info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Sosyal Devlet ve Dünya Ekonomisi / 23 Ağustos 2004

    Neler Okuyacaksınız

Petrol, Ekonominin Hayati Kanıdır ve Artan Fiyatlar Türkiye'yi Doğrudan Etkiliyor 

Evvela bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyorum, saygılarımı iletiyorum. Şimdi petrol olayı sıradan bir olay değil. Evvela meseleye bir mihrak hareket noktası olarak olması gereken yere petrolü koyalım, ondan sonra ekonomiye bakalım. Acaba petrolle beraber petrolsüz Türkiye'de ve dünyada ekonomi nasıl gider? Cevap petrolsüz dünyada elektrik enerjisinden, otomotiv sanayinde kullanılan yakıtlara kadar bütün hayat mefluç olur, durur. Binaenaleyh petrol benzetmek olursa insan bünyesindeki kana benzer, yani kan gibidir vücudun kanı. Neyse devletlerin hayatında, toplumların hayatında petrol de bu derece ehemmiyet sahibidir. Şimdi biz petrolü kendi şartlarımızda üreten ki rezervlerimiz olmasına rağmen bunları tamamen terk ettik. Çok cüzi bir kısmını üretme durumundayız. Üreten bir devlet bu şartlarda olmadığımız için dünya petrol fiyatlarının artışı bizi doğrudan etkiler. Mademki hayatın her kurumunda, her safhasında olmazsa olmaz malzemelerden bir tanesidir, o halde biz bunu ithal etmeye mecburuz. O takdirde artan fiyatın kendi şartlarımızda zaten ekonominin az evvel de ifade ettiğimiz gibi kırılgan bir döneminde hayatımızın tamamına yansıması söz konu olur. Aldığımız ne bileyim,  en basitinin ekmekten, içtiğimiz suya kadar bütün hayatımızı etkileyecek bir konum arz ediyoruz, petrol. O durumda efendim hesap ettiğimiz oranda bunun üzerinde efendim petrol giderlerimiz yanılmıyorsam 38 dolar civarındaydı değil mi? Bir sene bir buçuk sene evvel petrol, şimdi sizin ifade ettiğinize göre 50 dolarlara baliğ oldu. Ve bu, eğer yükseliş devam eder, iddia edildiği gibi 60 dolarlara çıkarsa %100 bir artış demektir ki mesela şu andaki cari işlem açığı iktidarın yaptığı hesaplara göre 7.10'da 6 olması gerekirken 11 milyar dolara baliğ oldu. Yani efendim 7.10'da 6, 11 milyar tam %50 nispetinde bir artış var, yani bu cari işlem açığı. Şimdi cari işlem açığı derken vatandaşın bu konuda net bilgi sahibi de olması lazım.

Cari İşlem Açığı, Türkiye’nin Borç ve Faiz Yükünü Arttırıyor

Ne demektir cari işlem? Bir aile düşünün bir ailenin girdileri vardır, akarları vardır. Yani birçok yoldan ve yerden geliri vardır. Bu gelirleri alıyor bir de buna mukabil harcamaları var. Bu harcamaları da kendi bütçesinden harcıyor. İşte bu girdinin çıktıdan az olması, cari işlem açığı, döviz nev’ine bunu döviz cinsine tebdil ettiğimiz zaman girdinin efendim çıktıdan daha az olması veya çıktının girdiden çok fazla olması manasına geliyor.  Şimdi devlet hayatına bunu teşmil ederek anlatırsak devletin birtakım ihraç mamulleri vardır, bunları ihraç eder. Bir de ithal ettiği mamuller var. Yani satarak mamullerini satarak döviz cinsinden kazandığı vardır. Mamul alarak, ithal ederek döviz cinsinden harcaması vardır. Bu silahlı gücünden herhangi bir mutfak malzemesine kadar gider de olabilir, gelir de olabilir. Şimdi Türkiye'de buna baktığımızda işte cari işlem dediğimiz toplam döviz girdisinin efendim 11 milyar dolar daha üzerinde bir açığımız ortaya çıktı. Türkiye bu şartlarla buna tahammül etmesi mümkün değil. Neden? Çünkü Türkiye'nin borçları tamamen artmış durumda, iç ve dış borçlar. 220 milyar dolardan 330-340 milyar dolara baliğ oldu iç ve dış borçlar. Bir buçuk iki yıl evvelki faiz giderleri 45 katrilyondan bu yıl takiben 150 katrilyon civarına baliğ oldu. Yani Türkiye'nin geliri şu anda borçlarının faizini karşılayacak durumda değil. O zaman ne olacak? Borçlar da ertelemiyor, faizleri de ertelemiyor. Türkiye böyle hakikaten içinden çıkılması çok zor bir manzara içerisine girdi, bir durum içerisine girdi. Bu vaziyette düşünebiliyor musunuz, sizin ithal ettiğiniz petrol işte tam %100'e varan bir artışla beraber ithal edilecek. Yani bu cariye işlem 7.10'da 6 olması tahmini 11 milyar dolar ortaya realite olarak çıkınca bu manzara karşısında yılsonuna kadar mesela bazı arkadaşları ben dinliyorum “15 milyar civarında olabileceğini” ifade ediyorlar. Ama benim kanaatim 15 milyarın çok üzerinde olur. 16-17 milyar dolar civarında bir cariye işlem açığı ortaya çıkar ki Türkiye bu borç sarmalı ve faiz giderleri altında bu derece bir yükün altından kalkması çok zor bir görünüm arz ediyor.

İhracat ve Turizm Gelirleriyle Cari Açık Kapatılamaz

 Şimdi deniliyor ki biz bunu ihracatımızla turizm gelirlerimizle beraber karşılayabiliriz. Olur mu? Olur mu? Olması mümkünattan ama bu teori olarak mümkünattan. Şimdi bize realiteye girip baktığınız zaman bizim ihraç mallarımız bazıları hatta %80'i sizin ithal ettiğiniz mamullerden vücuda geliyor. Mesela ne yapıyorsunuz? Ham maddenizi, metal işlediğiniz maddenizi yurt dışında mı alıyorsunuz? İthal ediyorsunuz. İthal ettiğin mamulü kendi kurumunda, sanayinde işliyorsunuz, mamul haline getiriyorsunuz. O şekilde bunu ihraç ediyorsunuz. Yani sen evet 1 lira alıyorsun ama 80 lira veriyorsun bunu fabrikana getirirken. Kime? Döviz olarak yabancıya, Rusya'dan zannıma göre alıyorsunuz. Şimdi Türkiye'deki ithalat bu, affedersiniz İhraç ediyorsun ama öyle faraza yaptığın ihracat kabul ederim 2 milyar dolar, 2 milyar doların tamamı sana ait değil. Bunun 1,5 milyar dolarını sen zaten vermiştin daha evvel. Yani bu görünüşte 2 milyar dolar ama hakikatte 500 milyon dolar senin girdin var. Anlatabiliyor muyum? Şimdi realite olarak ihracat bu olunca bir defa bu düşünce bu gideri karşılamaz. İki, turizm. Kış mevsiminde kış turizmi kayaktır şudur budur… Böyle bu miktarda bir turist Türkiye'ye akın edebilir mi? Realist olursak olmadı, olması da mümkün değildir. Dolayısıyla biz bu açığı işte ihracatla, turizmle kapatırız. Bu aslı olmayan, işte insanların gönlüne su serpmek kabilinden atılan bizde bir söz vardır, “palavra atmak”, palavra atıyorlar yani. Bunlardan birkaçıdır, bu böyle bir şey olmaz. Peki, ne olabilir? O olmaz, bu olmaz… Türkiye'de esasen olması gereken bir devalüasyon var, bu devalüasyona bugüne kadar Türkiye'den taviz almak kastıyla ABD bastırdı. Yani bunu çok iyi görelim. Yani bugün dövizin gerçek manası serbest piyasada olduğu gibi değil. Dövizi kendi haline ABD bir bıraksın, %100 katlar üstüne vurur. Şimdi bu şartlarda işte %10 para devalüe olacak, ben ona katılmıyorum. En az %30, %40'tır. Realite olarak bu budur. Ama Türkiye'yi biz İran'a karşı kullanalım, Türkiye'yi biz falan yere karşı kullanalım, Orta Doğu'da istediğimizi onunla yapalım; sonra da posasını çöp tenekesine atarız ama şimdi işimize lazım. Bunun için belki gecikmeler olabilir. Yani biz uzatmalara oynuyoruz. Şimdi hakemin insafına kalmış. Son iki dakikada, üç dakikada ne yaparız? Bence hiçbir şey yapamayız.
 

Sosyal Devlet, Devletin İnsan İçin Var Olmasıdır

Şimdi “param yok” diyen adamın, vatandaşın cebine para koyacaksın.  Yani nasıl koyacaksın? Şimdi şu, maalesef kapitalist ekonomi zenginin daha nasıl zengin olabileceği hesabı üzerine üretilen bir sistemdir, bir teoridir. Bu teori dünyada uygulandı. Esasen bunun uygulamalarından doğan hastalıklardan sosyalizm ve komünizm doğmuştur. Yani adil paylaşım olmamıştır. Olmayan bu adil paylaşım nedeniyle insanlık devlet denilen iradenin olmaması gerektiğine ve bunun etrafında bununla beraber hayatını sürdürmekte olup da bütün gelirleri kendi, ne bileyim bütçelerinde toplaması gerektiğine inanan zümre, bireylerin hâkimiyeti olan bir dünya değil, doğrudan hepimizi eşit kabul edebilecek devlet iradesinin olduğu bir dünya arzu ettiler. Bunun neticesinde yani bireye dayanan bir devlet iradesi değil, toplumun iradesine dayanan bir devlet iradesi manasına gelen sosyalizmi ortaya koydular. “Biz bunu” dediler, “adil paylaşım olabilmesi için bu işi böyle yaparız.” Ama bunu böyle derken, bireyden kaçayım derken, “yağmurdan kaçarken doluya tutuldu” insanlık. İşte bu komünist partisi dediğimiz partiler bu sefer çıktı ortaya. Kapitalist dünyada bir iki kişi bu işi götürürken bu sefer çok daha güçlü bir efendim sosyal sınıf ortaya çıktı. Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman adaletli bir dağıtım yok. Adaletli dağıtım olmayınca işçide, işçinin geliri onu tatmin edecek, onun hayatını idame ettirecek seviyede değil; memurun hayatını idame ettirecek seviyede değil, ne bileyim sanayiyle uğraşan kesimin hayatını idame ettirecek seviyede değil; köylü sınıfı dediğimiz tarım kesimin hayatını idame ettirecek seviyede değil. Hayatın tamamına bunu teşmil edersek, bireylerin efendime söyleyeyim hayatını idame ettirecek şekilde adil paylaşım olmadığından bu zaman ortaya çıkan manzara, paylaşımda adaletsizlik, tüketimi olduğu gibi daha doğrusu olması gerektiği gibi bir noktaya taşıyamıyor. Yani şunu demek istiyorum, siz tüketebilmeniz için pazara gittiğinizde işçisiniz, cebinizde para olması lazım ki ihtiyacınız olan yiyecekti, giyecekti, neyse bütün eşyaları alma imkân ve fırsatına sahip olmalısınız. Memur olarak gittiğiniz zaman yine bu olması lazım, bir ev hanımı olarak gittiğiniz zaman bu olması lazım. Yani şunu demek istiyorum, ekonomide adil paylaşım gerek sosyalizmde, komünizmde, gerekse kapitalizmde bugüne kadar olmadığından dolayı şu anda gelinen nokta ekonomi dünyada durağan bir döneme girmiştir. Peki, olması gereken nedir? Olması gereken sosyalist devlet değil, sosyal devletin hayata geçirmektir. Sosyal devlet ne demektir? Devletin insan için var olması demektir. Devlet kim için vardır? Benim için vardır, senin için vardır. Hâlbuki sosyalizmde devlet, o bir sınıf içindir, başkası için değildir. Toplumun tamamı için olması lazım, sosyal devlette toplumun tamamı için olması lazımdır. O zaman ne olacak? Devlet halkına hizmet getiren iradedir. Ona hizmet eden, onun imkânlarını önüne koyan ve de rahatını temin eden kurumdur, kuruluştur, böyle bir iradenin adıdır. O takdirde ne olur? O takdirde işçi hak ettiği maaşı alır, memur hak ettiği maaşı alır, ev hanımları hak ettiği maaşı alır, çocuklar hak ettiği maaşı alır, ne bileyim, orman köylüsü hak ettiği maaşı alır, tarım kesimi hak ettiğini alır; ürününe mukabil hak ettiğini alır. Sosyal devletin manası budur. Yani insanın hiçbir şeye muhtaç etmeden hayatını, geçimini garanti altına almaktır. Şimdi Türkiye'de bakıyoruz, bunlar var mı? Bakıyoruz, yok. Yani işçi hayatından memnun değil. Niye? Çalışıyor ama emeğinin mukabili olan, devreye koyduğu enerjisi ve onun neticesindeki üretimi, bunun geçimini temin etmiyor. Memur böyle, esnaf kurumları böyle, tarım kesimi böyle, ev hanımları böyle. İşte sosyal devlet hem ona üretim imkânını tanıyacak hem emek verme imkânlarını tanıyacak ve buna mukabil de bu imkânının değeri olan parayı onun cebine koyacak. Şimdi düşün ki ev hanımları ne yapmıştır? Bir maaşa bağlanmıştır sosyal devletin mantığında. Bu kadın pazara gittiği zaman sıkıntı çekmez. Kocasından gelecek olan paraya bakmaz. Çocuğu adına maaş alacak. Onunla beraber hem kendi maaşı, hem de ÇOcuğunun maaşı; yaşlı varsa onun da maaşını alacak. Evde sakat varsa onun da maaşı düşünecek. Böyle bir genç, çeşitli yollarla devletin desteğini alacak. Devlet zaten budur, aksi takdirde benim sırtımdan geçinen devletin adı devlet değildir, sülüktür o; vatandaşı emer. Bu böyle beni emen, seni emen bir sülük bana ne? Vatandaşa hizmet getiren iradenin adıdır, devlet budur. İşte bunun hayata geçmesi lazım. Ve pazara gittiği zaman vatandaş cebinde para olduğu için iyi müşteri olur. 


Belli Bir Miktarın Altından Vergi Alınmaması Tüketimi Destekleyecektir 

Peki efendim devlet bunları nereden temin edecek? Benim şahsen düşüncemde belli bir miktarın altındaki gerek tüketiciden, gerek üreticiden bir tek kuruş devlet vergi almaması lazım. Niye? Eğer almazsa devlet onu aynı zamanda vergiyle de desteklemiş olacak. Vergi yükünden kurtulacak. Anlatabiliyor muyum? Ha şimdi peki devlet neyle geçinecek? Devletin geçinmesi çok basit. Ben dün pazara gittiğimde bir alırken bu anlattıklarımız devreye girdiği zaman 10 alacağım. Yani benim tüketimin 1'e 10 artacak. Şimdi benim tüketimim 1'e 10 artınca bana mal satan 1'e 10 nispette üretimini arttıracak. Bu ne demek oluyor? Dün 1 tane mamulün vergisini veren o üretici bugün 10 tanenin verecek. Şimdi şu anda bu şartlarda, tabi daha çok kazanacak. O zaman ne olacak? Bakın bu şartlarda biz diyoruz ki yıl sonunda 100 katrilyon civarında bir vergi bekliyoruz. Ve buna tam onu almamız mümkün değil. Alsak bile 50 katrilyona yakın da bir bütçe açığı var, şimdi bu şartlarda böyle. O günkü şartlarda nasıl olur? Bunun 1'e 10 misli artacak. Yani 1 trilyon devlet vergi alacak. 1 katrilyon 1000 katrilyon tamam kusura bakma. Şimdi yılbaşında hükümet bunları azaltacak. Hizmeti herhalde bizim hesap açısından kolay olacak. Şimdi yani 1'e 10’da bir artış… Vatandaş vergisini, üreten vergisini rahat verecek. Niye? Kazanıyor. Devlet rahat geçinecek. Niçin? Vergisini alıyor. Tüketici, sen, ben, köylü, işçi, memur tüketeceğiz. Niye? Cebimizde paramız var. Bu denklemi kurmanın adıdır efendim sosyal devlet ve sosyal hayat. Bunun olması lazım, bu olmadıktan sonra hangi sistemi getirirseniz getirin hiçbir şey yaramaz. Bu da mutlak surette adil bir milli ekonomik modelle hayata geçecek olan bir sistemdir. Efendim biz yönetime de bunu tavsiye ediyoruz, muhalefete de bunu tavsiye ediyoruz, halkımızın tamamına bunu tavsiye ediyoruz.


Devlet, Vatandaşın İhtiyacı Olan Parayı Faizsiz Karşılayan İradedir

Şimdi düşünebiliyor musunuz? Şu anda mevduatın piyasada dolanan miktarı 3-4 katrilyon bir paradır. 70 milyon insanın 3-4 katrilyonla hayatını sürdürmesi mümkün müdür? Peki paranın tamamı nerededir? Geri kalan para nerededir? Geri kalan para işte faiz yoluyla tekelleşti. Kimin eline geçti? Bankaların eline geçti. Kimin elindedir? Tefecilerin elindedir. Kimin elindedir? Efendim finans kurumlarının elindedir. Kısaca para benim senin cebinde olması gereken para bizde değil. Kimde bunlar? Sağda solda dağıtıldı. Tedavülde yani dolaşımda olan para stokta olan paranın %1-%2'si. Hiçbir şey değil. Ne karşılığı? Hiçbir şey değil. Yani piyasada olan para, piyasada olan para piyasada değil. Bloklaşmış, stoklaşmış. Kim bunu alıyor? Kim bunu alıyor? İşte bazen sen ben alıyoruz, bazen ve çoğunu da devlet alıyor kendi işlerinde kullanıyor, faizle beraber. Şimdi böyle bir piyasada insanların huzur bulması, rahat etmesi hiç mümkün değil. Dolaylı veya dolaysız verilen faizler gene senin ve benim cebimden çıkacak. Üreticiysen sen sattığın mamule bunu yansıtacaksın. Tüketiciysen sen de aldığın mamullerden bunu ödeyeceksin. 
Şimdi Türkiye'de enflasyon %9, %30 faizin olduğu bir ülkede %9 enflasyon var demek resmen Türkiye'nin deflasyona girdiğinin ispatındır. Ne demektir bu? Ben zaten işi yaparken %30 kafadan para veriyorum. Eğer ben %9 kazanıyorsam %21 ben bataktayım. Anlaşıldı mı? Yani %9 kârla bir iş yapıyorsam zaten ben %30 aldığım faize, krediye faiz veriyorum. Nerede bu %20 nerede? Ha o şurada; vatandaş demek o kadar mağdur oldu ki alamıyor, hiçbir şeysi yok. Adam da üretti satamıyor. Satması için ne yapıyor? Malın fiyatını aşağı çekiyor. “Namusumuzla hiç olmazsa borcumuzdan kurtaralım” diyor. Yani kısaca bugün eğer enflasyon %9'lardaysa hükümetin intihar etmesi lazım. Deflasyona girdi, yani resmen deflasyondayız. Peki, bunun sonucu nedir? Bunun sonu nereye gidiyor? Stagflasyona gidiyor; “iş yerlerinin kapanması, herkesin dağa çekilip münzevi bir hayat yaşaması” demektir. Ve “ekonomiden 7'den 70'e herkesin elini çekmesi” manasına gelir. Neden? Çünkü toplumdaki kan artık bloklaştı. İşte milli ekonomik dediğimiz model de bunu bloklaştırmayacağız. Vatandaş bu yükten kurtulacak. Devlet işte vatandaşın ihtiyacı olan bu parayı karşılayan iradenin adıdır. Faizsiz karşılayan, sıfır faizle karşılayan iradenin adıdır. O takdirde hem üreten hem tüketen bu yükten kurtulur. Böyle bir ekonomik model mi daha hayırlı? Bugün ki mi? Şimdi bir yıl sonra yarım kiloya veya tamamının elinden çıkar hakkın selameti üzerine olsun diye kapatır işi. Yani iş yerini kapatır, olay budur.


Biz Kendi Kimliğimizi, Hürriyetimizi Ortaya Çıkarmamız Lazım

Şimdi bizim bunu anlatmamıza gerek yok. 20 trilyon yani “devede bir kulak değil, kıl…” Bu bir vilayet için bile kifayet eden bir rakam değil. 2.7 katrilyon sadece fındıktan açıklaması. Bu Karadeniz’i ilgilenilen bir konu. Bunun %60’ı veya %50'si Trabzon'a ait. Sen şimdi bin katrilyon üzerinde paraya ihtiyacı olan bölgeye sadece 20 trilyonu versen hiçbir şey etmez. Bu şimdi “gönüllere su serpmek” manasında bir şey olacak. Şimdi tarımda olması gereken hem üretimi hem tüketimi desteklemektir. Biz gözden kaçırdığımız bir nokta var. Serbest piyasa ekonomisine geçildikten sonra yabancı güçlere ülkemizi pazar yapabilmek için kendi üreticimizin mamullerine sırtımızı döndük. Bu zaten yabancı güçlerin Türkiye'den istediği bu insanların da dominyon ve esir olarak kullandığı ülkelerde yaptıkları da budur. Ne yapıyor? Adama üretim yaptırmıyor veya üretim yaptırıyorsa kendi sahibi olarak, tasarruf sahibi olarak onu yaptırıyor. Seni orada ya işçi veyahut da müşteri olarak kullanıyor. Şimdi buğday istediğimiz gibi ekemiyoruz, mısır istediğimiz gibi ekemiyoruz, şeker pancarını istediğimiz gibi ekemiyoruz; ne bileyim zaten fındık yok, çayı istediğiniz gibi siz toplayamıyorsunuz. Ne olmuş oluyor? Tüketim, yüzde yüz tüketim malzemesi olan bu mamuller artık Türkiye'de üretilmediği için ihtiyaç maddeleri olan bu mamulleri Türkiye'nin ithal etmesi gerekiyor. İşte bu ithalin önünü açmak için şu ana kadar oynanan oyunlar oynandı. Yabancı irade, güç, onun için bize çeşitli efendime söyleyeyim kurallar, öneriler getirirler, “bunu hayatınıza geçireceksiniz” dediler. Kendi çiftçisinin, kendi üreticisinin mamullerini Türkiye'yi pazar ettiler, pazar oldu. Haa işte Don felaketi de herhalde bir yanlış ne bileyim yola girmenin gayretullaha dokunması manasına gelecek ki o da bir sille olarak önümüze çıktı. Bu tip konularla eskiler ayağına bir taş değdi mi kendini hesaba çekerdi. Şimdi biz de nefsimizi, nefsimizle baş başa kalıp kendimiz hesaba çekmeliyiz. Bu kadar musibet niye geliyor? Sebep ne? “Herhalde burada bir incelik var” deyip olması gerektiği yere oturmamız lazım. Biz her şeyimizden, ahlakımızdan, örfümüzden, geleneğimizden, maneviyatımızdan öyle bir ters köşeye yattık ki adam sende, en ne bileyim dindar görüneninden, en uzağındakine bir Türk modelinin adeta varlığı hasret duyulacak noktaya geldi. E müsaade et de bu sille gelsin. Mesela ben Hindistan'daydım orada Baburlar’ı, Baburlar’ın medeniyet yani o Hint dünyasında Türk-İslam medeniyeti bir gül gibi açıyor. Tac Mahal’ini görüyorsun. Kitapta “yedi harikadan biri” diyor. Ne yedi harikası? Tek harika, muhteşem bir eser. Düşünebiliyor musunuz? Mermere öyle taşlarla işleme yapıyorlar ki şöyle iki santimetrekarelik, üç santimetrekarelik yere mermeri oyarak altmış dört adet taş dahası çok üstün bir taşı işliyorlar; yani sanat harikası. Baktığınız zaman seni büyülüyor, Allah Allah! Türk-İslam medeniyeti çok farklı bir dünya, farklı bir âlem. Orada güneş gibi önüne doğdu. Şimdi o güne bakıyorsun, bu güne geliyorsun. Allah Allah! Eğer onlar dirilir, bizi görürlerse “yazıklar olsun, bunlar kimin torunlarıdır” diye sorarlar yani. Bunlarla işimiz olmaz. Şimdi yapılacak olan tek şey ne? Benliğimize dönüp kendimize olmamız lazım, kendimiz gibi olmamız lazım. Başkasından fayda yok. Yani biz kendi kimliğimizi, hürriyetimizi ortaya çıkarmamız lazım. O zaman bakın dünya nasıl olur? Türkiye nasıl olur? Türk milleti nasıl olur? Var, ondan sonrasını sen hesap et. Diyebilirim efendim, diyebiliriz. İstirham ederim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir