Neler Okuyacaksınız
Orta Doğu Tarih Boyunca Kendi Haline Bırakılmayan Bir Coğrafyadır
Efendim, biz Orta Doğu hakkında kanaatimiz yeni değil. Çok öteden beri bu düşüncelerimizi hem gazetelerde, hem mecmualarda, hem konuşmalarda teferruatlı bir şekilde izah ettik. Bugün de ortaya çıkan bu yeni hadiseleri değerlendirme açısından meseleye baktığımız zaman, temel itibarıyla tespitlerimizin çok daha doğru olduğunu ve isabet kaydettiğini aslında biz görüyoruz.
Şimdi buna tespit derken gözlem de diyebiliriz. Efendim biz, Orta Doğu bölgesinde aşağı yukarı üç asra yakın cereyan eden hadiseleri araştırıp ortaya koymaya çalıştığımız ve elde ettiğimiz verilerle hadiselere baktığımız zaman, Orta Doğu kendi haline bırakılan bir coğrafya olmadığını gördük. Efendim, önce müsaadenizle bunu hülasa etmekte fayda var. Her sohbette aslında bunu anlatmamız lazım ki, olayların başlangıcını bizi takip edenler bilsinler ki sonunun nereye gidebilecek olduğunu kendileri de tahmin edebilsinler. Şimdi, bu başlangıcı, hadiselerin zuhur sebeplerini ortaya koymadan adam ortaya çıkıyor, birtakım yorumlar yapıyor. Bunlar, fikir jimnastiği oluyor. Yani doğruluk payı yüzde bir, yüzde iki… Hiç mi yok da denmez ama bu işin illetini teşkil etmediği için de kesinlikle bu tespitler, olayı görme bakımından doğru değil. Şimdi, işte bu mantıkla biz hadiseye baktığımız zaman görüyoruz ki Orta Doğu üzerinde birilerinin hesabı var. Yani Orta Doğu halkının birbirine düşmesi, Orta Doğu halkının, efendim, geçmişimiz Osmanlı’ya karşı gelmesi durduk yerde olmuş bir hadise değildir. Ancak burada şu hususu da belirtmemiz lazım: Dolduruşa gelenler maalesef bu Müslüman Arap kardeşlerimiz. Hatırlayacak olursak, İslam tarihine baktığımızda da yine bu insanlar, Aşere-i Mübeşşere’den olan, Hazreti Peygamber Aleyhisselam Efendimiz ’in sevgili damadı Hazreti Osman’ı şehit etmişlerdir. Bunlara “Hariciler” denir. Yani bu insanlar, kolay ikna edilebilip, heyecanlı oldukları için de hadiselere hemen sürüklenebilen bir karakteri var. İşte bu karakterlerinden, bu zafiyetlerinden olacak ki yanlışta toplumu ifsat etmek için hareket tarzı belirleyenlerin bunlar çok işine yarıyor. Ardından, hatırlarsanız, hilafet için Hazreti Ali Efendimiz’i, efendim, Kûfe’ye davet ediyorlar, o coğrafyaya davet ediyorlar. Bir sabah namazında, gelişinin işte altıncı günü olması lazım veya yedinci günü olması lazım, sabah namazında İbn-i Mülcem denilen zaat tarafından şehit ediliyor, sabah namazını kılarken. Bunlar şehit edilirken enteresan bir mantık var. Bu işlemi yapanlar, bu cinayeti işleyenler güya din adına bunu yapıyorlar. Halbuki din adına yapılan bu eylemler tamamen din dışı. Öldürdükleri, şehit ettikleri iki zaat da Hazreti Peygamber’in çok sevdiği iki damadı. Efendim, kızlarının efendileri, beyleri, artı bunların ötesinde, her iki zaat da Aşere-i Mübeşşere’den, yani cennetle müjdelenmiş on şahıstan ikisi, iki tanesi. Artı, bu insanlar Peygamber’e o kadar yakın olmuşlar ki, yani Peygamber’den ayrı da bunları mütalaa etmek hiç mümkün değildir. Yani şunu demek istiyorum: Bizzat İslam’ın kendisini temsil eden, zaatını temsil eden bu kadar yakın insanları bir gafletle yok edebiliyorlar. Arkasından onun çok daha acısı, yine aynı bölge halkı İmam-ı Hüseyin Efendimiz’i davet ediyor. Hazreti Hüseyin’in de enteresandır, çok müthiş bir karakteri var, çok sağlam, yanlışa, batıla, efendim, direnmede aslında bütün insanlığa büyük bir örnek; sadece İslam toplumuna değil. Bu o günün şartlarında ortaya konulan zulmün, ortaya konulan haksızlığın, adaletsizliğin, efendime söyleyeyim tam bir Müslüman karakteri, yani bir peygamber torununa yakışsa ancak bu kadar mertlik, insanlık, İslamlık ve delikanlılık yakışır. Efendim, şehit olacağını bile bile olayların üzerine gidiyor ve şehadet şerbetini içiyor. Şimdi, İmam-ı Hüseyin Efendimiz’i şehit edenler ki bugün malumunuz, dün Aşure Günü’ydü, yani aşurenin meşhur olduğu gündür. Şu anda da zannım o ki Kerbela civarında anı, Hazreti Hüseyin Efendimiz’i anma merasimleri icra edilmektedir. Allah gani gani rahmet eylesin, şefaatinden mahrum etmesin. Ve şehit ediliyor. Yanılmıyorsam, otuz üç parça mızrak ve bir o kadar, o kadar da darbe izi mübareğin vücudunda... Bu da yetmiyor; vücudu gövdesinden alınarak, efendim, zamanın halifesine “müjde olsun” diye taşınıyor. Ve bunların tamamı da enteresandır, din adına yapılıyor. Yani bu katliamlar, öyle bir katliam ki, hiçbir gerekçe olmadan, efendim, bu kadar zulüm yapılabiliyor. Niçin bu kadar temele indik? Yani o coğrafya istismara çok müsait. O coğrafya... Düşün ki peygamber torununa dahi gözü kapalı saldırıyorsa, müsaade et de peygamberin halifesine de saldırsın. İşte bu gözü kapalı olmalarından kaynaklanacak ki o bölgede, bir başka ifadeyle Hicaz bölgesinde, hükümran olan dedelerimizi, o topraklardan İngilizlerin oynadığı oyunlara alet olarak efendim, çıkarma projelerinde en başta rol alıyorlar. Ve çok cüzi bir paralarla efendim ve bizi o coğrafyadan çıkartıyorlar. Ve o coğrafyanın o günden bugüne, Hazreti Fahri Alem Efendimizin aile efradının, o coğrafyada yaşayanlar hakkında, daha doğrusu Hazreti Hüseyin’i şehit edenler hakkında enteresan da bir bedduası vardır. Bugün kader onu ortaya çıkartıyor. Yani zulümle adeta eşdeğer olmuş o coğrafya... Başta İmam Ali Efendimiz, İmam Hüseyin Efendimiz ve dedelerimizi zamanın halifesine arkadan vurarak, o bölgeyi tamamen İngilizlerin oyuncağı haline getirmişler ve müsait bir coğrafya oluşturmuşlardı. Şimdi dikkat edersek, o günden bugüne, o coğrafyada hiçbir devlet veya hepsi aynı millet de kabilenin diyelim, iki yakası bir araya gelmemiştir efendim. O kadar bolluk içinde yüzmelerine rağmen hepsi darlıkla baş başadır. İşte Körfez ülkelerinin hali ortadadır. Her gün bir şeyin olacağı endişesiyle yaşarlar, yaşamaktadırlar. Irak’ın hali ortadadır. Irak’ta o kadar Müslüman kadının namusuna tecavüz edilmiştir. Yüz binler, efendim sokakta, evde, caddede, dükkânda, ne bileyim bombardımana tabi tutulup şehit edilmiştir. Hâlâ can emniyeti kesinlikle yoktur. “Nerede?” “Hiçbir yerde.” Mal emniyeti yoktur, namus emniyeti yoktur. Böyle bir coğrafya haline geldi, getirildi.
Büyük Ortadoğu Projesinde Asıl Hedef Türkiye’dir
“Ha, niçin getirildi?” sorusunun cevabı... Şimdi bazı arkadaşlar, “İşte o coğrafyada ABD’nin BOP Projesi’nin hayata geçmesi, Çin’in o coğrafyayla irtibat kurmasına mâni olmak” gibi çok hayali bir düşünce içerisindeler. Bir defa, o coğrafyada yapılan hadiseleri yapanlara sormak lazım: “Siz bu işi niçin yapıyorsunuz?” O coğrafyada hadiseleri yapan, geçmişten günümüze... Geçmişte İngilizler; şu anda, kabul etsek de etmesek de Amerikalılar ve onların İsrail lobilerinin, Yahudi lobilerinin Amerika’da hâkim olması münasebetiyle şu anda onlar, bilhassa Fırat ve Dicle havzasını “Arz-ı Mevud” olarak kabul ettikleri için o bölgede hesapları var. Ve bunun için de Türkiye’nin Güneydoğusundan 450.000 dönüm yer, kendi tasarruflarına, kendi efendime söyleyeyim, vatandaşlarının tasarrufuna geçilmiş vaziyette. Yani satın aldılar. İşin özü bu. Yine o bölge kaynaklı, efendime söyleyeyim, yani o bölgede hesabı olan şirketler, bunlar Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, Hollanda kökenli şirketler. Türkiye’den 100.000 dönüm arazinin üzerinde yer satın almıştır. Bunun ötesinde bir o kadar yer kiralanmıştır.
Hadiseye baktığımız zaman Türkiye’nin yedide ikisi maalesef Türk milletinin tasarrufundan çıkmıştır. Şimdi bunu yapan kimler? İşte bu dediğimiz İngiliz, Amerika, İsrail mantığıyla, mantalitesiyle hareket eden insanlar. Efendim, Çin olamaz mı? Olamaz. Neden olamaz? Bush diyor ki: “Ben o bölgeye bir, şu kadar zaman sürecek bir Haçlı Seferi için geliyorum.” Fail ne yaptığını, hangi gayeyle geldiğini ifade ederken “senin benim sözümün bir kıymeti yok.” İsrail diyor ki: “Benim o bölge tabii arazimdir.” diyor. “Burası bana” diyor, “Yahova tarafından verildi.” diyor. E sen onun adına nasıl avukatlık yaparsın? Yani kendisi, bu bölgenin üzerindeki hesabını açık ve net olarak beyan ederken, efendim, farklı bir kulvarda bunu senin benim değerlendirmemiz hadiseyi bilerek yahut da bilmeyerek saptırmaktan başka bir işe yaramaz. Şimdi bu bölgede hesap bunlar ve bu bölgede en önemli bu güçlerin, gerek İsrail’in, gerekse ABD’nin veya Batı dünyasının önünde en büyük engel, bütün Batılılaşmak istemesine rağmen, Tanzimat’tan bu tarafa, Avrupalı gibi olmak istemesine rağmen en büyük engel Türkiye’dir. Çünkü Türkiye, asırlar boyu bu coğrafyanın insanına liderlik yaptı, coğrafyanın başını çekti ve Balkanlarla Kafkaslar arasında bir köprü oldu. Avrupa’yla Asya’yı birbirine bağladı, bağlıyor. Hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’nin konumu çok farklı. “Canım, burada Suriye’nin, İran’ın fonksiyonu yok mu?” Elbette var ama bunlar bir diş ağrısı mesabesindedir. Dişi antibiyotikle kurutursunuz, çekersiniz, iş biter. Fakat Türkiye öyle değil. Türkiye işin beynidir, kalbidir. Ha, onun için bu belde, daha doğrusu Türk coğrafyası, bütünüyle beraber tasarruf altına alınmadıktan sonra, zannetmeyin ki bu bölgede hadiseler durulacaktır. Kesinlikle durulması mümkün değildir.
İncirlik Üssünün Bizden İstenmesi, 1. Dünya Savaşında Osmanlı’nın Bir Anda Savaşın İçine Girmesine Benziyor
Şu anda oynanan çok enteresan bir oyun var dikkat ederseniz. Nedir bu oyun? Efendim, İncirlik Üssü’nün Türkiye’den istenmesi ve İncirlik zaten ABD’nin tasarrufunda ama öyle bir isteniyor ki “hiçbir şeyine karışmayacaksınız, her türlü hareket yapma kabiliyetine sahip olacak ve sorumlu da olmayacak.” Böyle bir düşünceyle İncirlik bizden isteniyor. Ben bu olayı tabiri caizse I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın bir anda kendisini Cihan Savaşı içerisinde girmesine biraz da benzetiyorum. “Neden?” diyeceksiniz... Mesela sorduğunuz Ürdün eski başbakanının... Affedersiniz, Lübnan eski başbakanının vurulması hadisesi ile Orta Doğu’nun şu anda getirilmek istediği nokta, bu tıpkı şuna benziyor: Amerika Birleşik Devletleri, o bölgeye inebilmek için bir terör bahanesi ortaya koymuştur. Birincisinde, 11 Eylül, Usame Bin Ladin’in uçakları geliyor, efendim, İkiz Kuleler’i yıkıyor. Yani o kadar büyük bir tiyatro ki! Ya bu derece güçlü bir Usame Bin Ladin Beyaz Saray’a gider vurur. Yani kalkıp da niye İkiz Kule’yi vursun ki? Sebep ne? Hiçbir işe yaramaz, başına bela olacak. Senin askeri gücünün olduğu merkezi bizzat vurur, yok eder. Bu derece istihbarata, bu derece hareket kabiliyetine sahip olan adam bunu yapar ve dünyada rahata kavuşur. Yanlış mı konuşuyorum? E böyle bir şey olmadığına göre... Ha demek ki bunlar, kendi içlerinde bir bahaneyle dediğimiz coğrafyayı elde edebilmek için harekete geçtiler, bu olayları organize ettiler. Bu gerekçeyle Afganistan’da Usame Bin Ladin arandı, geldi, belli merkezler tutuldu. “Nerede?” Madem sen bunun için geldin buraya, “niye bulmuyorsun bu adamı?” Kısaca mesele tam bir tiyatro. Bunu bizi takip eden kardeşlerimizin iyi görmesi lazım. Şimdi burada; Sayın Başbakan’ın, geçmişteki başbakanın, efendim bir suikasta kurban gitmesi hadisesi de böyle. Şimdi, Suriye saldıracak... “Sen” diyor, “bu işi yaptın.” diyor. “Zira” diyor, “senin askerlerin onun topraklarında, eskiden o size karşı olmuştu.” Hayda, o da tarih okuyor ona. “Bu işi yapsa yapsa sen yaparsın.” Kısaca, bu terör bahanesi olduğu mantığıyla işin içine girdiğin zaman, ha bu işi bizzat iddia eden kişilerin yaptığı realitesi ortaya çıkıyor. Yani Suriye’nin, ne bileyim, işi bitmiş bir başbakanla uğraşma gibi bir lüksü de olamaz. Yani bir fantezisi de olamaz. “Neden olamaz?” Adam zaten kendi derdine düşmüş, efendim. Böyle bir şey var. Ha, “burada asıl oyun” dedik, “Türkiye üzerine oynanıyor.” Neden Türkiye üzerine oynanıyor? Buradan gerekse İran’a, gerek Suriye’ye ABD’nin kalkıp da bir savaş ilan etmesi zor, belki de imkânsızdır. “Neden imkânsızdır?” Şimdi Irak’a girdi, görüyoruz halini. Öyle bir manzarayla karşı karşıya ki... Her gün bin tane musibetle iç içe yaşıyor ve her gün askeri ölüyor ve bunun onda biri ancak basına intikal ediyor. Ciddi bir kaynama da ABD’nin içerisinde olmaya başlamış. Şimdi böyle bir manzarada, henüz daha Irak’ı kendi bakımından teminat altına alamayan ABD’nin işte Suriye’ydi, İran’dı gibi devletlerin üzerine gitmesi hiç mümkün değil. Peki efendim, “buradaki hesap nedir?” Buradaki hesap şudur: Madem burada gerçek pürüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir, o hâlde nasıl Türkiye, I. Dünya Savaşı’nda Yavuz ve Midilli gibi iki gemiyle Sivastopol’a bomba atıyor, şeyler, Almanlar hatırlarsanız, bir de bakıyoruz ki Osmanlı kendisini savaşın içinde buluyor. Aynen işte bu oyun, benim kanaati şahsiyem, şu anda, işte, İncirlik’te oynanmak isteniyor. Siyasi iktidarın çok dikkat etmesi lazım, hadiseleri çok iyi gözlemlemesi lazım. Aksi takdirde bir savaşa Türkiye’nin girmesi demek, Türkiye’nin bölünmesi demektir. Yani Türkiye’nin ortadan çıkması da herhangi bir ülkenin Türkiye’ye savaş açmasıyla değil, böyle haksız bir savaşın müdahili olması, içinde bulunması... İşte bugüne kadar hazırlanan ortamın fitne olarak zuhur etmesine sebep olur ki kaynamalar başlar ve Türkiye, Allah korusun, bölünebilir. Bu hadise, daha doğrusu Amerika Birleşik Devletleri’nin, ABD projesindeki İncirlik efendim, Üssü’nü tam olarak istemesi... “Ben Suriye’ye vuracağım, İran’a vuracağım.” imajıyla hareket etmesi, Türkiye’yi bizzat hadisenin içerisine sokarak, efendim, illegal bir pozisyonda onu bölme, parçalama projesidir. Yoksa kalkıp da “İşte biz Türkiye’yi şuradan böleceğiz, buraya vereceğiz.” deme şeyi, lüksü de yok. Yani budur. Bunu, bunu çok iyi görmek lazım. Bunun önüne geçmek için de Amerika’nın ürettiği, ABD’nin ürettiği politikaları; gününden evvel tespit edeceğiz. Buna mukabil de projeler ortaya koyacağız. Mesela burada İran’la Suriye, çok akıllı bir tavır ortaya koydular. Rusya ile beraber bir bütünlük oluşturdular. Şimdi Suriye’ye herhangi bir müdahale, bu üç devletin de korumasıyla birlikte tepki görecek. Şimdi, Amerika için de iş biraz daha zorlaşmış vaziyette. Elini bu ateşin içine sokmayacağına göre, “kimi sokacaktır?” Türk, Türkiye’yi sokmak isteyecektir. Ama Türk kamuoyu kesinlikle buna müsaade etmez, etmesi de mümkün değil. Hangi açıdan bakarsanız bakın, zerre kadar menfaatinin olmadığı bir şeye, efendim, nasıl girecektir? Kısaca Türk siyaseti, çok zor günlerden geçiyor. Ancak bu zor günlere de Türkiye’yi getiren, maalesef bu siyaset. Bu arkadaşlar ya geçmişi çok iyi bilmedikleri için veyahut da çok ciddi bir oyuna geldikleri için de bu kaderi maalesef yaşama noktasına gelmişlerdir. Biz yine söz konusu Türk milleti olduğu için dua edelim. Allah onların da ferasetini, basiretini açarak doğruyu görme ve doğru şekilde icraat etme imkânını nasip etsin efendim.
Türkiye’yi Savaşın İçerisine Çekme Senaryoları Kaybettiğimiz Hakları Geri Almak İçin Değil, Türkiye’yi Bölüp Parçalamak İçindir
Musul ve Kerkük’e Türkiye’nin şu anda, Türkiye esasen müdahale etme demini kaçırdı. Yani onun seneler evvel kendisine hak olarak tanındığı dönemde, efendim, kırmızı çizgilerini kendisi ihlal etti. Ondan sonra da oynanan oyunun projesine alet oldu. Türkiye’nin şu anda gidiş, gittiği nokta; maalesef kötüye bir gidiş vardır. Güneydoğu, yani Kuzey Irak politikası konusunda da çok ciddi bir şekilde çöküşe doğru gitmektedir. İşte birtakım kitaplar, senaryo olarak gündem edilmekte. Zaten Sayın Başbakan’ımızın böyle bir niyeti olmadığı gibi, Amerika’yla karşı karşıya gelecek, kabul etsek de etmesek de cüreti ve cesareti de yoktur. Ha, peki, “bütün bunlar niye tezgâhlanıyor?” Türkiye’nin bölünmesi için mutlaka Türkiye’nin bir savaşın içerisinde kendini bulması lazım da ondan. Savaşın içine girdiği zaman, bak dikkat ederseniz, bugüne kadar meşru olan müdahalelerini yapmadı. Saddam’ın döneminde, hatırlıyoruz, 200 kilometre kadar Irak’ın içerisine giriliyordu. Amerika Birleşik Devletleri çıkarma yaptığı sırada, eğer Türk Silahlı Kuvvetleri gücü, o coğrafyada en az 100 kilometre içeride şu kadar askerimiz olmuş olsaydı, bugün Amerika Birleşik Devletleri elini kolunu sallayarak bu bölgede bu derece rahat hareket edemeyecekti. O coğrafya teslim edildi, girmemek üzere söz verildi. Şimdi de kaşıtılıyor. Diyor ki: Canım, "Bak." diyor. "Kerkük’te şu oldu, bu oldu." Ve o kadar Türk siyaseti oyuna geldi ki... Türkmen Türkleri o bölgede seçime girmeyip protesto etmelerine, etmeleri gerekmesine rağmen, Türk siyaseti, "Niçin girmiyorsunuz? Hakkınızı siyasetle elde etmek istemiyorsunuz?" gibi ikna ile o bölgenin insanını maalesef oyuna da getirmiştir. Mesela Sünni Araplar, orada güzel bir politika uyguladı. Aynı politikayı Türkmen Türkleri uygulamış olsaydı, efendim, çok daha güzel bir neticeye varılacaktı. En azından seçimlerin iptali için ciddi bir gerekçe ortaya çıkacaktı. Yani bu oyuna, maalesef, bugünkü iktidar, orada Türkmen Türkeri’ni getirdi. Şimdi yeni yeni senaryolar ABD’de sahneye konuyor. Gelinen bu noktada, "Efendim, bak işte şunlar, şunlar oldu." E bunların, bunların olması gibi bir savaşın içerisine Türkiye’yi çekme senaryolarının oluş nedeni kaybedilen hakları geri almak değil. Ya, Türkiye’yi bölüp parçalamak içindir. Eğer kaybedilen haklarda Türk siyasetinin iradesi olmuş olsaydı, zaten iş bu noktaya gelmeyecekti. Ha, o bölgede bir gün olması gerekenler olacak, doğrudur. Ama onları bu siyaset yapamaz. Çünkü bu siyaset, kimin emrinde, kimin mantalitesinde, kimin mantığında, tezinde hareket ettiği bir tane değil; on, belki de yüz tane delille ortaya koydu kendisini. “Bu, bu işin adamı değil, bu yolun kaptanı değil,” diyebiliriz. Evet, o bölgede Türkmen Türklerinin elbette hakkı savunulacak. Hak, kendi hakları başkaları tarafından zayi edilemeyecek. Ama bunlar tarafından değil. Milletimiz sabretsin, bunu inşallah hep beraber el ele vererek göreceğiz ve yaşayacağız, kısmet olursa.
Amerikan Yanlısı Politikalar, İktidarın Sonunu Getirebilir
Amerika Birleşik Devletleri esasen bir şeyi göremiyor. Çünkü bunu görmek için bir medeniyet lazım, bir kültür lazım, bir örf, âdet lazım, gelenek lazım. Bu gelenek, örf, adet, kültür, medeniyet maalesef ABD’de yok. Nedir bu? İnsan hakkı dediğimiz hakların, hangi toprakta olursanız olun, o beldenin insanlarına yaşatılmasıdır. Biz onun için hatırlarsanız bütün konuşmalarımızda "Bütün dünya Türk milletini bekliyor." diyoruz. Bunu derken hamasi duyguları galeyana getirip, "Helal olsun, bu da bizden bir şey." söylemek için değil. Bu sözü söyletmek için değil. Niye? Şimdi insanlık tarihine bakın. Türk milleti yeni değil. 5000 yıllık tarihini gözünüzün önüne alın. Nereye giderse gitsin, girdiği bütün coğrafyalarda adaleti, insanlığı, hakkı, müsavatı, can emniyetini, mal emniyetini, namus emniyetini, din ve vicdan emniyetini… Bunları getiriyor. Ve şimdi; bugün dünyanın tek kutbu olan, tek hâkimi olan iradeyi, geçmişteki iradenin yerine koyuyorsunuz. Yani ABD’yi Türk milletinin iradesinin yerine koyuyorsunuz. Yaptığı icraatlara bakıyorsunuz. “Nereye girmiştir?” Afganistan’a girmiştir. Afganistan’da kan, göz yaşı, can emniyeti, mal emniyeti, namus emniyeti temin edilememiştir. Hiçbir gerekçe ortaya koymadan Afganistan toprakları işgal edilmiştir. Geliyorsunuz Irak’a... Irak’ta da aynı senaryolar gündem ediliyor. Şimdi Irak’ta hani demokrasi olacaktı, hani insan hakları olacaktı? 50.000 insanın… Affedersiniz, oradaki kadınlar; bizim ablalarımız, bizim annelerimiz, bizim kardeşlerimizdir. Kim ne derse desin, Müslüman kardeşimiz bunlar. Bunların namuslarına tecavüz ediliyor; affedersiniz, kullanılıp sokağa atılıyor. Ve o Irak halkının ve onlarla teması olanların, şimdi bu işi yapan faillerle gönül birliği içinde, bağ içinde olabilir mi? Medeniyet anlayışı içinde olabilir mi? Elbette ki olamaz. Yine bakıyorsunuz; adam caddede gidiyor, alışveriş yapıyor, evinde oturuyor, istirahatinde... Hayda, bir bombardıman; bir de bakıyorsun, bu insanların tamamı heder olmuş, gitmiş, şehit olmuşlar. Yüz binler böyle yok olmuş, gitmiş. Yani ABD yaptığı işlerin hiçbir netice getirmediğini gördüğü halde, tamamen zulüm mantığı üzerine hadiseleri bina ettiği için elbette ki geldiği neticede bu olacak. Ha, Türk efkâr-ı umumiyesinin bundan etkilenmemesi, ABD’yi sevmesi bu manzara karşısında hiç mümkün değil ki... “Neden?” "En azından Irak’ta yaşayan Müslüman kardeşlerimizdir." diyerek onlara baktığı için. "Allah Allah, ya bir insan bu kadar da yapabilir mi?" şeklinde düşündüğü zaman, ha, intikam nazarıyla bakıyor. Değil dost, değil arkadaş. Onu da desteklediği için iktidar, sadece Amerikan politikası yüzünden iktidar, yüzde 60 kabiliyetini, oy desteğini vatandaştan kaybetti. Yani sadece Amerikan yanlısı olduğu için. “Bu ne diyorsa”, diyor; “onun dediğini yapıyor.” Yani “ha Bush, ha Sayın Başbakanımız” diyor. Dolayısıyla iktidar da ciddi bir şekilde kan kaybediyor ve bu politika devam ederse iktidarın da sonu gelir. Bunu da böyle bilmiş olalım. Ve iktidarın sonunu getirebilmek için de, efendim onu dediğim gibi aciz bir duruma sokup bir hadisenin içerisine koymak... Bu da Amerikan senaryolarından bir tanesidir. İşte bu son istifalar, bundan sonra gelecek olanlar, "İşte bak; ben seni bugüne kadar tuttum, atıyorum. Eğer benim atmamı beklemiyor, ayakta durmak istiyorsan şu dediklerimi yap." talimatıyla karşı karşıya da kalabilirler. Onun için bugüne kadar yapmadıkları alicenaplığı, mertliği, delikanlılığı; eğer kendilerini korumak, kollamak, kurtarmak istiyorlarsa, ortaya koymaları lazım, efendim, millete sahip çıkmaları lazım, milletten yana tavır koymaları lazım. Milletin örfüne, âdetine, medeniyetine, kültürüne; kısaca bağımsızlığına sahip çıkmaları lazım. Bunu yaparlarsa, her şeye rağmen seçime giren bir Tayyip imajı ortaya çıkabilir. "Vay be, bu bir, efendim, meğer arkadaşımız kendini bugüne kadar gizlemiştir, yaptığı takiye idi..." Ama bu fırsatı da kaçırırsa, "Tayyip’i Hazreti İsrafil’in sûru da diriltemez." diyorum efendim, …
Türkiye’yi Kalkındıracak Önemli Projeden Bir Tanesi, Maden Projeleridir
Şimdi efendim, şu anda bir maden politikası diye bir şey yok. Bütün politikalarda maalesef siyasetimiz, Türkiye’yi yok pahasına peşkeş çekme durumuna gelmiştir. Biz her yerde bunu konuşuyor ve bu arkadaşlarımızı da ayıktırmaya çalışıyoruz. Bugün Batı dünyası bütün kaynaklarını kullanmıştır; yani yeraltı kaynaklarını bitirmiştir. Şimdi Batı’nın hedefi Türkiye’dir. Az evvel söylediğimiz, efendim konunun izahı bakımından da Türkiye’nin madenleri, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin değer birimidir. Yani bu coğrafya onlar için elzemdir. Bunu düşünebiliyor musunuz? Batı, kendi kaynaklarını bitirdiği noktada; altını, boru, toryumu, demiri, petrolü, uranyumu, ne bileyim, bakırı hülasa… Bütün bunlar bakiri olarak yeraltında meknuz olmaktadır. Şimdi bunların işlenme durumu söz konusu. Bu iktidar döneminde yok pahasına bunlar, bedava fiyatına, 50 trilyon dolarlık maden rezervimiz 1.9 milyar dolara peşkeş çekildi. 2 milyar dolar bile değil. 50 trilyon nerede, 2 milyar dolar nerede? Bu korkunç şekilde halk ve devlet, maalesef, bu kıymetlerden, bu varlıklardan bırak istifade etmesini; uzaklaştırılmış, mağdur hale sokulmuştur. “Peki, yapılması gereken nedir?” Yapılması gereken, bütün bu maden kaynaklarımızı halkın bilgisine arz etmemiz lazım. “Bizim şurada şu madenimiz, burada bu madenimiz var.” dememiz lazım. Bir misal olsun diye söyleyeceğim: Mesela bakır işletmesi var Çayeli’nde. 15 milyar dolarlık potansiyeli var, bu, cevher potansiyeli var, asgari olarak sadece bakır. Bunun içinde altını var; yani altını da bunun dışına biz sadece bakır, 15 milyar dolar. Bunu 48 milyon dolara özelleştiriyorlar. Bu derece büyük bir yanlış olmaz. Bu bir olsa olsa peşkeş çekmedir, bedava vermedir. Yani, bu özelleştirilen yabancı şirketlere verilen madenlerimizin mantığı da bu. Adeta “Verip kurtulacaksın.” Ama neden? Borç da vermiyorsun. Hiçbir şey de vermiyorsun. Kısaca, bu madenler işte, elimize alacağız haritamızı. Vatandaşımıza gideceğiz. Bak, şu coğrafya… Bugün Gümüşhane’mizde altın var, Gümüşhane’mizde bakır var, Gümüşhane’mizde mermer var. Efendim, gümüş, Gümüşhane ismi, gümüş var, adı üstünde. Ha, evvela, o bölgede, o mıntıkada yaşayan insanlarla konuşacağız. Bir misal olsun diye söylüyorum. “Kardeşlerim, rezerv olarak bizim şu kadar madenimiz var.” Biz diyoruz ki, devlet olarak, “seninle ben, yani sen millet olarak, ben devlet olarak bir şirket kuralım. Bu şirkette senin de payın olsun, devletin de payı olsun. Devletle sen hem işletmeci ol; yani bu madenleri işleyen, bu madenleri ortaya çıkartan irade sahibi ol, madenci ol. Aynı zamanda pazarlamacı da ol.” Bunu diyoruz biz, deriz. “İşte; hissenin bir tanesi şudur, bir tanesi budur.” demek suretiyle halkın ortaklığına açılan, halkla devleti birleştiren ve aynı zamanda barıştıran efendim kurumlar oluşturmak lazım, şirketler oluşturmak lazım. Altın için böyle, bor için böyle, toryum için böyle, demir için böyle, kömür için böyle, ne bileyim, mermer için böyle, kireç için böyle, bilmem ne toprağı için böyle... Bütün bunları vatandaşımızın ortaklığına takdim etmemiz lazım. Göreceğiz o zaman vatandaşımız, yabancı şirketlerin verdiğinin 100 mislini vererek hem kendisi devletine, milletine hizmet etmiş olacak ve hem de kendisi tüccar olacak. Evet; belki 5 milyar, 10 milyara bir pay sahibi olacak ama iki sene sonra bu bizim pazarlamacı ağabeyimiz olacak. Efendim, eli cebinde, efendim, altın şirketinin, bilmem, ortağı olacak. Kısaca bor şirketinin ortağı olacak, bunu pazarlayan olacak, bunu imal eden olacak. Böyle bir yapılanmaya Türkiye’nin gitmesi, şu zeminde farzdır. Bunu böyle görmemiz lazım. Bunu yaptığımızda ne olur? Bakın, milyonlar şu anda işsiz. Sadece bu proje, Türkiye’de milyonları işe kavuşturur. Hem de kendi işini kurar, kendine güven gelir.
Ben şimdi zat-ı hâllerinize soruyorum: “Siz bir işletmeci, bir fabrikatörsünüz. Avrupa’ya da bu bölgede bir ben ihracat yaptım, bir de benden sonra mıydı siz, yoksa önce mi? Biz önceyiz, yani öncelik benimdi. Şimdi bir de siz ihracat yaptınız ve devam ediyor sizin ihracatınız.” Şimdi soruyorum: “Siz ben kuracağım, devlet olarak, altın işletmesine ortak olur musunuz, olmaz mısınız?” … E bu kadar çile var, çileyi ya çekiyorsun, efendim, bin bir meşakkatle bunu yaparken elbette bu taraf… Bunlar bizim insanımıza anlatılırsa… Ha, bugüne kadar ne olmuştur? Özel şirketler kurulmuş, bunlar maalesef istismar edilmiş, devlet garantisi olmadığı için de halk mağdur edilmiştir. Bunlar tamamen devletin garantisinde olacağı için böyle bir neticenin olması da kesinlikle mümkün olmayacaktır. Herkesin istifade edebileceği, herkesin ne bileyim sigortalısından Bağ-Kur’lusuna kadar, hülasa devlet garantisinde olacağı; planlı, programlı, projeli bir döneme geçilmesinin, bana göre zamanı gelmiştir ve geçmek üzeredir. Türkiye’yi de kalkındıracak olan birkaç önemli projeden bir tanesi de işte bu maden projeleridir diyorum efendim.
Üretim Yapan Vatandaşı, Devletin Desteklemesi Lazım,
E “Burada çelişki yok.” diyen sadece iktidar. Vatandaşa gidip sorduğunuz zaman "Onlar" diyor, "bizi enayi mi zannettiler?" diyor. "Benim cebimde ne var, pazardaki mal nasıl, bunu biz biliyoruz." Hatırlarsanız, biz takriben üç ay evvel yaptığımız programlarda Türkiye’de enflasyonun en az yüzde 40’larda olduğunu tek tek izah etmiştik. O da zaruri gıda maddelerinde, diğer mamullere elimize atsak bu oran yüzde 50’lere, 55’lere kadar çıkabilir. Yani "Türkiye’de enflasyon düştü, düşüyor." Bunların hepsi hikâye. Deflasyon olmasına rağmen, Türkiye’de yine pahalılık almış başını gidiyor. İki; durum bu olmasına rağmen, benzine neden yapma, yapmak mecburiyetinde? Neden yapmak mecburiyetinde? Şu anda bizim maliye politikamız bağımsız değil. IMF’nin dayatmalarıyla yapılan programlar var ortada. Adam bir taraftan yaranmak istese, diğer taraftan başına taş düşüyor. İzah edebildim mi? Açık veriyor, kapatması için ne yapacak? Bu işte benzineydi, gazaydı, şuna, buna… İlave zamlarla beraber, hatırlarsanız, yeni bir tarım envanteri yasası çıkartılmak… Ne olacak? Envanter çıkacak. Bunu güya bir şey, güzel bir şey mi? Tarım envanteri çıkartma, sen milletten vergi kaçırmaması için diyorsun ki: “Ne yetiştiriyorsun, bunu bana bildir. Neyin var, bunu bana bildir." Bunun manası nedir? Herhalde "Aferin, ne kadar güzel yaptın." demek için değil. "Ulan, demek bunlara sahipsin." deyip elindekinin vergisini almak için. Ya böyle şey mi olur? Üretim yapan vatandaşı devletin desteklemesi lazım, önünü açması lazım. Benim burada kanaat-i şahsiyem odur ki, milletin üretimini teşvik edecek unsurları devreye koyacağız. Faizsiz krediler vereceğiz. Bir ise, onu ona çıkartmaya çalışacağız. Vatandaş geçimini, rahatını iyi temin ettikten sonra; üretimi yapan kesime de iyi müşteri olma kabiliyetini elde edecek. Bizim "pazar" dediğimiz sınıf işte bu insanlardan vücuda geliyor. Şimdi esnafı, memuru, işçisi, köylüsü, çiftçisi, orman köylüsü, denizcisi… Üretilen mamullere pazar olmadıktan sonra, e senin mamullerin ne işe yarar? Şimdi sen bir de buna diyorsun ki "Envanterini çıkar, ben elindekinin de vergisini alacağım." Bu adam büsbütün parasız kalacak. Yani dolaylı yoldan; Türkiye’nin üretiminin, pazarlamasının da maalesef önü kesilecektir. Yapılması gereken bunlar değil. Yapılması gerekenler; milleti köylüsüyle, işçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla; her kesimini sosyal devlet projesiyle, anlayışıyla desteklemek lazım. Herkesin cebini doldurmak lazım. Anlatabildik mi?
İş Adamları Bizim Dönemimizde, Asıl İmparatorluklarını Yaşayacaklar
Bir de bakınız, bu da çok mühim: Bana diyorlar: "Efendim, güzel de bir de iş adamları sınıfı var. Siz bunlar hakkında hiçbir şey demiyorsunuz." Aslında ben çok diyorum. Yani iş adamları, benim dönemimde, bizim dönemimizde, bizim düşüncelerimizin Türkiye’de söz sahibi olduğu dönemde asıl imparatorluklarını yaşayacaklar. Zira efendim, öyle bir durum var ki… Yani, öyle bir durum var ki… Biz, bizim politikamız, oluşturacağımız hariciye dünyasıyla, efendim, bir kuşak oluşturacağız. Bu kuşağın içerisinde en az 45-50 tane ülke olacak. Burada Türk Lirası hâkim noktaya gelecek. Artı, biz bu ülkelerden sipariş alacağız. Bu siparişleri kim alacak? İşte o büyük iş adamları alacak, üreticiler alacak. Bugün bir satıyorsa, yarın en az on satacak. Neden? Çünkü 50 tane ülkeyle biz bu iş adamlarının hukukunu ortaya koyduk, irtibatını temin ettik, ne bileyim, yolunu gösterdik. Yani şu anda olduğu gibi, serbest pazar ekonomisinde alıyorsun iş adamlarını, dolduruyorsun uçağa. Getiriyorsun bilmem hangi ülkeye, "İşte anlaşın." Böyle değil. Yani bakın, biz, kısmet olursa, bizim düşüncemiz çok farklı. Türk parası bir defa dünyada hâkim konuma gelmesi lazım, itibarını kazanması lazım. Bunun için de Türkiye veren el olacaktır. Daha fazlasını söylemeyelim ki bazı arkadaşlar kopya çekiyor, işin özünü bilmedikleri için de ağzına gözüne bulaştırıyor. Hem onlar bu tahribatı yapmasınlar hem de işin ruhu bizde kalsın düşüncesiyle… Yani iş adamları hiç endişe etmesinler. Bugün bir pazarlıyorsa, yarın en az on pazarlayacaktır. Bugün bir kazanıyorsa, yarın on kazanacaktır. Zira onun kazandığı kazançtan devlet de ayakta duracaktır. Onun için o kendi de razı olacak, devletini de razı edecektir. Ha, devlet de onun etrafında siyasetiyle, onun etrafında efendim, askeriyle, bütün iradesiyle olacak; onu bir noktaya taşıyacak. Devlet ve millet birliği; halkından, efendim, ne bileyim, en üst kurumlarına kadar bir bütün ve bir birlik oluşturacaktır diye düşünüyorum ben efendim. Mesela Koç’un… Koç’un en azından Türkiye’nin etrafında 50 ülkede pazarı olsa, Koç bugünkü Koç olmaz ki. Koç, bunun devasa örneğiyle büyür, dünyanın en güçlü şirketi olur. Bizim hedefimizdeki Türkiye, örnek ülke bu olacak Allah nasip ederse.
Bugüne Kadar Uygulanan Politikaların Tamamı, Türk Milletini Toprağından Koparmıştır
Şimdi efendim, nasıl madencilikte bir çözüm bulduysak, tarım konusunda da onun üzerinde bir çözüm bulmamız lazım. Çünkü Türk milleti, aslında toprağına bağlı bir millettir. Şimdi, bugüne kadar uygulanan politikaların tamamı, Türk milletini toprağından koparmıştır. Toprağından kopan millet, bu sefer yetiştirdiği ürünü değil de toprağını satmaya başladı. Bunlar işler acısı durumlar. Bunun da olması gerektiği; devletin tarım kesimini kesinlikle faizsiz, uzun vadeli kredilerle desteklemesi, ürün, ürün alım garantisi vermesi, artı sigortalaması… Yani, e şimdi tarım kesiminin hiçbir garantisi yo, hayata bakış... Mesela cins tohumların, yetiştirilmiş tohumların, eğer hayvancılık yapıyorsa, hayvancılık konusunda destek alması ve bu alırken de yüzde 100 devletin desteğiyle almış olması… Gübresiydi, yakıtıydı, şusuydu, busuydu… Kısaca, tarım kesiminin hiçbir problemi olmaması gerekir. Onun sadece vazifesi yetiştirmek, üretmek olması… Bunu yaptığı zaman; ha, devlet ona pazar bulacak, onun mamullerini satacak. Parasını henüz daha kendisine teslim etmeden, altı ay evvelinde yüzde 50’sini avans olarak, yüzde 50’sini de mamulün alındıktan sonra o vatandaşa bunu getirip teslim edecek. Ve kârlı bir şekilde… Şimdi; gübresinden, yakıtından, işçisinden, tohumundan, damızlığından yola çıkıyor adam. Üçe mâl ediyor, ikiye satıyor. Bu insanın ayakta durması hiç mümkün değil. İçler acısı. Fakat biz bunu söylemiştik aziz milletimize. Ben açık olarak bunu ifade etmiştim. Sadece bu arkadaşlarım değil, bunların dışında kim gelirse gelsin, aynı mantıkla hareket ettikleri müddetçe bu işe çözüm bulamazlar. Ha bir de bak, tarım konusunda bu millete deva olacak olan, ekonomide bu millete deva olacak olan, madencilikte deva olacak olan, sanayide deva olacak olan insan; bu millet gibi yaşayan, bu millet gibi, efendime söyleyeyim, hayatı özümseyen olacak; ayağı topraktan kesilmeyen, efendime söyleyeyim, o toprağı işleyen, işlemesini bilen, kısaca o toprağa biraz da sevdası olan, aidiyet duygusuyla ona bağlı olan mantalitede, mantıkta çile çekmiş insan ve o kadrolar olması lazım. Onun için diyorum ki, aziz milletimiz artık bundan sonra daha işte; gazetelerin, televizyonların dolmuşuna binip de sakın iradesini farklı yollarda kullanmasın. O zaman değil toprağından, maalesef bütün emniyetinden de mahrum kalabilir.
Teşvik Nedir?
Teşvik konusunda sayın iktidarımızın, Sayın Başbakanımız’ın yaptığı eylemlerin, işlerin sonunun böyle olmaması mümkün değil. Böyle olacak ama, ya bunların adı teşviktir, özünde bir teşvik olamaz. Nedir teşvik? İşte elektrik fiyatlarının, enerji fiyatlarının düşük olması, kredilerin düşük olması, faizlerin, affedersiniz, vergilerin düşük olması... Adam kazanamıyor ki, sen bunları ona… Memlekette pazar kalmamış. Ha, onun için bunlara toplu halde çözüm; 100 milyarın altında kazanandan bir tek kuruş vergi almamak ve onu hiçbir denetime tabi tutmamaktır. Bunu yaparsan bütün milletin tamamı, aksi takdirde bunlar, dediğim gibi, “Kısa metrajlı tiyatro oyunlarından ibarettir.” diyor, bu konuda insanımızın dikkatli olmasını, ayık olmasını, insanları ayıktırmasını tavsiye ediyor, bizi takip ettikleri için de hürmet, saygı muhabbetlerini arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız