info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Namaz / 26 Temmuz 1995
03/11/2025 DİNİ YAŞAM 18

    Neler Okuyacaksınız

Namaz, İslam’ın Direği ve Müslüman’ın Miracıdır

Evvela namaz gibi çok mühim bir mevzuyu Mesaj Televizyonu olarak seçmeniz, hakikaten çok büyük bir hizmet olduğunu burada beyan etmek istiyorum. Namaz İslam’ın direği, iki, Müslüman’ın miracıdır. Elbette ki böyle bir ibadetin Müslüman olan bizler tarafından çok iyi bilinmesi ve de hayatımıza çok mükemmel bir şekilde yansıması lazım. Diyebiliriz ki Mevlâna Hazretleri’nin dediği gibi “Bizim her halimiz namaz olması gerekir.” Biraz sonra bunun ne demek olduğunu anlatacağız. Kısaca namaz İslam’ın beş esasından bir tanesidir, buna “İslam’ın Şartı” deniliyor. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, Kale Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem , “Buniye'l-İslâmu alâ Hamsin En Şehadeti La İlahe İllallah ve Enne Muhammeden Abduhu Ve Resulühü ve İkamussalati ve İtaizzekati ve Savmu Ramazan İlâ âhiri’l-hadîs” Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz “İslam beş şey üzerine bina edilmiştir. Bunun bir tanesi şehadet getirmek. İkincisi, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve Hacca gitmektir” buyuruyor. Yani beş esas, siz bir bina düşünün ki bu bina beş temel üzerine oturmuştur. İşte İslam’da bu beş esas üzerine, bu temel üzerine kurulmuş bir dindir. Binaenaleyh bir tanesini yapmadığımız takdirde temelin bir tanesi yok demektir. İkincisini yapmadığınız zaman ikisi yok demektir. Üçünü yapmadığınız zaman üçü yok demektir. Hiç kimse böyle bir rizikolu hayata tahammül edemeyeceğine göre mutlak surette bizim vaktinde ve de zamanında namazımızı ikame etmemiz şarttır ve de esastır. Kur’an-ı Kerim’in müteaddit ayet-i kerimelerinde Cenâb-ı Vacib-ül Vücut Hazretleri namazdan özellikle bahsediyor. Esteuzubillah, “Ellezine yu'minune bil gaybi ve yukimunes salate” (Bakara Suresi, 3. Ayet) Bakınız enteresandır, ayette “Ellezine yu'minune bil gaybi” (Bakara Suresi, 3. Ayet) “Gayba iman edenler, hemen ardından namaz. Namazı ikame edenler” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kim bunlar? Kurtulmuş olan insanlar. Allah’ın rızasını kazanmış olan kim? Göremediği, işitmediği, duymadığı bir âlemi kabul ediyor; ondan sonra namazı kılıyor. O gayba inandığı için kılıyor.  Daha doğrusu kendi şahsı için gayb olan şeye inancının ölçüsü insanın nedir? Yani “ben inandım” demenin ölçüsü bir noktada. Daha doğrusu imanın ispatıdır. İman gayb olduğuna göre neyle bunu ispatlayacağız? namazda ispatlayacağız. Nasıl mahkemeye gittiğiniz zaman sizden davanızın ispatı için bir şahit soruluyorsa, sizin de imanınızın ispatına şahit sorulacak sizden. İşte o da nedir? O da sizin kıldığınız namazlardır. 

Namaz Canlı ve Cansız Bütün Mahlûkatın Yapmış Olduğu İbadeti Cem Eder

Yine bakınız namaz malumunuz Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayet-i kerimelerde, birçok ayet-i kerimelerde beyan buyrulurken bir ayette: Esteuzubillah “Kad eflehal mu'minun. Ellezine hum fi salatihim haşiun” Sadakallahülazim. (Müminun Suresi, 1-2. Ayet)  Müminler saadete ermişlerdir, neden? Çünkü onlar namazda huşu içindedirler.  Biraz sonra inşallah geleceğiz. Namaz da huşu çok mühim. Yani saadete eren insan namaz içerisinde Rabbiyle beraber olan insandır. “Essalatü miracül mü´minin” “Namaz müminin miracıdır.” Yani Rabbiyle görüştüğü ubudiyet anıdır, ibadet anıdır. 
“Essalatü imadüddin” “ Namaz dinin direğidir.” İşte böyle bir ibadet efendim aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen ayet-i kerimelerde anlaşılacağı üzere mahlûkatın zikri vardır. Allah’a tesbihatı vardır. Esteuzubillah, “Sebbeha lillahi ma fis semavati ve ma fil ard” (Haşr Suresi, 1. Ayet) “ Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’ı zikreder, zikretti.” Mazi sigasıyla “Sebbeha” kelimesi, fiili Allah’ı zikretti. Bir başka ayette “Yusebbihu lillahi ma fis semavati ve ma fil ardıl” (Cuma Suresi, 1. Ayet)  “Yerde ve gökte ne varsa hepsi Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyor.” Şimdi mahlûkatın zikrine Allah’ı anmasına baktığımız zaman enteresan bir tabloyla karşı karşıya geliyoruz. Nasıl? Mesela teneffüs ettiğimiz hava, değil mi? Gördüğümüz dağlar, hayvanlar, nebatat. Şimdi ağaçlara bakıyorsunuz, ağaçlar adeta kıyam halinde Cenâb-ı Vacib-ül Vücut Hazretleri’ni zikrediyor. Hatta Hamidullah Hoca Efendi bir sohbetinde, konferansında aynen bundan bahisle o da bu şekilde ifade etmişlerdi ki yüzde yüz katılıyorum. Ben daha da işe açıklık getirmek istiyorum. Ağaçlar kıyam halinde ama kökleriyle secde halinde Allah’ı zikrediyorlar. Yani düşün ki nebatat bizim namazda yaptığımız kıyam ve secde haliyle Allah’ı tesbih ediyor. İki, hayvanlar rükû halinde Cenâb-ı Hakk’ı değil mi zikrediyorlar. İneklere bakın, kedilere bakın, köpeklere bakın, aslan, tilki hülasa bütün bunlar… Sürüngenler devamlı Cenâb-ı Hakk’ı secde ile zikrediyorlar. Biz işin farkında değiliz. İşte ayet-i kerimede beyan edilen “Allah’ı zikrediyorlar” hakikati bu anlamı taşıyor. Sadece bununla mı efendim “Gökteki yıldızlar”, “Veş şemsu tecri li mustekarrin leha, zalike takdirul azizil alim. Vel kamere kaddernahu menazile hatta adekel urcunil kadim. Leş şemsu yenbegi leha en tudrikel kamere ve lel leylu sabikun nehar ve kullun fi felekin yesbehun.” (Yasin Suresi, 38-40. Ayet)   Büyük arif dediğimiz evliya zümresi, oradaki “yesbahun” kelimesini tefsir ederken “Allah’ı arayış, tesbihat” olarak tercüme ederle  r. Ki bu da doğrudur. Yani semada seyrettiğimiz bu milyarlarca, trilyonlarca yıldızlar, Allah’ı arama seferberliğindedirler; Allah’a doğru yüzüyorlar. Reva mıdır ki bütün mahlûkat “Allah” derken, onu ararken, onu zikrederken, sadece onu tanımak ve bilmek için yarattığı insan ondan gafil olsun? Elbette ki olamaz.  Şimdi burada esasen vermek istediğimiz nükte şudur: Yani mahlûkat bir hâl ile Allah’ı zikrediyor. Nitekim Süleyman Çelebi, Mevlid-i Şerif’inde çok güzel temas buyurmuş. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz miraç ederken, öyle bir kata geliyor semanın tabakalarından bir katta bakıyorsun bir âlem, melekût âlemi; orada melekler secde hâlinde. Bir tabakaya geliyor, kıyam hâlinde. Bir tabakaya geliyor, rükû hâlinde. Yani namazdaki hâlleri bir melaike grubu, bir zümresi ibadetle onu, Allah’ı tesbih ediyor. Nitekim Mevlid-i Şerif’inde 
“Kimi kıyamda, kimi kılmış rükû,
Kimi Hakk’a kılmış ba huşû.
Kimisini aşk-ı Hak almış durur
Valehü hayran’ü mest kalmış durur” diyor. (Süleyman Çelebi)
 “Yani kimisi” diyor “kıyam hâlinde Allah’ı zikrediyorlar, kimisi rükû hâlinde Cenâb-ı Hakk’ı zikrediyorlar, kimisi secde hâlinde Allah’ı zikrediyorlar. Öyle bir aşk ile Allah’ı zikrediyorlar ki ve mest olmuş kalmışlar” diyor. Bu zikirden, bu anıştan. 
Şimdi efendim, namazda ne vardır? Kıyam hâli vardır. Namazda rükû hâli vardır. Namazda secde hâli vardır. Şimdi dikkat ederseniz, meleklerin yaptığı ibadetleri biz namazda topluyoruz. Melaike-i kiram hazerâtının yaptığı bütününün yaptığı ibadeti, tâatı biz namazda yerine getiriyoruz.  
İki, hayvanların, nebatatın, mahlûkatın yaptığı diğer kıyam, rükû, secde hâlindeki ibadetleri de yine namazda elhamdülillah ifa etmiş oluyoruz. Dolayısıyla canlı ve cansız bütün mahlûkatın yapmış olduğu ibadeti cem ne ediyor? Namaz ediyor. İşte namaz kılmakla Müslüman, bunu bu ibadeti yapmış oluyor ki, o bakımdan namaz çok büyük bir ibadet.  Onun için de Cenâb-ı Hak “Beni zikir için namazı kılın” buyuruyor.  Esteuzubillah “Ekımis salate li zikri” “Beni zikir için namaz kılın.” (Taha Suresi, 14. Ayet) Demek ki namaz, Allah’ı hatırlama, Allah’ı yaşama, Allah’la beraber olma; onu unutmamanın doruk manada, zirve manadaki eylem şeklidir. Bu hâl ile Cenâb-ı Hak hallenmeyi ve de hayatımızı bu şekilde değerlendirmeyi nasip eylesin diyorum efendim.  


Zikir En Büyük İbadettir

 “Yani zikir ibadeti en büyüktür” “Beni zikir için namaz kıl.” tabi burada ulema mutlak surette hüsnüniyetle işin içerisine girmiş ve tahlil etmeye çalışmıştır. Hata da etseler sevaptır, doğruyu da kaydetseler sevaptır. Yani bunun hiçbir boşu yoktur. Karavanası, dolusu da karavana, boşu da karavana. Efendim, “Namaz zikirdir” diyen de doğru söylemiştir; “Zikir namazdır” diyen de doğru söylemiştir. Bak Cenâb-ı Hak ne buyuruyor: Yani “Ekımis salate li zikri”  (Taha Suresi, 14. Ayet)  “namazı zikir için kıl” buyuruyor   . Namaz ne için kılınacak? Zikir için kılınacak. Hâlbuki ayette “Ve le zikrullahi ekber” “Zikir en büyük ibadettir” deniliyor. (Ankebut Suresi, 45. Ayet) O halde zikirle namaz farklı farklı şeyler. Nasıl bir kavram çıktı karşımıza şimdi? Zikir çok daha genel namaz ise o genelin içerisinde bir fer. Bilmem anlatabiliyor muyum? Zikrullah. Hepsini kucaklıyor. Allah'ı en zikretmek Allah'ı zikretmek genelde en büyük ibadet. Ama Cenâb-ı Hak buyuruyor ki “siz beni anmak için namaz kılacaksınız.” Demek namaz kılıp da Allah'ı anmayan da vardır anlamı çıkıyor şimdi burada. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Nitekim gelecek. “An salatihim sahun. Ellezine hum yuraun. Ve yemneunel maun.” (Maun Suresi, 5-7. Ayet) Değil mi? Yani “o kimselere yazıklar olsun” diye Cenâb-ı Hak ki yani gaflette namaz kılıyorlar. O halde böyle bir namaz da zikir değil. Namaz ama zikir değil. Zikir olmadığı için Allah onları veyl diyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi o halde diyoruz ki evet namaz da zikirdir. Ancak o ayet-i kerimede beyan buyrulan Rabbimizin beyan ettiği “zikir” kelimesi namaz değildir. O bütün ubudiyetimizi ihtiva eden o anlamda zikirde affedersiniz oruç da bir zikirdir. Namaz da bir zikirdir. Hac da bir zikirdir. Zekât da bir zikirdir. “La ilahe illallah” demek de bir zikirdir. Bütün bu kavramları toplayan anlamında zikir beyan edilmiştir. Yani bir ibadete tahsis edemeyiz onu. “Sadece şudur” diyemeyiz. Genel anlamda bütün zikirleri kastediyor. En büyük ibadet zikir olduğuna göre bütün ibadetlerini içine alan mana kastedilmiş demektir ki bu beyan ediliyor. 
 “Ellezine yezkurunallahe kıyamen ve kuuden ve ala cunubihim” (Ali İmran Suresi, 191. Ayet) ayet-i kerimesi namazı “ve yukimunes salate” (Bakara Suresi, 3. Ayet)  “namazdan sonra Allah'a ayakta, rükû halinde,  oturduğunuzda ve yattığınız halde zikredin” . (Nisa Suresi, 103. Ayet) Sonra Cenâb-ı Hak “ayakta oturduğunuz halde ve yattığınız halde zikredin” Allah'ın beyanı. İşte bu ibadet “ve le zikrullahi ekber.” (Ankebut Suresi, 45.Ayet) En büyük ibadet.

Namaz, İnsanı Allah’la Beraber Kılan İman Mayasıdır

Allahu a'lemu bi muradihi tefsirlerde ve tevillerde bizim diyeceğimiz gerçi bu hadis-i şerifte Cenâb-ı Peygamber Efendimiz ancak bu muradı bilir. Ama bizim burada diyeceğimiz şudur. Namaz niçin kılınıyordu efendim? Allah'ı zikir etmek için. Zikrin anlamı nedir? Manası unutmamaktır. Allah'la beraber olmaktır. Şimdi namaz kılan insan demek ne oluyor? Allah'la beraber oluyor. Daha ne oluyor? Allah'ı unutmuyor. Hem unutmuyor. İki, unutmayan insan onun emrettiklerini yerine getiriyor. Nehyettiklerinden sakınıyor. Şimdi siz bu eylemi bu düşünceyi hayatınıza geçirmediğiniz zaman ne oluyorsunuz? Gaflette oluyorsunuz. Demek Allah'ı unutuyorsunuz. Demek hatırlamıyorsunuz. Zikretmiyorsunuz. Şimdi Allah'ı zikretmeyen, Allah'ı unutan bir insan elbette ki onun çizdiklerinin de dışına çıkacaktır. Bu dışa çıkmak ne olmuş oluyor? İslam'ın   dışına çıkmış oluyor. O zaman İslam'ın dışındakiyle içindekinin ölçüsü ne olacak? Namaz olmuş olacak. Değil  mi efendim? Şimdi namazla beraber siz hayatınızı tamamlayıp doldurduğunuz zaman İslam'la oluyorsunuz. İslam'la kucaklaşıyorsunuz. Hayatınızı bütünleştiriyorsunuz. Ama bir de onu tecrit edip hayatınızdan çıkardınız zaman sadece bir eylem çıkmıyor. Onun şahsında onu sana kazandırdıkları Allah'ı unutmama, Allah'la beraber olma, onu zikretme hallerini kaybediyorsunuz. Dolayısıyla siz kuru bir insan olarak hayattasınız. Ama namazla birlikte o insan Allah'la beraber oluyor hayatın içerisinde. Ticaretinde, aile hayatında, komşuluk hayatında, siyasetinde, hukuk hayatında… Ne gerekiyor, hatırınıza ne geliyorsa onunla beraber hayatın içinde oluyorsunuz. E şimdi onu çıkardığınız zaman o maya yok. Maya olmayınca kupkuru bir insan. Değil mi? Onu mayalamak lazım. İnsanı neyle mayalayacağız? Namazla mayalayacağız  . Buna “mayay-ı imaniyede” diyebiliriz. Yani “iman mayası” da diyebiliriz. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz kanaati şahsiyem o ki bu manayı murad etmiştir. Tabi daha çeşitli manalara da gelebilir. Bu şekilde de bunun dışında da izahlarda olabilir, hepsine de katılırız efendim. 
Efendim “huzurum Allah” denir buna. Allah'ın huzurunda olma. Şimdi düşünün ki bir insan Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda kendini biliyor. “Allah'la beraber” ne demektir bu? Allah beni her yerde, her zaman ve her mekânda kontrol ve de murakabe ediyor. Değil mi ? Ben görmüyorum ama o beni görüyor. Bu hissiyat, bu duygu, bu inanç içinde siz hayatınızı devam ettiriyorsunuz. Erkeksen çek bakayım silahın tetiğini. Çekemezsin. Çünkü Cenâb-ı Hak o karşındaki canlının hayatını sana yasaklamış, haram kılmış. Başkasının hukukuna tecavüz edemezsin. Başkasının malını çalamazsın. Namusuna ırzına ters bakamazsın. Niye? Çünkü onun gösterdiği sınırları “hududullah” diyoruz buna. Aşmaya hakkın yok. Onu biliyorsun. Yani “Allah'ı hatırlamak” demek bir manada bunları hayatına geçirmek, yaşamak demektir. İşte namaz bu geniş mananın hayatımıza aksiyon halinde yansımasıdır. 

Kalbin Necaseti Allah’tan Gayrı Kalbe Giren Dünyadır

Yani  namazın şartları var diyoruz. Bu şartlar olmayınca namaz da olmuyor. Efendim malumunuz insan pisken üzerine veya vücuduna, elbisesine bulaşmış herhangi bir pislikle beraber Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna duramaz. O bakımdan bu gerek necasetten, gerekse hadesten tahareti şarttır ve de farzdır. Buna “namazın içinden ve de dışından şartlar” diyoruz. Mesela gusül abdesti halimiz efendim bir de diğer kazurattaki temizlenme halimiz gibi. Fakat hakikatte bir insanın hadesten ve necasetten tahareti bütün bunlardan sonra kalbini, kalbindeki Allah'tan gayrı bütün masivayı boşaltmasıdır. Kalp için hades ve necaset nedir? Şimdi beden için hadesten taharet. Pislik bellidir. Elbise için bellidir. Affedersiniz idrar pisliktir. Kan pisliktir. Bir insanın gusül abdest hali pisliktir. Bundan suyla temizleniyor. Elbisesini temizliyor. Vücudunu temizliyor. Tamam. Ama kalbin necaseti nedir? Kalbin de masiva affedersiniz necaseti, pisliği Allah'tan gayrı kalbe giren dünyadır. Buna da İslam literatüründe “masiva” diyoruz. Allah'ın dışında kalbimize her ne ki girdi onu temizlemek durumundayız. O bakımdan arifler bu çok yanlış anlaşılan bir konudur. Fakirliği tercih ederler. Bazıları da bu espriyi kavramadan “vay, Müslümanlık demek ki fakirlik dinidir.” Tabi onların anladığı anlamda yanlış. Bizim anlatacağımız anlamda fakirlik doğru. Fakirlik nedir? Kalbin dünyalıktan arınmasıdır. Sadece Allah'a mekân olarak tahsisidir. Onun için Cenâb-ı Fahri Âlem Efendimiz daima fakir hayatı tercih etmiş ve Rabbinden fakirliği istemiştir. Bu ne demektir? Yani “bana mal mülk verme” demek değildir. “Kalbime dünyalığı koyma. Senden gayrısını bana sevdirme. Seni sevdir” demektir. 


Dünyayı Kalbine Değil, Cebine Koyacaksın

Ariflerden Mustafa Hayri Öğüt Rahmetullah Aleyh Hazretleri tanıdığım, sevdiğim ülü'l-azm bir insandır. İlminden, manevi hayatından istifade eden bir kardeşiniz olarak konuşuyorum. Bir sohbetinde enteresan bir izahatta bulundu. Bu soruyu ben kendisine tevcih ettim de, “evlat” dedi. “O doğrudur. Ancak ‘arif-i billah’, Allah'ı bilen insanlar dünyayı kalbine koymazlar. Cebine koyarlar.” Dünyanın insan hayatında bir yeri vardır. O yer neredir? İnsanın cebidir, elidir. Yani para nerede olur? Cebinde olur. Elinde olur. Değil mi? İşte bu para da işte dünyalıktır. Altın, gümüştür, şudur budur apartmandır, dairedir. Yani senin dışındadır. Senin içine bunlar girdiği zaman, bir lokma da olsa, bir buğday tanesi kadar da olsa kalbine girdiği zaman, kalbin onunla meşgul olur. Onu, o senin kalbini ihata eder. O ihata Allah'tan seni uzaklaştırır. İşte bu da “masiva” olur. Bu zerre kadar da olsa kalbine koyduğun zaman gemide açılan bir delik misali. O gemiyi siz okyanusa seyre çıkardığınız zaman, bir de baktığınız su aldı koskocaman gemiyi batırdı. Onun için buyururdu ki, “evlat, evlatlar, dünyayı kalbinize değil cebinize koyacaksınız.” Yani gemiyi delmeden. Nuh'un gemisi yüzecek. Yani o gemi, o   kalp gemisine girmeyecek. Ama cebimize koyacağız. Dünyalığı da kazanacağız. Dünya içerisinde hak ile beraber olacağız. Allah'la beraber olacağız. Allah için kazanacağız. Bir Müslümanın kazancının mantığında yatan espri şudur. “Ben çok kazanmam lazım etrafımdaki insanlara hizmet etmem için. Çoluk çocuğumun hayrı, hasenata vesile olması. Kimseye muhtaç olmaması için.” Bu işte ibadettir. “Kazanıp zekât vereceğim, kazanıp sadaka vereceğim, karz-ı hasen yapacağım” diye itikatla yola çıktığı zaman o insanın dünya hayatı da ibadet oluyor. Ama bu mantık o zaman kalbe girmiyor. Bir de var ki, kazandığını yığıyorsun, kazandığını kalbine de yığıyorsun, üstüne de yığıyorsun. Bu sefer alıyorsunuz sırtına, taşıman çok zor. İslam'ın getirdiği mantık ve mantalitede onun sırtına binmek var. Bak Allah'a gitmek için onu kazanıyorsun sen. Ne olmuş oluyor? Bir burak gibi biniyorsun. Bir affedersiniz binek gibi, bir otobüs gibi, bir uçak gibi biniyorsun sırtına, seni Allah'a taşıyor. İşte zekât vermek, efendime söyleyeyim hacca gitmek, insanlara yardım etmek, fakiri fukarayı görmek. Onu binek olarak kullanmaktır. Hayır bütün bunları yapmadığın zaman tersi oluyor o senin sırtında. Yürüyemiyorsun bu sefer. Açlık daha artıyor. Arttıkça artıyor. Arttıkça artıyor. Maazallah belki de dünyanı da huzur içerisinde geçiremiyorsun. Huşu içerisinde geçiremiyorsun. İşte bu anlamda  insanın masivadan uzak olması lazım. 
Şimdi “temizlik” derken bütün bunları kalbimizden atacağız. Ve Cenâb-ı Hakk'a temiz bir kalp ile çıkacağız. “İftitah tekbiri” “Allahu Ekber.” “Allahu Ekber” derken dikkat edersek elimizin tersiyle biz bir harekette bulunuyoruz. “Allahu Ekber.” Dünyayı alıyorsun, aldım dünyayı attım geriye. Dünya atılınca yani bu âlem dediğimiz kâinat, evren böyle attığımız zaman ne kalmış oldu geride? Niyâzî-i Mısrî’nin buyurduğu gibi “çekilirsen aradan geri kalır yaradan.” Allah kalıyor. Yani dünyayı attığın zaman bir kaldı seni yaradan Allah. O zaman perde aralandı, açıldı veya namazın anlamı şimdi. İftitah tekbirinin anlamı bir Allah var bir de sen var. Onun huzurundasın. İşte kıyam o “huzurum Allah'ta.” Şimdi yargıcın önüne çıkan bir insanı düşün. Bir komutanın, bir kumandanın önüne çıkan bir insanı düşün. Efendim herhangi yetkili bir makamda olan insanın önüne çıkan insanı düşün. O insan, o makama o efendime söyleyeyim insana karşı saygı edep içinde olur mu, olmaz mı? El cevabı olur. Olması da lazım. E sen şimdi bir kâinatın Halik'in huzuruna çıkıyorsun. Bu anlayış bu idrak içerisinde tekbir budur. “En büyük sensin” derken “artık senden başka büyük yok. Ötekiler hep küçülmüştür” demek istiyorsun. Kelime-i şehadetin hakikatte şehadeti oluyor. 
Ne geliyor arkadan? Kıraat geliyor. Kıraat okumak. Ne okuyorsun? Allah'ın buyurduğunu okuyorsun. Demek ki Allah'la konuşuyorsun. Bu manayı, bir mümin namazla yaşarken “huşu” dediğimiz hale girer. Bunu yaşayacağız. O halde Müslümanın bilmesi gerektiği bir husus daha var. Hiç olmazsa şu on surede Rabbimiz ne buyuruyor? Onu derken yani anlayacak ondan ki bir şeyler yapsın. Efendim anlamasa bu tadı tadamaz mı? Vallahi tadar. Bazı arkadaşlarımız konuşuyorlar. “Efendim Kur’an’ın manasını bilmeden namaz kılıyor, okuyor bu olmadı.” Bu yanlış. Şimdi öyle bir tecellidir ki Kuran ayetleri, onun manasını hatta bilen o kadar etki altında kalmaz. Bilen bir şey bildiğini zannederek hiçbir şey bilmediğini anlamaz da  bilmeyen “hiçbir şey bilmiyorum” diye kendini muaheze ve muhasebeye çektiği için çok duygulanır, fevkalade bir manevi hayat yaşar. 

Okumanın Temelinde Yatan Espri Allah’ı Bilmektir

Sonra “bilmek” demek okunan o müşahhas ayet-i kelimeleri bilmek anlamı da değil. “Ümmi” dediğimiz birçok insan var ki hakikatte Kur’an’ı biliyor. Misal vereyim. Mesela namaz kılmak emrediliyor, oruç tutmak emrediliyor, zekât vermek emrediliyor. “Yalan konuşmayınız, riya yapmayınız, başkasının hakkına tecavüz etmeyiniz.” Sen bana ümmi bir Müslüman göster ki bunların hepsini bilmiyor. Hepsini biliyor. “Ama hangi ayette ne var bunu bilmiyorum.” Bu zaten akademik bir çalışmadır. Bunu o Müslüman bilse ne olacak, bilmese ne olacak. Bunu derken de manaları bilmesinin anlamı çıkmasın ortaya. Bazıları bunun arkasına girerek Müslüman’a hücum etmek istiyorlar. Bu mantık çok yanlış. Yaşamaktır, o hali tatmaktır. Hazreti Üveys Ömer'ül Faruk Efendimiz’le beraber enteresandır. Fahri Âlem Efendimiz'in hırka-i saadetini Üveysül  Karani'ye getiriyor, Resulullah’ın vasiyetiyle arıyor onu. Rivayetlere göre Ömer'ül Faruk Efendimiz bakıyor ki Hazreti Üveys namaz kılıyor. Bekliyor, selam veriyor. “Hoş geldin ya Ömer” diyor. Hazreti Ömer şaşırıyor. Bu adam benim Ömer olduğumu nereden biliyor? “Sen” diyor, “Ömer olduğumu nereden biliyorsun” diyor. “İnnemel mu'minune ihvetun” (Hucurat Suresi,10.Ayet) “Müslüman Müslüman'ın kardeşi değil mi?” diyor. “Evet” diyor. “Kardeş kardeşi tanımaz mı?” Bu sefer büsbütün hayretleri artıyor. “Bana” diyor “nasihat et ya Üveys.” “Allah'ı biliyor musun?” “Evet biliyorum” diyor. “O halde ondan gayrını bilme” diyor. Öyle muazzam sohbet ki devam ediyor. “Peki, Allah seni biliyor mu?” “Biliyor” diyor. “O halde” diyor “Allah'tan gayrı da seni bilmesin.” Yani “riyaya da gerek yok” demek istiyor. Şimdi Veysel Karani ümmidir. Ama bak neleri okuyor. Kimi tanıyor. Kısaca şunu arz etmek istiyorum efendim. Bazı arkadaşlarımız kitap okumayı okumak zannediyorlar. Okumanın temelinde yatan espri Allah'ı bilmektir. “Ikra'bismi rabbikellezi halak.” “Seni yaratan Rabbinin adıyla.” (Alak Suresi, 1. Ayet) Yani Allah'ı okuyacaksın kâinatta. Hazreti Ali Efendimiz ne buyuruyor? “Görmediğim Allah'a inanmam.” Bütün demek kâinatta mahlûkatta Allah yazılıyor. Ha böyle bizim kaba idrakimize hitap eden ismi “Celal” filan değil ha. Yani kâinatın mecmuunda şöyle düşündüğün zaman, ele aldığın zaman, o hayata baktığın zaman bir Allah kudreti gücü görüyorsun. Bu yazıyor. Bunu okuyoruz.
 

Secde, Müslüman’ın Allah’a En Yakın Olduğu Yerdir

Evet yani kıraatte de işte bu hali insan duyarak okuması lazım. Ondan sonra, rükû nedir? Rükû aslında bir şeye bir hükme, bir hakikate teslimiyetin imzasıdır. Secde Müslüman’ın Allah'a en yakın olduğu yerdir. Neden? Başın gövdenin neresindedir? En üst kısmındadır, en yüksek kısmındadır. Secde ettiğin zaman en yüksek kısım en alçağa iniyor. Yere koyuyorsun başını. Bunun anlamı şudur. Secdeye başını koymanın anlamı, “ben yokum” demek istiyorsun. Yani “güç değilim, kuvvet değilim, hüküm sahibi değilim. Her şey sensin ya Rabbi.” Secde de bunu demek istiyoruz. İşte rükû de buna gitmenin hazırlığı var. Yani “ben benliğimi yok etmeye hazırlıyorum ya Rabbi.” “Sübhane Rabbiyel Azim.” “Seni tesbih ederim. Azim olan Rabbim, büyük olan Rabbim seni tesbih ederim” diyerek başlıyorsun. “Bana o secdeyi nasip et” demek istiyorsun. Aynı zamanda bir duadır. Namazın tamamı bir duadır. Secdeye gittiğin zaman işte “kimse kalmadı, ya Rabbi sen varsın.” işte “esselatü miracül müminin” “namaz müminin miracıdır.” Allah öyle bir namazı nasip eylesin. İşte o namazı kıldığımız zaman kalbe tecelli gelir. “Bir tecelli olsa kalbe ihtiyar elden gider Sayha vurulur aşıkların dil hanesi namus-u âr elden gider.” Yani insanın kalbini Allah tecelli ettiği zaman “Allah” der. Ömer-ül Faruk Efendimiz bazen namaz kılarken “Allah” diyerek sayha atarmış. Bir gün Hazreti Fahri Âlem Efendimiz dokunmak istedi. “Ya yapma” filan dercesine Hazreti Cebrail iniyor. Rabbimizin beyanını, hükmünü “Ömer'imin namazına dokunma, karışma.” Namazda hâlbuki konuşmak, ses çıkarmak, hareket etmek mekruhtur en azından; namazı ifsat eder. Öyle mevzular ama Ömer'inkini ifsat etmiyor. Niye? Allah'la beraber olmuş. O huşu başka. Efendim fazla mı uzattım? yine Hazreti İsa bir delikanlıya dua ediyor. Arıyor onu. Geliyor ala rivayet bugünkü Antakya arıyor onu, bulamıyor. Diyorlar “o filan dağa gitti.” Gidiyor “genç genç” diye nida ediyor. Gençte ses yok. Hazreti Cebrail geliyor Hazreti İsa'ya. “Ya İsa şu anda testereyle onu ikiye bölsen seni duymaz. Rabbiyle beraber o” diyor. Âşık maşukuna kavuşmuş. Efendime söyleyeyim “vuslat halinde seni duymaz” diyor. Kısaca secde işte Müslüman’ın namazda yaşadığı bu hali efendim insana en güçlü en kuvvetli bir manada ve anlamda yaşatan andır, yerdir. Efendim o manada da secdeye “esselatü miracül müminin” “namaz müminin miracıdır” namaz için buyrulmuştur.


Ka‘de, Dünya ile Âhiret Arasında Bir Köprü Çizgisidir

Cenâb-ı Fahri Âlem Efendimiz, bunun dışında da ka’de geliyor. Artık her şey tamamlandı; bir insanın dünyaya çekilmesi lazım. Biz kuluz, melek de değiliz. Ka‘de, dünya ile âhiret arasında bir köprü çizgidir. Okuyorsun peygambere selâtü selâm ile Tahiyyat, Salli, Barik… Resulullah ile konuşmaktır. “Efendim, kul ile Allah arasına kimse giremez.”  Ay, senin dilini eşek arısı soksun! Sen namaz nedir, din nedir biliyor musun? Allah ile en yakın olduğun namazda bile Allah, Muhammed’ini arasına soktu değil mi? “Et-tahıyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayyibât. Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü…” (Tahiyyat Duası)  Selâm veriyorsun Peygambere, ne arar oraya Peygamber? “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âli Muhammedin, kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ Âli İbrâhîm…” (Salli Duası) Sadece Peygamber’e olsa, zürriyetine de Allah orada “selâtü selâm getir” diyor. Sonra efendim, bakınız bir mâna çok mühimdir. Bazı arkadaşlarımız şu nükteyi kaçırıyorlar. Her şeyde Allah’a insan kulluk yapar. Ama Rabbimizin bizden istediği, o maksadı bilerek ona yönelmemizdir. “Vebteğû ileyhi’l-vesîle” ayet-i kerimesinin mânâsı da esasen budur. Binaenaleyh biz işte bütün şeylerimizde Cenâb-ı Peygambere, onun efradına gösterdiğimiz tazim Allah’a hattı zatında, Cenâb-ı Hakka’dır. Hani derler ya, “Senin ela gözüne mi heves kaldık? İşte seni şundan şundan dolayı tutuyor ve de seviyoruz.” Resûlullah’ın sevilmesi, Allah’ın sevmesindedir. “Atiullahe ve atiur resule ve ulil emri minkum” (Nisa Suresi, 59. Ayet)  “Allah’a, Resulüne, ülü'l emr’e itaat edin, onları sevin, onlara tâbi olun” âyet-i kerîmesinin mânâsı da budur. Şimdi efendim, benim aslında burada bir nükteyi kısa da olsa izah edecektim; kaçırmayalım onu. Bakın, Cenâb-ı Fahri Âlem Efendimiz için Allah’ımız: “İnnallahe ve melaiketehu yusallune alen nebiyyi” (Azhab Suresi, 56. Ayet) Bak, Cenâb-ı Hak “Muhakkak ki Allah ve melekleri Muhammed’ine salât ve selâm okur” buyuruyor. Kim okuyor? Allah okuyor.  “Ya eyyuhellezine amenu” “Ey iman edenler!”, “sallu aleyhi ve sellimu teslima” (Azhab Suresi, 56. Ayet)  “Siz de Muhammed’ime salât ve selâm okuyun.” Allah’ımız beyan ediyor. Hâlâ adam kalkıyor diyor ki: “Efendim, Allah’la kul arasına girilmez.” Hadi oradan be seni câhil herif seni! Allah sana bir sepet akıl verecek ki ne kadar ahmak olduğunu anlayacaksın, değil mi?  Şimdi efendim, bu âyet-i kerîmede okuduğum âyet Allah’a   itaat var, Resûlüne itaat var ve ulü’l-emre itaat var.
Ulü’l-emr kimdir? Ulemâ-i âmilîn, meşâyıh-ı kâmilîn… Ve bu iki zümreye, Müslümanlara ve de Müslümanlara hizmet eden iradedir. Bunlara hizmet şarttır, bunları hizmetçi yapmayacaktın; bunların hizmetine girecektin. Adam diyor ki: “Bana hizmet et, ol ulü’l-emr.” Hadi oradan be, senin kafasız herif seni! Sen kim, İslâm kim oğlum! Bu kadar kâfî zannederim. İşte o ka’de de oturduğumuzda, bununla birlikte Peygamber’e selâtü selâm ile “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” deyip sağa ve sola selâm verip o mânevî âlemden tekrar dünyaya dönüyoruz. İftitah tekbiriyle giriyoruz, ka’de ile birlikte selâm vererek tekrar dünyamıza avdet ediyoruz.  nefsini emanet ediyor, kendisi dönüyor.

Namaz İbadetinin Sigortası Sünnetlerdir

Şimdi Nasreddin Hoca’nın bir kuş hikâyesi vardır. Almış eline efendim hindiyi, evine getiriyormuş. Bakmış ki ya hindinin bacakları da uzun; kesmiş, yemiş. Bir bacağını kesmiş ötekini, kesmiş. Bakmış boynu da epey uzun, onu da kesmiş. Eve gitmiş. Karısı, “Ya bunun bacakları, boynu nerede?” demiş.  Bazı arkadaşlar adeta Nasreddin Hoca’nın hindisine çevirmek istiyorlar dini! Din, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in şahsında, hayatında dindir. O ne fazla ne de noksan yapmamıştır. Eğer Peygamber o sünneti kılmışsa demek kılınacaktır. Hâşâ, zait olan bir şeyi o Peygamber yapar mı?  İki, o mantıksız adama sormak lazım: Peygamber mi o dini iyi anladı, sen mi? Sen onun anladığının milyarda birini anlamayacağına göre, bir defa mantık olarak Peygamberin yaptığını yapmak senin boynunun borcu.

İki, gelelim Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in mübarek hadislerinden bu Nuksânü’l-ferâidi bin-nevâfil   farzların, efendime söyleyeyim, noksanlarını ne tamamlar? Nafile ibadetler t  amamlar. Şimdi biz namaz kılıyoruz, Allah kabul etsin. Elbette noksan kılıyoruz.   Hatta yanlış da kılıyoruz. Bunların noksanını ne tamamlıyor? Nafile dediğimiz, işte sünnet ibadetlerdir. Bunlarla beraber tamamlıyoruz. Binaenaleyh bu tamamlamayı, bu efendime söyleyeyim takvayı sen iki günlük hayatında bir sürü sigorta yapıyorsun, namazın sigortası olmayacak mı? Farz namazın sigortası sünnetlerdir, kardeşim. Bu arkadaşlarımız ne dünyayı biliyor, özür dilerim ne de ahireti; ne dünya sistemini biliyor, ne ahiret sistemini. Bunlar ibadetin, yani namaz ibadetinin sigortası: nafile sünnetlerdir. Hiç kimse sizi kandırmasın; vallahi de sünnetlerdir, billahi de sünnetlerdir. Onu yerine getirdin mi bilesin ki kalbin, ruhun, her şeyin rahat eder, Allah’a vasıl olur, vuslat edersin.  

Huşu Allah’ı Sevme ve Ona Vasıl Olma Duygusudur

Şimdi burada Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemin Esteuzubillah “Ellezine hum an salatihim sahun.” (Maun Suresi, 5. Ayet) ayet-i kerimede: “Onlar ki kıldıkları namazdan haberdar değillerdir” Yani ne kıldığını bilmiyorlar, habersizdirler. Rabbimiz bizden habersiz kıldığımız namazı istemiyor. Ya ne istiyor? Bizi zatına takarrüb ettirecek, yaklaştıracak namazı istiyor. Esteuzubillah “Vescud vakterib.”(Alak Suresi, 19. Ayet) Yani öyle bir secde yap ki, seni o secde kime yaklaştırsın? Allah’a yaklaştırsın. Şimdi Cenâb-ı Hakk’a bizi yaklaştıracak secdenin olabilmesi için mutlak surette namazdaki huşu hâlinin vücut iklimimizde hâkim olmasına bağlı. Peki, namazda huşu nedir? Allah’tan korkma mevzuya girerken işte iftitah tekbiri, kıyam, kıraat...   Yani bu hâl ile insan “Cenâb-ı Hak her zaman beni görüyor, işitiyor.” Bu hâl ile namaza girdiği zaman işte bu korku başlar. Buradaki korku, azaptan ziyade rahmetinden uzaklaşmak, Onun tecellisinden, onun cemalinden uzaklaşma korkusudur. İşte bu hâlin insan kalbine verdiği bir titreşim vardır diyelim; bir eylem vardır, bir hareket vardır. Bu tarzın, bu hâlin yaşanmasına biz “huşu” diyoruz. Allah’tan korkma, Allah’ı sevme, ona vasıl olma duygusuyla insanın dolma hâline işte ne diyoruz? Huşu hâli diyoruz.  Zaten Rabbimiz bizden böyle bir namaz istiyor. Bu namaz, sizi ancak “anil fahşai vel munker” (Ankebut Suresi, 45. Ayet) kötülüklerden uzaklaştırır. Kalbinizde Cenâb-ı Hakk’ın tecellileri olur; Allah kalbinizi o sevgisiyle doldurur, kalbinizde masiva, dünya boşalır. Kalbi dünyadan boşalan insan daha dünyaya koşar mı? Yani daha doğrusu hırsızlık yapar mı, yolsuzluk yapar mı, zina yapar mı, cinayet işler mi? İşlemez. Kalbi boşaldı, kalbi nurlandı. Yani bizim kalbimizde ne varsa dilimizde de o var, gözümüzde de o var, elimizde de o var. Onları yapıyoruz. Sen şimdi bir tane çeşme düşün; içine süt koyarsan oradan su akar mı? Su koyarsan bal akar mı? Ne doldurmuşsan o akar. Şimdi kalbimizi namazda Allah’ın muhabbetiyle, o korkusuyla doldurduğumuz zaman, işte günlük hayatımızda onu buluyor, onu yaşıyoruz. Namazdaki huşu sadece oraya, demek ait değildir. Dış tabiatımızın her hâline, hareketine namazdaki huşu hâkimdir. Binaenaleyh Rabbimizin bizden rızası istikametinde istediği huşu bu; namaz budur. Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz’in kıldığı namaz da budur. Hz. İbrahim Aleyhisselam öyle namaz kılardı ki, rengi sapsarı olurmuş. Hatta bir rivayette, kalp atışlarını yakındaki arkadaşları duyarmış. Hz. Ömer'ül Faruk Efendimiz İbn-i Ömer’in rivayetinde: “Üçüncü safta namaz kıldığım hâlde iniltisini üçüncü safta ben duyuyordum.” Kimin? Hz. Ömer’in. Namaz bu! Daha, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin damadı, Hz. Ali. Öyle namazda olurmuş ki, vecd hâline gelirmiş. İşte Allah’la konuşma budur kardeşim. Şimdi tahsildara vergi verir gibi namazda da pek şey yok yani… Evet, namazdır ama onun da mükâfatını almamız lazım. Ayağına ok isabet ediyor; “Namaza durayım, öyle çıkartın” buyuruyor. Namaza duruyor; selam verdikten, sonra soruya bakın: “Çıkardınız mı?” Okun çıktığını dahi duymuyor. İşte namaz bu! Bu namaz insanı fuhşiyattan, menhiyattan ve sair kötülüklerden uzaklaştırır. Elbette bunu yaşamak, bunu yapmak, bunu ikame etmek Cenâb-ı Hak hepimize nasip eylesin. Bu hususta çok daha söylenecek sözler, deliller vardır. Bu kadarla iktifa edelim şimdilik. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir