info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Avrupa Birliği ve Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri / 1 Nisan 2002

    Neler Okuyacaksınız

Batılı Olmamız Hiç Mümkün Değil, Batı'nın da Bizim Gibi Olması Hiç Mümkün Değil

Şimdi bizim her sahada her kurumda insanımız çok saf ve temiz, bu temizliğini bu duygusunu bu düşüncesini; milletlerarası münasebetlerinde de devam ettiriyor, devletler arasındaki münasebetlerinde de devam ettiriyor. Hâlbuki milletlerin ve devletlerin arasındaki münasebetler kurallarla beraber tamamen birtakım prensiplere bağlıdır. Burada esas olarak bütün devletler ve de milletler menfaat hesabıyla bir millete ve devlete yaklaşır, uzaklaşır, nötr olur ya, bu temel kesinlikle unutulmaması lazım. Bunların da dayandığı bir esas vardır,  o esasta şudur: Milletlerin ve devletlerin arasındaki yakınlıklar, münasebetler, kavgalar, savaşlar, ihtilafların temelinde yatan birtakım olaylar vardır, birtakım ölçüler vardır, ihtiyaçlar vardır, bunlar nedir? O milletlerin sahip olduğu ideolojiler, inançlardır kültürlerdir yani milletler ve devletler zaten o kültürü, ideoloji o inancı aynı tarzda yaşayan insanların oluşturduğu kitlelerdir,  topluluklardır. Mesela biz Batı toplumuyla farkındaysanız yaptığımız sohbetlerimizde aynı efendim terazide ölçülemeyiz dediğimiz zaman bunu duygusal bir yaklaşım neticesinde söylemiş değiliz. Batı ile biz: Doğuyla Batı gibiyiz gerçekten yani… Batı dediğimiz zaman o Batı’dır, biz de Doğuluyuz. Neden Doğuluyuz?  Dikkat ederseniz, Doğu’nun insanı Tevhit akidesi üzerine inancını bina etmiş ve hayatının bütün şubelerinde bu inanç yansımıştır. Neresinde? Ticaretinde yansımıştır, siyasetinde yansımıştır, aile hayatında yansımıştır, çalışmasında yansımıştır, musikisinde, folklorunda hepsinde bu vardır. Ben bunu atacağım da yeni bir, efendim dünya kuracağım dersen o milleti toptan değiştirmen lazım. Bu tarihte olmuş bir olay değil ancak bir milleti olmuştur ki Macarlardır, Bulgarlardır, Orta Asya'dan akım yaparak Avrupa'ya geldikleri zaman işte Almanlar onlara Hristiyan olun ki sizi kabul edelim dediler ve şimdi de onlar Türklüğünü unuttular. Yani bu şartla ancak siz kendinizi unutarak bir toplumun içerisinde bir büyüğü olabilirsiniz, bir eleman olabilirsiniz, bir unsur olabilirsiniz bu olmayacağına göre ki olması hiç mümkün değil. Ben o iki toplumu da istisna kabul ediyorum olmayacağına göre bizim bir defa Batılı olmamız hiç mümkün değil. Batılı olmamız mümkün olmadığına göre onların da şartlı Doğulu olmasına yine mümkün değil, Batı'nın da bizim gibi olması hiç mümkün değil bunu iyice kafamıza ve gönlümüze yerleştirelim yanıldığımız nokta burada. 

“Avrupa Haçsız Olamaz, Haçın Dünyasıdır Avrupa”

Bu kültürler, bu inançlar, bu ideolojiler arasında yıllar süren yüzyıllara varan kavgalar oldu, mücadeleler oldu, gelelim masanın başında oturalım da bunları yok edelim. Bu masa başında oturarak yok etmek istediği şeyler duygulardır; ama o duyguların dayandığı temel var, işte kültür var, işte inanç var, işte ideoloji var bunu atamazsın. Ha bunu attığın zaman sen o kim o kişi değilsin veya o fert değilsin hangi fert o milletin ferdi değilsin, siyasetimizde eğer biz böyle bir hayal peşinde koşuyorsak, milleti vücuda getiren ögelere iyi bir tahlil edip ondan sonra konuşmamız lazım; aksi takdirde bu anlayış üzere hayatını siyasetle devam etmek isteyen kitlelerin, toplulukların sonu hüsran olur bunu böyle bilelim. Bu adamlar bunu niye böyle demişler? Tabii diyecek canım, tabii diyecek. İstanbul işgal altındadır, neden?   Çünkü senin inancın da bunu inancı aynı değil ki, e tabii diyecek ki Ayasofya’yı kilise yapmam lazım niye ideolojinin o inancın o kültürün verisi bu aksiyonudur, bunu yapmazsa zaten bunun adı Batılı olmaz Avrupalı olmaz. Bunu yapacak ki yani burası illa kilise olsun diyecek ki, bu Avrupalı olsun. 
Helmut Kohl ne diyor: “Avrupa Haçsız olamaz, Haçın Dünyasıdır Avrupa” bunu diyor adam. Gizlemiyor, saklamıyor. Ha ben bunu duymadım, o zaman senin kulağından şüphe et oğlum. Ben bunu görmedim, senin gözün görmüyor. Ha bu olayı bu gerçeği sen yok edemezsin. Şimdi böyle bir realite ile karşı karşıyayız. Biz bir toplumuz, biz öyle bir toplumuz ki; bizim tarihimiz örfümüz, âdetimiz, geleneğimiz, dinimiz, maneviyatımız, efendime söyleyeyim topyekûn bütün bu değerlerden vücuda gelen kültürümüz bir Türk Medeniyeti, Türklük Medeniyeti ortaya koydu. Bu medeniyeti kabul etsen de vardır, etmesen de vardır baba. Efendim şimdi biz bunu görmeden yani bu faktörü esas olarak ele almadan kalkıyoruz. Masa başında bir takım münasebetler geliştiriyoruz. Ben bunu derken yanlış anlaşılmasın, efendim bir toplulukla biz ticaret yapmayalım, bir toplulukta ilişki kurmayalım, bunu demek istemiyorum. Yani beraber olmak; fikren, siyaseten, iktisaden efendime söyleyeyim bir bütün olamayız bunu demek istiyorum, olmamız mümkün değil. İşte Batı her zaman söylüyor o vekil dediğiniz insanların da efendim iş tabiatlılarında vücuda gelen tepki, bu teklifle beraber ortaya çıkmıştır. 

Kavga Eden İnançlardır, Kültürlerdir 

Ne demiş, efendim Ayasofya kilise olacak. Ee tabi onu söyleyecek, ee ben de onun için diyorum ki: “Ayasofya Camii olacak”.  Benim içimdeki kültür, inanç, duygu, Türk Kültürü, bana da bunu böyle söylüyor. Niye? Bakınız işin isterseniz biraz da tarihinden yola çıkalım. İstanbul hakkında Cenab-ı Peygamber Efendimizin, efendime söyleyeyim müjdeleri vardır. Bu müjdeye ulaşan efendime söyleyeyim tek millet de, Türk Milletidir. “Le tüftehann'el-konstantîniyyeti fele ni'mel emîru emîruhe,  vele ni'mel ceyşü zâlikel ceyş” . “Muhakkak Konstantiniyye feth olunacak, Onu fetheden kumandan ne güzel, onun askerleri ne güzel”. Şimdi bir şehir ki onu fethetmek Allah'ın sevgilisinin methiyesine mazhar olmayı gerektiriyor. Daha doğrusu o gayeye ulaşıyorsun. İşte o bakımdan İstanbul bu akide adına senelerce, yıllarca, efendim kapısına kadar gelinmiş ve dedemiz Fatih Sultan Cennet Mekân Hazretleri bu şerefe nail olmuş. Onun asakiri bu şerefe nail olmuş. Ve bu olayla Allah'ın sevdiği seçtiği bir topluluk bir millet bir kitle haline geldi. Yani altında Hz Muhammed Mustafa'nın mührü olan, inkârın da mümkün değil. Anlatabildim mi? Sen şimdi böyle bir milletsin. Şimdi Adam diyor ki. “Bunlar” diyor “bizimle olamaz” diyor. “Biz burayı açacağız.” Ki, Fatih Sultan Cennet Mekânın bu konu hakkında da enteresan bir tepkisi vardır. Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinin. “Açacağız biz onlara hayatını zindan edeceğiz” demek istiyor. Kim bunu demek istiyor? Batı demek istiyor. İşte öyle 10-15 tane 20 tane adamı o taraftan konuşturur, sana mesaj gönderir. Bak kafana akıl koy orada duramazsın sen orada işgalcisin. Kıbrıs da aynı şey söylemiyorlar mı? Her tarafta bunlar aynı şeyi söylüyorlar sade İstanbul için söylemiyor ki. Peki burada kavga eden ne kardeşim, onu o zaman ortaya koyalım. Kavga eden inançlardır, kavga eden kültürlerdir, kavga eden benim dünyamdır, senin dünyandır, bu dünyalar kavga ediyor. Ha burada toplar, tüfekler; Ahmet, Mehmet, Hasan,  Hüseyin,   Nikola filan bunlarda sözcü. Bu kavga nereye kadar devam edecek? Kıyamete kadar devam edecek. İşte Globalizm adı altındaki akımla, adamlar bir menfaat dünyası oluşturmak isteyerek bunları diyor. Bir tek bünyede toplayalım, hep bütün parseller bizim efendim kasaya aksın. Bu mantalite ile işte son zamanlarda birlik olalım, şu olalım bu… Bunlar hikâye, olacağı yok olması mümkün değil. Baksana Endülüs'ü söyleyeyim. Endülüs'te 800 küsur sene dimi 800 küsur sene, efendime söyleyeyim bir devlet vardı bir medeniyet kuruldu. Taş taş üstüne bırakmadın. İspanyollar, taş taş üstüne bırakmadı. Bir tane Müslüman bırakmadılar orada, Allah Allah hayret ediyorsun.

“Sahipsiz Olan Milletin Batması Haktır, Sen Sahip Olursan Bu Vatan Batmayacaktır”

Kurtuba’da koskocaman cami. Şimdi Avrupa Birliği Müntesipleri bunu diyorsa, sen de Müslüman olarak diyeceksin ki “Kurtuba’da kiliseye çevirdikleri camiyi, ben cami olarak açacağım.” İşte Türk Siyasisine, diplomasisine düşen söz de budur. Yok işte bunu yapacağız bunu yaptığımız zaman o zaman senin koyduğun tepki hakkani tepki olur, doğru bir tepki olur ve de neticeyi mutlaka istihsal edersin. Şimdi ne yapıyoruz? Adam diyor sen geriye çekiliyorsun; takım hücum ediyor, sen geriye çekiliyorsun; sahadan çıkıyorsun, kale boşalıyor. Hayda, gol… Bugünkü halimiz bu. Rahatlıkla Sayın Başbakan'ın şurada birkaç gün evvel hakikaten çok enteresan sözü vardır. Yahudiler artık sözümüzü hiçbir kurum dinlemiyor, böyle şey olur mu ya… Bugün de Başbakanın efendime söyleyeyim tasarrufunu kısıtlayacak yani öyle kurumlar oluşturuyoruz ki.
Hayır, kardeşim bu bir kanundur. Adam vazifesini yapıyor. Vazifesini yapmayan sensin, o kendini biliyor, ne olduğunu biliyor. Burada kendini bilmeyen; benim, sensin… Adama kızmaya hakkın yok, kendine kızsana. Sen bir misyonu, bir davayı, bir kültürü, bir milleti, bir oluşu, bir varoluşu yok ettin. Onu inkâr ediyorsun, o da geliyor bam diye kafana vuruyor. Sen madem ordan değilsin zaten bendensin, gel bakalım buraya diyor. Burayı böyle yapacaksın, şurayı şöyle, talimat veriyor.  Tabii.. Şimdi bak, mesela Ortodoks Patriği gidiyor;  beyler gibi, krallar gibi Avrupa'da bir devlet başkanı sıfatıyla karşılanıyor. Hatırlarsanız ben bunu senelerce televizyon konuşmalarımda, makalelerimde, eserlerimde gündem ediyorum. Burası diyor bakın, milletimizin anlayacağı dille konuşalım; ekümenlik, yani bir Site Devleti kuralım diyorlar, İstanbul sur içerisinde, bir Din Devleti kuralım, Vatikan gibi bir Din Devleti kuralım. O devletin başına da Patrik koyalım. Olayın özü bu. O da diyor ki, tamam diyor, Batı bana bu sıfatı verdi; Avrupa yani, beni burada bu devletin Kralı ilan etti, padişah ilan etti, ne dersen de... şah ilan etti. Şimdi ben buyum diyor ve adam bu sıfatla beraber Avrupa'da gittiği bütün toplantılara iştirak ediyor. Biz senelerden beri bunu görmüyoruz,  burnumuzun dibindeki bu kokuyu almıyoruz. Hangi yetkili makam, hangi yetkili merci gidip, gel bakalım oğlum, sen nesin, kimsin, neyin nesisin? Benim ülkemde bu kadar, efendime söyleyeyim cüreti nereden buldun? Sana bu gücü kuvveti kim verdi, diyen olmadı. Oldu mu? Elbette Adam der ki, çık oradan sen, sen orada efendime söyleyeyim işgalcisin. Sen kendi yerine sahip çıkmıyorsun ki, anlatabiliyor muyum? Bunların devam etmesi kaçınılmazdır. Efendim Akif'in merhum “Sahipsiz olan milletin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” Şimdi hepimiz sahip çıkmamız lazım, bu aidiyet duygumuzu biz kaybettik. Aidiyet var ya, çok enteresan bir olaydır. İnsan benliği o kadar büyük bir hadisedir, o kadar büyük bir nimettir ki, biz bunu kaybettik.

Milli Eğitim'de Yepyeni Bir Seferberliğin İlan Edilmesi Lazım 

Eğitimde çürüdük biz çürüdük… Hiçbir şeyimiz kalmadı. Ben dediğim şey, o kadar muazzez, mutlak bir varlık ki; bunu inkâr ettiğin zaman manyak olursun, akıl hastası olursun, ruh hastası olursun, tımarhanelerde ıslah ederler seni. Biz bunu kaybettik, bunu… Farkında mısın? Ben demekten çekiniyoruz, kaçınıyoruz. Efendime söyleyeyim ben demekten kaçınınca, o bene ait olan kıymetlerden, değerlerden, o aidiyeti olan her şeyi ihmal ediyoruz. Elimizin tersiyle itiyoruz.  Bu İstanbul'da efendime söyleyeyim, Ayasofya kilisesidir, bu İstanbul'un kendisidir, bu onun tarihidir, neyse… İnkâr edip bir tarafa atıyoruz. Bu haldeyiz biz. Şimdi o halde ne yapmak lazım, müsaade edersen buraya da bir kaç cümle söyleyeyim. O aidiyet duygumuzu kazanabilmek için, yani o ben dediğimiz şey kazanabilmek için Milli Eğitim'de yepyeni bir seferberliğin ilan edilmesi lazım. Yepyeni bu millete ait değerlerin örfün, adetin, geleneğin, maneviyatın, her şeyin tam tekmil olarak tanıtılması bir millet… Bakınız Avrupa'ya gidiyorsunuz. Avrupa'da siz bir Fransız delikanlısını, bir Alman delikanlısını, bir İngiliz delikanlısını görün. Eğer 5-10 defa gitmişseniz, bu Alman, bu Fransız, bu İngiliz’dir   dersiniz. Çok enteresandır. Niye şimdi biz de okumuş yazmış bir adamı git gör, hangisidir fark edemez. Niye? Çünkü İngiliz'in bir delikanlı tipi vardır, bir hanımefendi tipi vardır. Fransız’ın öyle, Alman’ın öyle, İtalya'nın öyle, Amerika'nın öyle, ukala tipi vardır. Bir tanesi öyle görünür eli cebinde, birisi arkada vesaire… baktın mı dersin, filancadır bu. Adamın modeli bu, bizim model nerede? Bizde bir şey yok, tabii. Taklit, onu görüyor, onun gibi olmak istiyor. Bunu görüyor bunun gibi olmak. Ben ben diyen, bir tane babayiğit yok ya, şu işe bak. Her tarafta bu böyle ama gidiyorsun onlara, efendime söyleyeyim her biri ayrı bir karakterde. Aynı kültürü, aynı medeniyeti, aynı dini yaşamalarına rağmen, bir Almanı gördün mü enteresandır. Bakarsın ona, dersin bu Almandır. Bir Fransız’ı gör hemen gözünün önünde o şey eder, jestleri, mimikleri efendim karakteri canlanır. İngiliz de öyledir, fazla şey etmeyim efendim. Okyanus ötesine geçiyorsun, o daha çok farklı bir tip, peki bizdeki nedir?  Hadi söyle bana bakayım? Amerika'dan gelen aynı Amerikalı olmuş, Fransa'dan gelen aynı Fransız olmuş, Almanya'dan gelen Alman olmuş. Allah Allah  Allah  Allah bu ne acı ya, bu ne acı gerçek. Çünkü şimdi gel sen de delirme, hakikaten öyle ya… 
Bizde çok büyük değerler var. Bunu bir görüp, bunu efendim ortaya koyup bu değerleri, milletimize kana kana öğretmek, efendime söyleyeyim eğitmek, bu tipleri bu modelleri hayata sürmek lazım. O zaman işte erkekse, “Ayasofya'yı şu yapacağım” desin adam, “orada sen işgalcisin desin”. Bakıyor ki, bunlar gittiler kendilerinden kopmuşlar, çürümüşler. Merhum Atatürk ne diyor “6 Mart 1922 tarihinde aydınlarımız” diyor, “diyor ki:“Biz kendimizi idare edemeyiz,  İngilizler, Amerikalılar gelsin, bizi idare etsinler, bizden adam olmaz.” Hâlbuki bu adamlar bizi yok etmeye çalışıyor”, diyor. “Bizim her şeyimizle uğraşan adamlara” diyor, “bu teklifi yapıyorlar. Bu görüşteydi” diyor. Allah muhafaza etsin, şimdi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında işte bu temel atıldı. Zaman zaman ondan kopuldu, uzaklaşıldı uzaklaşıldı. Şimdi işte, hüdayi nabit gibi bir hale geldik maalesef. Çok mu fazla konuştuk kusura bakmayın.

Global Güçler, Devlet İçinde Devlet Olacak Kurumları Oluşturuyor

İşte bu, asıl temelden dolayı, idarede zafiyet diye bir şey değil bu. İdarede istenilen zafiyet bu. Bu isteniliyor. O güçler tarafından isteniliyor. Zaten idare de zafiyet olsaydı efendim, kalkıp Başbakan buna tepki koymazdı. Başbakan buna tepki koyuyor. Böyle olmaz diyor. Şimdi işte o Global Güçler, devlet içinde devlet, o kurumları oluşturacak. Sen oraya karışmayacaksın, oraya karışmayacaksın. Peki niye bu var bu hükümet, niye var onu söyle bana. Devlet niye var? Niye var bu?  Bunların hepsi lafı güzaf işte. Amerika'da böyle yalancının, kim söylemiş sana? Hepsi başkana bağlıdır, başkana.  Hadi erkekse onun dediğinin dışına çıksınlar.  ABD'de hepsi başkana bağlıdır. Başkanlık Sisteminin gereği budur. Belki şu bakanı bu bakanın elinde değildir ama başkanın elindedir. Sen Cumhurbaşkanından yetkiyi alıyorsun, efendime söyleyeyim artı Başbakandan yetkiyi alacaksın. Peki ne olacak memleketin hali? Adamın astığı astık, kestiği kestik. Az evvel söylediğim gibi, devlet içinde devlet olma gibi korkunç bir başıboşluğun alameti, işareti ve de ispatı oluyor. Bunları inşallah siyasilerimiz tek tek gözden geçirerek, neyin nereye konması gerektiğini bilecekleri ve de buna göre icraatta bulunacakları kanaatindeyim ve bu konuda da kendilerine başarılar diliyorum. Demekten başka bizim de başka bir çaremiz, yolumuz yok efendim.

Biz Adaletli Yaşamayı, Merhamet ve Şefkatle Yaşamayı Şiar Edinmiş Bir Milletiz

Şimdi efendim, biz millet olarak en eski dönemden günümüze kadar bir defa adaletle yaşamayı, merhamet ve şefkatle yaşamayı bir şiar edinmiş bir milletiz. Bizden tarihin hiçbir döneminde, hiçbir millet zarar görmemiştir. Görmesi de mümkün olmamıştır; ancak iddialara göre işte Orta Asya'da yaşarken, Çinlilerle itilaf olduğu, her ne kadar ileri sürülüyor ise de, olayların mutlak surette temellerine inildiği zaman, yine Çinlilerin burada haksız olduğu izah ve de ispatı yapılacaktır. Sebebine gelince Doğu Türkistan şu anda bu adamların elinden çekmediği de kalmamıştır. Yani Çinliler yeri geldiği için söylüyorum. Adil bir millet değil. Adaleti olmayan bu millet, kendi insanına karşı zaman zaman aynı yanlışları da yapmaktadır. Burası bilinmesi için hani denilir ki, size karşı adamlar Çin Seddini yaptılar bu doğrudur;  ama biz bütün bu seferlere çıkarken yaptığımız işlerin temelinde adalet duygusu ve de esası vardı.

Dünyanın Özü ve Cevheri Milletimizdir

Şimdi Osmanlı Döneminde, Selçuklular Döneminde, Türklerin tasarruf ettiği bölgeler baktığınız zaman, can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetinin, din ve vicdan emniyeti, vatan emniyeti hangi dine mensup olursa olsun, o insanlara doya doya yaşatıldığını görüyoruz. Yani bir toplum yok ki orada bulunan, Türk milletinin tasarrufundan rahatsız olsun.  Desin ki, hayır bunlar bize eziyet etmiştir, zulüm etmiştir, hakkımızı gasp etmiştir. Böyle bir şey söz konusu değildir. Şimdi ifade buyurdunuz; ne dediniz, biz nereden elimizi çektik, nereden geriye çekildik, oralarda zulümler hâkim oldu. Yani zulmün hâkim olduğu yerde hayat olmayacağına göre memat vardır, ölüm vardır orası battı demektir.  Şimdi bu manada denilebilir ki, dünyanın özü ve cevheri milletimizdir. İnancı itibarıyla, kültürü itibariyle, örfü itibariyle, adetleri ve gelenekleri itibarıyla… Az Evvel söylediğimiz, efendim hakları bütün insanlığa yaşatmaları itibarıyla yani bu cevher onda var, bu millette var. Şimdi bunu bizim efendim tasarruf haline getirip bütün dünyaya doya doya yaşatmak lazım. Ha biz, bu oluştan maalesef mahrumuz, zira korkunç bir taktik dönemine girdi. Yani bizi öyle dünyalar gösterildi ki, bu milletin asaletini zekâtı bile olamaz. Bu milletin tecrübesinin sadakası bile olamaz, her şeyiyle beraber bu bir tek yönü değil, her şeyiyle beraber. Çok zengin bir millet. Kalktık biz getiriyoruz birtakım dünyanın, birtakım diğerlerin, maalesef kuyruğu mesafesinde, tırnağa mesafesinde yerlere zorla adapte etmeye ilave etmeye çalışıyoruz, yazıktır buna canım. 

Türkiye'nin Bugün Sahip Olması Gerektiği Asıl Ruh, Milli Ruhudur

Şimdi o bakımdan, o bakımdan, bu kimlik etrafında, efendim, evvela kendi insanımızı bir araya getirip, bunu başta ne söyledik? Dedik ki:  Milli Eğitim, yani maarifimiz, bu yolda çok ciddi adımlar atması lazım. Türkiye'nin bugün sahip olduğu olması gerektiği asıl ruh, milli ruhudur. Yani insanımız milletimiz buna muhtaç. Kendini öğrenmeye, kendini tanımaya, böyle bir faaliyete geçin, çok samimi konuşuyorum, bütün millet bayram ederek sizi karşılayacaktır. Biz zaman zaman bir takım efendim programlara katılıyoruz. Temel itibariyle milleti tanıtan, öne çıkartan, onun değerlerini milletin gönlüne, aklına, efendim, nakşeden programlar olduğu için millet o ruha bayılmış, hasret kalmış; ağlayarak seyrediyor, ağlayarak dinliyor. Anlatabiliyor muyum?  Bu kayboldu mu hakikaten dünyanın düzeni ve nizamı, kâinat kayboldu. Bir şey yok bakıyorsunuz; bugün dünyanın en güçlü devletlerine icraatlarında zulümden, haksızlıktan, yanlışlıktan başka bir şey yok. 


Eğer Dünyaya Bir Nizam Verilecekse, O da Yine Bizden Olacaktır

Adam ihata edilmiş, son bu Filistin olaylarında Amerikan Devlet Başkanı Bush diyor ki: “Sayın” diyor, efendime söyleyeyim “Arafat şey yapmaktan, komandolarını şusunu busunu durdursun”, şu işe bak ya! Adam etrafında korumalarını öldürüyorlar, dediği lafa bak. Bu insanlar kime ne verecek? “Himmete muhtaç olan dede, âleme himmet ede!” Mümkün değil. Yani eğer dünyaya bir nizamat verilecekse, o da yine bizden olacaktır. Bu kadar büyük bir ideal ile çalışmalarımızı tayin ve tanzim ederek, bir milli ruh ve bir milli proje etrafında bir araya gelelim. Bu projen neyi ifade etsin, neyi anlatsın: 
1) Eğitimimizi kuşatsın anlatsın, 2) İktisadi yapımız, 3) Siyasi yapımızı, 4) Devlet yapımızı, 5) Aile yapımızı… Yani her şeyimizde bir milliliğin olması esastır, şarttır. Biz başkalarını takdirde hiçbir zaman ihtiyacımız yok, bizim elimizde muazzam imkânlar var, her yönüyle çok muazzam. Biz hiçbir zaman Batı dünyasına muhtaç olacak bir millet değiliz. Olmamızda mümkün değildir. Ha oluyorsak demek ki; olması gerektiğinden dolayı değil, biz kendimizden koptuğumuz, kendimizi tanımadığımız, inkâr ettiğimiz için. İşte böyle yabanda geziyoruz, yabanda gezenin de hali bu olur, kafasını duvara vurur durur. Öyle değil mi? Şu anda maalesef yaşadığımız olayların manzarası budu, özetle diyebilirim efendim.
Aynı maya, bu milletin özünde var yani bu kaybolmuş değil bu maya devam ediyor.  Bunun etrafında biz kartopu gibi büyümemiz gerekirken, buna bakmıyoruz sırtımızı döndük de başka yönlere… 
Tabii kesinlikle kendimize dönmemizdir, kendimizi tanımamızdır. Bu zenginliği gördüğümüz zaman, zaten belki de kendi kendimize hayran kalıp âşık olacağız. Kendimizi tanımıyoruz.
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir