info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Türk Milletinin Tarihi ve Ermeni Meselesi / 2 Ekim 2000

    Neler Okuyacaksınız

Ermeniler Ne Bir Devlet, Ne De Bir İmparatorluk Olmuştur

Şimdi efendim evvela bu hususa Türk kamuoyunun çok duyarlı olması gerekçesinden bahsederek girmek istiyorum. Bu mevzular da ne hikmetse epey zamandan beri milli ve manevi konularda insanımız duyarsız hale getirildi. Hâlbuki Türk medyasının asıl görevi bilhassa milli ve manevi konularda insanımızı ayıktırmak ve onu yönlendirmektir. Yönlendirmek derken başkaları hakkında haksızlık yapmak manasında değil, haksızlığa karşı adaletle muamele yapma duygusunu onlara kazandırmaktan bu geçer. Binaenaleyh biz bugün medya olarak bu vazifeyi maalesef Türkiye'de bir hakkın yerine getiremiyoruz. Şimdi malumunuz Ermeniler kadim bir millettir yani tarihi çok eskilere dayanan bir millettir. Hemen şunu ifade edeyim ki Ermeniler ne bir devlet olmuştur ne de bir imparatorluk olmuştur. Soyları hakkında da çeşitli rivayetler vardır. Bazı rivayetlere göre hem Avrupalı ve hem de Hintli oldukları izah edilir. Ama bunun tarihi perspektiften bakıldığı zaman ispatı zor belki de imkânsızdır. Diğer bir husus da Hititlerin bir kolu olduğu yani Türk boylarından bir boy olduğu da gelen rivayetler arasındadır. Bunun hangisi doğru hangisi yanlış biz bunu tarihçilere bırakıyor ve de meselenin mütalaasına geçmek istiyoruz. Yani çok kadim bir millet aynı zamanda da medeni kişilerdir. 


Ermenilerin Osmanlı Dönemindeki Konumu ve Fransız İhtilali Sonrası Değişen Dinamikler

1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra dedemiz Sultan Alparslan Anadolu'ya giriyor malum. Bu girişi neticesinde karşısında ciddi bir kuvvet, bir güç görüyor; bu da Bizans. Bizansların o güne kadar himayesinde veya onlara vatandaş olan Ermeniler ne hikmetse yaşadıkları efendim, Bizanslardan memnun değiller. O ana kadar gelen rivayetlerde şöyle bir husus vardır. Bizanslar devamlı surette bunların Ortodoks mezhebine geçmelerini telkin ediyor, hatta onları bu yüzden de cezalandırıyordu. “Neden siz bizim kabul ettiğimiz Ortodoks mezhebini kabul etmiyorsunuz?” Ki aynı tazyiki kendi vatandaşlarına da Bizanslar yapmıştı. Mesela bugün Fener Patriği’nin ortaya çıkması Rum iradesinin, Rum olan insanların bir anda Hristiyanlığın, affedersiniz Ortodoks mezhebini kabul etmesi neticesinde olmuş değildir. Böyle bir baskı neticesinde olmuştur. İşte böyle bir manzara içerisindeyken Anadolu, Sultan Alparslan Anadolu'ya giriyor. Ve çok gariptir, Ermeniler himayesinde bulunduğu Bizansları değil, karşıtı olan Türklerin safında yer alıyorlar. Hatta onların zulmünden kurtulabilmek için zaman zaman mücadelenin içerisinde Türk saflarında yer aldıkları da gelen rivayetler arasındadır. Şimdi bu ta efendime söyleyeyim, 1860'lı yıllara kadar böyle devam ediyor. Hatta denilebilir ki Fransız ihtilaline kadar. 
İhtilal 1789'da hatırlarsanız, o dönemde ne olmuşsa oluyor. Yani o ana kadar hakikaten çok muti ve de Türklere saygılı ve Türklerin de bunları hiç kimsenin tahmin edemeyeceği, tahayyül edemeyeceği makamlara getirdikleri de gelen rivayetler arasındadır. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Ermeniler vardır, bakanlar arasında Ermeniler vardır, valiler arasında Ermeniler vardır, sancak beyler arasında Ermeniler vardır; yani sanatkârlar arasında Ermeniler vardır. Yani Ermenilere verilmeyen hiçbir şey yoktur. Onlar da bunu çok iyi biliyor ve de görüyorlardı. Efendime söyleyeyim, bu vatandaşlıklarında da sabit-i kadem durumdaydılar. Ne hikmetse işte Fransız ihtilalinden sonra ne olmuşsa olmuş. Ondan evvel yine bir yanlışlık yaptılar haçlı seferlerinde. Haçlı seferlerinde maalesef yine efendim haçların yanında, safında yer aldılar. O zaman iyi bir ders aldıktan sonra ikinci bir hata yapmamak üzere yollarına devam ederlerken işte Fransız ihtilali bunların beyinlerine girdi. 
 

İngilizlerin Hicaz ve Anadolu’da Osmanlı’ya Karşı Yürüttükleri Faaliyetler

Bundan sonra ne oldu? Dilerseniz orasını açayım. Şimdi efendim ondan sonra biliyorsunuz Fransız ihtilalinden sonra batılı ülkeler Osmanlı üzerinde çok ciddi hesaplar yapmaya başladılar.
Osmanlı 72 milletten vücuda gelmişti. Çok mükemmel bir adalet mekanizması oluşturmuş ve insanları kendi işlerinde tamamen hür ve müstakil, dini yaşantılarının hiçbirisine karışmıyor; ancak dış işlerinde Osmanlı'ya bağımlı bir haldeydiler. Bu Arap’ında da böyleydi, Acem'inde de böyleydi, Ermeni’si için böyleydi, Rum'u için böyleydi, Yahudiler için aynıydı. Ve fevkalade bir idare vardı. Hiç kimse Osmanlı'nın bu idaresinden şikâyetçi değildi. Ancak ihtilalden sonra yani Fransız ihtilalinden sonra İngilizler evvela Hicaz bölgesinde faaliyete başladılar. Hatta faaliyetleri ondan öne de dayanır ama asıl faaliyetlerini ihtilalden sonraya taşımışlardır. 
İngilizlerin gözü Osmanlı'nın yerindeydi. Osmanlı o zaman dünyanın tek kutuplu bir milleti ve de devletiydi. Şimdi o gidecek yerine İngilizler gelecek. Böyle bir hesap içerisine girmişlerdi. İşte Lawrence dediğimiz adamın Hicaz bölgesindeki faaliyetleri maalesef bu teorilere dayanarak olmuştur. Ve oraya binlerce misyoner efendime söyleyeyim İngiliz asıllı ajanlar gitmişler ve maalesef çok ciddi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Artı hemen ondan önce de işi çok iyi plan ve program dâhilinde yürütebilmek için yeni bir mezhebin ihdası için İngilizler orada kolları sıvamışlardır. Sebep de şu, şimdi Ehl-i Sünnet ve'l- Cemaat meşref ve mezhepleriyle nifak çıkartamıyor Arap İslam âleminde. Çünkü bunun çıkması için mutlak surette yani ulemanın görüşüne ters düşen bir başka müştehidin ortaya çıkması lazım. Öyle güçlü, kuvvetli bir müştehid çıkıp da faraza, İmam-ı Azam'ı alt edemiyor, İmam-ı Şafi'yi alt edemiyor; yani onların verdiği fetvaları, onların içtihatlarının nakisasını ortaya koyamıyor. “Bu doğrudur” diyemiyor. İstimbad ettiği bütün ahkâmı yok edebilecek bir ulema tarzı yok. Ne yapalım? O zaman biz Ehl-i Sünnet dünyasını Şia dünyasıyla karşı karşıya getirelim. Şia ki o zaman malumunuz, İran'ın temsil ettiği bir dünya vardı İslam, Acem âleminde. Onları da efendim kışkırtmak suretiyle Ehl-i Sünnet dünyasına ve de Ehl-i Sünnet idaresine karşı ne kadar hazırlık yapmışlar, ne kadar gayret sarf etmişler, ne kadar çalışmışlar ise buna da muvaffak olamadılar. Geldikleri nokta, “o halde biz bu dünyada yeni bir mezhep kuralım, üçüncü bir mezhep kuralım. Bu mezheple birlikte biz bu insanları birbirine düşürelim.” Şu anda mevcut olan Arap İslam âleminde ki buna dört mezhebin dışında halk arasında bir tabir kullanılır. “Mezhebin varlık nedeni budur.” Hamper denilen adama bu sömürgecilik bakanlığına bağlı bir ajandır. Çok iyi yetişmiş, İstanbul'da tahsilini görmüş, İran'da gezmiş, Halep, Şam'da oralarda vazife görmüş; Hicaz bölgesine yerleşmiş, senelerce burada kalmış bir ajan. Ve Abdülvehap'la birlikte tanışıyor, onlar uzun hikâye, onu hazırlıyor. Derken işte bugünkü o dört mezhebin dışındaki mezhep olgularını ortaya koyabilen tarzı vücuda getiriyor. Yani bütün bunların temeli İngilizlerin İslam âlemine tasarruf etme sevdasından kaynaklanıyor. İşte Lawrence'ın orada gidip kendisini İslam uleması, İslam evliyası takdim etmesi, arkasından Şerif Hüseyin bin Ali'yi takması, bunların ardında yatan tek sebep oradaki dünyayı parçalayıp Osmanlı'nın tasarrufundan uzaklaştırmak. Ve maalesef bu istenilen de oldu, Filistin bölgesinde vesaire, İngilizler en sonunda bu bölgeleri asker çıkartıyorlar. Bunu burada yaparken, bu faaliyetleri burada yaparken bunu da bu halde bırakmıyor. Anadolu'da azınlık olan, Müslüman olmayan, orada Müslüman olan halk, halkı bu şekilde isyana teşvik ederken Anadolu'da da farklı bir kullarda işe giriyor. Hristiyan asıllı insanları efendim kümeleştirerek, teşkilatlandırmak suretiyle, komiteler kurdurmak suretiyle Osmanlı'nın karşısına çıkartmak istiyor. Yani onu hem Şark bölgesinde, hem efendim Garp bölgesinde, hem Anadolu'da sıkıştırmak istiyor ve maalesef de bunu yapıyorlar. İşte bu projenin hayata geçtiği dönemde ilk defa Ermeniler İngilizler tarafından devreye konulmak istenen insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Ermeniler o zaman işte gene Hristiyan din adamları vasıtasıyla beraber hazırlanıyorlar. Yani bunların temel de düşünceleri isyan yapmak. “Neye?” Osmanlı'ya karşı isyan etmek. Bu tarz işlene işlene bir noktaya getiriliyorlar. Tarihi süreç içerisinde de tabi birtakım gelişmeler oluyor. Bu gelişmeler esnasında da devlet bir tarafta cihada çıkarken, harbe giderken diğer taraftan bu şekilde teşkilatlanan Ermeniler Osmanlı'ya karşı başkaldırma durumuna geliyorlar. Yani ki bu çok acı manzaradır efendim diyebiliriz ki hatta Ermeni komitecileri etrafında kümeleşiyorlar.  “Taşnak” ve “Hıncak”  dernek diyelim. Bu dernekler hattı zatında onların kadrolaşmasını hazırlayan, efendime söyleyeyim, dernekler olarak önümüze çıkıyor. Ve bu dernekler onları isyana devamlı surette teşvik ediyor. 

1915 Tehcir Olayının Tarihi Bağlamı ve Osmanlı-Ermeni İlişkilerindeki Dönüm Noktası

Burada Hristiyan Ermeni din adamlarının ciddi bir şekilde Anadolu'daki Ermeni köylerini gezerek onları devamlı surette isyana hazırladıklarını görüyoruz. Osmanlı bütün bu aldığı istihbaratı merkeze iletirken efendim alınacak olan tedbirleri de hesaba koyuyorlar. Hatta birçok yerde isyan çıkartıyorlar. Denilebilir ki Muş, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır, Erzurum'da bulunan efendim bu Ermeni asıllı vatandaşları, Osmanlı vatandaşları tabasında olan insanlar ciddi isyanlarda bulunuyor. Binlerce, on binlerce insanın şehit olmasına maalesef sebep oluyorlar, vesile oluyorlar. Ve bunun arkasından işte herkesin bildiği 1915 yılındaki “Tehcir olayı”, yani bulundukları bölgeden başka bölgeye, efendime söyleyeyim, “Hicret olayı” kanunu çıkıyor ki onun da yapılması çok tabi bir hadise.  
Yani bu tehcirden evvel Türk mahallelerinde, köylerinde toplu katliamların yapıldığı da bir vakadır. Mesela Van'ın Erciş'te 3000 insanı toplu halde katlediyorlar, efendim Erzurum'da 3000 insanı katlediyorlar, ala rivayet. Bu katliamlarda hayatını kaybeden Türklerin sayısı 1 milyonun üzerinde. Şimdi tabi sana bu kadar zulmü yapan insan ki sen bunu senelerce baktın, besledin; yabancının şiddetinden, ezasından, cefasından korudun, kolladın. Elbette onu en azından onun şiddetinden, onun hilesinden, desisesinden emin olacaksın. Ne yapmıştır? Osmanlı da bunu bulunduğu yerden alıp bir başka bölgeye sürgün etmiştir, bu çok tabidir. Sürgün esnasında da kendi kilise kaynaklarının bilgilerine göre 275 bin insan hayatını kaybetmiş. Ki o kadar olduğunu zannetmiyorum, 100 binin üzerinde değildir bu. Bu göç esnasında olabilecek olaylardandır bunlar. Hastalık vardır vesaire imkânsızlıktan olay… Kaldı ki bunların bizatihi, 95 bin ki doğru olan da odur, kendi kaynaklarında 275 bin… Ama yine onların kaynaklarında 1 milyon Türk insanı hayatını kaybetmiştir. Bunları da öldüren onlardır şehit eden onlardır. Yani “Tehcir olayı” budur. Yoksa kalkıp durup dururken bu adamlar bulundukları bölgelerden alıp bir başka yere gönderilmiş değildir. Sonra asırlar boyu bizimle yaşayan bu insanlara biz tarihin hangi döneminde kötülük yaptık ki o dönemde kalkıp bunların karşısına çıkalım, onlara kötülük yapalım. Böyle bir düşünce, böyle bir meyyit, böyle bir olay yok. 

Rusların Sıcak Denizlere İnme Hayali ve Ermenilerin Piyon Olarak Kullanılması

Ama ne zaman ki Batı'nın tasarrufunda malumunuz Ruslar ‘la yapılan 93 harbini de biz kaybettikten sonra, ta Trabzon'a kadar olan bölgelere geliyor Ruslar. O zaman bu bölgelerde bulunan mesela Rize'de bulunan, Trabzon bölgesinde bulunan, yukarıda Bayburt'ta bulunan, Erzurum'da bulunan ne kadar Ermeni varsa Rus askerleriyle beraber iş birliği haline giriyorlar. O zaman da çok enteresan bir durum meydana çıkıyor. Yaptıkları bu birliktelikler ile yapacakları işlerin asıl maksadı bu bölgedeki Türkleri buradan çıkartıp burada bir Ermeni devleti kurmaktı. Şimdi bu Ermeni devletinin aslında kendilerine de yarayışlı bir tarafı da yoktur. Hepsi bunların piyano; Ruslar da piyon olarak Ermenileri kullanmıştır, İngilizler de piyon olarak kullanmıştır. Bugün Amerikalılar da piyon olarak kullanmaktadır. “Nereden çıktı bu” diyeceksin? Olay şu, şimdi efendim bizim Batı bölgesinde yani Doğu Karadeniz'in ötesinde İngilizlerin bir Ermeni devleti kurdurma hayalleri vardır. Bunun asıl sebebi Ermeniler burada bir devlet olsun, tasarruf sahibi olsun, medeniyetleri olsun, teknolojide, sanatta ileri gitsin, insanca rahat yaşasın düşüncesinden kaynaklanmıyor. Devletler arasında garip bir hukuk vardır. Herkes birbirine menfaati oranında yaklaşır. Şimdi İngilizlerin o tarihte bilhassa Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki tarihte, önlerinde en büyük engel bir Türkiye, yani Osmanlı, ikincisi, de Rusya'dır. Doğu bölgesinde böyle bir devleti kurmak suretiyle, bir Ermeni devletini kurmak suretiyle Rusya'dan gelebilecek olan efendim tehlikeyi önlemek istiyor. Allah Allah, bu nasıl olur? Şimdi Rusya'nın ezelden beri sıcak denizlere inme hayalleri var. İnme, indiği zaman da önünü hiç kimse kesmesin. Ha işte Ermeni devletini kurmakla önüne onu bir tampon koymak istiyor. Ama bu politikasını İngilizlerin bu politikasında Rusya, Ruslar iyi bildiği için dikkat edersek ondan sonra bu bölgede Ermenilerin devlet olmasını Ruslar istiyor. Yani biz bunları kendimize dost edinirsek yine istediğimiz tarzda “bak biz size devleti kurdurduk. Dolayısıyla inmek için bize de göz yumun.” Yani bu iki tarafın oyunu asıl maksadı sıcak denizlere inme projesidir. İngilizler inmesin, Ruslar da inelim gerekçesiyle her ikisi de efendime söyleyeyim Ermenileri maalesef kullanıyorlar. Burada Ermeni bilim adamların, Ermeni sanatkârların, Ermeni iş adamların, Ermeni siyasetçilerinin, bürokrasisinin bunu çok iyi görmesi lazımdı. Maalesef Allah gözlerini herhalde kapattı ki bunu göremediler. Yani bizim Ermenilerle uzaktan ve yakından aleyhte bir münasebetimiz olmadı. Bu aleyhteki münasebeti kendileri geliştirmişlerdir. 

Ermeni Kardeşlerimizin Ayıkmaları ve Dünyanın Oyuncağı Olmaktan Kurtulmaları Lazım 

Şu anda gündem edilen olaylara geldiğimiz zaman şimdi, İkinci Dünya Savaşı’na kadar dünyanın Birinci Dünya Savaşıyla, İkinci Dünya Savaşı’nın arasında, İngiliz’in yıldızı parlıyordu, İngiliz’lerin yıldızı parlıyordu. O topraklar üzerindeki hesaplar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artık yıldızları İngiliz'in değil Amerika'nın parlamaya başladı. Şimdi Amerika'nın burada yaptığı iş soyunduğu rol İngilizlerin rolüdür. Geçmişte İngiliz neyse şu anda Amerika Birleşik Devletleri de odur. Onun için “yok onlar bunun siyasileri bunu kabul etmiyor, üst komisyonu da reddedilecek” gibi lafların bence siyasiler tarafından çok iyi değerlendirilmesi lazım. Bizim büyüklerimizin güzel bir sözü vardır. Bunu hiç unutmayalım. “Domuzdan post, gâvurdan dost olmaz.” Yani bunu kulağımıza küpe yapacağız. Türk'ün kendisinden başka kendisine dostu yoktur. Bunu böylece bileceğiz. Şu kadar bir Türk İslam âlemi var önümüzde. 200-300 milyonluk bir Türk İslam âlemini…  Bunu buluşturmak, bunu bir araya getirmek, bunu teknikte, sanatta, siyasette her şeyde öne taşıyıp büyük bir olguyu oluşturup bir güç olarak ortaya çıkmak varken, benim hayret ettiğim nokta efendim bazılarının kuyruğu olalım diye vermediğimiz tavizler kalmadı. Bilmiyorum bundan buraya geçtik ama bazı şeyler insana hakikaten çok ciddi düşündürüyor. Kendimizi iyi tanımamız, kendimizi iyi bilmemiz ve Ermenilerin de mutlak surette bu gafletten bu oyundan ayıkmaları lazım, Onları kullanıyorlar. Biz Ermenilere kesinlikle sû-i zanda bulunmadık, hep hüsn-i zan bulunduk. Suiniyet ile hiçbir zaman aleyhlerine gitmedik ve bir faaliyette bulunmadık. Bu Ermeni kardeşlerimiz ayıkmaları, kendilerine gelmeleri ve dünyanın oyuncağı olmaktan kurtulmaları lazım diyorum ben efendim. 

Türk Milleti Kendi Tebaasına Tarih Boyu Hiçbir Yerde Zulmetmemiştir

Ermenilerin dünyadaki nüfusu, Dünyadaki nüfusu 2,5 milyon civarındadır. Anadolu'da denilen bölgede yaşayanların sayısı da 1 milyon 200 bindir. Yani Nasrettin Hoca'nın hesabı getirmiş eve 1 kilogram et, ciğer her neyse akşamüstü işte yiyecekler demiş “hanım nerede?” “Kedi yedi demiş”. “Aa öyle mi? Getir bakayım şu kediyi.” Çekiyor 1 kilogram. “Hanım” diyor, “kedi buysa et nerede, et buysa kedi nerede?” Şimdi kardeşim yani bu kadar insanın burada ölmesi mümkün değil. Niye? Bu kadar burada Ermeni diye insan yok. Dolayısıyla bunlar tamamen iftiradır, bühtandır ve Türk milleti kendi tabasına tarih boyu hiçbir yerde zulmetmemiştir. Bunu çok iyi bilelim. Yani “ben şimdi ona gocunuyor, ona alınıyorum.” Ya bu kadar realite, bu kadar gerçekler ortada iken bizim basınımız, bizim televizyonlarımız, bizim radyolarımız, bizim gazetelerimiz, bizim matbaalarımızdaki dergilerimiz ne güne duruyor? Niçin bunları yazmıyor, söylemiyor? Mesela YÖK’e, YÖK ne güne duruyor? YÖK bu konuda en azından şu ana kadar 20 tane, 30 tane ilim adamı yetiştirmesi gerekiyordu, profesör yetiştirmesi gerekiyordu. Hatta kürsüler kurması gerekiyordu. Bu iddialar yeni değil ki… 1860'ten beri bu iddialar var, bu oyunlar var. Bunları sen nasıl görmezsin? Sonra Türk tarih kurumuna çok vazifeler düşüyor. Bunlar harekete geçmesi lazım; kültür bakanlığımızın harekete geçmesi lazım, eğitim bakanlığımızın harekete geçmesi lazım. Broşürler, kitaplar, gazeteler, mecmualar çıkartmaları, televizyon programları organize etmeleri; artı halkı şuurlandırmaları, neyin ne olduğunu göstermeleri öğretmeleri lazım. Şimdi adam tamamen suçlu, güçlü durumuna geldi. Niye? Hiç kimse olayları bilmiyor, anlatmıyor da ondan. Osmanlı'nın korkunç arşivleri var. Geçen akşam bizim Meltem televizyonda yapılan programda öğrendim ben de. Bir buçuk milyon doküman var ya. Bunları okuyan insanımız sayısı parmakla sayılacak kadar az. Yazık günah değil mi? Biz niye kendimizden kaçıyoruz, tarihimizden kaçıyoruz, örfümüzden, âdetimizden, geleneğimizden kaçıyoruz? Bunları öğrenelim. Biz dürüst bir milletiz, doğru bir milletiz, çalışkan bir milletiz, güçlü bir milletiz. Kendimize güvenelim, kendimize gelelim. Yani bu şuurda bence bir seferberliğin başlanması yerinde olur kanaatindeyim. 

 

Mazimize Döndüğümüz Zaman Yüzümüzü Kızartacak Tek Bir Leke Yoktur   

Şimdi tabi Genel Kurmay Başkanımız Allah ondan razı olsun bir Türkiye'ye yakışan en güzel cevabı verdi. En dürüst, en soylu, en olgun, en kâmil manada bir cevap verdi. Ve bunu bizim bütün bireylerimiz, vekillerimiz, bakanlarımız aynı duyguda, aynı heyecanda daha farklı tonlarda vermesi gerekirdi. Dikkat ederseniz, ondan sonra Amerika bir dönüş yaptı. Sen rahmetli Akif'in dediği gibi “Sahipsiz olan milletin batması haktır, Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” Sahibi görünce geri çekiliyor tabi. Efendim çok doğru buyurdular bize geriye döndüğümüz zaman, mazimize döndüğümüz zaman yüzümüzü kızartacak elhamdülillah bu milletin alnında bir tek leke yoktur. Her hususta, kim ne derse desin. Hepsi iftiradır, yalandır dedikodudur. Fakat Batı dünyasının geçmişine bakıldığı zaman, mazisine dönüp bakacak, şeref ve haysiyetleri ile onurlanacak hiçbir şeyinin olduğunu da görmeniz mümkün olamayacaktır. Mesela Amerikanlar, Amerika’nın İspanya’lılar tarafından keşfinden sonra Kristof Kolomb oraya gidiyor, yapmadıkları katliamlar bırakmıyorlar. “İsa Mesih adına dini yayacağız” diye insanların, affedersiniz etlerini kasap dükkânlarında köpekleri için satıyorlar. Bu derece vahşi bir hunharlık. Çok uzun bir hikâye ama ben bunu eserimde detaylarıyla birlikte verdim. Misyonerlik faaliyetleri adı altında. Amerika’nın bu konuda hangi maziye sahip olduğunu çok açık ve net olarak görürüz. Zannım o ki, Genelkurmay Başkanımızın beyanı da bu düşünceleri, bu bilgileri ifade etmektedir. 


Batılılar Birçok Medeniyeti Yok Etmişlerdir 

Medeniyet diye bir şey bırakmadılar. Yani o İnka, Aztek, Maya medeniyetleri, korkunç medeniyetler. Yani denilebilir ki, denilebilir ki orada buharla çalışan gemiler vardı. Avrupa'nın tarihinde bunlar çok sonra ortaya çıkmıştır. Yani sen geliyorsun, bu medeniyeti yok ediyorsun. Artı güneş enerjisinden ısıtma tertibatları, teşkilatı o zaman onlar tarafından ki Selçuklar da o tarihte aynı teknoloji değilse farklı bir teknolojiyle o kalorifer teşkilatıyla kervansaraylarını ısıtıyordu. Onlar da Amerika'da farklı bir teknolojiyle efendime söyleyeyim bu teknikten istifade ediyordu. Adamlar geliyorlar, bunları tamamını yok ediyorlar. Bu kararı veriyorlar. Kızılderili medeniyetin adamlar bu dediğimiz medeniyetleri yok etmeye karar verip faaliyete başlıyorlar. Yani bu çok enteresandır. Mesela adam eskiden filmlerde biz çocukken seyrederdik. Bu şeyler eşkıyalar gece gidiyor Kızılderili köyüne baskın yapıyor. Karısını, kızını, çoluğunu, çocuğunu yok ediyor; öldürüyor bırakıyor. Yani korkunç bir olay. Evet.  Bunu Amerika’lılar yapıyor, yani bugünkü Amerika’lılar. Bu geçtiğimiz asrın başında oluyor bu olaylar. 
Ben burada bir, iki cümleyle durumu özetleyeyim. Efendim geniş bilgiler var bu konuda. Mevzu eğer bir milletin geçmişini kaşıyıp ortaya çıkartmak, üstündeki külleri atıp gerçeklere bakmaksa Türk milletinin alnı her zaman açıktır. Ama maalesef Batı'nın, topyekûn Batı dünyasının hiçbir zaman yüzü bu konularda ak olmayacaktır. Maalesef Amerika da bunun başında gelmektedir. Onun için müttefikimiz olan Amerika'nın da attığı adımlardan geriye dönüp, Türk ülkesi üzerindeki hesaplarından vazgeçmesi, doğumuz ve güney doğumuzda uğraşmaması ve bizi kendi halimize bırakması, şahsen tavsiyesiyle ben, bizi takip eden kardeşlerimizin de çok iyi ayıkmasını tavsiye ediyorum. Bilelim ki biz çok büyük bir milletiz, bize bizden başkasından fayda yoktur. Ne kadar birbirimize yaklaşır, birbirimizi dinlersek, ne kadar birbirimizin acısıyla, sancısıyla ve de noksanıyla ilgilenip bütünlemeye çalışır bir ve beraber olursak, çok güçlü olacağımızın da efendim şuurunda olmamızı tavsiye ediyor; bizi takip eden kardeşlerimize saygı, sevgi, hürmetlerimi arz ediyorum efendim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir