info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti Türk-İslam Kimliği ve Eğitim / 2002-2003
19/05/2025 DİNİ YAŞAM 4

    Neler Okuyacaksınız

Müşterek Değerler Milleti Ayakta Tutan Değerlerdir

Şimdi, evvela bizi takip eden kardeşlerimize hürmet ve saygılarımı arz ediyorum. 
Her milletin müşterek değerleri vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, millet dediğiniz o toplumda müşterek değerler, o milleti aynı zamanda ayakta tutan değerlerdir. Herkes bu değerlere saygılıdır, içten bağlıdır. Ne derece siz bu değerlere bağlıysanız kendinizi o millete o derece feda edersiniz. Şimdi, toplumun yararına insanın kazanılması demek, o değerler manzumesinde ve de istikametinde insanın hayata bakması demek, yetişmesi demek, olgunlaşması demek, gelmesi demektir. Yani siz o milletin bir bireyisiniz. Size bakıldığı zaman o toplum, o millet görülür. Bir tek kişisiniz ama sizin şahsınızda o millet seyredilir. Toplumun menfaati dediğimiz şey, işte o özü yakalamak, bireyleri bu öze göre yetiştirmektir.

Türk Kimliği, Töre, Din, Ahlak ve Maneviyatla Bir Bütündür

Efendim, maarif dediğimiz, Milli Eğitim dediğimiz kurumun asıl maksadı da bu insanı ortaya çıkarmaktır, bunu çıkartacaksınız. Şimdi bizim geçmişimizde bu o derece güçlü bir anlayışla insanımıza verilirdi ki her insan aldığı eğitimle bir kimlik sahibi olurdu, bir karakter sahibi olurdu, olgunluğa erişirdi. Hatta bizim asker ocağımız bile bu insanı kazanmada bir merkezdi. Askerlik yapanla yapmayan kesinlikle tefrik edilirdi. Çünkü askerlik de o milletin milli sınırlarını koruyan birey eğitiliyor, ona o ruh veriliyor. O ruhta da şehit olma gibi en üstün bir makama erişme sevgisi sevdası oluyor. Yani bunlar birleştirilirse bir bütün halinde toplumun yararına kazanılması demek insanın bu karaktere malik olması, sahip olması demektir. İşte bir kimlik olacak, bir toplum kimliği. Belki de uzun zamandan beri bizim en fazla sıkıntısını çektiğimiz bu müşterek toplum kimliği yani birey kimliğidir, Türk kimliği. Zaman zaman hep kendimize bunu sorarız. “Ben kim gibi olmam lazım? Evet, ben bu ülkenin bir vatandaşıyım ama kimi taklit etmeliyim, kime benzemeliyim, kimin gibi olmalıyım?” İşte bu eğitimin asıl maksadı, o kim gibi olacak şahsı ortaya koyup onda güzel ahlak örneklerini sergilemesi, efendime söyleyeyim onun ahlakına o genci, o insanı benzetmesidir, o hali ona yaşatmasıdır. Elbette ki her toplumun bir dini, bir inancı olduğuna göre o inancında doruk noktada bir temsilcisi vardır, ona peygamber diyoruz ki bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam'dır. Yani Türk kimliğinin özünde olan, ruhunda olan bu olması lazım, geçmişte de buydu. Bu insan kazanılır, geçmiş eğitim tarzımız da bu insanı biz ahlâk-ı hamide sahibi yaparak yetiştirir, sonra da bunu o mükemmel insana bilgi yüklerdik, bilgi yüklenirdi. Mühendis olacaksa mühendislik bilgisi yüklenirdi; doktor olacaksa, hekim olacaksa o bilgi yüklenirdi; öğretmen olacaksa o bilgi yüklenirdi. Ama öyle bir birey ortaya çıkardı ki insan doktor, insan mühendis, insan öğretmen, hakiki insan bu birey. İşte toplumun yararına kazanma bir kelimede olsa detaylarıyla birlikte bu şahsiyetin adıdır, toplumun yararına. Bu da milli maarifin, Milli Eğitimin asıl vazifesidir. Günümüze baktığımız zaman ne dini belli, ne örfü belli, ne âdeti belli, ne geleneği belli, efendime söyleyeyim hudayinabit gibi bir anlayış. E çocuğun dinini öğretiyorsun, önüne koyuyorsun bir sürü efendim salatalık neviden şeyler. “Al bunu öğren, bir tanesini seç”. Böyle mantık mı olur ya? Sen nasıl insansın? Sen dağda gezen bir hudayinabit değilsin. Sen Müslüman Türk'sün. Bu kimlik yeni değil. Taa Oğuz Kağan döneminden başlayan bir kimlik, töre diyoruz. Nerede bu? Onun içinde dini de var, ahlakı da var, maneviyatı da var, âdetleri var, gelenekleri var, bu bir bütün. Sen geliyorsun bir kere de bunu silip atıyorsun. Ondan sonra “nedir bu halimiz?” E tabi senin halin ne olacak? Bir şey değilsin ki sen. İşte bunu yakalamak, eğitimde bu insanı tanıtmak, bunu vereceğiz. Bu verilmediği zaman milletin müşterek kimliğinden milleti soyutlamak, çırılçıplak hale getirmek demektir ki bu tip insanlardan oluşan toplumların iflahı da mümkün olamaz Allah korusun. Ama dediğimiz gibi olursa da mümtaz çok mükemmel bir efendim her şey dört dörtlük bir yapıya sahip oluruz ki o yapının da bozulması, yıkılması, çürümesi zor belki de imkânsızdır diyebilirim efendim.

Milli Demek O Milletin Kimliğini Millete Yaşatmaktır

Bu vurgundu, soygundu, işte üçkâğıtçılıktı, hortumlamaktı… İşte bu insanı biz yetiştiremedik, onu kaybettik, ölçüsüz bir hale geldik. Şimdi evet çok iyi bilgisi var doğru. Çok mükemmel bir adliyeci, hukukçu, önüne ver her davayı çözüyor. Ama o karakteri ona kazandıramadık. O Müslüman Türk kimliği yok onda, boş. E çok iyi bir doktor, hekim, doğru ama o kimlik yok onda. Bizim anlatmak istediğimiz de işte önce buna bu kimliği kazandıracağız. Eğitimsiz bu olmaz ki. Sadece bu ancak eğitimle olabilir. Bunu Milli Eğitim dediğimiz şey de budur. Aksi takdirde milli olmanın bir manası da yok, eğitim deriz. Milli demek o milletin kimliğini millete yaşatmak manasına gelir. Ha efendim farklı milletleri de öğretelim. Onlar fantezi efendim davranışlar, tutumlar, kendisini başkasına şirin göstermeler aşağılık kompleksinde olmanın yansımasıdır. Ne demek yani onlar beni öğrensinler. Kim oluyor ki ben onları öğreneceğim yani? Beni gelsin onlar tanısınlar. Anlatabildim mi? Bunu diyebiliriz efendim. 

Hz. Muhammed'e İtaat, Allah'a İtaattir

Bunlar o mukaddes yüce dini efendim devre dışı bırakmak onunla birlikte Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı unutturmaktır. Hz. Muhammed ’siz bir İslam, bir dinin olması hiç mümkün değil. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor? “O size ne verdiyse onu alın. Neyden sizi nehyettiyse ondan vazgeçin.” (Haşr Suresi, 7. Ayet )  Bak bu Allah'ın beyanı. Yani “ben istediğim gibi burada yaparım, anladığım gibi hareket ederim”, bunu demiyor sana Allah. “Ey kulum sen istediğin gibi Kur'an'ı aç, oku” demiyor sana. “Muhammed'imin anladığı gibi anla” diyor. “Muhammed'im sana ne diyor? Onun gibi anla.” “Ne yap diyor, onu yap” diyor. “Ne yapma, onu yapma” diyor. O bakımdan Hz. Muhammed'e itaat, Allah'a itaattir. Hz. Muhammed'e sırt dönmek, Allah'a sırt dönmektir. Onun için diyeceğiz ki peygambersiz bir dinin anlaşılması hiç mümkün değil. Bak dinde ne vardır? 2 tane kaynak vardır. Biri kitaptır, Allah'ın gönderdiği kitaptır. İkincisi de, ikinci kaynakta o kitabı uygulayan peygamberdir, peygamberin sünnetidir. Tamam mı? Sünnetsiz Kur'an anlaşılmaz. Sünnet nedir? Sünnet Kur'an'ın hayata geçiş tarzıdır. Onu sen ben geçemeyiz. Burada benim anladığım, senin anladığın değil, Muhammed Aleyhisselam’ın anladığıdır. Çünkü Allah'ın beyanını en iyi anlayan odur. Sen onun hilafına bir şey anlayacaksın o doğru olacak. Oğlum sen hasta mısın? Hz. Muhammed onu anlamamış, bu kel kafa anlamış. Bu kadar büyük sapıklık olmaz. Haa, Resulullah’ın anladığı Kur'an'dır, sünnet. Yaşanan hayattır Kur'an. Tamam mı? Bunlar iç içedir. Sünnetle Kur'an birbirinden ayrı değil. Bir bütünün iki farklı yönüdür. Bir rengidir, birisi kokusudur, birisi manasıdır. Yani bir bütündür. Hz. Fahri Âlem için Hz. Ayşe Validemiz, “o bir canlı Kur'an” buyuruyor. Kur'an satırlarda, Kur'an sadırlarda. Sadırlardaki Kur'an Hz. Muhammed Aleyhisselam. Ona bakarsın, onun gibi olmak istersin bir numuneyi Muhammed olursun. Yani sende bir canlı Kur'an olursun yanlış anlama. Bizde evliya geleneği budur. “Kâle Resûlullah, Fi hâzihil ümmeti erbaûne alâ huluki İbrahim ve seb'atun alâ huluki Musa ve selâsetun alâ huluki İsa ve zâhidun alâ huluki Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), sâdâtü'l-halki alâ merâtibin. Sadaka Resûlullah.” Bak ne diyor Hz. Fahri Âlem Efendimiz? “Her asırda 40 insan benim yolumdan Hz. İbrahim'in meşrebindedir. Yani onun ahlakında ama benim yolumdadır. Benim yolumun dışında olamaz. Musa'nın meşrebindedir, o da benim yolumdadır. İsa'nın meşrebinde, yaratılışında, o da benim yolumdadır. Her asırda da tek bir kişi vardır, o da benim gibidir, bana benzer.” Allah bunlara bakarak insanların rızkını verir, onlara nazar eder; rahmet, ömür, bereket… Hülasa, “her şey onlardandır.” Kim diyor? Hz. Fahri Âlem. İşte bu ne demektir? Nasıl Kur'an kitapta Resulullah canlısı, bunlar da onun taklitçisidir, işte bu saydığımız. Bunlara bizim Türk ve İslam toplumu bakarak kimlik kazanır. Onlar gibi olmak ister. Anlatabildim mi? İşte bunun olması, bunun hayata geçmesi asıl maksat budur. Bunu anlamak, bu şekilde olmak. Yoksa “ben anlarım.” “Oğlum edebiyatta kompozisyon mu yazıyorsun?” Anlarım. Biz öğrenciyken, hiç unutmam, gelirdi hocamız, edebiyat hocamız bir cümle söylerdi. “Açıklayın bunu.” Biz de istediğimiz gibi açıklayalım. Öyle bir kompoze cümlesi mi bunu zannediyorsun? Öyle değil. Maksadı belli olan ayet Allah'ın mesajıdır. Kullarına mesajıdır. O maksadı en iyi çözen, yorumlayan Hz. Fahri Âlem’dir. Şimdi Muhammed'in anlamadığı ayeti, mesajı beyefendi anlamış. Bu kadar büyük isyan, bu kadar büyük bir hakikati setrediş, yani küfür tarihin hiçbir döneminde görülmemiş. “O zaman münkirleri çıkardı ortaya, kabul etmiyoruz” derdi. Şimdi öyle değil. Kabul etmediği halde, seni beni de saptırmak için, “ben böyle anlıyorum.” Sen hiçbir şey anladığın yok. Senin anladığın yer gideceğin yerdir. Hiç merak etme. 

Her Müslüman, Bir Muhammed Minyatürüdür

Müslüman, her Müslüman kim olursa olsun her biri bir Muhammed minyatürüdür. O'dur. Ne kadar benzersen o kadar zenginsin. Ne kadar benzersen o kadar faziletlisin. Ne kadar benzersen o kadar keremlisin. Ne kadar benzersen o kadar üstünsün. Ne kadar benzersen ahlak-i hamide sahibisin. Ne kadar benzersen Allah dostusun, Allah arkadaşısın, berabersin. Hiç merak etme. Sen “Allah” dedin mi, Allah da seninle beraber. “Ne var kulum” der yani. Ama bu, şimdi insan Rabbini zikrederken kendine bile etki edemiyor. Allah Allah. Bu ne biçim iş? İşte bu kendi gibi, kendi düşüncesi gibi anlayıp anlayanların mantığıyla yola çıkanlar neticeyi de bu hale getiriyorlar diyebiliriz. 

Müslüman Türk Kimliği, Adaletin ve İnsanlığın Temsilcisidir

Müslüman Türk kimliği her dönem ve devirde dünyanın neresine, bu kadar asil bir millet gelmedi yanlış anlama. On altı imparatorluk, yüze yakın bir devlet, büyük bir asalet. Dünyanın neresine gidersen git. Bir konuşmamda da sohbet konusu olmuştu. Mesela Hindistan'a gitmiştik. Bahsedilirdi Babürler Türk imparatorluğu. Allah Allah. O efendim çamurun içerisinde bir nilüfer çiçeği açmış. Türk medeniyeti güneş gibi doğmuş oldu. Şimdi Afrika'dan gel, Avrupa'dan gel, Asya'dan gel, nereden gelirsen gel, o güneşi göreceksin. Bir Taç Mahal, Allah Allah. Ya bu Türkler bambaşka bir millet. Sözünü söyletmeye efendim yetiyor ve artıyor. Yani o Hindistan'ın o sıcak havası, o nemli havası içerisinde bir cennet bahçesine girer gibi oluyorsun. Şimdi sadece de bu değil. Gittikleri o kas sisteminin olduğu esaret hayatı yaşayan o Hintliler, Türklerin adalet paylaşımıyla, ne bileyim gelirlerinin paylaşımıyla öyle bir adil bir hayat kurmuşlar, korumuşlar ki, İslam'la Türk milleti sayesinde tanışmışlar. Mesela Akra, şehri denilen şehrin %70'i Müslümandır. Bu Türk örneği. Yani şunu demek istiyorum, dünyanın neresine gidersen git, bu millet İslam'la özleştiği için her yere gittiği yere o medeniyeti taşıdı. Orada iffetin, hayânın, şerefin, haysiyetin, yardımlaşmanın, dost olmanın, arkadaş olmanın, ne bileyim düşenin elinden tutmanın o dünyada temsilcileri olmuşlar. İnsanlığı kucaklamışlar, aç olanı doyurmuşlar, iyinin yanında iyi olmuşlar, hastanın yanında hasta olmuşlar, bir bütünlük oluşmuş. Yani Türk-İslam medeniyeti dünyanın her tarafına insanlığı taşıdı, güzelliği taşıdı. İnsan hakları diyorsun bugün, onunla hiç mukayese etmen mümkün değil. Sen insan hakları diye her gün insanın kafasını şişiren bu adamlar binlerce cinayet işliyorlar. Hatırlarsanız Somali'de ki manzara ortada, Irak'ta ki manzara ortada, Filistin'de ki manzara ortada, Çeçenistan'da ki manzara ortada. Nerede bu hak? Sözde tiyatro oynuyorlar. Ama Türk'ün olduğu yerde bu hakikatte bütün insanların hayatında ve gönlünde olmuştur. Hiçbir yerde şu efendime söyleyeyim, söylenemez. “Türk milletinin yaşadığı filan yerde insanlar zulüm gördü, mağdur edildi.” Bunu söylemek hiç mümkün değil. Şimdi bu milletin tekrar dünya sahnesine gelmesi, dünyayı sülük gibi emen bu adamların çıkarlarına mani olacağı için elbette ki o milletin diriltilmesinin önüne geçilmesi gerekir. İnancından ve tarzından hareketle gündem edilmesi istenmez, konuşulması istenmez. Olay budur. Müslüman Türk kimliği bir defa adildir, merhametlidir, şefkatlidir, izzetlidir, iffetlidir, haysiyetlidir, yardımseverdir, ne bileyim kısaca haza bir insandır budur. Onunla olan bahtiyar olur, onunla olan zengin olur, onunla olan adam olur budur. 

Ahlaki Yozlaşmanın Asıl Nedeni, Nefis Tezkiyesinden Soyutlanmadır

Şimdi ahlaki yozlaşmanın sebeplerinden bir tanesi ekonomik etkenler olabilir, bu doğrudur. Ama olayın tamamı değildir. Ahlaki yozlaşmanın asıl nedeni, nefis tezkiyesi ve terbiyesinden Türk insanının soyutlanmasıdır. Bizim geleneğimizde, göreneğimizde nefis tezkiyesi dediğimiz taat ibadetle Allah'la zevk birliği yaptığımız bir anlayış vardır. Bu anlayışla beraber biz gönül dünyamızda hem feyiz ve muhabbet alır hem de bizi yaradan takarrüp ederiz. Bu gönül yolculuğudur. Ruhun Allah'a miracıdır bir başka ifadeyle. Şimdi insan Rabbine yaklaştıkça onun tecellilerine mazhar olur. O ferahlığı, o rahatlığı, o güzelliği, o gönlünde olan esintiyi bütün dünyasında yaşatır ve dünyasına yansıtır. Böyle bir anlayış, böyle bir yaşayış bizim insanımıza efendim yaşatılması gerekir. Onu belli bir noktaya taşımamız gerekir. Şimdi bunlar elbette ekonomiyle de ne kadar onu iyi şartlarda hayata hazırlarsanız ki bu ekonomiyle burada alakası vardır. Yani şartlarınız ne kadar elverişli olursa bu dediğimiz hizmeti daha rahat, daha kolay yaparsınız. Ama hiç yoktur yine yaparsınız. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bu bir anlayış, bir algılama, idrak konusudur diyorum efendim. 

Toplum Bireylerin Aynasıdır

Şimdi esasen toplumda bireylerden zuhur eden hadiseler toplum bireylerin aynasıdır. Siz toplum meydanında yaşadığınız bütün olaylar senin ve benim iç dünyamda olan duygulardır, hareketlerdir, hislerdir. Yani ne görüyorsunuz siz toplumda? O sizden neşet etmekte, benden zuhur etmektedir. Yani toplum senin benim aynamdır. Şimdi bir toplumun bireylerinin olgun veya değil, yetişkin veya değil, ahlaklı veya değil, olup olmadığının ölçüsü toplumda ortaya çıkan hadiselerdir, olaylardır. Eğer bir toplumda her gün yalancılık, üçkâğıtçılık, hırsızlık, ne bileyim hortumlanmak şunlar bunlar varsa, demek bunu meydana getiren bireyler de, yani yapıtaşları da çürük demektir. O halde yapıtaşlarının işte bu bahsettiğimiz az evvelki mantığa göre o bireyleri kendi yararına ve toplumun yararına kazanmak, yaratıcıyla aralarındaki hukuku yaşanılır bir hale getirmek, onları alabildiğine ona sevdalı ve onun rızasını kazanma, eğiliminde ve yolunda yetiştirmek, kısaca bir bütünlüğü oluşturup ve bir hayat tarzı vücuda getirmek olarak anlatabiliriz diyorum ve bugün ki sohbetimizde bizi takip eden kardeşlerimize saygı, sevgi ve hürmetlerimi arz ediyorum efendim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir