
Neler Okuyacaksınız
Reenkarnasyon Kesinlikle Yoktur, Olması da Hiç Mümkün Değildir
Ruhunda, efendim ben filan yerdeydim, filan yere geldim şeklindeki iddiası bir hastalıktır. Bunu akıl dengesi, akıl hastalığı desek yerinde olur kanaatindeyim.
Ben bir hatıramı nakledeceğim: Bizim arkadaşlarımızdan bir tanesi, Bu reenkarnasyon denilen bu hadise de bunun gibi. Efendim “ama hocam ya filancının anasıyla babasıyla konuştular, filancının bilmem nesileyle konuştular.” Bunlar birer vehim, bir hastalık. Böyle bir şey kesinlikle yoktur, olması da hiç ama hiç mümkün değildir.
Şimdi şöyle bir olay da vardır, yalnız bunu görmekte fayda var. İnsanların “kader” dediğimiz, “Levh-i Mahfuz” dediğimiz, Cenab-ı Hakk'ın defteri, tabiri caizse mevcuttur. Kaderimiz Levh-i Mahfuzumuz, kaderimiz Allah'ın indinde mahfuzdur, bunlar yazılıdır. Tabii bu yazılı derken bizim yazılı el kitaplarımız gibi değil; o Cenab-ı Hakk'ın yazısı kendine mahsustur.
İnsanın Dünyaya Gelişi Bir Defadır, Gidişi de Bir Defadır
Bazı insanlar mana âleminde, yani rüya âleminde, kaderin geçmişini de görür, geleceğini de görür, kendine ait olanı da görür, yaşar, olmayanı da yaşar. Yani bu tabii bir olay ama kendisi bu şu haldedir, yani bulunduğu haldedir. Fakat mana âleminde, maneviyat âleminde, rüya âleminde, yüz sene evvelini yaşar; bir rüya görür yüz sene evvelini yaşar sanki şu an oluyormuş gibi. Öyle şiddetle bunu yaşar ki uyandığı zaman uyanmış gibi olmaz, sanki bu âlemde değil de hala orada yaşıyor yani bu gerçek bir realite. Bu reenkarnasyon olayında "Ben filan zaman yaşadım, şimdi de yaşıyorum," iddiasının en ilmi olarak ifadesi budur. Anlatabildim mi? Adam maneviyatında, rüyasında 1999 yılının Mayıs ayında rüya görüyor veyahut da 98'de veya 90'da, her neyse, öyle bir kalıcı rüya ki bu, 500 sene evveline ait dedesinin dedesini, sülalesinin sülalesini tabii çok rahat. Nedir o biliyor musun? O, Allah'ın kullara hakkında tuttuğu defterdir, açıyor kalp gözünü, seyrediyor kul orasını… Maneviyat, rüya âlemi dediğimizde bu, seyrediyor; bir de kendine geliyor, "Vay lan, ben neredeymişim?" Ben filan zaman yaşadım. Hâlbuki değil, sadece doğduğu zaman bir andır yani dünyaya gelişi bir defadır, gidişi de bir defadır.
O geçmişe ait sülalesini, sülbünü, zürriyetini, ceddini, dedesini görmesi o Levh-i Mahfuz'da, kendi kaderini, geçmişinin kaderini veya geleceğinin kaderini görmesidir. Bunun hiç başka bir izahı yoktur, anlatabildim mi? Tasavvufta buna "tayy-i zaman, tayy-i mekan" denir. Hatta bazen tasarruf gücü büyük olan Evliya-i Kiram Hazeratı, geçmişi de geleceği de bir anda sana yaşatır; bu budur. Ama biz şimdi işi böyle ortaya koyarsak efendim, ifade tarzı belki istismar edilir ama hakikatte anlatılmak istenilen bu. Peki hocam, “bunu nereden biliyorsun sen?” Ayette Cenabı Hak buyuruyor ki, "Her nefsin bir ölümü vardır. Her nefis ölümü tadacaktır." (Ankebut Suresi, 57. Ayet) Baki olan Allah'tır. Şimdi bir gidecek, bir gelecek, bir gidecek, bir gelecek... Dengesiz hayat yaşayan insanlar için de bu hoş bir ifade tarzı oluyor. “Nasıl olmasa” diyor, “bu hayatı iyi geçinemedik ya, dönüşü de varmış, gidip geleceğiz filan”... Bunlar, bu tip hallerdir.
Herkes Zerrenin Hesabını Verecek
İkincisi de bazen cinler, hakikaten çok tasarruf ehli varlıklardır. Bu tip insanı da konuşturabilirler. İnsan, dengesi bozulur. “Deli” diyoruz buna, deli hale gelir cin konuşturur onu. Anlatabildim mi? Bu iki sınıfın dışında, efendim ki başta hastalık dedik, böyle bir olayın olması hiç mümkün değildir. Hiç kimse kendini kandırmasın, buz gibi ölecek ve evet dirileceğiz, ne zaman? “Büyük âlem yıldızlar döküldüğü, güneş dürüldüğü zaman” diyor Allah, kıyameti Cenabı Hak bahsediyor efendim o zaman ne olacak? Âlem son bulacak, yani bu tabiat, bu evren son bulacak ve o gün Cenabı Hak buyuruyor, bütün sırlar ortaya çıkıyor. Daha “herkes zerrenin hesabını verecek. Hayır yapan karşılığında mükafat, şer işleyen karşılığında mücazat, ceza görecek.” Kur'an'da bunlar beyan ediliyor. (Zilzal Suresi, 7-8. Ayetler) Cenab-ı Hak yine o âlemde, hâlbuki ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır, dünya hayatı ise kısadır.
Böyle bir hayat olacak. Ee efendim, bunu hazırlanalım. Diğerleri mühimdir. Bizi haktan hakikatten koparmadır, bizi takip eden kardeşlerimiz bu tip hurafelere kesinlikle kanmasınlar, taatten ibadetten olmasınlar diyorum efendim.
çoğu hasta olduğu için nereden kaynaklandığını da tespit etmek zor olacak. Ama ahiret hayatı gerçek bunda kimsenin tereddüdü olmasın. Allah o günde hepimize yardım eylesin diyelim efendim.
“İnsan Gönüldür Gönül”
Şimdi Cenab-ı Vacibü'l Vücud Hazretleri Kur'an-ı Kerimin'de Hz. Adem Efendimizin yaratılışından bahiste, "Ben ona kendi ruhumdan üfledim." buyuruyor ve Cenab-ı Peygamber efendimize ruhta sorulduğu zaman, “Yes'eluneke anir ruh, kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitum minel ilmi illa kalila.”(İsrâ Suresi 85. Ayet) Muhammed'im, sana ruhtan soruluyor, de ki, "Allah'ın emridir." Ve bu hususta da size çok az bir ilim verilmiştir. Yani bizim özümüz o ruhtur. Ruhun sahası, kalptir yani bizim cevherimiz, bunların biz her ikisine birden "gönül" deriz. Türk tasavvufunda, İslam tasavvufunda bunun adı "gönül" dür. Yani gönül dediğimiz zaman işin içerisine hem kalp girer hem de ruh girer. Akıl o gönlün direksiyonudur, organizma o gönlün karoseridir. Yani o beden kalıbı içerisinde o gönlün sahibi, ruh sahibi insan tasarruf eder ve akıl efendim, onlara direksiyonluk yapar. Asıl sahip de ruhun kendisidir yani şoförümüz ruhtur; bunu biz ifade etmeye çalıştık. Diğer ruhun kullandığı bütün araç ve gereçler, onun için birer malzemedir. İnsanın da özü Kur'an ifadesiyle, tabiriyle cevheri ilahi olarak beyan edilen ruhumuzdur ve ifade etmeye çalıştığımız “gönlümüzdür.” Onu demek istemişizdir efendim.
“Nefsini Tanıyan Rabbini Tanır”
Şimdi zaten Cenab-ı Hak bu konuda, "Size çok az bir ilim verilmiştir," diye beyan ederken ifade edilmek istenilen husus da insanın benliğini tanımamasıdır yani kendini tanımamasıdır. (İsra Suresi, 85. Ayet) Bunu biz zaman zaman söyleriz. Mesela 50 yaşında olan bir insana, "Siz 50 dakika kendinizden bahset," demiş olsanız, samimi olarak konuşuyorum, 20 dakika kendisini anlatamaz. Ama şu stüdyoyu bana anlat deseler, efendim çok rahat bunu 15-20 dakika, hatta bir saatte anlatırız. Oturduğumuz koltuktan, önümüzdeki masaya kadar, ışıklara kadar vesaire çeşitli tafsilatlar vesaireler verilebilir ama “insan nedir?”, “ben kimim?” sorularına verilecek cevap ise öyle basit ve de kolay değildir. Bu, insanın kendini bilmesi ile alakalı bir olaydır. Cenab-ı Hakk'ın nef’ası olması münasebetiyle de Hz. Fahri Alem Efendimiz, "men arefe nefseh(u) fekad arefe rabbeh(u)" buyurmuştur. Nefsini tanıyan, kendini tanıyan; rabbini tanır.
Cenab-ı Hak ne buyurmuştu Kur'an'da? "Ben ona ruhumdan üfledim." (Hicr Suresi, 29. Ayet) Yani "ben" denilen şey, Hakk'a ait olan, aidiyeti olan ruhtur. Sen o "ben"i tanıdın mı, kimi tanımış oluyorsun? Allah'ı tanımış oluyorsun. Tabii, bu tanımada alelade gözle, kulakla olan bir tanıma değil, insanın kendi iç tabiatında organları var. Nasıl dış tabiatımızda organlar varsa; kalp gözümüz var, kalp kulağımız var, kalp ayağımız var. Bütün bunlarla o, biz o kâinatı, o insanı tanıyoruz. Onun sabrını, onun kanaatini, onun tefekkürünü, onun tevekkülünü, onun iz'anını, onun imanını, onun hayâsını, onun ahlakını... İşte o gönül dünyasındaki "ben" dediğimiz şeydir; orada o mevcuttur. Bunu tanıdığın zaman o kimin aynasıydı? Kimin mukabiliydi bir ifadeyle? Hakk'ın mukabiliydi. Onu tanıdın mı, kimi tanımış oluyorsun? Cenabı Hakk'ı tanımış oluyorsun.
“İlim İlim Bilmektir, İlim Kendini Bilmektir. Sen Kendini Bilmezsen, Bu Nice Okumaktır”
Zaten Allah'ın zat ve sıfat tecellisinden mülhem olarak insanoğlu vücut bulmuştur. Bu kâinatta Cenabı Hakk'ın tecellisinden vücut bulmuştur. Fakat arada bir fark var; bunda o zatının tecellisi bulunmadığından dolayı ruh dediğimiz cevher mevcut değildir. Yani insanın açılmış şeklidir bu tabiat, bu kâinat… Onun zübdesi de insandır. Dikkat edin mana âleminde, maneviyat âleminde bak neler görürsünüz; dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar, ovalar. Hepsi sende mevcut olan bir âlemdir. Güneş değil mi, yıldızlar hepsi mevcut, kendi iç tabiatımızda. Birisi tecelli ilahi olarak, manevi insanın kendi iç dünyasında meknuz, bir de dış tabiatında bu kâinat, ifade edebildim mi? İşte her ikisi de Cenabı Hakk'ın biri zahirde, biri batında mukabilidir. O bakımdan insanın kendini bilmesi kadar büyük bir ilim olamaz. Yunusumuz ne demiş? "İlim, ilmi bilmektir; ilim, kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır."
Şimdi bu bilinçte madem sen bir evren kadar geniş bir varlıksın, senin o zaman geçmişin de var, geleceğin de var. Ruh, ezeli ve ebedi olan Cenabı Hakk'a mahsustur; ona aittir, aidiyeti ona aittir. Şimdi ilk andan son ana kadar işte az evvel anlatmaya çalıştığımız, mana gözünüz açıldığında yüzlerce 500 sene evvel, 1000 sene evvel ne yaşarsanız veya 1000 sene sonrasını da görürsünüz veya yaşarsınız. Budur, buna tabii bilemeyenler, bu hususu göremeyenler işte "İnsanoğlu 3 defa dünyaya gelecek, 5 defa dünyaya gelecek," gibi hikayelere inanmakla, kendi kendini helak ediyor. O bakımdan “yarım doktor candan, yarım hoca da dinden eder” derler ya, doğrudur yani. Hocanın tamına gitmek lazım. Anlatabildim mi? Bu kadar kâfi zannederim.
Devlet ve Millet Beraberliği, Müşterek Değerlerin Korunmasına ve Yaşatılmasına Bağlıdır
Şimdi efendim, biz zaten devlet ve millet denilince, devlet bizim dışımızda bir kurum değil. Benim kurumum, senin kurumundur. Şimdi müşterek değerler olması lazım. Bunlar nedir? Örfüdür, âdetidir, geleneğidir, efendime söyleyeyim tarihidir, bayrağıdır, sancağıdır. Bu değerler etrafında, efendim hem devlet iradesinin hem halk iradesinin müttefik olmasıdır, ittifak etmesidir. Beraberliği, barışı; o değerlerin korunmasına, yaşamasına, ayakta durmasına bağlıdır. Onun için o müşterek değerleri, efendim dilini, dinini, tarihini, örfünü, âdetini, geleneğini, bayrağını, sancağını askerini, halkını... Bu nedir işte? Bu soruyu sorup da efendim bütün bunların anatomisi hakkında ortaya konulacak mantalite birliği, beraberliği, efendime söyleyeyim etrafında devlet iradesinin ve halk iradesinin olmasıdır. Anlatabildim mi? Onun için her milletin bu manada bir mantalitesi vardır. O milletin birliği, o mantaliteye bağlılığıdır. Onu hayatına geçirmesidir, onu dava etmesidir, onu yüceltmeye çalışmasıdır. O milletin devlet ve millet beraberliği... Onlar için neyse bizim için de aynıdır.
Şimdi tabii bizde bazı evhamlar diyelim, bazı idrakin nakısası, anlamaların anlaşılmaların, ters kulvarlarda yönlenmesine vesilesi olacağı için, olduğu için de huzursuzluklar çıkıyor. Onun için burada tek efendim ölçü, mikyas milletin ve devlet iradesinin millete ait değerler üzerinde ittifak etmeleridir. Onları zerresine varıncaya kadar korumaya çalışmalarıdır. Ben beraberliği bu manada görüyor ve savunuyorum efendim. Yani ne devlet iradesi ona karşı çıkmalı, "ne de halk bu değildir" dememeli.
İnsan Arayış İçindedir
Doğrusu insanlığın varlığından beri hemen hemen insan arayış içinde oluyor. Kendisi için mutlak olan doğruyu, gerçeği, hakikati bulamayınca, insanoğlu doğruyu bulana kadar veya kendini bir şeyle eğlendirene kadar arayışları sürüyor. Bunu siz musikiden, efendime söyleyeyim onun günlük oyunlarına kadar, her türlü ne bileyim aldatmacı bir takım hilelerden, kazanç oyunlarına kadar genişletebilirsiniz. Bu bir arayıştır; insanın doğruyu, hakkı arayışıdır, hakikati arayışıdır ve bulana kadar da insanoğlu bu arayışına devam edecek. Onun için sosyolojik evrimler veya devrimler, haddizatında bir tekâmül değildir. Ya nedir?
İnsanlar aradığını bulamıyor, bu yorgunluk içinde bir başka sosyolojik gerçekleri aramaya gayret ediyor, buluyor onu, onu deniyor, yine bulamıyor, bir başkasını, bir başkasını derken... İnsan mutlak doğruyu aramanın seferberliğini yapıyor. Gencimiz de öyle, bütün dünya gençliği de öyle. Aradığını bulamıyor. Peki, insanoğlu neyi arıyor? İnsanoğlu kendini ve kendini yaratanı arıyor. O halde, bir insanın mutlak manada huzur ve saadeti için, mutluluğu için Müslümanlığı yaşaması, en azından belli seviyelere kadar onu nefsine kabul ettirmesi lazım, o kulvarda yürümesi lazım. Arayış bitmesini istiyor muyuz? İnsanoğlunun neyi aradığını ona göstermemiz lazım.
İnsanoğlunun Aradığı Allah'dır
Şimdi insanoğlunun aradığı Allah'ıdır, ilahıdır, onu bulamıyor. Bu sefer sahte ilahların peşinde koşmaya başlıyor. Karnı aç olan bir insanın efendim, faydalı gıdalar yerine zararlı gıdalar yemesi, karnını doyurabilmesi için ne kadar zaruri ise, manen de bu böyledir. Doyacak insan... O bakımdan ona yol gösterici, onu irşad edici, ikaz edici kılavuzlara ülkemizde ve bütün dünyada çok ciddi ihtiyaçlar vardır. Bizim milletimiz de tarih olarak bunu misyon şeklinde kendisi yüklenmiştir. Tarihte her zaman, her dönem ve devirde medeniyeti ile birlikte örnek olmuştur. Yani insanların bu kalbi boşluklarını doyuracak medeniyetler biz ihdas ettik, yaşattık. Ahmet Yesevi'ler, Yusuf Has Hacip'ler, Kaşgarlı Mahmut'lar… Yani bunlar hem siyasi insanlar hem edipler hem şairler, yani toplumun birer bireyleri ama aynı zamanda gönül adamları, insanları doğruya, Hakk'a, Allah'a giden yolları da insanların önüne koyan büyük şahsiyetlerdir. Bizim Türk toplumunun efendime söyleyeyim mozaiği, bu büyüklerin efendim projeleri ile beraber yoğrulmuş ve de dökülmüştür. Şimdi gençliğimiz bunları arıyor, kabul etsek de arıyor, kabul etmesek de arıyor. Ha, biz kendimize ait adetlerimizi, geleneklerimizi bir tarafa koyup da, hiç bizimle ilgisi olmayan, millet olarak bize hiç benzemeyen toplumları taklit etmeye kalkarsak, bizim arayışımız onlarınkinden çok daha şiddetli olabilir. Adımız Müslüman ama uygulama tarzımız, hayat tarzımız onlarınki gibi olduğu için bu sefer çok daha işleri ters, düz ederiz ve korkunç bir bunalıma, arayışa gireriz. Bu arayışın sonunda, şayet gencimizin arzu ettiği, istediği mutlak hakikati onlara tattıramazsak... Çok samimi konuşuyorum, o zaman toplumumuzun geleceği de vahim olabilir. Allah encamımızı hayır eylesin diyorum efendim.
Balkanlar Bizim İçin Çok Mühim Bir Mihrak Noktasıdır
Şimdi bir defa unutabilirim, UÇK diye onların bir Kurtuluş ordusu var. Bir defa bu düzenli ordunun evvela hakikaten çok düzenli bir hale gelmesi lazımdır. Onun teçhiz edilmesi lazım ki... Yani bir milletin istiklalini kendisinden başkası kurtaramaz. Bu ölçü onlar için de aynıdır, bizim için de aynıdır. Eğer Allah muhafaza etsin bir istiklal mücadelesi gerektiği zaman biz kendimiz canımızı dişimize takıp veya can feda edecek noktaya gelmezsek, malumunuz akıbetimizin meçhul olacağı gerçek olur. Bu bizim için nasıl bir kaçınılmaz ölçü ise, Kosovalı kardeşlerimiz için de öyledir. Onun için UÇK denilen efendim, ordunun efendim tam bir teşkilatlı ordu halinde teçhiz edilmesi, donatılması şarttır. Bunların eğitilmesi, yetiştirilmesi şarttır.
İkincisi tabii, Kosova bizim, Balkanlar daha doğrusu bizim için çok mühim bir mihrak noktasıdır. Yani Türkler için Balkanlar çok mühimdir. Biz Anadolu'ya gelmeden evvel Balkanlar'a geldik. Yani Türkler Orta Asya'dan hicret ettikleri zaman ilk defa nereye gelmişlerdir? Balkanlar'a inmişlerdir. Biz Balkanlar'dan sonra bu Azerbaycan hattı ile birlikte Anadolu'ya girdik. Dolayısıyla bunu da çok iyi görmemiz lazım. Yani Balkanlar bizim için elzemdir. Yani oradaki Kosova... İşte farklı bir ırktır, Arnavut'tur, şudur budur deyip de basit tevil ve efendim izahlarla bunu geçiştirmemiz mümkün olamaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti buraya sahip çıkması lazım. Bilelim ki, o ve benzeri yerler düştüğü zaman İstanbul da gider, Anadolu da gider. Çünkü su uyur, düşman uyumaz. Bunlar birer proje uygulamasıdır ve uygulamanın hedefi de bellidir.
Kosova Krizi ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Stratejik Önemi
Şimdi Kosova yalnız bize şu gerçeği de gösterdi. Bugün dünya, bilhassa komünizmin inkırazından sonra, artık Avrupa ülkeleri askerlerini terk etmeye başlamıştı. Bu olay bize gösterdi ki, askerliğin iptali de milletler için pek faydalı bir hal değil. Yani orduları dağıtmak da pek faydalı değil. Avrupa Birliği yavaş yavaş buna gidiyordu fakat şu anda kanaatime göre bu olaydan sonra geri adım atmış olacak veya o başlangıca gelecek. Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti ordusunun Batı dünyası için çok daha ciddi bir ehemmiyeti olacak. Onlar bu silahlanma konusunda bir takım evhami devirler geçirirken, Türk Silahlı Kuvvetleri hiçbir zaman taviz vermedi efendim ısrarla güçlenmesine, büyümesine devam etmiştir ve bu olaylar da Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
Ben Kosova'nın... Tabii Rusya girmiş Kosova'ya, geçmiş olsa bile NATO varlığını ispat için mutlak surette Sırplara yaptığını Ruslara da en azından yapması gerekecek şimdi ifadelere göre, Rusya'nın içerisinde tek bir irade yok. Yeltsin iradesiyle farklı iradelerin mevcudiyeti. Yani bazen bazı milletlerde boğuluyor işte bir komutan çıkıyor emir veriyor, onun dediği yapılıyor. Devlet iradesi veya siyasi iradenin dediği yapılmıyor. Herhalde Rusya da bunu yaşıyor şu anda. Ama ben bunun kalıcı olacağını zannetmiyorum. En azından NATO iradesi bakımından izahı çok zor bir soru olabilir. Kendi varlıklarını koruyabilmeleri için “en kısa zamanda onları izale edip asayişi temin edecekleri” kanaatindeyim yani onların varlığı için bu bir ispat konusudur. Aksi takdirde, "Rusya NATO'yu ezdi geçti," sonucu neticesi çıkar ki, bunu hazmetmesi de NATO devletlerinin mümkün değildir.
Şimdi NATO'yu oluşturan devletler ordularını tadil etmeye başladılar kardeşim ne kara askeri gönderecek oraya? Adamda asker kalmadı ki… Gönderen 300 tane, 500 tane asker gönderiyor. Şimdi dünyanın yanıldığı bir noktada, "Bizim şöyle teknik gücümüz var, biz çok şey yaparız," vehmidir. Her şeyi kullanacak olan insandır, askerdir. O bakımdan, “bu konuda en kararlı, en geçerli tavrı, tarzı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ortaya koymuştur.” bunu diyelim ve bunu belirleyelim, kafidir diyorum. Bizi takip eden kardeşlerimize hayırlar diliyor, saygılarımı sunuyorum. Bir şey diyeceğim yok efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız