info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - PKK Sorunu – Ekonomik Sorunlar / 5 Eylül 2005

    Neler Okuyacaksınız

PKK Yabancı Güçler Tarafından Vazifelendirilmiş Bir Çetedir

Efendim bizi takip eden kardeşlerimize saygı ve hürmetlerimi arz ederek, 
Şimdi düğmeye kim bastı? Sayın Başbakan’ım, Diyarbakır'a gidiyor. ‘’Kürt sorunu benim sorunumdur.’’ diyor. Şimdi düğün değil, bayram değil. Efendim bugüne kadar Türkiye'de yaşayan vatandaşlarımızın tamamının sorunları, efendim bir milli kimlik içerisinde ifade edilirdi. Halbuki Kürt sorunu diye sorun vardır şeklinde bugüne kadar, bilhassa 1984 yılından sonra Kürt sorunu vardır deyip dağa çıkan, artı işte Ermeni uyruklu, artı Suriye uyruklu kişilerden vücuda gelen bir eşkıya çetesi vardı. Bunun adına PKK deniyordu. Bunlar Türkiye'de bir Kürt sorunu var diye iddia ediyorlardı. Bunun da malumunuz başı Apo'ydu. Apo, PKK'nın liderliğini yaptığı süre içerisinde ‘’Ben bir halk harekâtı yürütüyorum. Onun meseleleri vardır, onu temsil ediyorum.’’ Yıllardan beri ‘’Hayır sen yanlışsın, yalan konuşuyorsun’’ diye Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu insana karşı, onun illegal, dağda beslediği eşkıyaya karşı, binlerce şehit vererek mücadele verdi. 
Şimdi diyeceksin ki 3-4 bin kişilik bir PKK ekibinin Türk Silahlı Kuvvetleri’yle bu kadar yıl mücadele etmesi mümkün mü? Elbette mümkün. Neden diyeceksin? Geçen hafta yaptığımız sohbeti hatırlarsanız bir meseleye temas etmiştik.
Misâk-ı Millî hudutlarımızın içerisinde cereyan eden her türlü etnik hareket, ayaklanma, uzaktan ve yakından o bölgenin insanıyla alakası yoktur, ilgisi yoktur. Bunların tamamı yabancı güçlerin, güç odaklarının organize edip o bölgenin insanına mal etmek istediği hareketlerdir. Apo ve PKK ekibi de bunlardan bir tanesidir. Malumunuz işte Güneydoğu Bölgemizde, Kuzey Irak Bölgesi’nde Amerika Birleşik Devletleri'nin Çekiç Güç diye vasıflandırdığı askeri birliği vardı. Orada bulunduğu günden terk ettiği güne kadar onların vazifesi PKK'yı beslemek, yeşertmekti. 
Ne hikmetse, Türkiye'de siyaset yapan bütün partilerin iktidar olmaları durumunda bu harekete müsaade etmişlerdir. Zamanı doluyordu, hepsi işte devam edebilirsiniz, meclisten karar çıkartıyordu. 
Şimdi bu son derece yanlış, bu derece kasıtlı, bu derece ihanet dolu bir harekete 
o günden bugüne vazife yapan iktidarların müsaade etmesini şahsen ben hiçbir mantık ile izah edemiyorum. Siz bu milletin düşmanı mısınız? Niçin bunu böyle yaptınız ve bu PKK'yı başınıza bela ettiniz? 
Kısaca demek isterim ki, PKK harekâtı Güneydoğu Bölgemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın meselelerini gündem eden bir hareket değildir. Onların adına yabancı güçler tarafından vazifelendirilmiş, yaptığı hareketleri de millete mal etmeye gayret etmiş bir çetedir. Onun için hatırlarsanız, Apo’ya bebek katili derlerdi. Niye biliyor musun? Ben sizin temsilciniz olduğum iddiasıyla yola çıktım, siz bana destek vermiyorsunuz, bana arka olmuyorsunuz deyip Kürt köylerine baskın yaparlardı, çoluk çocukları öldürürdü. Katil denmesinin, bebek katili denmesinin sebebi de budur. Anlatabiliyor muyum? 

Sayın Başbakan “Kürt Sorunu” Diyerek Apo'nun Dediklerinin Çok Doğru Olduğunu İfade Etme Yanlışını Yapmıştır

Şimdi bütün bunları toparlarsak, bir araya getirirsek, o günde n bugüne Kürt kardeşlerimizin, ki bunlar Türk vatandaşıdır. Türkiye'de Müslüman Türk kimliği altında, Laz’ı vardır, Çerkez'i vardır, Boşnak'ı vardır, Süryani'si vardır, Keldani'si vardır, Arap’ı vardır, Acem'i vardır, hülasa. Ama hepsi Müslüman Türk kimliği adı altında Türk vatandaşıdır. Canım sen burada yani Kürt'ü mü inkar ettin, Laz'ı mı? 
Ha şöyle bir şey de demiyoruz. Bunlar Müslüman Türk Kimliği’nin boylarıdır. Anlatabildik mi ? Tabii. Bu fiilen de böyle, hukuken de böyle. Dini bir, kültürü bir, siyaseti bir, örfü bir, adeti bir, geleneği bir. Tek bilek, tek yürektir bunlar. Şimdi düğün değil, bayram değil, Sayın Başbakan Kürt Sorunu diyerek, taa bilmem kaç yıl evvel bu iddiayla ortaya çıkan Apo'nun dediklerinin çok doğru olduğunu ifade etme, efendime söyleyeyim, yanlışını yapmıştır, yanlışını işlemiştir. Apo da böyle diyordu: ‘’Bu bizim Kürt Sorunumuzdur.’’ 
Halbuki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, biz buradayız, iç içeyiz, böyle bir sorun yok burada. İşte bunu dedikten sonra Sayın Başbakan, halk da : ‘’Ulan yahu demek ki bu adam verdiği mücadelede haklıymış, bu bizim sorunumuz imiş. ‘’ demek suretiyle sağır kulağa ses verdi Sayın Başbakan. Milleti ayaklandıran o sözdür. Yanlış anlamayın. Milletin böyle bir tarafta, bir tarakta bezi yoktur.
Binaenaleyh ben hatırlarsanız, ilk duyduğumda Umre'den gelmiştim: ‘’Bunun çok mesuliyetli bir söz ve bunun vebali de kolay kolay ödenmez.’’ demiştim. Eğer bu hareketler büyürse şaşmayın. Şimdi hareketi başlatan, düğmeye basan Sayın Başbakan'dır. Nasıl önlenecek, kendisi bilir. Anlatabildim mi? Efendim, benim nacizane bu konuda... Efendim burada bir kastı yoktur. Zaten kastının olması mümkün değil. Bunu da kabul edelim. Neticede bu ülkenin Başbakanı’dır ama Başbakan demek yanlış yapmaz manasına gelmez. Burada efendim meseleleri karıştırmakla birlikte bir yanlışın içerisine düşmüştür. Allah ayıktırsın diyelim. Bu yaptığı yanlıştan da bir an evvel geriye dönsün. Yapacağı iş budur Sayın Başbakan’ımızın.

Türk Milletinin Birliği İçin Medeniyet ve Kültür Temelli Çözüm Şart

Yani öyle birkaç basit cümleyle Türk milletinin bir araya getirilmesi zor, belki de imkansızdır. Çünkü bu gövde ciddi yaralar aldı. Türk milleti Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Boşnak’ıyla, Arap’ıyla, Acem’iyle, Kürt’üyle, Türk’üyle aynı medeniyeti, aynı kültürü, aynı siyaseti, aynı örfü, aynı adeti yaşamış ve bir dinin şemsiyesi altında asırlarca bir arada olmuştur. Yani bu birliktelik çok uzun bir zaman tünelinden geçerek vücuda geldi. Uzun bir zaman sürecinden, tünelinden meydana gelen bu birlik yine uzun bir zaman tünelinde ciddi darbeler almıştır.
Esasen Türk milleti üzerinde, yaşadığı coğrafyada, bu coğrafyadan onu çıkartabilmek için o Türk Kimliğine karşı bir hasmane, müthiş organizasyonlar vücuda getirilmiş ve milleti öncelikle bölüp parçalamak istemişlerdir. Mesela Hicaz Bölgesi’ni biz, bendeniz devamlı ifade etmeye çalışırım kii bunun içerisinde bugünkü Filistin vardır. Allah rahmet eylesin, Abdülhamid Cennet Mekân, -Yahudilere, o bölgenin Filistinlilere topraklarını satarken- ‘’Etmeyin, gitmeyin, yarın sattığınız topraklar sizin için bir hayal olur. Vatan cüda olursunuz, bu topraklara bir daha adım atamazsınız.’’ demiş olmasına rağmen, sanki ona nispet edercesine, birbiriyle yarışarak ellerindeki toprakları ucuz demeden, pahalı demeden sattılar, Yahudilere verdiler.
Şimdi bugün Filistin'de ezilen insanların tamamı dedelerinin gafletle toprak satışından vücuda getirdikleri fiilden dolayı bu haldedirler. Yani onun faturasını ödüyorlar. Demek istediğim şu, yani bu milletle çok oynandı. Hicaz Bölgesi aynı şekilde. Orada binlerce misyoner insanlar faaliyet yaparak, Müslüman Arapları bizden ayırmak istediler. Şii’dir, Sünni’dir diye vuruşturmak istediler. Hülasa, o günden bu tarafa o fitneler durmadı. Daha 1800'li yıllardan itibaren fitne kurumlaştı. Kurumlarla Müslümanların, özellikle Türk Milleti’nin üzerine geldiler. Şimdi o günde bu fitne Anadolu'da vardı, bugün de Anadolu'da var. Fitneyi, daha doğrusu bölücülüğü, tefrikayı yabancı güçler dava ettiği için, onların meselesi olduğu için o bölgede yaşayan insanların alakası ve ilgisi olmamasına rağmen bazı siyasilerin dönemlerinde, devirlerinde gafletle sadece o bölgenin üzerindeki insanlar üzerinde bir oyun oynanmadı, siyasilerin üzerinde de oyunlar oynandı. Siyasetle o bölgenin insanlarını karşı karşıya getirdiler. İstesek de istemesek de asırlar boyu vücuda getirilen o birlik yara aldı.
Şimdi geldiğimiz noktada bu birlikteliğin sıhhat kazanması tekrar hayata geçmesi lazım. Buna ayrılmasına, parçalanmasına, bölüp pörçük olmasına ne Allah razı olur ne şu vatan üzerinde yaşayan insanlar razı olur.
Yapılan yanlışları atılan yanlış tohumları, zararlı tohumları izale edip tekrar eğitiminden, efendim kültürüne, ekonomisinden, psikolojisine, hülasa her şeyine etki edecek bir bütünlükte bu bölgeleri ele almamız lazım. Bu bölgeyi ele almamız lazım. Medeniyetimizle, kültürümüzle, siyasetimizle, örfümüzle, adetimizle ve bunların üzerindeki dinimizle birbirimizi kuşatmalıyız. Bu birlikteliğin yolu bu dediğim efendim kulvardan geçer. Bunu yapmadığımız müddetçe şu ana getirilen meselelerin köklü bir şekilde çözülmesi zor belki de imkansızdır. 
Bu çözümlerin olması için zamanında bizi bir araya getiren ögelerin günümüzde de hakim unsur haline getirilmesi ve bunların etrafında millet olarak bir araya gelmemiz, siyasilerin bölge ayrımı yapmadan her türlü meselelerine deva olması... 
Yoluydu, köprüsüydü, okuluydu, eğitimiydi, işiydi, aşıydı, sanayisiydi, ziraatıydı, hayvancılığıydı, ormancılığıydı, hatırınıza ne geliyorsa... İşçisine, memuruna tam kucağını açıp onları kuşatması lazım, ki o sevgide, o muhabbette, o menfaatte istenilen olsun ve de bu tefrika, bu fitne, başkalarının körüklemesinden kurtularak bizlerin yönlendirdiği bir seviye kazansın diyorum efendim. 

Borçla Kalkınma Hayaldir, Ekonomi Bu Girdaptan Çıkamaz 

Şimdi zaten öyle bir kalkınma dünyada olmamıştır, olması da mümkün değildir. Bunu sana kim söyledi ki başkasının parasını alacağım da ben ülkeyi kalkındıracağım? Bunların hepsi hayaldir. Bu iktidarın yanlışlarından bir tanesi de borç alarak ülkeyi güya kalkındırma seferberliği içerisine sokacağıdır. Ama iktidar olduğu günden bugüne yani üç yıldan bu tarafa ekonomide bir adım ileri atamadığı gibi devamlı geriye gitmiştir. 
Ben rakamlarla konuşayım size. Sayın Başbakan, efendim yaptığı konuşmada teknik ekibinin kendisine hilaf-i hakikat üzere bilgi verdiklerini hemen burada milletimize ifade edeyim. Sayın Başbakanımız da inşallah bizi takip eder. İktidar olduğu gün, iktidar oldukları zaman, üç yıl evvel, efendim iç ve dış borç toplamı 200 milyar dolardı. O yılın sonunda verdikleri, aldıkları borca mukabil verdikleri faiz miktarı 40 katrilyondu. 200 milyar dolar iç ve dış borca verilen faiz miktarı 40 katrilyondu. Topladıkları vergi miktarı da 60 katrilyondu. Yani borçlara verilen faizler çıktıktan sonra artı bir 20 katrilyon bir para iktidarın elinde kalabiliyordu. İşte bunu işçiye veriyordu, memura veriyordu, orman köylüsüne, çiftçiye, neyse…

 Şimdi ise bu borç yükü 400 milyar dolara çıktı ve bir yılda verdikleri faiz miktarı da tam 120 katrilyona baliğ oldu.
Şimdi yani o gün verilen borçlara faiz 40 katrilyondu, bugün 120 katrilyon, tam 3 misli. 
Peki buna mukabil vergilerden topladığı nedir ? Verginin dışında da bir gelir kaynağı yok devletin, 90 katrilyondur . Ve o gün artı 20 katrilyon vergiler toplandığı zaman hükümetin elinde kalan 20 katrilyon bugün eksi 30 katrilyon durumuna gelmiştir. 
Şimdi sayın iktidar bununla ne memura bir şey verebilir, ne işçiye bir şey verebilir, ne orman köylüsüne bir şey verebilir. Bak dikkat edin, geçen yılda memura verdiği, tahsis ettiği bütçe aynıdır, nedir bu sene de. Ama kardeşim %5 verdi. Onu da veremez. Veremez. Niye veremiyor ? Vermesi mümkün değil. Niye veremez ? Ben sana diyorum ki burada iki, dört, altı, on kişi var. Bir bardak çayla bunları doyuracaksın. Bu mantıklı bir şey mi? Yok ki versin. Yok bunlar ekonomiyi tamamen batırmıştır. Yok elinde yok. Yoksa efendim biz borçları azalttık. Peki baba niye memura senin bütçende para var, hazinende param var da vermeyi kıskanıyorsun ? Yok.. Hepsi lafügüzaf. Yok ki versin. Haa verdiğini de nereden telafi ediyor biliyor musun ? 
Şimdi şu anda siz memurken alıyorsunuz 1 milyar maaş, emekli ediyor seni otomatikman düşüyor 600 milyon liraya. Orada 400 milyon lira kopardığı parayla birlikte efendim bu orantıda efendim, kaç kişiye %5 düşüyorsa o kadar işçiyi, memuru işinden emekliye ayırıyor. Onu da ben size zam verdim diye caka satıyor. Zam verdiği yok. Bütçeye bak. 30 katrilyonsa gene 30 katrilyon. 35 katrilyon değil. Yok. Hülasa veremezler. Vermesi mümkün değil. Nereden alıp verecek? Çalamaz ya. Babasının hayrına Amerika para mı verecek ona ? Hülasa böyle bir girdabın içerisine girmiştir bu iktidar. Mali olarak da bunun içinden çıkması hiç mümkün değildir. Çıkamazlar. Haa ülke bu noktada iç karışıklıklar, maliye çökmüş.. İşte yabancı güçler de ülkeyi devamlı surette kuşatıyorlar. İktidar da ayakta kalabilmek için efendim onların istedikleri tavizleri verme noktasına gelmişlerdir. Vermezse bir günde ipini çekerler. 
Sermaye piyasasından çekecekleri 5 milyar dolar 10 milyar dolar, şu anda piyasada 30 milyar dolar üzerinde yabancı para var. Bunun 10 milyar dolarını çekseler piyasadan tamam piyasa ölmüştür. Güm diye dibe vurur. Sen şimdi elin parasıyla bana caka satıyorsun. Bize ait bir şey yok ki ortada. Yani bu iktidar döneminde olaylar buz üzerinde yazı yazmaya benziyor. Güneş vurdu mu her şey kaybolacaktır. Veremez, veremez. Yani veremez derken öyle işte %30'muş, %40'mış, %50'ymiş.. Bunu vermesi mümkün değil. Göstermelik işte bir şeyler efendim verme noktasındadır. Ne işçimiz bir şey beklesin ne memurumuz bir şey beklesin. Zaten biz bunu 3 Kasım evveli bütün milletimize anlatmıştık. Tekrar ediyorum o günlerde de sakalım vardı. Hani derler ki: ‘’Yahu sakalım yok ki, sözüm tutula.’’ O günde sakalım vardı. Hülasa bundan sonra inşallah milletimiz bizi takip eder dinler. Bizim dediklerimiz Allah'ın izniyle doğru sözlerdir, doğru rakamlardır. Bu kurallar, her zaman geçerli kurallardır. Biz bu kurallardan hareketle konuşmalarımızı yapıyoruz. Onun için doğruyu, gerçek olanı konuşuyoruz ve konuşmaya da devam edeceğiz inşallah. 

Milli İşletmeleri Özelleştirme Adı ile Yabancı Güçlere Pazarlamaya Kalkmak Çok Ciddi Bir Yanlıştır

Bu ne perhiz ne de lahana turşusu diyorum. Tabi çok tezat bir şey. Madem Erdemir milli işletmedir, bunsuz olmuyor. E bunu sen yabancı güçlere pazarlamaya kalkman, özelleştirme adı altında, çok ciddi yanlıştır. Eğer böyle bir özelleştirme mutlaka yapacaksan milletin menfaatleri istikametinde hareket eden, milletin iş adamlarına ve orada çalışan işçilere veresin ki bir hayırlı iş de yapmış olacaksın, olursun. Zaten dikkat ederseniz o kadar mümtaz iş yerleri özelleştirildi, kamu kurumları özelleştirildi. Devletin kazancı da sıfır. Hiçbir şey yok ortada. Bari içerisinde çalışan insanlara verin de onların hayır duasını alın diyorum efendim.

Bizim Muhalefetimiz İktidara Yol Gösterme Tarzındadır

Şimdi ben vatandaşımızın muhalefet dediği şeyi anlıyorum. Biz o tarz bir muhalefet yaparsak arkadaşlar kaçacak delik ararlar. O zaman iktidarı kim, iktidarın işlerini kim yapacak? Onun için, onları da düşünüyoruz. 
Bizim muhalefetimiz aslında iktidara yol gösterme tarzındadır dikkat ederseniz. Bizi dinleyip dediklerimizi icra-i faaliyet haline getirebilirlerse, çok samimi konuşuyorum. Çok ciddi badireleri hiç içine düşmeden aşabileceklerdir. Bu da tabi bir nasip meselesidir diyorum efendim. İstirham ederim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir