hepsi yalan. Hepsinin kaynağı var, efendime söyleyeyim kapanır. Allah korusun bizim endişemiz, bu kaynakları yok pahasına ‘bu yoktur’ diyerek satabilme cüreti zuhur eder ki asıl cinayet o zaman kopar. Anlatabildim mi bilemiyorum. Yani bunların tamamı halledilir, hiç kimse endişe etmesin.
Faiz, Paranın Bloke Edilmesidir
Ben farklı bir yön daha görüyorum. Mesela, partileri dinliyorum; canım nasıl bu işler…. E Efendim hükümet güven verecek. Tamam, versin güveni. Ne oldu? Tamam, o zaman rahat borç alır; hem de faizi ucuzlatır. Kafaya bak ya. Hala… Şimdi bunu diyen partiye ben rey veriyorsam; benim başıma bela az geldi, biraz daha fazla gelmesi lazımdır fikrinin altına imza atmam demektir. Neymiş? Güven tazeleyecekmiş de… Eee? Tefecisi ötekinin fazlaymış, bunun aldığı faiz fazlaymış, tef eci bulacakmış da ondan bile rahat. Şu kafaya bak ya. Bunla iş gitmez.
Sonra faizin enteresanlığı şudur; faiz, paranın bloke edilmesidir. Düşünün, bir ülkede kabul edelim ki dolaşımda bulunan para miktarı 50 katrilyon Türk Lirası ise faiz mantığı ile beraber bunlar 3-5 elde, bilemedin 10 tane elde bloke edilir. Dolaşımda bugün olduğu gibi 2 katrilyon, 1 katrilyon dolaşır. O zaman hepimiz Allah Allah, varlık içinde hep beraber darlığa düşeriz. Bu mantık, bu sistem hiçbir zaman insanlara, milletlere huzur-u saadeti, mutluluğu getirmemiştir. Getirmesi de hiçbir zaman mümkün değildir, diyorum.
Yüksek Faizlerle Holdingler Ticaretin Yerine Faize Yöneliyor, İstihdam Olmuyor
“Ya Hocam, filancıdan 10.000 dolar para aldık. Zamanı geldi, ödeyemedik. Şimdi adam çok insafsız. Arttırıyor bilmem nesini; 10.000 dolar, çıktı 20.000 dolara şu kadar zamanda” ve o kadar da enteresan ki tehdit de ediliyor, öldürülecek vs.
Şimdi o tefeciler bu şekilde parasını çok ciddi paralarla beraber satarken, yani faizini alırken; diğer taraftan devlet, üzerine düşeni maalesef yapmıyor. Siz bir esnaf olarak müracaat ettiğiniz zaman herhangi bir bankaya “Bana işletme sermayesi şu kadar para lazım. Benim şu, şu, şu, şu dalda üretimim var” veya “pazarlamam”. Bunu alana kadar zaten ananızdan emdiğiniz burnunuzdan çıkıyor. Zaten pek çoğu da alamıyor ya. Siz öyle %40, %50 demelerine bakmayın. Esnaf olarak bankaya gittiğin zaman, en az %80 faiz veriyorsun; o masrafıydı, bu bilmem nesiydi bu şekilde. Yani 100 lira aldıysan, şu anda ucuzladı, dedikleri dönemde 80 liranın altında vatandaş… 100 lirada 80, 180 olarak ödüyor bunu geriye. Ne yapıyor bu sefer? Bu büyük işletme sahipleri de yaptı öyle, bu holdinglerin yaptığı öyle; bu sefer parasını satıyor adam. Nereye satıyor? Bankaya satıyor, kendisine daha fazla para veren kurumlara satıyor. Kısaca memleket ticaretin yerine, sanayinin yerine, üretimin yerine farklı bir kulvara giriyor ve bu kulvarda üretim olmayınca iş olmuyor tabii, istihdam olmuyor. Ama oturduğu yerde işte o holding sahibi para kazanıyor. Bütçelerini tahlil edin bakın; yaptığı ticaretten para kazanmıyor. Neden para kazanıyor? Para satımından, yani faizcilikten bunu da teşvik eden aslında devlettir, yani hükümetlerdir. Hükümet istese bunun önüne geçer.
Şimdi Türkiye'nin idaresiyle sorumlu olan insanların aslında yapacağı iş, bunları tespit edip hayata… ‘Hadi bakayım’ deyip cezalandırması. Asıl suç buradadır. Sen nasıl olur da milli menfaatler istikametinde bu sermayeyi heder edersin? Ondan zaten aldığın bir şey yoktur. Kısaca, adam fabrikasını çalıştırmıyor, büyük holdingini çalıştırmıyor; parasını böyle satmak suretiyle faizcilikle beraber para kazanma yolunu tercih ediyor. Bu da Türkiye'nin halk olarak, millet olarak, devlet olarak iflasa sürüklenmesi manasına gelir. Bunda hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Devlet Vatandaşa Faizsiz Kredi Verirse; Para Satan Adamlar Müşteriyi Kaybeder
Şimdi para satacak adam; para satan adam piyasasını kaybeder mi? Tabii para satan adam… Eğer devlet vatandaşa , paraya ihtiyacı olan vatandaşa faizsiz kredi verirse; parayı satan adam, müşteriyi kaybeder. Ne diyorum , az evvel söyledim ya. Yani öyle tefeciler var ki… Sanayici, tefeci olmuş; yani imalatçı, tefeci olmuş; büyük holding sahibi, tefeci olmuş. Şimdi bu adam milyar dolarlar kazanıyor bu yoldan; gelecek de diyecek sana ki “Senin düşüncen ne kadar mükemmel. Gel senin heykelini dikeyim. Millet bundan karnını doyuracak”. Bunu der mi? Demez. Dese zaten bu yanlışı yapmaz. Ha bu bir propagandadır. Nasıl bir propaganda? O milleti bitirme, yok etme propagandasıdır. Bir defa emisyonu genişleterek…
Sonra sen, sıradan bir mantıkla halkı; mesela iş adamını, mesela tarım bölgesindeki çiftçimizi, ,orman köylüsünü, denizcilikle uğraşan insanımızı, hangi kesim hatırınıza gelirse gelsin… Sıradan, böyle gelişigüzel para vermiyorsun ona ki. Faizsiz parayı verirken, sıfır faizle verirken; getiriyor sana bir proje, en basitinden. Diyor ki “Ben tarım kesiminde şu kadar ürün yetiştireceğim”. Bunu güzelce sana teknik bilgilerle beraber izah ediyor ne ise “Şu kadar paraya benim ihtiyacım var. Devlet olarak bana bu parayı vereceksiniz. Ben de size bu parayı şu kadar zaman sonra vereceğim” ve o teknik bilgileri aldıktan sonra sizin elemanlarınız bunu değerlendiriyor ‘ya gerçekten biz bu parayı bu arkadaşa verirsek, tarımda bu işi yapabilir mi?’. O da ‘evet’ diyor veya ‘hayır’ diyor. Onun vereceği rapora göre de siz, o arkadaşa gerçekten yapacaksa gidip kasanın ağzını açıyorsunuz “Al bakalım oğlum, devlet baba sana bu parayı veriyor. Git bunu hayırlısıyla kullan. Getir”. Ne yapıyor o kardeşimiz? Bak dikkat edin; emisyonu genişlettik, proje üretti, getirdi. Bu proje faraza 1.000 tane tavuktur, 1.000 tane tavuğa mukabil alındı. Soruyorum, bir yıl içerisinde bu tavuğu o çiftçi üretebilir mi, üretemez mi; hayvanla iştigal eden adam? 10.000 tane karşılığı aldı; üretebilir mi, üretemez mi? Emisyon genişledi, 6 ay sonra karşılığını buldu. Sıfır faiz olduğu için, enflasyon sıfırdır. Hiç kimse bunda tereddüt etmesin. Getirsinler, bunu biz yapalım, ispatlayalım.
Mustafa Kemal Köylülere Faizsiz Kredi ve Yetiştirdiği Ürünleri Alma Garantisi Veriyordu
Bakınız, geçmişte Mustafa Kemal, merhum, faizsiz kredi veriyordu; yani avans, köylülere, ürününe mukabil. Sonra devletin, vatandaşın yetiştirdiği ürünleri alma garantisini verdiği zaman vatandaş kendisini selamette görüyor, güçlü hissediyor. O dönemlerde bu oldu. Devletin gerçekten parası yok, doğru. Ama işte bu dediğimiz uygulandı. Avans olarak vatandaşa verildi. Vatandaş 5-6 ay sonra getirdi tütün olarak, fındık olarak yani ürün olarak onun karşılığını koydu. Böylece hem devlet vazifesini yaptı hem millet rahatladı. En basit. Bunu siz bugünkü şartlarda, ekonominin bütün dallarında efendime söyleyeyim uygulamaya geçirin; soruyorum, netice alabilir misiniz, alamaz mısınız? Tabi , %100. Niçin alınmasın? Sonra, para veriyorsun başka bir şey vermiyorsun ki. Para neyin karşılığıdır, malın karşılığıdır; artı, eylemin karşılığıdır. Yani tabii gidiyorsun masanın başında oturuyorsun, okuyorsun, yazıyorsun. Ne veriyor sana devlet veya işyeri? Maaş veriyor. Neye mukabil? Bir emeğe mukabil, emeğin karşılığı. Yani para sadece gördüğün müşahhas bir maddi olay değildir, onun karşılığı değildir sadece. Ya? Mücerredin de karşılığıdır, eylemin de karşılığıdır. Anlatabildim mi?
Binaenaleyh şimdi adam paranın mantığını bilmiyor, niçin vardır bundan haberi yok; iktisatçı olmuş. Bu adam hangi ülkenin problemini çözebilir be? Hiçbir şey yapamaz bunlar. Binaenaleyh demek istediğim şu; biz bunu yaparız, hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Adı gibi herkes buna emin olsun. Biz bu işi yaparız ve bir tek kuruş enflasyon olmaz. Ha bunu istismar eden eşhas çıkıp da yanlış yapmayacak mı? Baba müsaade et de ormanda çakal olsun yani. Elbette olacak. Bunun da yolu var. Onun yolu nedir? Geçmişte birtakım bizim iktisat kurallarımız vardı. Şimdi söylersek, bizi dinleyenler hep çalıyor, sanki kendine ait bir yenilikmiş gibi naklediyor. Onu söylemeyelim. Biz her şeyin önüne geçebiliriz. Kimsenin kuşkusu olmasın.
Ama şimdi, bunlar enteresan; seyrediyorum televizyonlarda ‘yok canım, bunların o kadar değeri yok ya, abartıyorlar, öyle şey mi olur’. Seni gidi beni bilmez satılmış kafa seni. Tam satılmış, ajan bunlar be.
Kafanız, Gönlünüz ve de Bedeniniz Satılmış Olursa, Hiçbir Şey Yapamazsınız
Şimdi bu görüşlerin hepsi sakat görüş; bunlar özürlü görüşler. Efendime söyleyeyim sahih görüş şudur; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin coğrafi sınırları içerisinde onlarca trilyon dolarlık bizim maden potansiyelimiz var, onlarca trilyon dolarlık. Bunu işlediğiniz zaman siz yüzlerce trilyon dolarlık da buna diyebilirsiniz. Ama kabiliyetiniz, bağlılığınız, aidiyetiniz, milliyetiniz, inancınız, imanınız sağlam olursa bunlar olur. Kafanız, gönlünüz ve de bedeniniz satılmış olursa hiçbir şey yapamazsınız. Şimdi ‘evet, bunu devlet yapmasın’ diyenler, 3-5 tane insanın insafına bunları terk etmek isteyen ve ‘onların emrinde vatandaş da işçi olsun, ne var bunda?’ diyen; belki gafletten veya saflıkta bu şekilde konuşanlar; belki de bazıları ihanetten konuşanlar, belki de bazıları ne bileyim bencillikten konuşan yani benden başkası bu işi yapmasın, yemesin diyenler… Sebebini bilemiyoruz; ne olursa olsun, yanlış konuşuyorlar.
Madenler Devlet Millet Ortaklığıyla İşletilmeli
Ne yapılması lazım? Ha bu madenlerin işletilmesi konusunda hem devlet hem de millet; halkımızın tamamı devrede olması gerekiyor. Biz hatırlarsanız, seçim satı halinde bunu çok fevkalade bir şekilde deklare etmiştik. Ne olacak? Şirketler kurulacak, organize edilecek. Devlet bu şirkete ortak olacak. Gerekirse devlet %45’ine veya 50’sine o yönetimin takdirine bağlı; gerekirse halk da %50’sine veya 45’ine ortak olacak. Ne yapacaklar? Devletle halk şirketin mantığında, çıkarında bir arada olacak, yönetici olacak, seçmen olacak; hülasa şirket sahibi olacak halkla devlet, ikisi müsavi olacak. Neyi işletecek? Altını işletecek. Neyi işletecek? Boru işletecek. Benim ulaşamadığım fert olarak, ulaşamadığım yerde işte devletin gücü devreye girecek. O güç halka hizmet edecek, devlet iradesiyle. Onu 3-5 kişinin menfaatine sunmak yerine. Ya?
Şimdi bana deseniz ki “Haydar Baş olarak mevcut olan Boğaz Köprüsü'nü yap”. Ben, tek başıma yapamam. Ama bana “Hoca Efendi, bak kardeşim, güzel ama sen 2-3 tane daha zengin adam yanına al, bir de devleti vereceğiz size”. Bunun iş makineleri var, bunun işte dış dünyada tanıdıkları var. Kısaca ben, halk olarak devletle ortak iş yapacağım. Onun bütün gücünden istifade edeceğim. Devlet de babalık yapmış olacak. Anlatabildim mi? İşte o işletmek durumunda olduğumuz madenlerin tamamı hem devlete hem milletin menfaatine işlenecek, pazarlanacak. O zaman sen orada belki yönetimin başında bor madeninin bilmem ne temsilcisinin, bilmem ne müdürü. ‘Allah Allah… Ya 500 bine, 1 milyara çalışan adamdı. Şimdi bak ne yapıyor ya’. Bu olması lazım. Anlatabildim mi?
Bu milletin, hakkıdır bu. Millet, bunu yapabilir. Ama milleti bu konuda eğitmek, yetiştirmek; onun sırtından geçinmek değil, onu yüceltmek lazım. Bunu yaptığımız takdirde bu madenler hem liyakat ile çalıştırılacak, işletilecek ve hem de çok ciddi pazarlamalar olacak. Bunlar o kadar zor işler değil yanlış anlamayın. Hep gözümüzde büyütüyoruz. Bendeniz 1976 senesi idi, Avrupa'ya ilk gittiğim zaman, Duisburg’a gittim; döküm fabrikası, döküm sanayi. Hiç sanayi görmedim. Döküm sanayi, döküm sanayi… Koskocaman bir hangara soktular beni. Orada ilgili arkadaşa söyledim “La bak hiçbir şey yok orada ya”. Topraktan havuz var; içinde böyle erimiş toprak madenleri kıpkırmızı. Onları böyle oluk gibi bir şeyden akıtıyorlar, donduruyorlar. He vallahi böyle. Bir de demir kütükleri gördüm. Dedim “Nerede fabrika?”. “İşte burası” dedi bana. “Yapma ya!” Beraber geziyoruz orda.
Ben orayı görmeden “Ulan” dedim “bunlar yapılmaz ya”. Girdik, baktık ki hiçbir şey… Bir şey değil, vallahi bir şey değil. Sonra bizim Nihat Hekimoğlu sağ olsun, şu anda o arkadaş orada döküm sanayinde imalat yapıyor, tebrik ediyorum. Babası, çok çalışkan bir ağabeyimiz; bugün Avrupa’ya, erişilmez dediğimiz Avrupa'ya harıl harıl ihracat yapanlardan biri de odur. Yani bizim kafamıza koymuşlar ‘bunlar yapılmaz, öyle şey olmaz, yok ya canım olama yız’. Niye biliyor musun? O, dedik ya o IMF patronlarının global sermaye sahipleri var. Dünyada düşünebiliyor musunuz, dünya devletlerinin sahip olduğu bütçenin tam 20 katı, buna 22 kat da diyenler var, bu adamların kasasında var. Para bunların elinde. Bu, buna müşteri alıyor. Şimdi sen o boru işletirsen, altını işletirsen daha ona gidip selam verir misin? Kapısına düşer, muhtaç olur musun? Olmazsın. İşte bütün mesele budur. Müşteriyi kaybedecek, imkanını kaybedecek; savaş, bu savaş. Anlatabildik mi? Binaenaleyh, bunu biz işletiriz; hem de en mükemmel şekilde.
Kurt Kuzuya Kafayı Taktı, Onu Yiyecek
Gelelim şimdi bora. Bu, bunun kıymeti var mı, yok mu? Canım bu hiçbir şey değil. Ben internet kaynaklarına girdim, Allah Allah… Şaşırdım, sevindim, dedim ya “Bir tane kurban kesmek lazım”. Bizde bu kadar şeyler var, biz bunu bilmiyoruz. Bir de televizyonları şu anda dinliyoruz ki canım hiçbir şey yokmuş; 3-5 milyar dolar yani böyle, basit. Niye? Şimdi kurt, kuzuya kafayı taktı, onu yiyecek; alacaklar yani. Basite elden çıkartmamız için, ucuza elden çıkartmamız için şimdi ayak yapıyorlar. Millet değerlerine sahip çıksın. Anlatabildim mi? Sahip çıkmazsa, Allah belasını verir. Bunu böyle bilelim. Millet vatana, millete, devlete… Millet kendine de sahip çıkacak, vatana da sahip çıkacak, devletine de sahip çıkacak. Çıkmadığı zaman o musibeti, o belayı sen ‘gel’ diyorsun, davet ediyorsun. İşte o zaman yağmur gibi yağar. Anlatabildim mi?
Bakın şimdi sodyum, bor, hibrit, artı su; açığa 4 hidrojen çıkıyor, enerji. Anlatabildim mi? Enerji elde ediyorsun. Bu enerjiyi sen motor sanayinde kullanıyorsun. Yine bor, oksijenle yakıldığında enerji elde ediliyor. Bunu da makine sanayinde, yani motor sanayinde kullanıyoruz. Bugün senin benzininin yapacağı işi, bu işlemi, kimyasal işlemi yaptığın zaman borla beraber yapıyorsun.
Bir hikâye anlatayım. Bizi takip edenler de bunu iyi dinlesin. Şimdi mevcut enerji kaynaklarını tasarruflarına aldılar. Onun fiyatını yükseltecekler, bunu ucuza satacaklar, müşteri toplayacaklar. Bilmem anlatabiliyor muyum? Dah a da kıymetli efendim, yastık altındaki kağıttır. Bu paranın kendisi emtiadır, maldır. Daha fazla sahip çıkmamız lazım.
Lozan’da, Güneydoğu Sınırlarımızı Kabul Etmek Karşılığında Yeraltı ve Yerüstü Madenlerimizi İstediler
Şimdi, Lozan Merhum İnönü'nün riyaset ettiği, Türk heyetine riyaset ettiği ekibinin bulunduğu yerdir. Türkiye'nin yeraltı ve yerüstü madenleri bizden isteniyor. Niçin? Güneydoğu sınırlarımızda sizin istediğiniz gibi biz Güneydoğu sınırlarını kabul edelim. Bunu istiyor musun? Evet. Bunun olması için yeraltı, bilhassa madenlerini bize evet demeniz lazım. Orada heyet ikna olur gibi, merhum Mustafa Kemal Atatürk’e soruyorlar. “Ne diyorsunuz ya?” diyor “Öyle şey, saçmalık mı olur?”, reddediyor. Bu esnada işte ne olmuşsa ikna edilir gibi oluyor; merhumdan habersiz mecliste bir kanun hazırlığı başlıyor, yani kanun çıkartacak meclis. Neye? Yeraltı kaynaklarını Amerika Devletleri’ne vermek için. O da o esnada meclise gidiyor, bu hazırlığı görüyor. Eli ile alıyor, yırtıp atıyor. O günden bugüne işte o madenlerden dolayı… O maden dediğimiz maden bordur; bor madeni, toryum madeni, altın madeni, petrol bunlar… İşte bizim Güneydoğu sınırlarımız ne İngiliz tarafından ne Alman tarafından ne ABD tarafından yani Amerika Birleşik tarafından kabul edilmemiştir. Şimdi o komşu, bize tam komşu oldu; dost, müttefik, tam komşu oldu. Canım o bize bir şey etmez. Senin dilini eşek arısı soksun. O senin gibi enayi mi be? Kârını görüyor. Milletin tam ayıkması lazım. Bunu çok iyi görmemiz lazım. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Şimdi ben sana soruyorum, acaba bu denildiği gibi çok basit bir maden olsa ABD bu 5 milyar dolar için bu kadar zamandan beri bize tavır alır mıydı? Bunun ardına düşer miydi? Yok canım ya, mümkün mü? Adam onu zaten sadaka olarak veriyor. Kardeşim burada trilyon dolarlık, yüzlerce trilyon dolarlık zengin madenlerimiz var. Bunu millet bilsin ve ona göre artık siyasi basiretini kullansın. Vallahi bu konuda hiç kimse de dediğim gibi endişe etmesin. Sahipleri arasın bulsun, sıkıntılar bitsin diyoruz.
İnşallah milletimiz ayık olsun. Hiç endişe etmesin. El ele verelim, bu işi halledelim. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyor; saygı, sevgi, muhabbetlerimi arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız