info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Dini ve Milli Bütünlüğümüz / 23 Mart 1998
07/06/2025 DİNİ YAŞAM 10

    Neler Okuyacaksınız

Dini ve Milli Bütünlük Birbirini Tamamlayan İki Ana Unsurudur

Şimdi, hiçbir millet yok ki milli benliğine sahip olmasın ve yine hiçbir millet yok ki dini hassasiyetin dışında olsun. Belki aşağılı yukarılı ameli satırda, safhada uygulama açısından zafiyetler olabilir. Ama mutlaka milletlerin hak ve batıl diye kabul ettiğimiz dinlere itikat ettiğini, o inançlar istikametinde hayatlarını yönlendirdiklerini görüyoruz. 
Şimdi dini emirler, içerik olarak bakıldığı zaman özellikle İslam dini, esasen toplumumuzun insanlarının da bütünlüğünü temin eden, ilahi bir dindir. Yani itikadi konularımız, ameli muamelatımız, İslam noktai nazarından ele alındığı zaman bakıyoruz ki milli bütünlüğümüz de bununla birlikte ortaya çıkıyor. Zaten o milli bütünlüğün umdeleri, unsurları din kaynaklı olması münasebeti ile de milli hayatımızda yeterli ve de geçerli oluyor. Bir insanın ‘Allah bunu böyle emrettiği için ben bunu yapıyorum, bunun sonunda şöyle bir mükafat vardır’ inancıyla bir işi yapması farklıdır; gelişigüzel, işte ‘yapılsa da olur, yapılmasa da olur. Bunun manevi bir boyutu yoktur. Adam sen de’ inancıyla yaptığı işin neticesi çok daha farklıdır.
Ülkelerin, özellikle ülkemizin birliği ve beraberliği açısından dini ve milli bütünlük birbirini tamamlayan iki ana unsurudur. Birini yok ettiğinizde diğeri, diğerini yok ettiğinizde öbürü devreden çıkar. Bunu daha iyi anlamak için birkaç değer üzerinde durmak istiyorum. Yani, olayı daha güzel ortaya koymamız lazım. 
Şimdi vatan, din bakımından da mukaddestir, muazzezdir, kutsaldır; milli duygular, düşünceler, inançlar bakımından da kutsaldır. Milli duygumuz, düşüncemiz, değerlerimizin onu kutsal yapan asıl faktörü de dinden kaynaklanmış olmasıdır. O halde siz bu kulvarda, vatan mefhumu üzerinde, din adına oynarsanız; o zaman milli algılama olan vatanla da oynamış olursunuz. Hadis-i Şeriflerinde Cenab-ı Fahri Alem Efendimiz ‘hubbül vatan minel iman’, ‘vatan sevgisi imandandır’. İmandan olduğu için vatanını, o coğrafyayı korumak kastıyla, maksadıyla asakirimiz, yani askerlerimiz ömürlerinde bazen 18 ay, bazen 24 ay… Ben çocukluk yıllarımda iyi hatırlıyorum; bahriyeli askerliği, bahriyeli olan ağabeylerimiz ki benim amcalarımın tamamı 3 yıl bahriye askerliği, bahriyeli idiler; bu askerliği yapmışlardır. Şimdi siz… Bak, bu işin temeline indiğiniz zaman sadece milli bir görev değildir, sadece dini bir görev de değildir; hem dini ve hem de millîdir. 
Şimdi siz dini, itikadi umdelerle, unsurlarla, vasıflarla bu konuda oynarsanız; taşları yerinden çıkartırsanız. Kabul edelim ki ‘Canım işte vatanı korumanın herhangi bir ahiret boyutu yoktur. Bunu siz korusanız da olur, korumasız da olur. Sonra, bunun için canınızı niçin telef ediyorsunuz ki? Şu kadar para verirsiniz, bundan çok daha güzelini filan yerden alırsınız’ diye böyle bir propaganda yapılsa, çok samimi konuşuyorum ve bu propagandanın etkisi altında insanlarımız kalsa… Yani o dini hassasiyetlerini ‘Ölünce ben şehit olurum. Zira onun üzerinde yaşayan anam, babam, amcam, sülalem, milletim… Mümin bir millet, Müslüman bir millet, ben; o vatan olmazsa dinimin icap eden kurallarını, prensiplerini, ibadet ve taatını da yerine getiremem’ bu inancı sildin, attığın zaman; oldu işte bir 3-5 metrelik, bilemedin 1.000 metrelik, 500 metrelik, şu kadar kilometrelik bir toprak parçası olur. 
Onun için strateji olarak, milletler birbirinin değeri ile oynarken hep işi manevi boyuttan ele alırlar. Olayın da farkına varmazsın. Dikkat edin, Osmanlı'nın bir yeri fethetmeden evvelki uyguladığı strateji çok hassastır. Balkanlar'a Osmanoğulları gelişigüzel girmemiştir. Ya? Balkanlar'a gitmeden evvel, şu anda Konya vilayetimizin sakinleri, Niğde şehrinin sakinleri, Kırşehir, Nevşehir'in sakinleri ve birçok vilayetimizin sakinleri, köyleri yetiştirilmiş, eğitilmiş. Osmanlı köy köy irşad ediyor bunları, ikaz ediyor. Tasavvuf menkıbelerinde çokça vardır bunlar. Bir bakıyorsunuz ki bir mürşid-i kamilin, ikaz ehlinin önderliğinde hayda bir efendime söyleyeyim grup, Balkanlar'da bilmem nereye gitmiş. Orayı gidiyorlar, içten fethediyorlar. Nasıl içten fethetmek? İslam'ın itikad esaslarını, güzel bir dil ile tebliğ ediyorlar. Onu dinleyen neticede insan, Hristiyan ise kendi inancıyla bunu mukayese ediyor. Önce tabii taassubi bir davranış ile olaya karşı koyuyor ise de neticede bakıyor ki ya bu işin sonu çıkmaz. Kısaca, ya Müslüman oluyor veyahut da Müslüman’a sempatizan hale getiriliyor idi. 
Mesela, ben Trabzonlu olduğum için çok iyi bildiğim bir gerçek var; Hoşoğlan Dede, Mısırlı Dede… Birçok mesela ahi teşkilatından gelen zevat vardır daha Trabzon fethedilmeden. Bunlar geliyorlar, şehrin dışında, kalenin dışında konaklıyorlar ki o zaman Türk boyları da mevcut kalenin dışında. İçeri ile irtibat kuruluyor. İmparator, Rum İmparatoru'nun itimadını sarsacak nitelikte bir efkâr-ı umumiye, bir hava oluşturuluyor. Kime karşı? Müslüman Osmanlı'ya karşı, Osmanlı'nın inandığı dine karşı. Hayda… Fatih Sultan Cennet Mekan, enteresandır, Trabzon'u fethe geldiği zaman şehir tabii sarılıyor; hem denizden, şu anda Zanoş Paşa Köprüsü vardır, Boztepe’den, diğer tam karşı taraftan Tapane diyoruz, oradan, 4 taraftan sarılıyor. Adam bir bakıyor ki Allah Allah…  Ne yapacağız biz? Ne yapacağız? Yapacak bir şeyimiz yok. Halkın iradesinin, isteğinin Müslüman Osmanlı’nın yanında olduğunu görüyor. Adete adam savaşmadan şehrin kilidini, anahtarını teslim edecek idi. Tabii böyle bir ordunun komutanı, kralı ne kadar dayanabilir ki? 40 pare top atışıyla Trabzon teslim oluyor.  Ala rivayet 40. topu da Fatih Sultan Cennet Mekan Hazretleri, Yeni Cuma’dan atmış. 
Şimdi bunun, bu işin kolaylığı; işte önce insanlar gönülden fethedilir, ondan sonra o gönülden fetheden, edilen insanlar o milletin milli duygularını kaybeder. Buna tarihte, emperyalizm şimdi diyoruz; irşad ve ikaz yoluyla insanları kazanma, celp etme denir. Tamam mı? Şimdi kültür ile bunu yapıyoruz; yapıldı yani, senelerden beri yapıldı. Din emperyalizmi yapılıyor, dini hareketlerle. Siyasi emperyalizm, iktisadi emperyalizm… Yani bir güç, bir el geliyor, senin tepene biniyor; dini bakımdan, milli bakımdan, kültürel bakımından önüne geçiyor. 

Manevi Kimliğimizle Oynanıyor, Bunu Kaybettiğimiz Zaman Vatan da Elden Gider

Kabul etsek de etmesek de biz çok büyük bir milletin evlatlarıyız. Bizim üzerimizde bu kadar teferruatlı bir oyunun gerekmesi, kıymetli bir mirasa sahip olmamızdan dolayı. Sen kendini ne kadar küçük görürsen gör. Değil mi ki 1.000 yıl İslam’a hizmet etmiş bir milletin torunusun; onun için bütün hesaplar senin üzerindedir. Zira senin kendine gelebilme halinde, kendini tanıyabilme halinde ne olmuş olacak? Silkinecek, etrafını derleyip toparlayacaksın. Dün beraber olduğun insanları, en azından beraberliğe davet edeceksin. 
Ortadoğu bugün, kim ne derse desin, bölük pörçük oldu; bir baş bekliyor. Onun ötesinde, geç Türki Cumhuriyetlere; burası da bir baş bekliyor. Senelerce, 73 yıl gibi uzun bir zaman komünizmin ağır baskısıyla dini hayatını, milli hayatını kaybetmiş bu insanlar enayi mi? Şimdi sen onlara gideceksin de ‘hayır, gelme’ diyecek sana. Bu mümkün değil. 
Biz, kendimizde olan misyonu görmüyoruz. Onun için diyorlar ki bu, efendime söyleyeyim ‘bu gücü biz, iğdiş etmemiz lazım’. Çok affedersiniz, bizde erkek hayvanlar burulur. Ha bu dini bakımdan da böyledir, milli bakımdan da böyledir, kültürel bakımdan da böyledir, siyasi bakımdan da böyledir, iktisadi bakımdan da böyledir. Bizi, affedersiniz kısırlaştırıyorlar. Onun için dinimizde çok ciddi bir mücadele vardır. Milleti idare eden siyasi irade bu noktayı görmezse, çok açık ve net konuşuyorum, tehlike kapının önüne kadar gelmiştir. Ufak tefek gibi görülen hadiseler, sonunda milletin kalbindeki itikadı, imanı farklı bir kulvara tevzi ederse, sürükler ise o zaman bu ülkede milli bütünlük kalmaz. Dini duyguları kaybetti insan çünkü; daha vatanı niye korusun ki? Bayrağa hürmet kalmaz, sevgi kalmaz. Canım ne olacak, bu bir bez parçasıdır. Ama bilmez ki sahabe o bayrak olmadan, onu elinde tutmadan herhangi bir savaşta olmadı. Bir yere gidip dikmek için binlerce, on binlerce şüheda Allah'a ruhunu teslim etti. O bayrağı bayrak yapan nedir? Milletin, onu taşıyan milletin işte kalbindeki ona olan itimadı, ona olan inancıdır. Yani olay dini başlıyor, milli bitiyor; müspeti de böyle, menfisi de. Bayrağa inancı kalktı, sancağa inancı kalktı. Kime kalkar daha inancı, yani yok olur? Bu sefer askerliği başlar eleştirmeye; ne olacak ya, ulan enayi miyiz biz, herifin şu kadar serveti var, şu kadar devleti var, şu kadar bilmem nesi var, gidip alalım şuradan da biz biraz oturalım şöyle. 
Bu işte tarihi, örfi, adeti; bilmem bütün bunlar bir araya geldiği zaman… Bunlar dikkat ederseniz, aynı zamanda dini duyguların vücuda getirdiği bir insan anatomisidir; maneviyat. Bak, bu kimliği ele aldığınız zaman; aynı zamanda dini, aynı zamanda millidir.
Şimdi, ben görüyor ve diyorum ki bu manevi kimlikle oynanıyor şu anda. Bizim bürokrasimiz, bizim ricali devlet adamımız, siyasetçimiz bir dine itibar etmediği için ne ile oynandığının farkında değil. Bu şahsiyet ile oynanıyor. Bunu kaybettiğimiz zaman hem vallahi hem billahi bayrak da elden gider, vatan da elden gider, sancak da elden gider, askerlik de elden gider, her şey elden gider. Onun için yaptığımız sohbetlerde ve konuşmalarda dini birliğimiz, milli bütünlüğümüzdür; hep bunu vermeye, anlatmaya çalıştım, yazmaya çalıştım. İnşallah bizi takip ediyorlar. Ben milletimin her şeyine inanan, seven, milli duyguları yüklü ve de güçlü bir insanım. Onun için bu akıbetin hayır olmadığını görüyorum, bu tehlikeyi haber veriyorum; üzülüyorum. Silkinmemiz, gerinmemiz, kendimize gelmemiz lazım.
Nitekim dün akşam veya evvelki akşam diyebiliriz, Mesaj Televizyonu’nda Diyalog Programı’nda Sayın Sinanoğlu fevkalade bir konuşmayla benim düşündüğümü bir başka kulvarda, çok açık ve seçik ortaya koydu; milletin dili ile oynanıyor. Bunlar tabii bir milleti vücuda getiren unsurlar. Bunları kaybettin, millet diye bir şey kalmaz. Ondan sonra sana hikâye derler. Anlatabildim mi? 
İşte bu gerekçeyle, onun için, ısrarla dediğiniz gibi epey zamandan beri; dini bütünlüğümüzü vücuda getiren kurumlarımızın, kuruluşlarımızın, inançlarımızın etrafında hassasiyetle durup onları korumamızın; aynı zamanda milli duygularımızın yaşamasına, yeşermesine, yani bir başka manada vatan sevgisinin, bayrak sevgisinin, sancak sevgisinin dirilmesine, güçlenmesine, askere sevdaya, milleti koruyan emniyet güçlerine muhabbete bizi taşıyacaktır. Buna bugün ihtiyacımız vardır, gerekçesiyle bunları yaptık efendim. 

Müslüman’ın Vazifesi Tebliğdir 

Şimdi yanlışta hikmet aranan yanlışlar var, aranmayan yanlışlar var. Artı buraya gelmişken, belki unutabilirim; Cenab-ı Hak, Hz. Yunus Aleyhisselam'ı Ninova şehrine peygamber olarak gönderiyor. Hz. Yunus Aleyhisselam gidiyor senelerce konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor; Allah, peygamber, ölüm, ahret… Hiç kimseye inanmıyor ona. Canı sıkılıyor. “Bunlarla ben uğraştım, uğraştım, uğraştım. Anam, dinim ağladı. Daha uğraşmaya gerek yok”. Çekiyor, Ninova’dan ayrılmak istiyor ve de ayrılıyor. Bir gemiye biniyor. Ala rivayet, bir olay oluyor gemide; bu suç işleyen fail kimdir? En sonunda tetkik, tetkik; Yunus Aleyhisselam çıkıyor ortaya. Efendisine isyan etmiş. Atın bakalım bunu denize. Atıyorlar ve malum, yunus balığının karnında, Ayet-i Kerime'ye göre malumunuz; bir hayat boyu orada kalması zannıma göre, yanlış olmasın diye mealini ben tam zikretmiyorum,  vurgulanıyor. ‘La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’ Ayet-i Kerime’sini dua haline getiriyor, Allah da affediyor (Enbiya Suresi, 87. Ayet). Sonra Ninova sahillerine Hz. Yunus'u Cenab-ı Hak atıyor, tekrar vazifesine dönüyor. Buradaki espri şudur; Müslüman’ın vazifesi, tebliğdir. Bir peygambere Allah, hatır etmiyor. 
Lut Aleyhisselam'a bakın. Hz. Lut, Sodom ve Gomore’ye gelmiş, ulül azim bir peygamber. Ama öyle bir millet, öyle bir kavim ki kimseyi dinlemiyor. Korkunç bir suç işliyorlar; lutilik denir buna. Livata yapıyorlar, erkek erkekle. Haramın en büyüğü, günah-ı kebair. Allah helak edecek bu şehri. Melaike-i kiram hazeratını gönderiyor, “Gidin, bakın bakalım” diyor “orada ibadat-ı taat ile meşgul olan, bizi hatırlayan, bizimle alışverişi olan kul yok mu?”. Hiç Allah, kullarını bilmez mi? Bilir ama maksat bize bunu bildirmek, kullara bildirmek. Geliyor melaike-i kiram hazeratı Sodom Gomore’ye; bir de ne görsünler? 500 bin abit insan var; başı secdede, geceli gündüzlü Allah'ı tevhid edip zikrediyorlar, dua ediyorlar Allah’a. Ama yanı başında evladı helaka gidiyor, bir kelime söylemiyor ona; komşusu bir tek kelime söylemiyor. Dönüyor melaike-i kiram hazeratı, “Ne var, ne gördünüz?”. “Yarabbi, bunları helak etmeye gerek yok”. “Niye?”. “Bu kadar insan var ki sana taatte ibadettedirler, zikirdedirler”. “Öyle mi?” diyor “onları ben mutlak surette hükmümle helak edeceğim”. “Neden Yarabbi? Abitler var ya, yani ibadet eden kulların var ya senin”. “Var. Ama onlar yanı başındaki komşusu, arkadaşı, akrabası, dostu, anası, babası, evladı suç işlerken, bana isyan ederken; bir kelime ile onları ayıktırmadılar, Hakk’ı tebliğ etmediler, yanlışlarını düzeltmediler. Onun için onları ben helak edeceğim” ve helak ediyor; Sodom ve Gomore. 
Şimdi, Allah'ın ölçüsü çok enteresan. Peki ne yapacağız, bir yanlış gördük? O zaman eğer mümin ise, o Müslüman’ı düzelteceksin. Değil mi? Hadis-i Şerif var ‘Bir yanlış gördün, düzelteceksin onu’. Ne denir buna dinde? İrşat denir, irşat. İkaz, ‘Yanlış yapıyorsun oğlum’. Niye yapıyorsun bunu? Adamın yanlışına göz yumar, ellerini bağlarsan, ‘Aa ne efendi adam’ dedirtmek için söylersen; buna dalkavukluk denir İslam’da, yağcılık denir. Tamam mı? Müsamaha denmez. Müsamaha; hikmetli sözü, irşad ve ikaz mantığıyla karşı tarafa kabul ettirmenin adına denir. Yoksa sus otur, adam batılı olduğu gibi anlatsın; sen de ‘ne güzel konuşuyorsun’ dercesine onu dinle. Buna ahmaklık denir dinde, zillet denir. Zillet ehlini Allah sevmez. İmanın en asgarisi, kalben buğzdur; onu bile sen terk ettin. 

İmani Esaslarda Hata Yapılmasında Hikmet Aranmaz

Peki Hocam, hikmet aramayacak mıyız? Arayacağız. Ha bu ikazda, bu irşatta senin hareketlerin vardır. Geliyorsun, herhangi yoldan çıkmış bir insanı muhatap olarak alıyorsun karşısına. Maksadın onu bir kulvara taşımak. Maksat burada çok mühim. O kulvar nedir? Allah'ın rızasının olduğu kulvardır, kulluk caddesi; senin maksadın bu. Orada onunla oturuyorsun, kalkıyorsun, meyhaneye gidiyor, gidiyorsun, affedersin kerhaneye gidiyor, gidiyorsun. Bunlar nedir biliyor musun? Amel-i görüntüde nakısalardır. Senin maksadın oraya girmek değil, onunla birlikte olup o insanı kazanmaktır veya yaptığı işe müsamaha göstererek… Mesela, adam içki içiyor. Sen de oturuyorsun onunla beraber, onun yediği masada; aslında haram ama yemek yiyorsun. Niye? Birkaç kelime ona söylemek için; vay “Hoca Efendi veya Alim Efendi, şey efendi, şu efendi, bu efendi… Ulan gitti, yedi.” Burada ne yapacaksın? Hikmet arayacaksın. Hikmet arama yerleri bunlardır. Ama adam kalktı, harama ‘helal’ diyor. İtikadi konuları yerinden oynatıyor; haşa, Cenab-ı Hak iki tane olur, bu ihtimali ortaya koyuyor. İmanın esaslarıyla oynuyor.  Burada hikmet aranmaz. Burada aradığın hikmetin neticesinde, illet vardır. Tamam mı? Hastalık vardır, şeytanlık vardır. Burada illet aranmaz. Atını alan Üsküdar'ı geçmiş; sen neyin hikmetinden, illetinden bahsediyorsun ya? Orada işte Müslüman devreye girer. Yapmadın bu vazifeyi, Sodom Gomore gibi Allah belanı verir; helak eder seni, çıkarsın. Anlatabildim mi? Hz. Yunus gibi, balığın karnına sokar seni. Yunus'una müsaade etmedi Allah ki sana, bana müsaade etsin. 
Onun için iftira etmeden, bak bunlar da çok mühim, iftira etmeden, gıybet etmeden; irşad ve ikaz. Tamamen İslami gerekçelerle bir mümin arkadaşlarını, dostlarını, etrafını ayıktırması ve yola koyması, yola davet etmesi şarttır, farzdır. Eğer siz bunu bir toplulukta yapmazsanız; o toplulukta bütün müminler bu yapılmayan mükellefiyetten, eda edilme mükellefiyetinden dolayı tamamı indallahta mesuldür. 
Şöyle, bir de malum burada şey ederken, isnat edilen şeyler mutlaka senetle ispatı gerekir. İspat çok enteresandır. Adam senetle bunu ispat etmesi lazım. Senet yok; konuşuyor, dedikodu yapıyor. Bu, fitnedir. Fitne de katilden daha kötüdür, Allah muhafaza eylesin. Düşün, Müslüman'ın her hali ölçülü ve de dengeli olması lazım. Dediğimiz gibi; İslam'ı yaşamada, yaşatmada, irşatta, ikazda, tebliğde ölçü sahibi olması her Müslüman’ın boynunun borcudur, üzerine farzdır, diyoruz. 

Tebliğ, Hak ve Batılın Bildirilmesidir

Tabi, tebliğ kime yapılır? Tebliğ, hak ve batılın bildirilmesidir. Nedir tebliğ? Bir şeyin hak veya bir şeyin batıl olduğunu anlatmanızın, açmanızın, ortaya koymanızın adına ne denir? Tebliğ denir. Tebliğ budur. Ben bu masayı gittim, anlattım; bu tebliğ olmaz. Anlatabildim mi? Bunun hakkında bilgi verilir. Tebliğin esprisi; Hristiyanlık batıldır, İslam haktır. Ha bu tebliğdir. Bir ateşperestte gidersin “Hey kardeşim, ne yapıyorsun? Senin taptığın haramdır. Böyle bir ilah yoktur. Bunlar mahluktur. Ateşi de yaratan Allah'tır, sameddir, hiçbir şeye muhtaç değildir”. Bu işte tebliğdir. Bir mantıkla dine davetin adıdır tebliğ. Niye? Hak ile batılı ayırt ederek, Hakk'a davet ediyorsun. Dinin kendisi haktır da ondan; doğrudur, gerçek olandır. Tebliğ budur. 
Onun için burada bir inceliğe dikkat etmemiz lazım; Müslüman Müslüman’a bir şey tebliğ edemez. Sen Müslüman… Mefhum karışıyor. Müslüman Müslüman’a tebliğ değil, nasihat eder. Ben filancaya tebliğ ettim. Ne demek istiyorsun? ‘O gavurdu da, Müslümanlığa davet ettim’ demek istiyorsun. Tebliğin ardından, o senin dediğini yapmazsa; ona cihat farz olur. Düşünebiliyor musun? Kime farzdır? Tebliğ ettiğine. Şimdi biz Yunanlıya tebliğ ederiz, doğru; dini tebliğ ederiz. Eğer hakikaten böyle bir fonumuz, böyle bir kolumuz devlet olarak da varsa; çekeriz kılıcı, cihat da ederiz. Anlatabildim mi? Kısaca inkar eden, ehl-i kitap diye batılda yürüyen insanlara yapılan hak ile batıl ayrımının beyanı tebliğdir. Müslüman’a yapılmaz. 
Ne yapılır Müslüman’a? Nasihat yapılır. Müslüman çünkü inandı; Kur'an'ın hak olduğuna inanıyor. Onun içindekileri icmalen kabul etmiş. Belki tefsiren ne olduğunu bilmiyor ama tafsilatlı olarak şu şudur, bu budur bilmiyor; fakat “Orada var mı?” diyor? “Ben bunu kabul ettim”. Buna tebliğ olmaz. Ne olacak orada? Nasihat olacak. Bilgi vereceksin, vaaz, öğüt, irşat. Ona anlatarak, onu Hakk’a taşımak; yanlışları göstererek doğru olana iletmek, taşımak. İkaz. Yanlış yaptı adam; ikaz edecek “Yapma, kulağını çekerim”. Yani, bir çocuğu terbiye edercesine takınılan tavırdır bu Müslüman'a yapılan. İzah edebildim mi? 
Peki bunun sonunda cihat olur mu? Dinlemedi seni, çocuğun evde dinlemedi “Ulan gel bu uşakla bir de cihat edelim” diyebilir misin? Veya komşun dinlemedi seni “Cihat farz oldu” diyebilir misin? Biz geçmişte bunun sıkıntısını çok çektik. Ben konuşuyorum, konuşuyorum kellim kellim; ben diyorum, ben dinliyorum. Yani, adam sen konuş, diyor. Avrupa'da bir yerde sohbet ediyoruz. Müslüman’la konuşuyor. Müslüman’a tebliğ edecek, dövecek onu orada. Cihat var orada. La etme,  otur aşağı falan. Yani mefhumlar öyle oynamış yerinden ki “Hocam ama yani, bu sizin dediğiniz kadar mühim bir olay mı?”. Hatta çok daha öteye, ifrat ve tefrit dengesi var İslam’da; ifrata gitmeyeceksin, tefrite de inmeyeceksin. Vasat. Adam Müslüman, sen ona kafir muamelesi yap. Bu kadar sakatlık olur mu ya? Ya adam kızdı, çaktı sana tokadı. Ne olacak? Ha, söyle bakayım. İzah edebildim mi? 
Kısaca irşat, iman ehlini ayıktırmaktır. İkaz; iman ehli hata yapar, onu tembih ile bir noktaya getirmektir, tehdib bir noktaya getirmek. İkazın şekilleri; kulağını çekersin çocuğunda olduğu gibi. Terbiyedir yani. Anlatabildim mi? Evet, nasihat da; iman ehlini, ‘inandım’ diyen insanları İslami konularda vs. konularda ayıktırmak, bilgilendirmek, doldurmaktır. 


İslam'ı Kendi Kulvarında, Ehl-i Beyt’in Kulvarında, Aşk Kulvarında Kabul Edip Yaşamalıyız 

Bu da tabii İslam'ı tebliğde en hassas bir mevzu ve de konudur. Bunu bilmezsek, yapacağımız işin usulünü bilmezsek, ölçüyü bilmezsek; netice alamayız. Ölçü çok mühim. Ölçü var ya, ölçüyü kaçırmamak lazım. Kur'an'da Cenab-ı Hak mizan sahibidir, öyle beyan ediyor; yere, göğe mizan kurmuş. Onun için konuşmada ölçü, ticarette ölçü, adalette ölçü. Bu da bir ölçü. Türk milleti, Hz. Fahri Alem Efendimizin tebliğ metodunu hayata geçirerek, kendi hayatına geçirerek, nezaket ve nezafet kuralları içerisinde hak ile batılın görüntüsünü sergilemiştir; şu haktır, bu batıldır. 
Bunu derken de, az evvel ne söyledim? Osmanlı dedelerimiz kalktı, Balkanlar'a şu kadar mürşit gönderdi, mürşitler. Mürşidin vazifesi, irşad. Ama aynı zamanda oraya gönderiyor, o insanlara tebliğ ettiriyor; tebliğ ederken de nasihat ediyor ona, takviye ediyor arkasından, nasihat ediyor. Yani ‘şu haktır, bu batıldır’ diye bunu bırakmıyor. Onun mantığına hitap ediyor, onun gönlüne hitap ediyor, onun kulağına hitap ediyor, onun gözüne hitap ediyor. Çeşitli vesaitlerle birlikte insanı bir noktaya taşıyor. İşte tarihte bunu hayatına geçiren tek millet, Türk milletidir. O bakımdan diyorum ki ben; sahabeden sonra mukaddes ve muazzez bir nesil arıyorsanız, bu millettir. Yanlış mı söylüyorum? Yok, böyle bir millet yok.  Hadi göstersinler erkekseler. Gösteremeyiz. Tarih böyle. Sahabe 1, milletimiz 2. Allah, onların şefaatinden mahrum eylemesin. Onun için Arap İslam aleminden resuller, nebiler; Türk İslam aleminden evliya-i kiram hazeratı zuhur etmiştir. Anadolu'nun hangi bölgesine, hangi yerine giderseniz gidin; mutlaka buram buram evliya ruhaniyetini teneffüs edersiniz, yaşarsınız. İşte biz bu maksatla ki aşk boyutudur irşadın asıl yöntemi; aşk boyutuyla kapı kapı dolaşarak Türk milleti İslam'ı anlatmışlar, bu güzel dinin hayat telakkisini insanlara müjdelemişlerdir. 
Bir de işin kaba idrake dökülen boyutu vardır ki buna biraz da ideolojik veya siyasal boyut denir. Maalesef İslam aleminde bu olay yaşanmıştır. Buna da harici yolu denir. Bu yol Hz. Osman'ı şehit etmiştir, Hz. Ali'yi şehit etmiştir, bu yol Ahmet bin Hanbel Hazretleri'ni şehit etmiştir, bu yol İmam-ı Ali Kerremallahu Vecheu Efendimizi şehit etmiştir,  İmam-ı Azam’ı şehit etti, Hz. Hasan'ı şehit etti, Hz. Hüseyin'i şehit etti; 12 imamdan 10’unu şehit etti. Bu mantık, bu metot takip ettiği müddetçe, buradaki espri çok mühim; bu anlayış, bu idrak, bu ölçüler takip ettiği müddetçe; bu eziyetler, bu çileler ve bu şahadetler devam edecektir. Onun için ben milletimize, bürokrasimize, diyanetimize, siyasilerimize öneriyorum; tıkandık artık. Nedeni de budur. İslam'ı kendi kulvarında, Ehl-i Beyt’in kulvarında, aşk kulvarında gelin hep beraber kabul edip yaşayalım. O şekilde hayatımıza ve insanlarımızın hayatına geçirmeye gayret edelim. Bakınız o zaman ne kadar mükemmel kul örnekleri göreceğiz. 
Ehl-i Beyt’in modelinde kulluk modeli vardır. İyi bir kul nasıl olunur? Eşref-i mahluk nasıl olacaksın? Sevda budur. Ben kâmil bir mümin nasıl olacağım? Riyayı terk etmem gerekir, taassubu terk etmem gerekir, yalanı terk etmem gerekir, hileyi terk etmem gerekir, hırsızlığı terk etmem gerekir, vurmayı terk etmem gerekir… Hülasa sayabiliriz. Allah'ın haram dediklerinden kaçmam, helal dediklerine sarılmam, emrettiklerini harfiyen yerine getirmem; işte bu anlayıştır. Mükemmel bir mümin-i kâmil, eşref-i mahluk olma nesidir bu? Mücahedesidir. Ehl-i Beyt modeli budur;  İmam-ı Ali Efendimizin hayat tarzıdır, oğlu mübarek Hz. Hasan, Hüseyin Efendimizin hayat tarzıdır, Allah'ın sevgili mübarek kızı, anamız Hz. Fatıma'nın hayat tarzıdır. Onun gibi İslam'ı yaşama tarzıdır bu. Bu millet bunu yaşadı. Onun için bizde Hasanlar fazladır, Hüseyinler fazladır, Aliler fazladır, Haydarlar fazladır. Öyle, yani onları biz hem fikren hem fiilen hem ismen hayatımıza geçirdik, Allah onların şefaatlerinden mahrum eylemesin, diyoruz efendim. 

Toplum Oluşturan Fertler Diyalog Halinde Olmalı Birbirini Dinlemeli ve Tahammül Etmelidir

Bu tabii hem milli… Görünüşte dini gibi görünüyor ama hattı zatında millidir de. Diyalog kılmamız lazım. Yani, birbirimizi dinlemeye tahammülümüz olacak, dinleyeceğiz; ben seni, sen beni dinleyeceksin. Ben her şeyi bilemem, sen de bilemezsin. İstişare. Öyle olur ki bir toplulukta 10 kişi, 20 kişi olur; hepsinin görüşünü almak lazım. Cemaatler, cemiyetler, devletler, partiler; istişare. Ben bilirim havası yok. 
Bakınız her insana Allah, düşünme kabiliyeti verdi, idrak etme kabiliyeti verdi. Bir mesele ortaya atılır, tartışılır; istişarede tartışmak. Sen, öteki, bir başkası, 10 kişi fikrini söyler; birisi de dinler. 20 kişinin bir konu hakkında detaylı bir şekilde ayrı ayrı kulvardan ortaya koyduğu ile bir kişinin ortaya koyduğu bir midir? Değildir. O 20 tane insanın ortaya koyduğu gerçeklerin müşterek noktasını alırsın, onu hüküm olarak ortaya korsun. O da ne olmuş olur? İstişare olmuş olur. Onda rahmet vardır. Oradaki ihtilaflar, hani ‘ihtilafi ümmeti rahmettir’, yani ‘ümmetimin ihtilafı rahmettir’ diyor Peygamber Aleyhisselam Efendimiz. ‘Fi rahme’  zannıma göre ‘onun içinde rahmet vardır’. Nedir o? İşte o mesele. Bir konu hakkında ben, sen, bir başkası ayrı ayrı vadiden, kulvardan görüşlerimizi izah ettik; ama öyle bir harmanlandı, öyle bir ortak müşterek çıktı ortaya ki rahmet doğdu, güneş doğdu. Bugün buna muhtacız. Mehmet anlamaz, Haydar da anlamaz, Ali de anlamaz, Veli de anlamaz.  Kim anlar? Ben anlarım. Allah müstahakını versin, oğlum sen anlasaydın bu halde olmazdık ya. Niye demiyorsun ki ben anlarım ama benim gibi de anlayanlar vardır. 
Kısaca bunu hayata geçirmek, istişare. Söylediğim gibi karşılıklı diyalog ve birbirine tahammül etmek. Yaptığımız eleştiriler, tenkitler, vesaireler Allah için olursa; birbirimizi tahammül ile dinleriz. Husumet değil bu. Ben seni, sen beni ayıktırıyorsak; benim sana hasımlığımdan dolayı değil. Değil mi? Neden? Seni sevdiğimden dolayı. Az evvel ne söyledik? Bak seni ben ayıktırmazsam, Allah benim; sen beni ayıktırmazsan, senin belanı verecek. Ve nitekim tarihte böyle oldu. Değil mi? 
Evet bu şekil, bu tarz ile aleyhte konuşmadan, dedikodu, fitne çıkarmadan insanlarımızı bir noktaya taşımak ve bugünkü içinden çıkılmaz gibi görülen hadiseleri halletmek milletçe hepimizin görevidir. Bu mevzuda özellikle bizi takip eden kıymetli kardeşlerimize tavsiyem; barışçıl bir anlayışla birbirine yaklaşmaları, birbirimizi dinlemeye mütehammil olmaları, herkesin düşüncesini dinledikten sonra bir karar vermeleri ve de milletin, memleketin hayrına olan, olacak tarzda… Niyet de bu olacak. Niyet bozuk olursa; ne kadar dinlersen dinle, o kötü. Niyet, hayır olacak. Milletin ve memleketin hayrına düşünerek amel etmeyi tavsiye ediyorum. 
Bizi takip eden kardeşlerimize saygılarımızı, hürmetlerimizi, muhabbetlerimizi takdim ediyorum. Allah hepsinden razı olsun, diyorum efendim. Amin efendim.

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir