
Neler Okuyacaksınız
Nüfus Siyasi Olarak En Büyük Güçtür
Doğrusu netice olarak vereceğin hüküm o baktığın pencereye göredir. Şimdi meseleye nüfusun çoğalması millet olarak aleyhimizdedir, aleyhimize olur mantığıyla bakarsınız o yorumu yaparsınız, size göre, nefsinize göre bu doğru olur. Hayır, bu tamamen yanlış, nüfusun çoğalması millet ve devlet olarak bizim menfaatimizedir bu yorumu yaparsınız, bu doğru olur. Efendim hem az olması doğru oluyor hem çok olması doğru oluyor, nasıl oluyor? İşte yorumlara göre bu oluyor ama bir de işin hakikati var, yani gerçeği var. Her ikisi doğru olamaz, mutlaka bir tanesinin doğru olması lazım. Şimdi, bu perspektiften olaya bakarak doğrunun kanaat-i şahsiyem o ki nüfusun çokluğuyla ilgili olan tarafıdır. Ne kadar fazlaysa milletin ve memleketin, devletin menfaatine o nispette faydalıdır.
E, bunu derken nüfusun çokluğu millete, memlekete, devlete bir külfet, bir yük getirmiyor mu? Elbette getirecek. Zaten getirmemesi mümkün değil fakat işin ticaret mantığıyla değerlendirilmesine girildiği zaman görüyorsunuz ki bir onun size getirdiği var, iki sizden götürdüğü var. Getirdiğiyle, götürdüğünü terzinin kefesine koyduğunuz zaman siz kârlı çıkıyorsunuz. Yani nüfus fazla olduğu zaman siz kârlı çıkıyorsunuz. Şimdi bunu müdellel hale getirelim.
Şu anda mesela Çin'in hiç teknolojisi olmasa, dünyanın hiçbir devleti samimi olarak ifade ediyorum yani Çin devletini sadece elinde kılıcı olsa, tüfeği de olmasa vatandaşının Çin devletine bugün dünyanın hiçbir gücü ne kadar süper imkânlara sahip olursa olsun karşı çıkmak istemez. Neden? En basitiyle “ya bu adamlar bizi tükürükle boğar.” düşüncesine insanlar malik olur. Bir defa nüfus siyasi olarak en büyük güçtür. Olaya bu mantıkla baktığınız zaman yani nüfusun çok olması bizim menfaatimizedir.
İnsanoğlu Doğarken Rızkıyla Doğar Ama Rızık Potansiyeldir, Kinetik Değildir
Efendim şimdi siz yapacağınız bir takım planlama ile işin bir başka veçhesinden olaya baktığınız zaman yani çocuklar dünyaya gelmesin. Gelirse biz bunlara bakamayız edemeyiz. Şimdi bu mantıkla işin içerisine girerseniz belki de doğacak o kadar ciddi kabiliyetler var ki bu kabiliyetleri dünyaya gelmeden idam etmiş olursunuz, yok etmiş olursunuz. Siz nereden garanti ediyorsunuz ki doğacak olan çocuk kendinden evvel doğandan çok daha kabiliyetli olmayacak. Çok daha zengin imkânları kendisi ortaya koymayacak. Dikkat ederseniz bilhassa ben yöremiz için konuşuyorum yöremizde sivrilen, bir noktaya gelen insanlar ebeveynlerinin, analarının, babalarının imkânlarıyla bir noktaya gelmediler ki. Bence planlamanın en büyük yanlışını, daha doğrusu zıttı kâmilini bizim bölge ispat ediyor. Çocuk ceketiyle beraber gurbete çıkıyor bir de bakıyorsun üç sene, beş sene, bilemedin on sene sonra büyük bir patron olarak memleketine dönmüş. Öyle değil mi?
Yani bizim bu bölgede çok değil bu bölgede tamamı böyle ve gittikleri yeri de söz sahibi insanlar. Hiç kimse bunlara çok samimi konuşuyorum. Böyle bir santim fayda ile bakmadı veya hiçbir hayırları dokunmadı. Buna rağmen bakıyorsunuz ki bu insanlar dört dörtlük imkânlarla memleketine dönüyor ve memleketine döndükleri zaman da çok imkânları oradan memleketine taşımakla kendini mükellef addediyor. İstanbul'unda böyle, Ankara'sında böyle, İzmir'inde böyle, her tarafta bilhassa bizim Of'umuzdan, Çaykaramızdan hicret edip o bölgelere gidenler, hatta Kıbrıs'a gidip gördüğümüz zaman oranın söz sahibi insanlar. Yahu diyorsun sen buraya ne zaman nasıl geldin? İşte filan zaman geldik hiçbir şeyim yoktu. Tabiri caizse bir pantolon, bir gömlekle geldik diyor. Ama bir bakıyorsun hakikaten o bölgenin en ciddi esnafı, tüccarı, söz sahibi, siyasi adamı, bürokratı olmuş.
Şimdi demek biz bir şeyden çekinmemeliyiz. Yani “Bunlar çok olursa aç olurlar, bakılmazlar. Efendim, biz bunun altından çıkmamayız, biz bunun altından çıkamayız”, diye kendimize atalete mahkûm etmemiz yanlış. Ayet-i Kerime'de Cenab-ı Hak “Velâ taktulû evlâdekum” Çocuklarınızı öldürmeyin “ḣaşyete imlâk” yani onların geçim korkusuyla doyuramayız, bakamayız korkusuyla, sakın onları öldürmeyin Cenab-ı Hak diyor (İsra Suresi, 31. Ayet).
Haa, insanoğlu doğarken rızkıyla doğar ama rızık potansiyeldir, kinetik değildir. Bu potansiyel rızkı siz arayacaksınız. Nerede? Adana'da, Konya'da, Hanya'da, efendim, Isparta'da, Trakya'da arayacaksınız. Bizim bölgenin insanı bunu yapıyor, arıyor ve hakikaten en güçlü kabiliyetlerin de kabul edelim ki ülkemiz adına kazanılmış insanı bu bölgeden çıkıyor. Siyasette, ticarette, ne bileyim kendi kulvarlarında hakikaten söz sahibi insanlar ve kendi kendilerini yetiştiriyorlar. Onun için bence doğacak olan kabiliyetler imkân tanıyalım. Onlara hayat imkânı verelim, düşünme imkânı verelim, doğsunlar, düşünsünler, yaşasınlar, kendi kendilerini geçinecek efendim, şeyleri bulsunlar.
Bizde Aile Planlamasına, Batıda Doğumu Artırmaya Çok Ciddi Teşvikler Var
Az evvel ifade ettiğim gibi zaten bir devletin en büyük gücü onun nüfus kesafetidir. Siz o kesafete malik olduğunuz zaman bütün dünya devletleri istese de sizi kabul eder, istemese de sizi kabul eder. Teknolojik imkanlar onun ardından gelir. Teknik imkanlar, mesela bir ülke, diğer ülkeyle savaşa kalkacağı zaman enteresandır. Bu bir harp stratejisi. Benim koyduğum kural değil. Şu anda ben bunu diyor değilim. Beşeriyet devlet olarak dünya sahnesinde var, oldu olalı. Bu asır da buna dahil en önde görülen nüfustur. Bir devletin, bir milletin nüfusu fazla ise düşman için en büyük tehlike odur. Bundan sonra ilave ediliyor işte. Onun şu imkânı var, bu imkânı var, şu filan. O onlar bir noktada onun yan katmanları veya yan değerleri, yan sıfatları diyelim. Bugün dahi bu geçerlidir. Bunu çok iyi bilmemiz ve görmemiz lazım. Onun için Pazar günkü sayımda milletimize bereketli bir sayım niyaz edelim. 70 milyon ve onun üzerinde olması şahsen beni gururlandırır, sevindirir. Resulullah’ın da sevinci ümmetinin çokluğudur. Onlarla iftihar ederim buyuruyor. Biz yetişenlerin, yetişmemesi için sarf edeceğimiz imkanları eğitilmesi, yetişmeleri için bu vaadiye tebdil eder ve o vaadi seferber edersek, yani o imkanları alıp bu tarafa aktarırsak göreceğiz ki yetişmemesinde kullandığımız imkanlar, yetişmesi için kullandığımız imkanları çok daha öne geçirecek ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği fevkalade hayırlı hizmetler ortaya çıkacak. Zaten dünyanın geldiği bu noktada da bizim büyük bir millet ve devlet olmamız da şarttır, zaruridir. Batı dünyası istemese de her gün geriye gidiyor, azalıyor ve teşvik var. Efendim, bizde planlama, onlar da artırmaya çok ciddi teşvikler var. Mesela vaatler var, hukuki düzenlemeler var. Onlar bu hususta gayret sarf ediyor. Biz ise bunun tersini yaparsak yanlış yapmış oluruz. En azından o konuda onları taklit edelim ve inşallah sadece bölgesini dünyanın en büyük, en güçlü en fazla ülkesi, devleti, milleti olalım diyoruz.
Türkiye'nin Beyin ve İş Gücünü Değerlendirerek Kendi Sanayisini İnşa Etmesi Kaçınılmazdır
Cenabı-ı Hak lütfetti. Hem Avrupa’sını, hem Amerika’sını, hem Uzakdoğu’sunu çok yakinen görüp müşahadelerde bulunmuş kardeşiniz, ağabeyiniz olarak konuşuyorum.
Amerika beyinleri transfer ediyor. Bu beyinlerle beraber Amerika'da yüksek, benim görebildiğim kadar yüksek teknoloji yok. Yüksek teknolojiyi bilen kafalar var bilgi ihraç ediyor. E baba bu bilgi ihraç etmeyi niye ona kaptırıyoruz ki? Bunu yapalım biz. Biz elimizde anahtar kapıyı açmasını beceremiyoruz. Arıyorum ki anahtar nerede? Avucumun içinde cebime uzanıyorum, sağa uzanıyorum. Yahu kapıyı açacağız, elimizde anahtar. Tıpkı bunun gibiyiz efendim. Onların yaptığını yapmalıyız. Bunu derken “Niçin onlar yapıyor?” manasında değil. Helal olsun adamlara. Olayın iç yüzünü tespit etmiş ve değerlendirmişlerdir.
Şimdi siz bir iş yapacağınız zaman o imkanların olduğu daha doğrusu o işi bilen insanların olduğu ülkeye nazar ediyorsunuz. Hemen hatırınıza o dünya geliyor. Amerika’sı geliyor, Avrupa'sı geliyor. Aynı şey biz kendimiz niye yapmıyoruz? Kendi bölgemizde niçin yapmıyoruz. Mesela bizim bu beyin gücünü aynen temsil eden belki onlarınki çok daha imkanları bol ama biz küçüğünden başladık, inanır mısınız? Öyle bir kurum oluşturduk kendi bünyemizde. Bugün Türkiye'nin kendi sahasında beyin gücü olarak en iddialı kurumu haline geldi. Orta Doğu'dan, Türkiye Cumhuriyetlerinden, Amerika'dan, Avrupa'dan şu anda bizim kurduğumuz bu kurumla dünya irtibata geçmiş durumda. Bunlar bir kadro, genç bir kadro. Herkes bunu kabul ediyor ve biliyor. Meclis Başkanı'ndan efendime söyleyeyim, RTÜK Başkanı'na kadar herkes bunları kabul etti şu anda.
Ve bu gençleri biz kendi birimizle yetiştirdik.
Bak, bir iddiamız var şu anda. Yani evet belki çok güçlü bir iddia değil ama kim nereden garanti edebilir ki on sene sonra bu Türkiye'nin en büyük iddiası olmayacak bu güç? Değil mi? Şu anda böyle bir kabiliyeti organize ilk defa bizlere nasip oldu ve biz bunu organize ettik. Hiç imkânımız olmadığı halde yanlış anlamayın sıfırdan gelerek bunu organize ettik efendim ve her günde ilerliyoruz.
Yani şunu diyeceğim başka milletlerin yaptığının tersini biz yapmalıyız. Korkmadan yapmalıyız, becereceğiz, bunu yapacağız, buna inanmalıyız. Başarının yüzde ellisi inanmaktır. Ne kadar güçlü kabiliyetiniz olursa olsun imkanlarınız ne kadar fazla olursa olsun. Bunu ben yapamam inancına malik olduğunuz müddetçe yapamazsınız. Hiçbir şeyiniz olmasa “yaparım” dediğiniz zaman her şeyin yüzde ellisini yaparsınız. Diğer geri kalan yüzde elli de artık senin koşuşturmana bağlı. Evet, ben bunu tavsiye ediyorum.
Artı bir de bizde çok ciddi iş gücü var. Batı dünyasına özellikle Avrupa'ya gidip de ülkemize böyle fabrikaya benzer tarzda fabrikasyon çalışan iş yerleri çok kazandıran işçi arkadaşlarımız oldu. Bu kardeşlerimiz çalıştıkları ülkelere Batı dünyasına giderken samimi olarak konuşuyorum. Elifi görseler Mertek zannederdi. Hiçbir şey bilmez derdi ama gitti çalıştığı fabrikanın efendim en güçlü kabiliyette elemanı oldu. Otomotiv sanayinde o arkadaşlarımız o kardeşlerimiz yeni yeni buluşlar yaptılar. Yani bunlar bir üniversiteyi bitirerek oraya gitmiş insanlar değil.
Allah gani gani rahmet eylesin. Bizim bir Haydar Ustaoğlu diye bir ağabeyimiz vardı. Bizim derdi arkadaşlarımız oraya gittiği zaman Alman'ın kapısının arkasına yirmilik çivi girdi çaktı. Ceketini gitti onu astı. Alman geldi gördü. Şimdi diyor o adam öyle bir noktaya geldi ki artık o adam diyor yirmilik çivi oraya çakan adam geliyor diyor çivi fabrikası açtı diyor. İşte şu sanayi kurdu bu sanayi. Kısaca, bu imkanları değerlendirirsek bana kalırsa istihdam sorunu kendiliğinden halledilir.
Biz sanayi ilk defa bu bölgede başlattığımızda herkes bize karşı çıktı. Ya sen bunu ne? Elhamdülillah bizden sonra baktık Arsin'de bir sanayi bölgesi. Şimdi geçenlerde bizim belediye başkanımız çok muhterem bir kardeşimizdir. Sağ olsun Akçaabat Belediye Başkanı kabiliyetli, istidatlı, çalışkan bir kardeşimizdir. Sohbet esnasında “inşallah dedi ben buraya bir sanayi bölgesi için atılım yaptım işe başladım kazandıracağım.” Çok ciddi bir övünç vesilesi. Bak o bana söylediği yerler de dağlık bölgeler. Yani orada affedersiniz yılan bile yürümez. Düşün ki orada siz fabrika yaptınız. İşte siz toprağı altına çevirdiniz demektir. Anadolu'nun her tarafı böyle. Kısaca biz istihdam imkanlarını gerek iş gücü olarak gerekse beyin gücü olarak kendi bölgelerimize teksif edersek bu nüfusun geçimi için bizleri boğar da artar bile.
Efendim, siyasi iradeye aynı kullarda düşünmesini insanımızın kabiliyetini değerlendirmesini ben şahsen tavsiye ediyorum. Zaten siyasilerimiz artık geçmişte kişiyi düşünceleri tamamen terk etmiş durumda. Özellikle insanımıza çok değer veren onun kabiliyetine, istidadına güvenen ve onun kabiliyetiyle beraber büyümesini arzu eden bir noktaya gelmiş durumdadırlar. Gerek iktidarıyla gerek muhalefetiyle bizim düşündüğümüz tarzda düşünmelerini ve böylece efendim teşvikler vermelerini, krediler vermelerini tavsiye ediyoruz, öneriyoruz ve de kendilerinden bu hayırlı hizmetleri bekliyoruz.
Gerçek İstikamet, Sadıklarla Beraber Olmaktan Geçer
Şimdi efendim bunu derken sakın şu anlaşılmasın. Biz anlatırken kitap okunmasın manası çıkmasın da elbette kitap okuyacağız ama biz kitabı okuyarak tâatımızı, ibadetimizi yapacağız diye düşünüyorsak yanılıyoruz. Kitap okuyarak istikametimizi belirleyeceğiz diye düşünüyorsak gene yanılıyoruz. Bir defa din ile ilgili olması münasebetiyle bu bir hal meselesidir. Bir yaşayıştır. Tâat-u ibadettir yani. Efendim biz okumakla akli bilgilerimizi zenginleştirebiliriz. Aklın çok şeyi bilmesi, çok şeyi anlaması, kalbin onu kabul etmesi manasına gelmez. İmani konular tamamen kalbi olaylardır. Faydasına aklın inanır, ama nefsin bunu kabul etmez. Hazmetmez. Yapamazsın. Bir şeyi çok seversin, çok da zararlı olduğunu bilirsin gene zararlı olduğunu bildiğin halde aklın kabul ettiği halde efendim onu uygulama sahasına indirgeyemezsin. Buradan şunu demek istiyorum. Yani dinin sahası tamamen kalbi bir olaydır. Zevk meselesidir. Eğitim meselesidir. Ben sizden göreceğim siz benden göreceksiniz. Bir başkasından göreceksiniz. Evvela onu taklit edeceksiniz. Tatbik edeceksiniz. Üzüm üzüme baka baka kararır. Ondan sonra işin yavaş yavaş şuuruna yani hiç böyle okumamış olsanız dahi bir atmosferin içerisinde bir noktaya taşınırsınız.
Bakın her okulun kendisine göre bir karakteristik vasfı vardır. O mektebi, o ekolü bitiren herkes o vasıfla büyür. O ahlakla o terbiyeyle büyür. Okuyan insanın böyle bir vasfı kendi kendine okuyup işi öğrenmek isteyen insanın böyle bir vasfı olamaz. Kimi taklit edecek baba? Sonra ben okurum, yaparım, ederim. Bunlar yalan. Oku yap, et bakayım hadi. Niye yapmıyorsun? On tane örnek göster bana faraza, Trabzon'da. De ki “arkadaş şu on kişi hiç kimseye bir hoca efendiyi, hoca efendiyi gitmeden bu işi becerdi. Şimdi de bakıyorsun Allah doğruluk onda, dürüstlük onda, ahlak onda, iffet onda, namus onda, fetanet onda, Allah sevgisi onda, Allah korkusu onda, insanlara hayırlı hasenatta yardım onda. Baksana ya dört dörtlük be adam.” On tane adam göster bana. Şu anda iki yüz bin Trabzon nüfusunu kabul edelim. İki yüz binden on tane. Gösterebilir misin?
Zannediyorum değil, yok baba. Yani olsa gazetelerde yazar, dergilerde yazar, efendim televizyonda söyler. Ha yok bunlar. Şimdi olmayan şeyin kuru kuruya iddiasını yapmak bence abeste iştigal etmektir ya.” Yaparız, ederiz, okuruz.” Bunlar hayal, vehim.
Ha bu ne zaman çıktı bak bunlar bilmeden arkadaşlarımız İngilizlerin oyununa geliyor. İmparatorluk döneminde özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun üç kıtada at koşturduğu o dönemlerde korkunç bir tasarrufu vardı. Uzak doğu ülkelerinin hiçbir zaman bizimle ilgisi olmamasına rağmen hatta coğrafyamız sınır itibariyle çok uzak olmasına rağmen, mesela Singapur'u düşün bizim nerede onunla ilgimiz olacak? Endonezya, Malezya, Kore hiç ilgimiz yoktu ama o bölgenin Müslümanları, hep Türk milletini söylüyorlardı. Türk milletinin asaletini, dinine bağlılığını, iffetini, hayasını, doğruluğunu, dürüstlüğünü hep bunları gündem ediyorlardı. İşte bunun kırılması, o merkezi gücün iradenin yok olması için haklı olarak İngilizler kendi politikalarını empoze maksadıyla o anlayışı, o ruhu, o şuuru veren kurumları karşılarına alarak -efendim o bölgelerde bilhassa İslam ülkelerinin hakimiyeti sahasında olan bölgelerde- bu tasarrufu ayakta tutan kurumların ideolojisine, inancına halel getirecek tarzda fikirler empoze ettiler. Bu düşünce onlarındır. “Ne lüzum var işte filancıyı taklit ediyorsunuz ona bakıyorsunuz. Senin aklın yok mu la? Deli misin?” Onların empozesidir bu. Aslında bu işin merkezi şeytandır yani. “Benim aklım bana yeter” dedi. Hazreti Adem'i inkarla işe başladı. Kısaca bunlar yanlış şeyler. Hiçbir zaman bu iş insanın kendi kendine yapacağı bir iş değildir.
İbadet zevk işidir, muhabbet işidir, sevgi işidir, dostluk işidir, taklit işidir, tatbik işidir. Onu göreceksiniz. Allah'ın sevgilisine soruyorlar “ya Resulallah'a nasıl namazımızı kılalım?” Öğrendiğiniz, okuduğunuz gibi değil, demiyor ya. “Benden nasıl görüyorsanız o görüyorsanız o şekilde kılın.” buyuruyor. Onun için bizim geçmişte okuyan büyük ulemamız için “hangi mektepte okudun?” demezlerdi. “Hangi hoca efendide okudun?” derlerdi. Zaman zaman hala bu güzel kibari kelamlar halkımız arasında hangi hoca efendide okudun? Medrese tahsili yapmış arkadaşlarımıza bu sorulur. Ha filancı da. Eğer düşüncesi veya zihniyeti bozuk oldu da bir isim söyledi mi? “Zaten onun talebesinden bu beklenir” denir yani. Hala bu deniliyor. Kısaca bunlar arkadaşlar şeydir yanlış iddialardır.
Mutlaka bize örnek olabilecek vasıflı insanları bulup onlarla beraber olmamız… Bak Türk Milli Eğitimi’nde bir talebenin örneği öğretmenidir. Hocasıdır. Bu hocası olmazsa o çocuğun yetişmesi mümkün değil. Yetişemez yani, o çocuğu yetiştiremezsin sen. Her tarafta bu böyledir. Evet biz örneklerimizle beraber olmalıyız. Bu bir dini vecibedir.
Efendim, zaten “Kunu meas sadikin” (Tevbe Suresi 119. Ayet) Allah buyuruyor Kur'an'ında “Sadıklarla beraber olun.”
“En'amte aleyhim” (Fatiha Suresi 7. Ayet) nimet verdiğin insanların yoluna bizi koy ya Rabbi. Yani kime nimet verdiysen onlarla bizi yap.
“vec'al lena min ledunke veliyya” Yarabbi bizi sana kavuşturacak. Seni sevdirecek, seni seninle arkadaş edecek bir dost ile bizi dost et. (Nisa Suresi, 75. Ayet)
Bir hadis-i şeriflerinde Cenâb-ı Peygamber Efendimiz “Allah'ın öyle sevgili kulları var ki onları kullara, kulları Allah'a sevdiriyor, Allah'ı da kullara” yani bir köprü vaziyetinde.
Şimdi bu insanları bulmamız lazım. Ha bulursak onlar aramızdaki ülfeti muhabbeti kavileştirir. Aramıza huzuru, muhabbeti, dostluğu, kardeşliği, barışı getirir. Kavgayı terk ederiz. Dostluk içerisinde oluruz. Kimseyi incitmeyiz. Bak şu ülkenin birliğe beraberliğe çok ama çok ihtiyacı var. Ha onun için evvela kendi iç tabiatında, iç dünyasında birliğini temin etmiş, kavgayı içinde terk etmiş. En büyük kavga sende bende. En büyük geçimsizlik içimizde. Şimdi için de geçimsizliği olan insan kalkacak, toplum içinde geçim yapacak. Bu mümkün değil baba. Onun için iç huzuruna kavuşmuş, iç tabiatında efendim barışı ilan etmiş insanlarla beraber olacağız. Toplumda barışa, sevgiye, muhabbete, dostluğa, çalışmaya, gayrete ilerlemeye inşallah namzet olacak diyoruz.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız