
Neler Okuyacaksınız
Dini Konularda Konuşmak Ehliyet ve Bilgi Gerektirir
“Türkiye'de herkes dini bilir, Türkiye'de herkes futbolu bilir.” Yani iki saha var ki burada herkes konuşabilir. Hiç bilmeyen yoktur bu işi.
Şimdi efendim dini mevzularda bir insanın konuşması en azından bir ehliyet işi olduğu muhakkaktır. Bu konularda ehliyeti olmayan bir insanın kalkıp da mütalaa ve müzakere beyan etmesi çok ama çok yanlıştır. Yani eğer din hakikatte insanların algılayabileceği ilahi vahyin sahasına girmeden birtakım proje ve programlar çizebileceği meseleler olmuş olsaydı; ne peygambere ihtiyaç vardı ne de bu vahiy kurumlarına, yani kitaplara da ihtiyaç olmazdı. Şimdi görüyoruz ki durum tamamen bunun dışında Cenâb-ı Hâlık-ı Zülcelâl kitap gönderiyor, peygamber gönderiyor ve bu da yetmiyor; o peygamberi gönderdiği kitabı uygulamada, Cebrail'i de dini anlama konusunda ona adeta muallim olarak tayin ediyor. Yani ayetler Resulullah'a geldiğinde hayata geçiş tarzının Allah'ın maksadına olup olmadığını kontrol eden efendime söyleyeyim varlık da Cebrail'dir. Eğer hayatına geçirirken o ayetleri o peygamber “Cebrail buna doğrudur, yanlıştır diyebilir” diyebiliyor. Yani şunu demek istiyorum maksadı ilahiyi Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ve bütün peygamberler çok iyi bilmiş olmasına rağmen onların bile üstünde bir irade var. Şimdi buradan hareketle günümüzde kullukla hiç ilgisi olmayan, adeta ömründe bir defa dahi kulluğu düşünmeyen bu murakabe ve muhasebeden mahrum olan bir insan efendim birtakım olaylar ortaya çıkıyor. Bir bakıyorsunuz ki devrin sanki müçtehidi bir başka ifadeyle sahibü'z zamanı veya gavsü'l-azamı gibi çok rahat enine boyuna tartışmalar, müzakereler gündem edilebiliyor; bu çok yanlış. Bu sadece o kişinin nefsi bakımından yanlış değil. Ya, etrafını yanlış yöne sevk etmesi bakımından, kanaat sahibi yanlış kanaat sahibi yapması bakımından, işi çok affedersiniz iğfal etmesi bakımından, hangi bakımdan olursa olsun yanlış. Sen kardeşim ne kadar rahat bu hususları mütalaa müzakere ediyorsun. Bir defa söyle bana? Yani bırak sen İslami kültürü, mektebi, medreseyi, şusunu, busunu… Kaç tane dini eser okudun? Böyle bir birikime sahip olmadığı halde ben istisnai birkaç tane tipin bu şekilde ki müzakere ve mütalaalarını hangi kanalda olursa olsun milletimizin takip etmesini çok sakıncalı görüyorum ve de tavsiye ediyorum. Diyorum ki: “Bu tip programları kesinlikle takip etmeyin. Belki nefsinize, nefsimize hoş gelir ama İndallah’da da çok mesul oluruz. Yanlışa, batıla bizi sevk eder.”
Dini Anlamak Başka, Dini Hüküm Vermek Çok Daha Başkadır
Zaten Cenâb-ı Hak bizi kulluk için bu âleme gönderdi. Kulluğun kafından haberi olmayan bu insanlar ne öğretecek sana? Hiçbir şey bilmiyorum. Kulluk da adamın hiçbir iddiası, hiçbir ısrarı yok. Bilakis hayatını tamamen onun tersi istikametinde tayin ve tanzim etmiş. Sen kalkıyorsun en yüce meselede, meslekte, meşrepte, onun kanaatini, onun fikrini hüccet olarak, delil olarak yaşıyorsun, yaşamak istiyorsun. Bir defa her yönüyle bu iş sakat, mantık yönüyle sakat, efendime söyleyeyim nas yoluyla hiç bunlara itibar edilmez. Cenâb-ı Hâlık-ı Zülcelâl ve Hazretleri bu şekilde beyan etmeyi zaten hem kullarına efendim tavsiye etmiyor, hem emretmiyor, hem de nehyediyor. Yani gelişi güzel bir insanın konuşması kadar, iftira etmesi kadar adi bir şey olabilir mi? O bakımdan Hucurât Suresinde Cenâb-ı Vacibü'l-Vücud Hazretleri “size bir haber, fâsık haber getirdiği zaman” “fe tebeyyenu” “bunu araştırın” buyuruyor. (Hucurât Suresi, 6. Ayet) Yani gelen bırak yorumu, bir haberi bile araştırın. Neden fâsık getirmiştir? Yani dinle ilgisi pek yoktur o insanın ama o getirdiği haber bile olsa onu araştırın. Yani o habere “doğrudur” deyip de üzerinde sakın durmayın. İhtar ediyor Cenâb-ı Hak. Sonra yine bir ayeti kerimede Rabbimiz “Lime tekulune ma la tef'alun” “Neden yaşamadığın, haline geçirmediğin şeyleri konuşuyorsun ki, yapmadığın şeyleri anlatıyorsun ki.” (Saff Suresi, 2.Ayet) Bu şekilde yapmanın adı da yani yapmadığını konuşmanın adına bir noktada “ikiyüzlülük” dinimizde denir, dini literatürde. Biraz daha insan ileri giderse, yapmadıkları şeyi efendime söyleyeyim, ifade etmeye çalışırsa Allah korusun nifak çıkartır toplumda. Nifak çıkartanın hali de nedir? Allah muhafaza eylesin. Onun da hali ve ismi “münafık” olur, “nifak ehli” olur. Yani bu kadar insanı çok ciddi neticeye sevk edebilecek bir durumdan mesuliyetsiz bir şekilde içine girmek suretiyle sanki dinin muallimi bu konularda söz sahibiymiş gibi tavır alarak mütalaa ve müzakere etmek çok ama çok yanlıştır. Efendim bunu derken “dini meseleleri öğrenmesin” demek istemiyoruz. Bir ara biz bu mevzuyu gündem ettiğimizde bazı nifak ehli insanlar efendim, “bak işte okumayın etmeyin” güya demişiz, şu salağa bak. Yani bir insanın dini konuyu anlaması, dini konuyu anlamak için gayret sarf etmesi başkadır, hüküm vermesi çok daha başkadır. Yani “ahkâm kesmek” denir buna. Yani sen kim oluyorsun ki hüküm vereceksin ya kardeşim? Yani sıradan bir insan kalkacak, “evet ben hukuki meseleleri öğrenmeye çalışabilirim, gayret edebilirim ama bunların birkaç tanesini okudum diye okumuş olsam ahkâm kessek, hüküm versek, isabet mi yaparız, yoksa yanlış mı yaparız?” Elbette yanlış yaparız. Ben ne isem bir başkası da odur. Yani kendi mesleğimizde okuma okuyalım, öğrenelim, fikriyatımızı, düşüncemizi genişletelim, ufkumuz, kültürümüz fevkalade olsun ama kalkıp da hüküm vermeyelim. Sen hüküm vermenin, yani bunun usulünü bir defa bilmiyorsun, “neden bu böyle olmuştur”, “niçin” gibi bütün bu soruları sorduğumuz zaman hemen yaya kalıyorsun, en ciddi meselelerde çok laubali bir şekilde ve de tarzda efendim mütaalağını, müzakereni beyan ediyorsun. Bunlar çok yanlış. Ne ilme sığar ne mantığa sığar ne efendiliğe ne ahlaka, ne hayâya hiçbiriyle bağlaşmaz.
İman Ehli Olmayan İnsanların Nur Deryasından İstifade Etmesi Mümkün Değildir
Din için ölçü olarak kabul ettiğin zaman onun imanını taşımış olursun, o zaman ona “müsteşrik” demenin anlamı olmaz, “mümin” demen gerekir. Haa, niçin müsteşrik diyorsun? Senin taşıdığın imanı taşımadığı, senin baktığın gözlükle olaylara bakmadığı, o tevhidi yaptığı yoruma yerleştirmediği için ona sen “müsteşrik” diyerek yaptığı yorumların da tamamının bazılarının şahsınıza faydası olsa bile; hangisi faydalı, hangisi zararlı, bunu tefrik etme gücüne malik olamayacağınız, zararlı olduğun için hemen “müsteşrik” diyorsun ve ilk başta insanları şartlandırıyorsun. “Dikkat et, haa, bak bu şudur”, demek suretiyle ondan bir alıntı yapmıyorsun. Kesinlikle ölçü olamaz. Ama ne hazin tecellidir ki, bugün Müslüman geçinen âlimler kalkıyor, müsteşriklerin Kuran-ı Kerim'e getirdiği, efendime söyleyeyim yorum bu, tefsir değildir. “Yorumu tefsir” diye Müslüman'a yutturmaya çalışıyorlar. Bir sürü efendim, şudur budur… Bu kadar yanlışlık olamaz. Yani “efendim bu doğru olmaz mı?” Mümkün değil olamaz. İman ehli olmayan insanın bu nur deryasından tefeyyüz etmesi, istifade etmesi hiç ama hiç mümkün değildir, bu sapıklığın ta kendisidir. İzah edebildim mi? O bakımdan Cenâb-ı Hâlık-ı Zülcelâl ve’l-Kemal ez-Zettir az evvel okudum Kuran ayetinde, “Lime tekulune ma la tef'alun.” “Yaşamadığınız, yapmadığınız şeyleri söylemeyin, münafıklık etmeyin” diyor. (Saff Suresi, 2.Ayet) Budur işte bu ayet, bu husustur. Yani burada geleceğim, “Peki o halde ne olacak?” Ha yaşayacak, onu haline geçirecek. Ondan sonra Kur’an ayetlerini okuduğu zaman, Resulullah'ın hadislerini duyduğu zaman, onun gönül dünyasında bir bakış açısı, bazı teknik meseleler de var. Üstelik bunları da bildikten sonra… Yani biz kaba bir idrakle şöyle desek bütün bunlarda olmadan en azından insanın doğruyu, doğruya isabetinin olabilmesi için; yani Cenâb-ı Hakk'ın o zata daha doğrusu insana emrettiği yolda sabit-i kadem giden ve kullukta ısrar eden kulluğunun Cenâb-ı Hak tarafından sevilmesini gaye edinen bir kardeşimiz, bir mümin kardeşimiz işte Kuran ayetlerini okur. Bu ayetlerde onun kalbi ve aklına bir boyut gelir, bir tarz gelir, bir izah gelir. İşte orada yaptığı onun yorumlar, izahlar, beyanlar bunlar hakikatin kendisidir. O kişiler hikmet ilmi sahibidir. “Niye?” Allah onlara Kur'an'daki maksadını beyan etmiştir, kalplerine adeta ilham eylemiştir. O insanlarda bu ilham yoluyla diyelim, bu efendimle söyleyeyim aydınlığın getirdiği bakışla ayetlere, İslam hayatına çok ciddi tarzda efendim izahlar getirirler ve bütün ümmet de bunlardan istifade eder. Böylece o insanlar arkalarından gelen kendileriyle birlikte olan insanları Allah'a taşırlar. Şimdi düşünüyoruz şu anda yorum yapan arkadaşların maksadı. “Acaba bir efendim İslam olan cemaati Allah'a taşıyıp, bu Allah'ın rızasına nail olsun diye midir? Fitne çıkartmak için midir?” Soruyorum. Bence ikincisi içindir. Niye? Eğer Allah'ın rızasını kazansın, sevdiği seçtiği kul olsun, düşüncesinde olmuş olsa bir defa halinde bu olur. Hayatında bu olur. Adamın böyle bir derdi yok ya. Helaldi, haramdı... Şimdi bu adam “himmete muhtaç olan dede, âleme himmete ede.” Nasıl sana bana yol gösterecek ki? Bu bence tilkiyi kümese bekçi yapmaya benzer. Sabahleyin koyarsın onu oraya bekçi; akşam gelir bakarsın ki, eyvah! Kümeste hiçbir şey kalmamış. Bütün tavuklar yenmiş gitmiş. Niye? Sen tilkiyi koydun oraya bekçi, çakalı koydun ya… Bunlar çakal. Her ne kadar sureta insan olarak görünse de, adamların maalesef gündem etmek istedikleri şey de, müminin huzurunu kaçırmak. “Nasıl yapsam da efendim bir hatasını göstersem”, “nasıl yapsam da efendim efkâr-ı umumiyede bunları rencide etsem, rezil etsem.” Bu mantıktaki insanın İslam hakkında yorum yapmasına Allah aşkına soruyorum hangi hukuk müsaade eder ya? Mümkün değil. Bunun derhal düzeltilmesi, kalkıp bu tip insanlar bilmeden bu işleri yapıyorsa, bu inanan milletten özür dilemesi lazım. Ben bunu tavsiye ediyorum. Bu kadar kâfidir zannederim.
Yani günlük hayatımızda bir yanlış yapsak bir iki sene içerisinde düzeltiriz. Değil mi? Veya birtakım zararlarla bu işi telafi ederiz. Ama senin itikadı, ebediyeti ilgilendiren itikadı konularında sana hata bir insan yaptırırsa ebedi hayatına mal olur, Allah muhafaza eylesin. Bunun faturasını kim ödeyecek? İşte bu hassasiyetle efendim düşünüp konuşmakta fayda var.
Toplumda Birlik ve Beraberlik İçin Ön Yargıların ve Çatışmaların Aşılması Gereklidir
Şimdi bu eğer siz bu birinci soruyla, bu ikinci soruyu bir arada düşünüp mütalaa edersek bu tip arkadaşlarımız Müslüman’a bir uyuz merkebi bile fazla görürler, eşeği bile fazla görürler. Müslüman’ın eşeği de olmayacak. Eşeği olmayacak olan insan hakkı mıdır Mercedes'e binmek? Hakkı mıdır sanayici olmak? Hakkı mıdır genel müdür olmak? Hakkı mıdır müsteşar olmak? Bu mantık. Şimdi diyelim ki onu bu şekilde istisa eden insan Müslümanın bu yerlerde değil de hiçbir şey olmadığını görse bu sefer de, “ya bunlar zillet ehli canım, zelil insanlar, pinti adamlar” bu sefer de Müslümanlar dalga geçmeye başlar. Ya şimdi Müslüman zengin olur, söz sahibi olur, olmaz. Fakir olur, zelil olur bu da olmaz. Ne olacak bu ya? Yere mi girecek? Bu arkadaş bence olsa olsa bir husumetin, bir cehaletin, bir gafletin neticesidir; bu tip duygular ve de düşünceler. Şimdi bu kardeşlerimize ben buradan hitap ediyorum ve sesleniyorum diyorum ki: Bu duyguları terk edelim. Biz hepimiz Müslümanız elhamdülillah. Belkimiz, bazılarımız hakikaten evamir-i ilahiyi yaşamada çok titiz olabiliriz. Takva derecesinde de ileride de olabiliriz, hiç de yaşamayabiliriz. Ama diyelim ki inancımız var. O kardeşlerimize, o kardeşlerimize takvada ileri giden kardeşlerimize en azından dua edip, “Ya Rabbi bunlara sen ibadet yapma imkân ve fırsatını ihsan eyledin. Bunların da yüzü suyu hürmetine bize de biraz kıyısından, köşesinden ver” diyelim. Bak bir dua edelim. Hüsn-ü zanla bakalım. E bu ülkede birliğin, beraberliğin, dostluğun, kardeşliğin olması için bunların olması şarttır ve de zarurettir. Efendim, eğer biz ubudiyette ısrar eden insanları kendi dışımızda, sosyal hadiselerin, olayların, kurumların dışında görmek ister, kendi dünyamızda kabul etmezsek, o zaman ne olur? Etki tepki meselesi. Sen itersin, o da seni iter. İki şey birbirini ittiği zaman ne meydana gelir? Ya münakaşa meydana gelir, ya kavga meydana gelir. E aklı başında insanlar şu ülkede kavga münakaşa mı olsun ister, yoksa barış olsun, huzur olsun, dostluk olsun, mutluluk olsun mu ister? Ha bunu isteyeceğiz biz. Ben işte bunu tavsiye ediyorum. Birbirimizi itmeyeceğiz, herkes birbirini mutlak surette çekebilecek sabrı taşıması lazım. “E benim düşünceme uymuyor, benim istediğim gibi değil.” Böyle bu tip düşünceler yanlış. Bana kalırsa “benim düşünceme uymuyor değil. Ben şu insanın düşüncesine, arzusuna, isteğine, zevkine göre olabilecek bir gaye edinirsem, o da benim gibi düşünürse bu ülkede niçin birlik olmasın, beraberlik olmasın?” Ama maalesef bugün bu böyle değil. Adeta birbirinin üzerine koşmak koşuşturma var. Bu toplumdaki efendim grupları, toplumdaki kuruluşları, kurumları birbirinden uzaklaştırıyor. Bunun da tabii bu uzaklaştırmanın neticesi de hiç şüphesiz ki milletimizin zerre kadar hayrına olmuyor. Ee bunu diyebiliriz efendim.
Kur’an Ayetlerini Hayata Geçirme Bakımından En Doğru Örnek Peygamberimizdir
Şimdi efendim ben bir defa Türkiye'de şuna inanıyorum. Azınlıklardaki insanlar da dâhil olmak üzere en azından bir ittifak noktamız var. Yani bizde ateist insanlar yok denecek kadar azdır. Azınlıklar en azından bir kitaba inanmıştır. Yani onlar bizim inancımıza, bizim onların inancına saygımız var; onların da bize saygısı var. Şimdi böyle bir ülkede yaşayan insanlar müminler mutlak surette kardeş olması gerekiyor. Ama cehaletimiz veya gafletimiz bizi bu dünyadan koparıyor. Peki, o zaman ne yapmış oluyoruz? Dini anlama ve yaşamada biz kendimize göre bir model ortaya koyuyoruz. dinin merkezindeki şahsın bizzat peygamberler olduğunu ifade etmeye çalışmıştık. Yani dindeki efendim ilk uygulayıcılar peygamberlerdir. Peygamberlerin kabul etmediği hiçbir yorum sahih değildir, doğru değildir. Faraza peygamber bir tefsir ortaya koysa, onun karşısında da milyonlarca kişi onun tersini söylese, hangisi doğrudur? El cevap peygamberin dediği doğrudur. Yani dinde ve dinlerde merkez peygamberlerdir. Bu hakikat bizim dinimiz için de aynıdır. Bizim dinimiz için merkez sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemdir. Yani o nasıl bir merkezdir. Kur'an ayetlerini Allah'ın emirlerinin hayatı geçirme bakımından en doğru örnektir. Ona bakılarak hayatlar yönlenecek, doğru veya yanlışı tespit edilecek. Sahabeden dikkat ederseniz peygambere en fazla teslim olan, hizmet eden, gördüğünü uygulayan insanlar muteberdirler. Sahabeyi biz derecelendirmeye kalktığımız zaman ona yakın olup onun dediğinden ayrılmayan, emirlerini yerine getirmek isteyen, seven, sayan, hizmet eden, bilhassa birçok sıfatları var da o yakınlarıdır. İfade edebildim mi? Sen şimdi bu anlayışı merkezinden çıkartıyorsun o zaman ne olmuş oluyor, kendine göre bir ölçü olmuş oluyor. Bu ölçü peygamber ölçüsü değil, bu ölçü dinin ölçüsü değil, Allah'ın ölçüsü değil, senin benim ölçüm oluyor. İstediğin kadar bu ölçüysen ayetten, hadisten destekle. Bu ne İslam'dır, ne Kur'an'dır, ne şudur, ne budur… Bu sadece senin nefsani arzuların, şeytani duygularındır. O bakımla sırat-ı müstakim esastır. Sırat-ı müstakim üzere giden insanların daha doğrusu hikmet sahibi ilim ehlinin işe el koyması “azizim, durun” diyebilmesi lazımdır. Bugün bence bugün İslam ulemasına düşen şu noktada vazife budur. “Durun bakalım ne yapıyorsunuz, haddinizi bilin. Efendim nasıl biz size karışma hak ve yetkisine sahip değilsek, müsaade edin de siz de bu tarafa karışmayın.” Hani bir söz vardır “eliniz hamurla erkek işine karışma” dercesine bugün bu noktadayız.
Şimdi geliyoruz 24 saat içerisinde nasıl? 24 saat içindeki yani bir Müslüman modeli Peygamberin hayatıdır. Peygamber aleyhisselam efendimiz bir gününü nasıl İslam olarak değerlendirmiş ise bize düşen vazifede aynı şekilde o günü değerlendirmektir. O 24 saatlik zamanı gerek itikat yönünden gerek ibadet yönünden gerek ahlak yönünden, ne bileyim gerek fiiliyat yani ef’al yönünden, dünya meselelerini halletme, yaşama yönünden aynen ona benzetir, onu taklit ve tatbik etmeye çalışırsak hiç şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk'ın rızasını en mükemmel şekilde kazanmış ve rihlet ettiğimiz zaman da Allah'ın cennet ve cemalini kazanmış oluruz inşallah diyorum efendim.
Peygamber Efendimizin Hayatının Fiili olarak Hayata Geçirilmesine Mezhep, Kalbi Yönüne İse Meşrep Denir
Vallahi dinin kendisidir Peygamber. Dini hayata geçiren bizzat Peygamber'in kendisidir. Yani din olmadan Peygamber'i tanımak affedersiniz, Peygamber olmadan dini tanımak, anlamak, anlatmak hiç ama hiç mümkün değildir. Bugünün uleması da Peygamber “nasıl bu hususu hayatına geçmiş, nasıl bunu uygulamış, tatbik etmiş” diye yaptığı araştırmalarda bunu ortaya koyar. Ne kadar ona yakın olursa yaptığı yorum isabetli olur, ne kadar uzak olursa o kadar yanlış olur. Yani Peygamber esastır, ölçüdür. Az evvel söyledim; o, çünkü merkezdir. Şimdi merkez olması münasebetiyle etrafı da o Peygamber'in hayatını hayatına geçirmek istemiştir. Sahabeden günümüze kadar bütün büyükler. Şimdi bu insanların, Peygamber'in hayatını yüzde yüz kendi hayatlarına geçirmeleri mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Kimi şecaatiyle beraber ef’aliyle birlikte onu hayatını öne geçirir; kimi hilmiyle öne geçirir, kimi adaletiyle… Yani Resulullah'dan her biri bir sıfat kendini alarak o şekilde ona... İşte bu Peygamber'e her insanın varabilmesi için kendi gönlünden ve zahirden bir yolu vardır. Şimdi efendim bazısı dediğimiz gibi adildir, bazısı halimdir, bazısı şecaattlidir, bazısı mütevazıdir. Kısaca, yani her birinin bir şeysi vardır. Ama bunların tamamı eşit derecede Peygamber aleyhisselatü vesselam efendimizde vardır. Merhamettir vesaire… Gerek duygu yönünden, gerek ef’al yönünden. İşte bu sahabelerin ayrı ayrı tarzda Peygamber'i hayatına geçirmeleri işte bunun adı “mezheptir”, bunun adı “meşreptir.” Tamamını geçiremeyeceği için tamamını geçirse Peygamber gibi olacak, o mümkün değil. Yüzde yüz. Asıl hedef bu ama bir yönüyle, bir veçhesiyle onu hayatına geçirebiliyor. Bu fiiliyatta olan ef’alinin yoluna biz “mezhep”, gönülden olan duygu yönüne, kalp yönüne “meşrep” diyoruz. Dolayısıyla bir Müslümanın bu her ikisine de ihtiyacı vardır. Şimdi bizim yaptığımız günümüzdeki yorumlar, bu Peygamber sahabesinin yorumlarına uymazsa, kime uymamış olur? Peygamberin yorumuna uymamış olur, tefsirine uymamış olur, ef’aline uymamış olur. “Niye?” E sen baba öyle bir yorum getiriyorsun ki 124 bin sahabenin hiçbiri bunun hayatına geçmemiş. Lan nasıl mantık var sende ki hiçbir sahabenin algılamadığı tarzda ve de şekilde algılıyorsun bu işi. “Yani senin bir tarafından zorun var.” Demezler mi adama? Günümüzde maalesef olay bu tarz. Yani öyle bir şey ortaya koyuyor ki bu çok yanlış. Ha öyle olsa ne olacak efendim? Yani bu mezhebi, bu meşrebi biz kaldırırsak ortadan ne olur? O zaman biz kendimize göre bir mantıkla ayetleri yorumlarız, tefsir ederiz değil yorumlarız. Bir dünya, bir şahsiyet, bir kanaat belirleriz; o insan modelleri çoğalır. Bunların yaşadığı hayat din hayatı olmaz, ideolojik bir hayat olur. Ama dini temalarla süslü bir ideolojik hayat. Anlatabildim mi?
Niye? E sen çünkü orada yaşananın, Müslümana düşen, ulemaya düşen vazife yeni görüşler getirmek değil. Yaşanılan hayatın hikmet cihetini ortaya koymaktır, bu mükemmeldir. Onu, bu yaşanılan hayatı, Resulullah'ın yaşadığı hayatı. Çünkü “o merkezdir” dedik. Tabiinin, sahabenin yaşadığı hayat. “Bunlar mükemmeldir” deyip, bu mükemmeliyetin esprilerini, hikmetlerini izah sana düşer. Din uleması bu demektir. Yoksa kendi kendine icat ve keşif yapmanın adına “din uleması” denmez. Sen bir mantık kuruyorsun, bir mantalite geliştiriyorsun. Bir sürü ayet, hadis de kabul edelim, onu destekliyorsun. O senin Kur'an'ın hadisin oluyor. Allah'ın Kur'an'ı hadisi değil. O senin kafandaki İslam dünyası oluyor, Allah'ın beyan ettiği İslam değil. Bunlara “sapıklar” denir İslam tarihinde. İzah edebildik mi? Bu tip efendime söyleyeyim, meşrep ehli, mezhep ehli çıkmamış mı? Çok çıkmış. O bakımdan büyüklerimize “ehl-i sünnet, ehl-i sünnet, ehl-i sünnet” diyerek ısrarla bunun üzerinde vurguyla durmuştur. Tavsiyem kardeşlerimizin tamamına ehl-i sünnet vel cemaat meşrep ve mezheplerin yolundan giderek Allah sevgilisinin hayatını hikmet cihetiyle bize aktaran insanların ilimlerini, kalbimize, kafamıza koyalım ki; vallahülazim göreceğiz, o din ne kadar güzeldir, ne kadar mükemmeldir. Ötekini koyarsak ne olur? Vallahi hiçbir şey almayız ve de anlamayız. Kup kuru odun oluruz. Ne şeklimiz insana benzer, İslam'a benzer, ne kalbimiz, ne suretimiz, ne sîretimiz. Bir “aktör” dersin, o da aktöre de taklit ettiği için ona da benzemez. Zaten Müslümandan, bu enteresan bir olay. Allah onun kalbini soğutur. Sen peygamberin model, modelliğini kabul etmiyorsun da, kafaya bak, seninkini kabul ediyorsun. Sen kim oluyorsun ya? Nesin sen? Terbiyesiz seni. Bunun adına “ilim” denmez, bunun adına “fitne” denir. Düşün ki, çok affedersiniz, şurada yüz kişi var, herkes böyle bir merkezden uzak yorum yapıyor, tahlil yapıyor ve bunu edebiyatla, sanatla, süsleyerek anlatıyor. “Hangisinin İslam'la ilgisi var?” desem sana, “Peygamberle alakası var?” desem sana; diyebilir misin, “Şunun vardır”, “diyemezsin.” Niye? Hiçbiri peygamberin yaşadığı İslam'la ilgi kurup da onun hayatının güzelliğini, şeklini sana anlatmıyor da ondan baba. Anlatabildim mi? Kur'an-ı Kerim'de Cenâb-ı Hak hakikatlerden bahseder. Bu hakikatleri biz idrak ederiz. Sen de idrak edersin, ben de idrak ederim, herkes idrak eder. Ama bu hakikatlerin hakikat olması cihetiyle, kemaliyle bir de idraki vardır. O kemaliyle idraki biz idrak etmediğimiz müddetçe, ne kadar hakikatten bahsedersek bahsedelim; bütün insanların bahsettiği hakikatler kemaliyle anlatılan, ifade edilen hakikati bile idraketen aciz olur. Bilmem izah edebiliyor muyum? Olay budur, mesele budur.
Anadolu'nun İslamlaşması Meşreplerin Sayesinde Olmuştur
Şimdi Anadolu'nun İslamlaşması tamamen bunların sayesinde olmuştur. Bizim edebiyatımız, bizim sanatımız, bizim kültür hayatımız, askerliğimiz hatta ticaretimiz, vakıflarımız ve de ibadetlerimiz tamamen meşrep ehl-i müntesiplerin hayata koyduğu tarzdır. Biz bunları hep algıladık. Biz Mâverâünnehir bölgesinde İslam'ı Ehl-i Beyt’in elinden alarak, Allah onlara rahmet eylesin, şefaatlerinden mahrum eylemesin. Her zaman söylerim Türklerin İslam'ı algılama tarzı çok ama çok tatlı, çok farklıdır. Aldık Ehl-i Beyt’in İslam'ı algılaması ideolojik yapıdan ve mantıktan uzaktır. Orada işte din tamamen kendini gösterir. Anlatmak istediğimiz maksadı ilahiyi, Allah'ın maksadını hikmet cihetiyle insan kavrar, onu hayatına geçirir. Yani insanın şahsı bizatihi İslam olur, nefsi İslam olur, nefsini yargılar. Seni beni yargılamaz. Düşün ki bu anlayışta, bu duyuşta, bu yaşayışta hepimiz varız. Onların olduğu yerde işte çok tatlı bir İslam cemaati, İslam cemiyeti, İslam toplumu vardır. Ben de diyorum ki bugün “bizim derdimiz bu, bu insandan mahrumiyettir.” İşte bu hali bize o meşrep dediğimiz geçmişteki tarikatler vermiştir. Nasıl, neyi verdi? Edebiyatı verdi, İslam tasavvuf edebiyatı. Bakınız büyük bir hazinedir. Efendim, daha sanat olarak efendim öyle bir musiki bize ikram etmiştir o dünya ki, hakikaten bizim klasik Türk musikisi, işte onun bir nüshasıdır, bir sayfasıdır. Efendim, askerlik hayatımıza girmiştir. Daha, onu bırak, ekonomimizi o yöneltmiş ve yönlendirmiştir. Vakıflar, hayır kurumları tamamen onların eseridir. Ve insan yetiştiren dini kurumlar onların eseridir. Bunun müşahhas örnekleri Anadolu'da efendim hemen hemen hangi vilayeti, hangi kasabaya, hangi köye giderseniz birkaç tane bulmanız mümkündür. Kendi bölgenize bakın, mutlaka efendim yani ağzı dualı birçok insan bulursunuz, bulacaksınız, görürsünüz, bunlar söylenilir. Maraş bölgesinden efendim dilersen ben sorayım, “mesela kimler var bunlardan?” Hemen girişinde, yani oranın tapusu ona aittir. Ben de kendi bölgemden söyleyeyim, Ahi Evren Dede var, Hoşoğlan Dede var, efendim, Mısırlı Dede var. Yani kim yok ki? Mesela geliyorsunuz Ankara'da bir Hacı Bayramı Veli Hazretleri var, değil mi? Ankara'nın tam göbeğinde. Hemen aşağıya iniyorsunuz bir Gül Baba var. Yani bunlar inkâr mümkün mü şimdi? Sen gidiyorsun dozerle onu yoldan kaldıramıyorsun. Bir de diyorsun ki bundan ne olur? Baa baa, şuna bak. Senin en güçlü teknik aracın bile iflas etti, bıçağını kırdı. Yani şunu demek istiyorum. Bunlar bizim hayatımızın özüdür, kendisidir. Ne kadar bunlarla bütünleşir, hayatımıza bunları geçersek, o kadar Allah'la, peygamberiyle barışır. Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmış oluruz. Ne kadar uzaklaşırsak, çizgiden o kadar çıkar, açımız o kadar genişler. Allah muhafaza etsin. Bu açıda genişleyince o zaman sonumuz helak olur.
Hz. Mevlana'nın Mevlana olması, Şems-i Tebrîzî ile Beraber Olmuştur
Şimdi Hz. Mevlâna’yı 17 Aralık geldi mi ihtifalle hep anarız, devlet töreni de yaparız. Hiç kimse karşı gelmez. Mesnevisi, mektubatı vesaire divanı okunur, methedilir anlatır. Ama kimse demez ki “Hz. Mevlana'nın Mevlana olması, Şems-i Tebrîzî ile beraber olmuştur.” “Şems olmamış olsaydı, Hz. Mevlana'nın Mevlana olamayacaktı”, kendi beyanı. Mesela yine şu anda Kayseri'de Cenâb-ı Hak şefaatinden mahrum eylesin Seyyid Burhâneddin Hazretleri, o da onun mürşididir; Hz. Mevlana'nın mürşididir. Babasının yetiştirdiği maddi manevi önde bir irşad ehlidir Seyyid Burhâneddin Hazretleri, Sultan Veled Hazretleri, Hz. Mevlana'nın. Babası, Sultan Veled afedersiniz, Seyyid Burhâneddin ve de Şems-i Tebrîzî. Bu üçlüdür Mevlana'yı Mevlana yapan. Siz bu ekolu kaldırıp attığınız zaman, ne onlar kalır ne Mevlana diye bir gerçek kalır. İzah edebildim mi? Yunus'u da göremezsiniz bunu attığınız zaman. Yunus diyoruz, Hacı Bektaş'ı da göremezsiniz. Ahiler hiç birini bulamaz ve de göremezsiniz. Şimdi adam gidiyor, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin kabrini ziyaret etti. Aman aman aman aman… Gözyaşları döküyor, ondan sonra geliyor, onun yolunu inkâr ediyor. Ya bu bir gökten mi indi aşağıya? Zembille. Yerden ot biter gibi mi bitti? Bunu kim, hangi irade, hangi ekol okul yetiştirdi? İnsan az bunun hesabını yapar değil mi? Yunus'u kim yetiştirdi? Hangi ekol okul yetiştirdi? Bak tapduğun kapısından bahset. Kimdir bu tapduk? Hülasa, bunlar bizim medeniyetimizin temel taşlarıdır. Bunların kurumları medeniyetimizin kurumudur, diyorum efendim.
Tarikat Bir Mekteptir, Kendine Has Bir Eğitimi ve Öğretimi Vardır
Şimdi efendim bak dikkat edersen biz Meşrebi Sufiye ‘den, tarikatlerden bahsederken günümüze gelmiyoruz. Neden? Sürçülisan ederiz de yanlış bir şey söyleriz. Değil mi? Bundan dolayı. Hep geçmişten maziden bahsediyoruz, yani bu kurumların yaptıklarından bahsediyoruz. Halden bahsedemiyoruz. Zaten hal bugünkü durumda toplumun içinde bu kurumlar yok. Olmayan bir kurumun müspet veya menfi icraatı da olamaz. Şimdi müspet veya menfi icraatı olmadığı halde kalkıp kurumlar itham ediliyor, suçlanıyor. Derim ki, “en azından ifade buyurduğunuz gibi bu kurumların adilane tartışılabilmesi, bilinebilmesi, doğru ve yanlışların ortaya çıkabilmesi için en azından bunları hukuki bir zemine oturtmak lazımdır.” O zaman herkes herkeste bu konuyu çok rahat tartışır ve müşahhas olarak varsa yanlışı, doğrusu gösterilir. Ama olmayan bir şeyin ne yanlışından ne de doğrusundan bahsedilemez. Şu anda bence faili meçhul cinayet neyse bu da o. Ortada fail yok, o suçlu bu… Ne ya? Adamın kalkıp kendi kendini bilmem şeyh ilan etmesi ruh hastası bu ya. Ne şeyhi? Böyle bir kurum yok, böyle bir ekol yok. Nedir bu tarikat biliyor musunuz? Tarikat efendim bir mekteptir. Kendine has bir öğretimi bir eğitimi vardır. Öğretim ve eğitimi vardır. Bu öğretim ve eğitimi yapan şahsın adına “mürşid” denir. Postnişindir. 24 saat bu mektepte kalır, buna “tekke” denir. Ve müdavim öğrencileri vardır. Onlar da 24 saat oradadır. Bazıları 1 sene, 2 sene, 3 sene orada. Artık terbiyesine göre nasibine göre. Ne kadar zamanda terbiye olursa. Artı, bunların bir bütçesi vardır. Yani, o oraya mahsus bir bütçe vardır. Oraya mahsus işaretler alametler vardır. Mesela bugün biz buna o zamanın hükmünde “sancak” deniyordu. Bugün “flama” diyoruz.” Bunlar vardır, daha hususi ayin elbiseleri vardır. Şimdi Allah aşkına 24 saat böyle bir zatın senelerce huzurunda durup, nefsini tezkiye terbiye eden, öğrenen böyle alamet ve işaretler olan bir yer var mı? Söyle bakayım bana. Nereden çıktı bu tarikat peki? Yani biz bir defa neyi kabul edip neyi reddettiğimizi bile bilmiyoruz. Ondan sonra da kalkıyoruz; birtakım artistlik numara yapan adamları, efendimize söyleyeyim, “bu budur, şudur” diye takdim ediyoruz. “İşte onun bilmem nesi konuştu, filan programda konuşacak.” Ya bu ne? Artist midir bu nedir ya? Kimin adına? Hangi davayı temsil ediyor? Şimdi kardeşim, Peygamber aleyhisselatü vesselam efendimizin hemen devr-i saadetlerinden sonra bir sürü yalancı peygamber çıkmıştı. Zannıma göre 20'nin üzerindeydi bunlar. Şimdi biz gerçek peygamber müessisini “inkâr” mı edeceğiz? Veya “yanlış” mı diyeceğiz? Gelelim günümüzü onu bir tarafa bırak. E bu kadar efendim olaylar ortaya çıkıyor. Polis içerisinden, artı bakanların içinden, artı vekillerinin, bürokrasinin, siyasinin… Bunların suçlarını, yanlışlarını, kendi nefislerine mi terk edeceğiz, yoksa onların bulunduğu cemaat, cemiyet topluma mı mal edeceğiz? Adaletse suçta zatilik prensibine göre onun şahsıyla beraber olayı sorumludur. Şimdi mesele şudur; hem böyle bir kurum yok, hem de öyle bir kurum olmadığı halde kalkıyorsun olmayan kurumun farz-ı misal olmuş gibi işlenmiş suçlarını bir cemaate, bir cemiyete, bir millete topyekûn bir din müntesiplerine mal etmeye çalışıyorsun. Bu hiçbir ölçüyle bağdaşmaz. Hiçbir ölçü bunu kabul etmez. Ben buna “cehaletin, gafletin, dalaletin hatta ihanetin ta kendisidir” diyor. Saygılarımı sunuyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız