info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Avrupa Birliği - İstanbul / 2000
12/09/2025 EKONOMİ SİYASET 43

    Neler Okuyacaksınız

Avrupa Birliği’nin Temelini Teslis İnancı, Müslüman Türk Toplumumun Temelini ise Tevhit Akaidi Oluşturur

Mevzumuza temel teşkil etmesi bakımından bir hususun önemle altını çizmemiz lazım. Şimdi, “insan” denince biz onun suretine bakıyoruz ama kültüründen, inancından, fikrinden hiç konuşmuyoruz. İnsan mı? “Tamam, gördüğümüz bu manzara.” zannediyoruz. Aslında evet o, insan ama insanın sadece şahsını taşıyan, özünü taşıyan bir karoser mesabesindedir. Asıl ruhu ise o bedene tasarruf eden işte kültürüdür, inancıdır, örfüdür, adetidir, geleneğidir. Yani o fikridir. Hatta denilebilir ki insan, bu manada, bir fikirdir yani, bir düşüncedir. Şimdi, temel ölçü bu olunca biz acaba fikir olarak, düşünce olarak, inanç olarak ne kadar Avrupalıyız veya Avrupalı ne kadar Türktür? Bunun tartışmasını yapmak gerekir. Ama diyeceksin; “Ya 1980'li yıllarda değildir bunların esasen zuhuru, daha öncedir, 1970'li yıllardır, hatta 60'lı yıllardır.” da denilebilir. Yani AYT topluluğu, bu ortak pazar meselesi eskiye dayanır. Ticari münasebetlerde bu kadar, işi detaylı ele almanın ne manası var? Ticarettir bu, sen bunu Hristiyan'la da yaparsın, Müslüman'la da yaparsın, Yahudi'yle de yaparsın, putperestle de yaparsın. Doğru ama bu bildiğimiz alelade bir ticaret değil. “Neden?” diyeceksiniz? Bizler, o zaman İmam Hatip Okulu'nda okuyorduk, orta son sınıfta olmamız lazım veya beşinci sınıfta olmamız lazım. Bizi bir ağabeyimiz, Rıza Selimbaş isminde bir ağabeyimiz, o zaman bir lokal var, oraya getirdi, bir film seyrettirdi bize. O ağabeyimiz hakikaten şuurlu ve akıllı bir insandı. 
Filmin özü şu, AET'yi anlatan filmin özü şu: Şimdi, bir haç yapılıyor, bir haç var. Haçı nurani bir kılığa, atmosfere koyarak ondan çıkan bütün şualar, Avrupa'nın bazı devletlerine gidiyor, hepsine de değil. İşte, ortak pazar denilen topluluğun, diyor, anatomisi budur, ruhu budur -efendime söyleyeyim- cesedi budur. Şimdi, bunu biz o tarih ki bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti hudutları içerisinde yapılmış da bir film değil, Avrupa'da yapılmış ve tercüme edilmiş, biz de bunu ekranda seyrettik. Şimdi, o günün şartlarında benim bu seyrettiğim film bende bomba tesiri yaptı. Allah Allah, sen ticaret yapacaksın, adına ticaret diyeceksin ama bunu senin inancından zuhur eden bir mesele olarak ortaya koyacaksın. İşte, bu temel espriden hareketle o günden bu tarafa biz bu işin alelade bir ortaklık olmadığı düşüncesini gündem ettik; artı, ikinci bir gündem ediş esprimiz de “Tamam, Avrupa topluluğuna biz girelim, girelim ama baba, imal ettiğimiz mamuller neler? Bunları bir söyler misiniz?” Hiçbir şeyimiz yok! Tabiri caizse Mercedes firması bir tane taksi verecek sana, sen bütün bir köyün mamullerini bir yıl çalışarak bir köyün elde ettiği mamulleri bir anda vereceksin ona, karşılığı bile olmayacak. Ya, böyle bir pazarlamadan hiçbir şey olmaz. 
Ha o tarihlerde biz şunu söyledik: Onun için Türkiye şu andan tezi yok, fevkalade nispette bir üretim dönemine girmesi lazım. Bu hangi sanayi dalından olursa olsun mutlaka üretim dönemine girmesi lazım. Aksi takdirde biz bu adamların elinde oyuncak oluruz, pazar oluruz ve hiçbir işe de yaramaz bizim girdiğimiz bu pazar. Ve nitekim belki biraz sonra soracaksınız  ; bak Gümrük Birliği adı altında girdiğimiz o pazardan elde ettiğimiz kar eksi 33 milyar dolardır, yani zararımız olmuştur. Şimdi, biz bunlardan 300 milyon dolar alacağız diye, yani yüzde birini alacağız diye bu zararın, oraya koşuyoruz. Bu kadar mantıksızlık olmaz ki. Şimdi, bu hesaba kargalar da güler.
Gelelim daha farklı bir boyuta işin. Şimdi Batı kim ne derse desin, bizim toplumumuz Türk-İslam toplumudur, bizim medeniyetimiz Türk-İslam medeniyetidir, bizim dinimiz İslam'dır ve İslam, vahye dayalı bir dindir. Vahiy dini olan İslam'ın temeli tevhit akaididir. Şimdi bizim tevhit anlayışımız, siyasi hayatımızda vardır, iktisadi hayatımızda vardır, hukuki hayatımızda vardır, örfümüzde vardır, adetlerimizde vardır, geleneklerimizde vardır. Yani bunu bu kadar dejenere etmemize rağmen hepsinde vardır; oturmamızda vardır, kalkmamızda vardır, yememizde vardır, içmemizde vardır. Tevhit akaidi, bizim bütün hayatımıza sirayet etmiştir. Şimdi, bu manada bakarsanız, olaya baktığınız zaman, bizim dünyamızda Müslüman olduğu hâlde kimseye “azınlık” diyemezsiniz. Neden? Çünkü onların da kökü tevhitten kaynaklanan bir hayat tarzı var. Mesela sen Çerkez'e Türk değildir diyemezsin, Laz'a Türk değildir diyemezsin. Boşnak’a Türk değildir diyemezsin, Kürde Türk değildir diyemezsin. Niye? Çünkü o, bir medeniyetin uzantılarıyla hayatı neşvünema bulmuş. O tevhit akaidi onun örfü olmuş, adeti olmuş, geleneği olmuş; ne bileyim sosyal, siyasi, iktisadi, ahlaki davranışları olmuş. Yani bu İslam dünyasının tamamında da böyledir, bizim dünyamızın tamamında da böyledir. Şunu demek istiyorum, yani biz bir bütün olmuşuz. Et ve kemiği nasıl birbirinden ayırmak mümkün değilse, bunu da ayırman mümkün değildir. 
Şimdi nasıl Avrupa topluluğu bir arada aynı gayeyi güden birtakım kurallar etrafında bir araya geliyorsa -ki bu tabidir, normaldir, böyle de olması gerekir- aynı şartlarda senin kendini mütalaa etmemen yanlıştır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi, bu incelikte… 
Peki Batı nedir? Sen tevhitle beraber bir noktaya geldin, Diyebilir misin ki Laz Türk değildir? Mümkün mü bunu demen? Niye? Çünkü ondaki örf, ondaki âdet, ondaki gelenek… Kürt, Türk değildir diyebilir misin? Senin adetin, senin geleneğin, hepsi senin, sana ait.

Zaten geçmişte, geçmişte, Türk dendiği zaman İslam, İslam dendiği zaman Türk… Ben onun için diyorum ki bu millet çok azizdir. Kim ederse desin. Şimdi, olayın temeli bu olduğuna göre sen bu pencereden, bu perspektiften  bakman gerektiği hâlde, eğer farklı kulvarlara meseleyi taşırsan şaşı görürsün, olayı tespit edemezsin. Gider duvara kafanı dank diye vurursun, Allah Allah, seneler boş geçmiş olur. Biz o zamandan bu zamana bunu anlatmaya çalış... 
Şimdi, peki Batı'nın temeldeki kuralı nedir? Batı'nın da akaidi “teslis”tir. Detayına girmek istemiyorum; o teslis de onun siyasi hayatına, iktisadına, hukukuna, örfüne, âdetine, geleneğine her şeyine girmiştir, sirayet etmiştir.

Avrupa ile Kimliğimizi Koruyarak İlişki Kurmalıyız

Tabii   şimdi, mesela Batı medeniyetini  siz böyle ele aldığınız zaman bütün bunlarla birlikte yani Hristiyan kültürünün inancının yanında bir de şunu görürsünüz. Roma kural ve kaideleri; Yunan kurumları, efendime söyleyeyim, Hristiyanlık inancı ve kültürü; bu bütündür. Dikkat ederseniz Batı hiçbir zaman Yunan'dan taviz verdirmek istemez. Niye? Ya koludur onun, beynidir, elidir, ayağıdır; bilhassa bir organıdır ama sen öyle değilsin. Sen farklı bir bünyenin mahsulüsün. Onun için biz diyoruz ki biz ayrı bir medeniyetin topluluğu olan bir milletiz; onlar da çok farklı bir medeniyetin topluluğu olan bir millettir. Haa, kimliklere sadık kalarak -şimdi geliyoruz öze- kimliklerimize onlar da sadık kalsın, biz de sadık kalalım. Biz bunlarla ticari, iktisadi bir sürü münasebette bulunabiliriz. Bunun hiçbir mahsuru yok. Anlatabildim mi? Şimdi yanlış olan şey, bu bizim, bizi vücuda getiren tevhit anatomisini dağıtarak, şu veya bu yolla bunu bozarak, efendim, yeni arayışlar içerisine girmek ve bu arayışlar içerisinde bir bütünlük oluşturmak. O zaman kimlik olarak bunun adına Türk demem mümkün olmaz. Macarlar da Türk, hadi erkeksen git Türk de söyle ona, Hungarya’da değil mi?
Dolayısıyla bütün bunlara baktığımız zaman diyoruz ki bizim Avrupa Birliği topluluğu içerisinde bunlarla kendi şahsiyetimizde olmamız şartıyla evet diyoruz. Ancak bu şartlarda olmamız hiç ama hiç mümkün değildir. Zaten ayet-i kerimede Cenab-ı Hak o kadar enteresan bir kural koymuş ki; “Siz onlardan olmadığınız müddetçe -dikkat edin- siz onlardan olmadığınız müddetçe onlar sizden olmaz.” (Bakara Suresi: 120. Ayet), bitti. Daha neyin münakaşasını, münazarasını yapıyoruz? İnanmıyorsan bu budur. İnanmıyorsan denersin, 15 sene sonra şamar yersin. Bir daha deneyim dersin, bir şamar daha yersin. Haa, ben denemeyeceğim, o zaman onun gibi olursun, onun adında Türk olmaz. Anlatabiliyor muyum?
Ha, bir olabiliriz, nasıl? Kendi kimliğimizi tamamen unutarak onların tasarrufunda ve inisiyatifinde, efendime söyleyeyim, herhangi bir ülkede bir mahalle şeklinde olabilirsin. Eğer bizim vicdanımız buna evet diyorsa girin. Benimki demiyor.
Medeniyet transfer edilmez baba, medeniyet transfer edildiği zaman oradan olursun . Başka olamazsın ki.

Batı, Avrupa Birliği İçin Yeşil Işık Yakarak Türk Dünyasına Olan Teveccühümüzü Yok Etmek İstedi


Şimdi, o da bir taktik. Biz ne zaman hayırlı bir adım atacağız, ne zaman gelişeceğiz -bu siyasi olur, iktisadi olur, ne bileyim içtimai olur- adamlar bizim önümüzü kesmek için her türlü dolapları çeviriyorlar. Hatırlarsanız komünizmin inkırazından sonra Türk dünyası diye bir dünya önümüze çıktı ve hatta özellikle 95-96 yılına kadar, gerçi biz bunu güzel bir stratejiyle, planla, programla uygulayarak hayatımıza geçiremedik. Amma böyle de olsa tacirlerimiz, iş adamlarımız, şunlar bunlar o dünyaya akın etmeye başladılar ve o dünyada bugün doğalgaz var, petrol var, altın var, uranyum var, pamuk var. Yani yer altı ve yer üstü kaynaklarının tamamı burada mevcut.
Her şey mevcut. Bir farklı tarafı var, Allah'ın takdiri, orası da daha işlenmemiş. Biz o dünyaya gitmeden evvel zannediyorduk ki hallaç pamuğu gibi bunlar atılmış, hep bitmiş tükenmiş. Meğer öyle de değilmiş. Hiç işlenmemiş bunlar. Biz o dünyaya bu şekilde yönelmeye başlayınca, e ne yapacak senin önünü? Kesmesi lazım. Kesmek için de hatırlarsanız bilhassa 95'te, 96'da göz kırpmaya başladılar bize. Oraya olan teveccühümüzü yok etmek içindi bu olay ve dikkat ederseniz o dönem kapanınca, o dünya birtakım şeylere kavuşunca bu sefer bunlar, gene tavrını aldılar, gardını aldılar, yani şimdi bak oraya da gidemedik, büyük bir imkânı kaybettik, büyük bir, efendim, iş dünyasını kaybettik. O dünyada hangi türlü sanayiyi kurabilirsen neticeyi alman mümkün iken -kurmamız da bunda zor bir hadise değildi- buna biz yaklaşmadık, çok farklı kulvarda yine bu Batı’nın oyununa geldik, diyebilirim ben.

Batı, İslam'ı Kendi Yorumu ile Şekillendirmek İstiyor

Şimdi tabii, biz kendi kimliğimizle beraber kaldığımız zaman, sizin varlığınızı Batı’nın kabul etmesi mümkün değil. Hatırlarsanız o tarihlerden itibaren kullanılmaya başlanılan bir terim oldu: Protestan Müslüman. Yani sanki İslam yeni bir, efendim, ne bileyim yoruma tabi tutulacak, yeniden ele alınacak, hatta modern tefsirler yapılmaya başlandı. Bu da Batı’nın bir oyunu. Ama benim anlamadığım nokta, biz bütün kurum ve kuruluşlarımızla beraber bunlara yardakçılık yaptık. Adam gidiyor Amerika'ya, Moon’da kalıyor, eğitim görüyor; geliyor bir bakıyorsun 7 ay evvelki, 1 sene evvelki adam değil. Haccı başlıyor eleştirmeye: “E canım ya senin ne işin var hacda? E, ne olacak? E, bu olsa da olur, olmasa da olur. Sonra bu kadar insan gidiyor, o yorgunluk, sıhhatin heder oluyor. Değer mi buna?” Bunu yapan, bu konuşmayı yapan, bu fikri veren, efendim, ilahiyat tahsili yapmış hem de ön noktada olan insanlar. Bunların düşüncesi değil bu. Batı müsteşriklerinin gündeme getirdiği düşüncelerdir ve bunu 1710 yılından itibaren bu düşünceleri İngiliz, Hicaz bölgesinde pompaladı. Hatta İstanbul, bir ara, İstanbul hükümeti başıboş kaldı, burada da pompaladılar, yani bizim dünyamızı da pompaladılar. Şimdi dikkat ederseniz, o günün şartlarında öyle bir anlayış zuhur etti ki -bu bizim Ehl-i Sünnet anlayışı dediğimiz Kur'an'ın akaidinin dışında tamamen bir anlayış, müsteşrik anlayışı- bunun esasen merkezi de İspanya'nın komşusu olan Fransa'da tezgahlanıyor. İspanya'da 700'lü, 800'lü tarihlerde malum Emevi Devleti vardı. Endülüs Emevilerini yıkabilmek için, efendim, Kuzey Fransa oluyor değil mi? Yanlış söylemiyorum, haritanın yukarı kısmı Kuzey, öyle değil mi? Yanlış olmasın. Yani Fransa'nın kuzeyi Endülüs'le komşu. Yanlış söylemiyorum. Şimdi o bölgedeki Hristiyan din adamları, efendim, işte İslam'a yeni yorumlar getirebilmek için faaliyete başlıyorlar. O günden bugüne bu sefer, buna siz Haçlı Seferi de diyebilirsiniz, devam ediyor. Maalesef avladıkları insanlar da bizim hocalarımızdır. Bedava avukatlarıdır bunlar. 
 Hicaz bölgesinde, hatta Şark-İslam dünyasında birçok yerde bunu uyguladılar. Bizi düşüremediler, tam düşüremediler. Bütün savaş şu anda Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmektir. Proje budur, kim ne derse desin. Burada seni avlıyor, beni avlıyor, kendi avukatı olarak bedava konuşturuyor. Bir kuruş da vermeden, yanlış anlama. Bu nedir  ? Aslında kimliği zafiyete düşürmektir; Müslüman-Türk kimliğini zaafa düşürecek. Bir insan kendisini oluşturan -başta söyledik ya, bir kültür var, bir olgu var, bir inanç var- bunlardan şüpheye düştüğü zaman insan kendi kendiyle çatışmaya girecek. Dikkat ederseniz bugün bizim aydınımızın geldiği nokta budur. 

Kıbrıs ve Ege, Pazarlık Konusu Yapılamaz

Şimdi, efendim dikkat ederseniz bu niyet mektubunda, “Birinci şart Kıbrıs'tır; ver kurtul!” diyor. Deme, bizim sırtımızda yükmüş bu. 5 bin insanımız şehit oldu, sana ver kurtul diyor veya seni alayım diyor. Aslında buradaki oynanan oyunun görülmez tarafı şu: Bunlar bize resmen biz sizi almak istemiyoruz, diyor ve şartları ağır bir şekilde önümüze böyle getiriyorlar. Şimdi, biz ne kadar kendimizden koptuk ki, özümüzden koptuk ki bunu bile pazarlık konusu yapmaya başladık. Benim şahsen esef ettiğim konu budur. Yoksa bunlar tartışıp şeye, meclise getirelim şuraya getirelim demeye gerek yok. Bunlar geldiği zaman elinin “defol lan” demesi gereken irade maalesef bunu zamanında demiyor. Düşündükten sonra kamuoyu ayıkacak. Diyelim ki kamuoyu meseleden habersiz, yapılan hiçbir işi bilmiyor kamuoyu ki tepkisini koysun. 

İşin zaten vahim olaylarından biri de ifade ettiğiniz husustur. Bakınız Ege meselesi; diyor ki Ege konusundan siz şimdilik vazgeçeceksiniz. Biz sizi Avrupa Birliği'ne aldıktan sonra eğer aranızda Yunanistan'la bir ihtilaf söz konusu olursa Lahey Adalet Divanı'na gideceksiniz, o mahkemede işinizi halledeceksiniz. Bunu öz Türkçe yazıyor adamlar. Anlayasınız diye tercüme ediyorlar. Şimdi, Allah aşkına; bu Divan, Adalet Divanı, Lahey Adalet Divanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin lehine bugüne kadar koyduğu bir kararı lütfen söylesinler. Kaldı ki burada bir şart daha var. Yani bu şartın kabulü de hiç mümkün değil. Ordunun kısmen terhisi, Ege Ordusu'nun kalkması. Şimdi, sen orduyu terhis ettin; Ege Ordusu'nu terhis ettin. Yüzde elli ordunu da terhis ettin.
Lahey Adalet Divanı da kararı verdi. Dedi ki bu kıta sahanlığı konusu, Yunanistan'ın dediği gibidir. Kıbrıs'ı da buna vereceksiniz. Orayı da böyle yapa… Askerin de yok. Ne yapacaksın? Elin kolun bağlı. 

Avrupa Birliği İçin Alınan Kararlar Mutlak Surette Şarta Bağlı Alınmalıdır

Yav bu kadar gaflette bir iradenin dünya tarihinde görüldüğü söylenemez ve ben, şu anda gerek siyasileri gerek efkâr-ı umumiyeyi şu konuda dikkatlerini çekmek istiyorum: Bakınız bu tip mevzularda merhum İnönü, hatırlarsanız Avrupa Birliği konusu söz konusu olduğunda bürokratlarını çağırdı. Dedi ki, “Yav dedi yarın dedi bunlar bizim aleyhimizde bir iş yaparsa buradan nasıl döneceğiz, dönebilir miyiz?” “Şartlı dönebiliriz.” dediler ve şartlı karar aldılar. Şimdi, alınan kararların tamamen ardında şart cevap olması lazım. Biz bu şartla buna evet diyoruz. Yarın Avrupa Birliği'ne seni almaz, bugün sana o gerekçeyle beraber birtakım imzalar attırır gerek Ege'de gerek Kıbrıs'ta gerek Güneydoğu'da birçok haklarından vazgeçersin ve de daha geriye dönüşün de olmaz. Onun için şu anda bu mevzuyla ilgili kararlar alınırken mutlak surette şartlı alınmasını ben şahsen siyasi iradeye öneriyorum ve bunun da olması zaruridir diyorum efendim. 

Avrupa Birliğinin Dayattığı Azınlık Kavramını Kabul Ettiğin Zaman Türkiye 24 Saatte Parçalanır

Haa, devam ediyoruz. Yine asker meselesi  dedik, ordunun meselesi dedik. Daha? Bir etnik, malum Lozan'da kabul edilen bir etnik kavram vardır. Etnik kavram da az evvel anlattığımız medeniyet projesi ve anlayışına göre bizim içimizde etnik insanlar bizdendir, biz de onlardanız, bizden sizden diye bir şey yok. Yani bir milletiz biz. Şimdi durum diyor ki, hayır diyor, etnik cins ayrılığı var mı? Var. Biz diyor, kendi topluluğumuzda, kendi düşündüğümüzde etnik ayrılığa göre biz bu kavramı kabul ediyoruz, azınlık kavramını kabul edi….   Bunu kabul edeceksin diyor. Bunu kabul ettiğin zaman, kardeşim Türkiye'de sadece Kürt kardeşlerimiz yok; Laz kardeşlerimiz var, Çerkez kardeşlerimiz var. Ne yapacağız? Orduyu da terhis ettin, asker de gitti. Hayda! 24 saatte ülke parçalanır. Bence bu Sevr’i de öteye geçen benim kanaat-i şahsiyem; Batı’dan geldiği için benim onlara karşı hiçbir hüsnüzanım yoktur, açık konuşayım. Yaptığımız ticari münasebetlerde gördüğümüz birtakım olaylar vardır. Bunu ben şahsen yaşadım. Siyasi iradeye de yalvararak rica ediyorum; bu konularda çok hassas davransınlar. Bizim kültürümüze, medeniyetimize, örfümüze uygun bir tavır ortaya koysunlar, diyorum efendim. 
Şimdi, az evvel söyledim ya; Avrupa'nın şımarık çocuğudur Yunan. Sen Yunansız bir Avrupa düşünemezsin. O bütünün, anatominin bir parçasıdır. Sen farklı bir medeniyetin, kültürün unsurusun. Elbette onun dediğini diyecek ya. Ya bu adamlar hiç böyle gizli konuşmuyorlar, esasen anlamak istemeyen biziz. Anlatabildim mi? Onun için çok dikkatli olmamız lazım, diyorum efendim.


Batı, Türkiye'yi Her Yerde İşgalci İlan Ediyor

Vallahi her şey ortada, değerlendirmeye de gerek yok. Baştan beri zaten biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Ya bunlar merkezi bir irade etrafında odaklaşırlar, daha doğrusu anatomiyi vücuda getirirler. Herkes o merkezden emir alır mahiyette işlerini görürler. Bu Merkezi irade de -kim ne derse desin- Batı’da dindir, yani Hristiyanlıktır. 
Mesela Vatikan evvela düğmeye basıyor, Ermeni meselesinde, Kıbrıs ilk hükmü o veriyor. Ondan sonra bir bakıyorsun ki Avrupa Parlamentosu onun ağzıyla konuşmaya başlıyor. Yine aynı iradenin düğmeye basmasıyla Fransa, aynı iradenin istikametinde konuşmaya başlıyor. Gene İtalya aynı iradenin istikametinde konuşmaya başlıyor. Yani bunların hiçbiri tesadüf değildir, bir organizasyonun efendim vücuda getirdiği sonuçtur. Şimdi, ben bunu görmek istemiyorum. O zaman çok ciddi bir şekilde, tarzda yanılırsın. 
Bakınız ne diyor adamlar, diyor ki: “Kıbrıs'taki asker işgal kuvvetidir.” Kıbrıs'a, ben çocuktum o dönemlerde, 74; çocuk da değildik ama delikanlılık çağımızda, hiç unutmam Kemeraltından iştirak eden arkadaşlardan bir tanesi de gazi olarak dönmüştü, ayağının bir tanesini kaybetmişti. Bizim o bölgeden bir sürü insan gazi oldu, şehit oldu. 5 bin insanımız Allah'ın rahmetine kavuştu, şüheda oldular, şehit oldular. Şimdi, sen geliyorsun, oradaki niçin çıktı bu askerler oraya, 74 Çıkarması’nın esprisini biliyor musunuz? Ya adamlar, affedersiniz, banyoda bizim insanımızı boğuyorlar. Nahak yere birçok kardeşimizi yok ediyorlar. Eza, cefa, işkence doruk noktaya çıkmış. Ve o tarihte Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün dünyaya bunu ilan etmesine rağmen bu zulmü kabul etmeyen dünyada ikinci bir millet yok, hepsi kabul ediyor. Fakat ne zaman 74 Çıkarması oldu, sanki o dünya bir anda geri döndü. Ya siz az evvel demediniz mi ki; “Bu yapılan işkencedir, zulümdür ve buranın adaletle bu işlerin halledilmesi lazım ve kendiniz hiçbir katkıda bulunmuyorsunuz, bu münasebetle biz buraya çıkarma yapıyoruz.” diyen sizsiniz. Ve Türkiye'nin garantörlük hakkı olması münasebetiyle de bunu kullanıyor, yani hukuk dışı da bir eylem yapmış değil, hukukun içinde üzerine düşeni, koruma ve kollama vazifesi ile Kıbrıs'a asker çıkartıyor. Oradaki insanımıza, oradaki kardeşlerimize hayatını teminat altına, efendim, yaşayışını teminat altına alıyor. 
Şimdi, onun için orada bulunan insanlar, yani asker, Türk Silahlı Kuvvetleri, işgalci kuvvet oluyor. Deme, onun işgalci olmaması için oradaki Türk neslinin Yunan zulmü altında, Rum zulmü altında bitmesi lazım idi. Ya bu adalet olur mu? Şu kafa Lahey’de bana adalet verecek! Bu kafadır bu, bu anlayış değil mi? Anlatabiliyor muyum? Oradaki işgalci… Çekeceksin orasını, Kıbrıs'ı da ardından teslim edeceksin. Manası bu işin bu. 
Artı, o da yetmiyor; “Siz Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmadan evvel, o sıralarda, imparatorluk dönemlerinin sonuna doğru, Ermenilere çok zulmettiniz.” Parlamento diyor bunu, Avrupa Parlamentosu. Eee? “Bunu kabul edeceksiniz, bu sizden hiçbir şey, şey etmez, noksan etmez”. 
Şu işe bak, yani olaylar o kadar ters düz ediliyor ki şimdi, bizde de büyük kabahatler var. Bak, biz aşağı yukarı bunu şu kadar zamandan beri seslendiriyoruz, hiçbir Allah kulu bir yetkili insan açıp ne teşekkür etti ne denilenleri dinledi ne bu istikamette, efendime söyleyeyim, bir muameleye başladılar ne kurumlaşmaya başlamadılar. Ne diyoruz biz? 
Diyoruz ki bakın; yav bu adamlar böyle böyle iddia ediyorlar. Türk arşivlerinde bir buçuk milyon adet vesika var. Yav 3 tane vesikayla adam dünyayı yıkıyor ve adamın elinde hiçbir vesika yok, bir sürü iftirayla dünyayı birbirine katıyor, senin elinde bu konuyla ilgili 1 buçuk milyon adet vesika var, ağzından bir kelam çıkmıyor. Enstitüler oluşturmak lazım, akademiler kurmak lazım, kürsüler vücuda getirmek lazım, akademisyenler yetiştirmek lazım. Yani kısaca, bunu bu milletin meselesi hâline getirmek lazım. Elbette bunu yapacak olan da ben değilim, benim o kadar gücüm yok. Biz de yaparız ama gücümüz yok. Bunu yapacak olan devlet iradesidir, siyasi iradedir. Yani bu kadar bu olaylara duyarsız bakılmasının ben temel esprisini şahsen anlamış değilim. 
Sonra, yazıktır; bizim içimizde Ermeni asıllı kardeşlerimiz var. Bunlarla biz asırlar boyu bir arada yaşadık, yanlış anlama. Malazgirt Meydan Muharebesi münasebetiyle Anadolu topraklarına giren Selçuklular, yani Sultan Alparslan, Türkler, o dönemlerde Türkleri, Türklerin yanında Ermeniler yer almıştır. Ta asırlar boyu bu destek devam etmiştir. Bizans'ın, Roma'nın zulmüne karşı isyan edilmiştir. Bunu yapan Ermeniler. Ya ne olmuş da son zamanlarda, Osmanlı'nın son zamanlarında bu kardeşlerimizin kafasını çeldiler. Bunları da ayıktırmak lazım, yani bu insanlar kötü insanlar değil, muti insanlardı. Bu münasebette Osmanlı, bunlardan valiler, idareciler hepsine böyle sırayla yer verdiler, anlatabiliyor muyum? 
Şimdi, neyi demek istiyorum, bakın; adam diyor ki siz bunlara yaptığınız soykırım zulmünü kabul edin; ardından, tazminat davası; onun ardından e şurası şurası da onundu, buradan çıkın bakayım şeysi gelecek.Zaten bu şark meselesi var ya, işte budur işin özü. Orada işgalci, burada işgalci.
Hatta bak dinlerarası diyalog konusunun asıl temeli, esprisi de budur, burada yatıyor. Burada Türk unsuru olmadığını iddia ederek burasını kendi mantıklarına göre Hristiyanlıkla asimile etmek suretiyle elimizden almaktır, misyonerliğin iç yüzü de budur. 
Şimdi, her kim ki Türkiye'de bu mantığa, işte o masumdur, o şudur budur diyorsa resmen bilin ki hem millî değerlere karşı haindir hem dinî değerlere karşı haindir; hiç kimse bunu itiraz şey edemez, buna karşı çıkamaz. Zamanında diyorduk, “ya kardeşim bizim büyüklerimiz söyledi, bunlara güvenilmez; post dost meselesi malum olmaz bunlarda ne post olur ne dost olur.” “Yok siz yanılıyorsunuz.” Kendi ağzıyla itiraf etti, peki, kendi ağzıyla itiraf ettikten sonra hâlâ tavrını niye koymuyorsun? Kalkıyor bilmem ne hangi belediye hâlâ diyalog adı altından bizim vatandaşımızı kandırmaya çalışıyor. Neyi amaçlıyorsunuz?


Avrupa Birliği’nin Şartları Sevr’den de Öteye Geçmiştir

Bence Sevr’den de öteye… Sevr’de adamlar zorla geldi, yapacaksın dedi, kabul edeceksin dedi. Yav şimdi biz dayatıyoruz, onlar dayatmıyorlar, yanlış anlama. Almamak için, hükm-i ilahi ortada, almayacak, diyor. Biz de “yok”. Baba, sen değişirsen ben değişmem, bitti. Olay budur.  Parlementoda malum o, şey meselesi var, kavmiyet meselesi,” etnik grup Lozan'a göre değil”, “e neye göreymiş?” “Dünya standartlarının geldiği bir nokta var, Avrupa Birliği'nin kabul ettikleri, ettiği ölçüye göre siz azınlığı kabul edeceksiniz.” Yani Müslüman olması onu kurtarmıyor, yani Türk vatandaşı olması için kâfi gelmiyor. Ayrı bir boydansa tamam, bu etnik güçtür ve azınlıktır. Tabire bak! Her tarafı böleceksin, olay bu.

Kendi Kültür, Örf, Adet ve Geleneğimizi Paylaşan Dünya ile Siyasi, İktisadi ve Askeri Birlikteliklere Girebiliriz

Valla, biz millet olarak coğrafyamızda kendi kimliğimizi kabul ederek o kimlik etrafında büyümemiz lazım. Efendim, bugün dünya, şunu çok iyi görmek gerekir ki Avrupa'dan hiç ibaret değil ve Avrupa bitme noktasında, kim ne derse desin. Bugün Avrupa Avrupa diyen insanlar ya Avrupa'yı tanımıyorlar ya bizi tanımıyorlar. Biz, elhamdülillah, bu işin kültür noktasından, ilim noktasından siyasi hayatına, ticari hayatına, iktisadi boyutlarına kadar her yönünü bilen insan olarak konuşuyoruz, yani afaki olarak konuşmuyorum. Şimdi, Avrupa bitme noktasındadır, Avrupa'da nesil de kalmadı. Şimdi, adamlar kalktılar orada çalışan işçileri kendi vatandaşları yapma kampanyasıyla seferberlik ilan ettiler. Niye? Bitti nesil. Doğurmayan milletten ne olur ya? Aynı mantığı bize empoze etmeye çalıştılar. Kendileri doğurmak için bir sürü teşvik -gerek maddi gerekse manevi teşvik şeyleri, yardımları verirken- bize de “sakın ha, böyle bir şey yapmayın”, dedi. Yok ya, bu milletin yapacağı iş çoğalmasıdır kardeş hem madden hem manen. Manen çoğalmak, Resulullah'a ümmet olmanın faziletini arttırıyor, madden çoğalmak da bu heriflerin karşısında dimdik herif gibi olmayı gerektiriyor ya, anlatabiliyor muyum? Bunu yapacağız, yapmamız lazım. 
Şimdi, bir ikincisi, kendi kültürümüzü örfü, adetimizi geleneğimizi paylaşan bir dünya var. Bunlarla gerek siyasi gerek iktisadi gerekse askeri birlikteliklere gireceğiz. Bunu derken bu heriflere de harp ilan edelim, irtibatımızı keselim değil, o seni nasıl kabul ediyorsa, hangi terazide ölçüyorsa sen de onu o terazide ölç. Farklı bir yakınlık getirmene gerek yok. Ama bizim farklı yakınlık getirebileceğimiz, kanımızdan ve canımızdan, dinimizden ve imanımızdan olan büyük bir topluluk var. Niye aynı birlikteliği sen onlarla beraber kurmak istemiyorsun, her türlü beraberliği yapmak istemiyorsun? Bunu yapmamız gerekiyor. 
Artı ben iddia ediyorum Uzakdoğu'nun teknolojisi, bugün Batı’yı geçmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, hep uzak doğudan transfer bu tekniği transfer ediyor. Japonya'da ne kadar yenilikler var onları kendi dünyalarına transfer ediyorlar. Haa, o hâlde yeni dünyanın bu yeniliklerini elde edebilmek için de o dünyayla çok sıkı bir münasebete girmemiz gerekiyor. Teknoloji transferi artık geçmişte olduğu gibi zor bir hadise değil. 
Siz istediğiniz teknolojiyi çok kısa bir zamanda yani üç beş ayda kendi ülkenize rahatlıkla transfer edebilirsiniz. Bunları yapmak varken, bunlarla milletimizi örgütlemek varken bunu yapmıyoruz gidiyoruz, efendim, onlardan çok daha geri olan, mukayese yaptığımızda çok daha geri olan dünyanın uydusu veya kuyruğu mesabesinde olmaya çalışıyoruz. Bence bunlar çok yanlış. 
O dünyayla, yani Türk dünyasıyla, Türk-İslam dünyasıyla artı, bizimle asırlardan beri olan bir İslam dünyası var, Ortadoğu var. Tabii onların da içine çok fitne girmiş. Adamlar orasını yıkmak, bozmak ve bizden koparmak için az mı uğraştılar? İngilizler, binlerce din adamı gönderdiler o bölgeye. Ardından malum, Amerikalılar o bölgenin tasarrufunu ellerine aldılar ve orada o kadar köklü yerleştiler ki şimdi sen gidip de bunu da bir anda elinin tersiyle atman da bu mümkün değil gerek bürokratını gerek halkını gerek siyasisini ikna etmen gerekiyor. Bu da birçok ciddi bir zaman ister. 
Ha, şunu demek istiyorum. İster ama… Bizim iç ve dış politikamız, sonra ülkede birliği kesinlikle temin etmemiz lazım.

Millet-Devlet, Millet-Asker Bütünlüğünün Kesinlikle Temin Edilmesi Lazım

Nedir  bu? Millet-devlet, millet-asker bu bütünlük kesinlikle temin edilmesi lazım. Allah belamızı verir, iki adım atamayız. Hiçbir yere gidemez hiçbir yer gidemez, gitse de ondan bir şey olmaz. Ha onun için bir bütün olacağız, efendim bunu derken bizim hatamız yok mu, hatalarımız yok mu? Elbette var, ya orman çakalsız olmaz kardeşim, hatası olan olacak, kusuru olan olacak. Zaten hatasız olan insan dört dörtlük olur. Haa, peki burada bize düşen vazife nedir? 
Biz, insanımızın bak maneviyat erbabı kabul ettiğimiz Diyanet müntesiplerine düşen vazife, işte bu insanları tek tek ıslah etmektir, ikaz etmektir, irşat etmektir. Yoksa kalkıp da o şudur budur deyip onların peşine düşmek değil. Geçenlerde -söz sözü açıyor- bir televizyon kanalında adamın bir tanesi “anlamadığın bir dille” diyor, “ibadet yapacaksın, bu kabul olmaz”; kesip atıyor. Şuna bak! Ve bu adam tam bir yıl Amerika'da Moon Tarikatında kaldı bu adam. Efendime söyleyeyim, birden düşündüm, Allah Allah, “demek” dedim, “ibadet etmek için her birimiz fakülteye gideceğiz”, fakülteye gitmek de mesele değil, nasıl öğreneceksin? Ondan sonra öğreneceksin, amel edeceksin. Öğrenme demiyoruz, elbette öğrenelim ama bu mümkün mü? 
Artı ve ilaç mesela hasta oluyor bir insan gidiyorsun, doktora gidiyorsun. Doktor sana bir reçete takdim ediyor E şimdi, giden insan avam insandır, şu insandır… Ne olursa olsun yani tıp tahsili görmeyen hiçbir insan doktorun takdim ettiği reçeteden anlamaz. He, şimdi efendim, demek orada sen, tıbbi eğitimi göreceksin şifa bulmak için. Bu kadar mantıksızlık olur mu? Bu neyse o da odur.
O da, o da benim yarınki yazımı mutlaka takip edin Yeni Mesaj’da. Adam diyor ki, dinde şüpheye düşüreceksin, dinden uzaklaştıracaksın, amelden koparacaksın. Bunlar adım adım, adım adım bir noktaya getirdiler işi. Şimdi, arkadaşlar yapılacak olan iş, birbirimize kenetleneceğiz. Tek vücut, tek bilek, tek yürek olacağız. Bunu diyorum, Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar niyaz ediyorum, saygılar sunuyorum efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir