info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Diyalog Programı - İç ve Dış Politika / 5 Mayıs 2007
03/11/2025 EKONOMİ SİYASET 27

    Neler Okuyacaksınız


Dış Politikayı ABD’ye, İç Politikayı AB’ye, Maliyeyi IMF’ye Devreden Bir Siyaset Var

Efendim evvela Meltem TV izleyicilerine saygı ve hürmetlerimi arz ederek sohbetime başlamak istiyorum. Son gelinen efendim Türkiye'nin bu hali aslında siyasetin dört buçuk yıldan beri uyguladığı beceriksiz, basiretsiz idaresinin ortaya çıkardığı bir durumdur. Yani her taraf güllük, gülistanlık ve memlekette huzur berkemal. Aynı zamanda halkımız günlük maişetini rahatlıkla temin ediyor. Kazandığıyla çoluk çocuğunu geçindiriyor, ailesine bakabiliyor. Vatandaşlarımızın doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine tamamı; canını, malını, namusunu, her şeyini rahatlıkla koruyabiliyor. Memleketin iç ve dış meseleleri tıkırında yürüyor. Böyle bir Türkiye bayındırlık hizmetleri tamam, hariciye politikası dört dörtlük. Hatırınıza ne geliyorsa Kıbrıs'a ele aldığınızda, Kıbrıs tarihin en güzel dönemini yaşıyor. Kuzey Irak konusuna baktığınız zaman bayram edilecek hallerimiz var. Suriçi İstanbul konusuna baktığınızda ülkenin menfaatleri istikametinde bütün kararlar Lozan Anlaşması istikametinde hayata geçiyor. Hülasa bütün meselelerde iç ve dış ticari olsun, sınai olsun, tarım olsun, iç siyaset, dış siyasetten topyekûn sosyal hayatımıza varıncaya kadar bu iktidarın icraatının böyle olduğu bir Türkiye mi var da, bir anda Cumhurbaşkanlığı meselesi gündeme taşınınca her şey allak bullak oldu, her şey ters döndü. Bir de baktık ki erken seçim kapıya geldi. “Böyle bir Türkiye mi var?” Bu soruyu sorduğumuzda görüyoruz ki böyle bir Türkiye yok ortada. Ve böyle güzel Türkiye'yi idare eden güzel bir siyaset de yok. Ya, hariciye politikasını Amerika Birleşik Devletleri'nden talimat alarak yerine getiren, dâhiliye politikasını yani iç politikasını Kopenhag kriterlerine uydurabilmek için, AB'ye uyum sürecinde çıkması gereken kanunları çıkartan, maliyesini IMF’ye devreden bir siyaset var kabul etsek de etmesek de Türkiye’de. Yani, Sayın Başbakan son günlerde “milli irade, milli irade, milli irade,” hep milli iradeden bahsediyor. Ama yani dönüp kendisine ne yaptığını bir sormak lazım. “Sen milli irade” dedin, “hariciye politikasını Amerika'ya devrettin.” “Milli irade” dedin, maliye politikasını IMF’e devrettin.” “Milli irade” dedin, “iç politikayı Avrupa Birliği’ne devrettin.” Ya bunun neresi milli irade? İrade diye bir şey yok. Millisini bırak, irade kalmamış. Şimdi bunların hepsi lafügüzaf. Ama milletimiz bu olayı çok yakından takip ediyor ve görüyor. Detaylarına belki gireriz. Özetle demek isterim ki bu iktidar Türkiye'yi bir cihetten değil, bütün cihetleriyle beraber hakikaten tahayyülü çok zor, vahim manzaraların yaşandığı bir görüntüyle, bir yaşayışla, bir anlayışla baş başa bırakmıştır. Tam da bu noktada Cumhurbaşkanlığı seçimi gelip çattı. Tabi böyle bir ortamda aslında iktidara düşen vazife zaten dört buçuk yıldan beri beceriksizlikten de, kabiliyetsizliklerinden de, anlayışsızlıklarından de  hangi sebepten olursa olsun bu noktaya taşıdıkları Türkiye'yi en azından uzlaştırıcı bir zemine taşıyıp Cumhurbaşkanı’nı seçmesi gerekirken tamamen aksini yaptı. 


Bu İktidar Mağduriyet Rolüyle İktidar Olmuştur

Buraya birkaç ilavede bulunmak istiyorum. Mesele Cumhurbaşkanlığına adaylık konusu tartışmaya açıldığı zaman böyle despotizm dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Hiçbir partiden, kendi partisi de dâhil bir aday ortaya çıkma durumunda olmadı. Sayın Başbakan olayı o kadar sır tuttu ki efendim yani bu ifrat derecedeki mesele kamu vicdanını rahatsız etmiştir. Sen kimden neyi kaçırıyorsun? Yani dediğim dedik, çaldığım düdük. Bu adeta saltanata rahmet okutmuştur. Biz tam bu noktada ayıkmaları için Elazığ'da bir program yaptık. Bu programda ilgili gazeteci arkadaşımız bir soru tevcih etti. “Cumhurbaşkanlığı konusunda ne düşünüyorsunuz?” “Herkesin bir düşüncesi var. Acaba sizin düşünceniz ne?” Şimdi Sayın Başbakan toplum kuruluşlarına gidiyor, partilere gidiyor ama ne konuştukları, ne üzerinde hangi konularda mutabık kaldıklarından da doğrusunu isterseniz yapılan toplantının ardından bir bildiriyle beraber ne konuşulduğu da deklare edilmediği için bundan da kimsenin haberi yok. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hülasa böyle muammalı bir cumhurbaşkanlığı tespiti. Dedik ki “biz geçmişe bakarak Türkiye'de cumhurbaşkanlıkları her dönemde sancılı birtakım hallere vesile olmuştur. Hatta cumhurbaşkanlığı seçimlerinin münasebetiyle de Türkiye darbelerle karşı karşıya gelmiştir. Yani Türkiye'nin bu konudaki şartları hassastır. O bakımdan siz sahip olduğunuz kimliği ve Türkiye'deki o kimliğe taraf olanları temize çıkartabilmeniz için geçimli, uzlaşmacı bir şahsiyet olduğunuzu deklare ederseniz; bundan hem partiniz karlı çıkar, hem şahsınız karlı çıkar, hem de Türkiye'de size gönül verenler şanslı çıkarlar, karlı çıkarlar.” “Neden?” “Biz bunları uzlaşma istemeyen pompalı tüfeklerle devleti ele geçirme düşüncesinde olduğunu zannettiğimiz devlete yıkmaya matuf hareketlere giren insanlar ve kadrolar olarak düşünürken, bir de baktık ki melek misali uzlaşmacı insan önümüze çıktı” deyip devletle milletin, siville askerin arasını da bu imkândan istifade ile bulabilirsiniz. “Yani bu barışı siz temin edersiniz ve bunun sevabı da çok büyüktür. Siyasi geliri de rantı da çok büyüktür” bunu dedik. Ama baktık ki bunların hiçbiri olmadı. Gitti kendi bildiği yoldan efendim Sayın Gül'ü aday olarak tespit etti. Önce “ben öyle bir aday göstereceğim ki” bizim konuşmanın arkasından, “herkes bu adayda memnun olacak.” Arkadaşlar dedi ki “ya hoca galiba bu senin konuşmayı dinledi, etkilendi.” “İnşallah” dedim. “İnşallah” dedik. Ama geldi, an, zaman geldi. Baktık ki Sayın Gül'ü seçtiler. E canım ne diyeceksin? Bu adam başarılı bir siyasetçi. Ben başarılı, başarılı değildir bunun üzerinde durmuyorum. Şimdi Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı olup, olmaması partisinin ve ilgili arkadaşlarının bir meselesidir. Ama yüce Türk milletinin de bir meselesidir bu. Efendim Türkiye'nin bütün işlerine Avrupa Birliği karışır. Bütün işlerine IMF karışır. Bütün işlerine ABD karışır. Hatta bu son olaylar münasebetiyle Amerika Birleşik Devletleri'nin hariciye bakanı o da efendim ahkâm kesti. Hiçbir gazeteci, hiçbir sivil toplum kuruluşu efendim TÜSİAT. “Ya sen kim oluyorsun ki Türkiye'nin iç meselesine karışacak kadar cesaret buluyorsun kendinde” demesi gereken insanlar, hazır ol vaziyetine geçmiş. Sanki esaret halinde bir millet bağımsızlığını kaybetmiş bir efendim tutum arz ediyorlar. Yazıklar olsun. Herkes konuşuyor ama bu memleketin, bu milletin sahipleri sen veya ben veya bir asker konuşması caiz olmuyor. Bir bildiri yayınlanıyor. Bu bildirinin arkasından bir de bakıyoruz ki ay, muhtıra verildi. Muhtıranın muhatabı olur. Bu muhtıra ya Cumhurbaşkanı kanalı ile gider, ya Başbakan kanalı ile gider. Bizim yaşımız altmış bir. Muhtıra “gökten vahiy iner gibi bir daha inmiş değil ya. Bir internete inmez.” Ha adam bir makale yazar, bir yazı yazar kendi duygusunu, düşüncesini o makalede belirler. İşte efendim internet sayfalarında görülen husus da budur. Anlatabildim mi? Burada demokrasi incinmemiştir. Herkes kendi kanaatini hukuk muvacehesinde ortaya koymak durumundadır ve konmuştur. Bunun ama dört buçuk yıldan beri hiçbir şey yapmayan iktidar zaten bir efendim mağduriyet rolüyle, mağduriyet efendim tiyatrosuyla iktidar oldular. Minareyi süngü yaptı, efendime söyleyeyim, caminin kubbesini miğfer yaptı, mahkeme oldu. Derken bunu içeri attılar. E neymiş? Amerikalı gelmiş. Konuşmuş onunla. Bir de baktık ki mezhebini değiştirdi. Bu kadar saçmalık olur mu ya? Şimdi şunu demek istiyorum. Ve arkasında ben içeride yattım. Efendim bu kadar bir dava adamı bile bunu söyleyemez. Yani değil bir siyasi lider, sıradan bir dava adamı bile. Bu insan kalkıyor, gene aynı tiyatrolara yatıyor. Mağdur oluyorlar. Neymiş o mağduriyet? İşte o internet sitesinde birisi demiş ona ki ya işte bir yazı yazılmış. Demiş ki “ne mutlu Türk'üm diyene” “bu sözcüğünü inkâr edenler artı, laikliği ihlal edenler, vay işte çocukların ilahi söylenmesine karşı çıkıldı” gibi acıtasyonlarla beraberce olayı saptırdılar. Neymiş mağduriyet? Efendim bunu izah edenin, izah eden onu baskı altına aldı. Ne baskını altına, ne aldı, alındı senin? Hangi şeyin baskı altına alındı? Kısaca şunu demek istiyorum. Bu iktidarın hiçbir tutar tarafı yoktur. Ve iktidar sadece bu bildiriden ibaretle değildir. Esasen bu bildiri çok noksan yazıldı. Memleketin yeraltı kaynakları gitti. Topraklar elimizden gitti. Kuzey Irak'ta bir devlet kuruldu. Kıbrıs elimizden gitti. Bu dönemde, bunların döneminde. Efendim İstanbul suriçerisinde  bir devlet kuruluyor. Bu din devletidir yanlış anlamayın. Efendim şu bütün bunlar bu iktidar döneminde oluyor. Ekonomi dibe vurmuştur. Tarım çökertilmiştir. Hem de Avrupa'nın isteği üzere. Avrupa Birliği'ne gireceğiz” gerekçesiyle tarım bitmiş. Aç susuz insanımız kalmıştır. Böyle bir manzara karşısında “bir şey olsa da kurtulsam” havasında tam bu bildiriye yapışıyorlar. Bildiri de bana göre efendime söyleyeyim herhangi bir insan tarafından yazıldığını zannetmiyorum. Çünkü şu ana kadar kimse de buna sahip çıkmadı. Belki de bunların oraya gizlice koyduğu bir yazıdır. Yani bununla kendilerine efendim bir kaçış şeysi bulmak istiyorlar. Yani böyle bir manzara var ortada. 

Bunları Başından Beri Hep Dini ve Dindarı İstismar Etmişlerdir 

Şimdi bunu vatandaşa sormak lazım. Dört buçuk yıldan beri diyor “benim anamı ağlattı bu adamlar.” Şimdi kim ona ne yaptırmamış ki? Şurada işte şu günde ona yaptırmayacaklar. Böyle bir şey yok ortada. Bu adamlar bugüne kadar plansızlık, programsızlık, beceriksizlik, tezi olmadıkları için efendim hiçbir şey yapamamışlardır. Zaten yapmaları da mümkün değildir. Bunu ta baştan beri biz söylüyoruz. Eğer bu iktidarın kendine has bir planı, programı olsaydı yani maliyeye ait ben “Türkiye'nin maliye politikasını şu şu şu esaslar üzerine bina edip, ülkemi şu noktaya taşıyacağım. Efendim kaynaklarımı şuradan alıp, şu noktaya taşıyıp, milletimi bununla beraber zengin edeceğim. Para politikamı milletin milli menfaatlerine uygun ekonomi modeliyle beraber halledeceğim”, demiş olsaydı, “borçlarımı şöyle vereceğim, alacaklarımı şöyle tahsil edeceğim.” Hiç bu iktidar kalkıp da IMF’nin “şunu yap, bunu yapma “direktifleriyle 4,5 yılını geçirir miydi? Böyle bir şey yok. Yani şimdi IMF’ye gitmeyecek bunlar. Ne yapacak o zaman? Onu söyle bana. Global sermayeyle beraber olmayacak. Ne yapacak? Teslim olmayacak. Ne yapacak? Yapabileceği elinde hiçbir şey yok. Böyle bir planı, böyle bir programı, böyle bir projesi, bir hazırlığı yok. Onun için IMF’ye gitmek mecburiyetinde. Bu gerekçeyle Avrupa Birliği'ne de gitmek mecburiyetinde. Avrupa Birliği bir medeniyet ittifakıdır. Avrupa Birliği sosyal, iktisadi, hukuki, ahlaki bir kuruluştur, bir oluştur. Şimdi sayın iktidara biz soruyoruz. “Sen dış dünyanda böyle bir oluş vücuda gelirken hangi ülkelerle beraber olacaksın ki kendi varlığını Atatürk ilke ve inkılapları istikametinde devam ettirip laik demokratik hukuk devletinde insanını da doya doya dinini yaşatacaksın. Din özgürlüğü vereceksin.” Bunlar dinci diye geçinirler. Bir tek kelime, bir tek cümle şu ülkenin şartlarında bu milletin dinini yaşayabilmesi için, bir efendim teklifleri var mıdır? Ta baştan beri, bunların başından beri hep istismar etmişlerdir dini, dindarı, Müslümanı, İslam'ı ama bir tek cümle mesela kalkıp da kanun teklifi olarak meclise vermemiştir. Müslümanların yaşayışıyla alakalı ne rejimi rahatsız edecek, ne milletin dinine dokunacak bir formül, bir düşünce, bir tarz, bir proje üretememişlerdir. Böyle bir dertleri olmamış ki. Bütün bunları yapacak olan da Bağımsız Türkiye Partisi'dir.


Bizim Yapacağımızın Teminatı; Devlete, Millete ve Askerimize Olan İnancımızdır

Bak biz niçin yaparız biliyor musunuz? Bizim yapacağımızın teminatı biz devlete inanıyoruz, biz millete inanıyoruz, biz askerimize inanıyoruz. Biz bir bilek, bir yüreğiz. Bu devleti merhum Mustafa Kemal Atatürk, milis güçleriyle, Kuvây-i Milliye’yle, Türk ordusuyla beraber kurdu, Türk milletine emanet eyledi. Biz bu anlayışı hayatına geçiren insanlarız. Bu anlayış içerisinde devleti kuranlara bak, efendime söyleyeyim, dergâh mensupları, hoca efendiler, hacı efendiler, onlar değil mi? Bütün bu insanlar yani ninelerimiz, analarımız bu devleti kurdu. Bunların dini neyse biz onu dava ediyoruz. Yaşayışları neyse onu dava ediyoruz. Bu anlayış devletle milleti, siville askeri birleştireceği, bir bütün, bir bilek, bir yürek yapacağı için zaten herkesin de muhtaç olduğu huzur, hal budur, herkes bunu hararette beklemektedir. İnşallah bunu da hayata biz geçireceğiz. 


Mağdur Olan Yüce Türk Milleti’dir

Ben çok samimi olarak konuşuyorum. Biz zaten seçim olduktan şu ana kadar halkın içindeyiz. Ben bir gün halkın dışında olmadım. Dikkat ederseniz bütün genel başkanlar Ankara'dadır, merkezinde otururlar. Ama biz ilk günden şu ana kadar bütün illeri, ilçeleri, köyleri dolaştık, dolaşıyorum. Şu anda da kendi bölgemden geliyorum. Halkımıza  iç içeyiz. Vatandaşımız bu manzaraya verdiği net bir cevap var. “Ne mağduru” diyor “ya.” “Zaten birinci dönem” diyor “böyle bizi aldattı” diyor. “Mağdur olan biziz” diyor. “Anamız dinimiz ağladı” diyor. “Benim fındığım satılmadı. Benim çayım satılmıyor. Benim buğdayım para yetmiyor. Benim mısırım para yetmiyor. Benim ürünüm çürüyor. Benim yetiştirdiğim ürünlerim dalında çürüyorlar. Alıp pazarlayamıyorum. Ben pamuğumu yakıyorum. Mağdur olan benim” diyor. “Ne iktidarı? İktidar benim sırtımdan bugüne kadar beni kullandı” diyor. “Artık o günler geçti. Bunları hayal edip de işte mağduriyet ayağına yatmasınlar.” Özetle diyebiliriz ki evet mağdur olan biri var. Kim? O da Yüce Türk Milleti'dir. Zaten olayları yaşıyor, cebinde parası yok, işi yok, aşı yok. E bu mağdur olmayacak da daha kim mağdur olacak? Ama Yüce Milletim artık sandık önüne gelmiştir. Gerçi bunlar da seçim konusuna herhalde temas edeceğiz. İfade edeceğim orada. Sandığımı  milletimden kaçırmaya çalışıyorlar. Bu işlerin altından kalkacağız. 


Bunlar Halkın Önünden Sandığı Kaçırıyorlar 

O kendisi “vatana ihanettir” dedikten sonra “hayırdır” demek bizim haddimizde değil, hakkımızda değil. Bu ne demişse odur demek. İkinci bir husus ben bu seçim hususunda birkaç kelam etmek istiyorum. Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimi münasebetiyle Türkiye yeni bir kulvara girmiştir. Anayasanın 102. maddesi gereğince Cumhurbaşkanı'nın seçilmesi konusu meclisin gündemine geldi. İlk tur yapılmak üzere de meclis toplandı. Yeterli toplam sayı kifayet etmediği için de anayasa mahkemesinin kararıyla bu iptal edildi. Ama bu süreç devam ediyor. Yani gerek birinci tur, gerek ikinci, gerek üçüncü turlar. Ondan sonraki safhalar hayata geçmek mecburiyetindedir. Nereye göre? Anayasanın 102. maddesine göre. Bu maddeye göre yani 102. madde usul açısından şu anda devrededir. Bu devredeyken herhangi bir maddenin devrede olması da yine mümkün olamaz. Benim hukuk anlayışım budur. Şayet bu şartlarda Cumhurbaşkanı seçilemez ise meclis 45 gün içerisinde seçime gitmek mecburiyetindedir. Tamam mı? Yani bunların “erken seçim” dediği şey zaten Cumhurbaşkanlığı seçimi neticesi veya seçilmemesi neticesi olmak durumu vardır. Bir daha ayrıca kalkıp bu kararı almanın âlemi ne? Bu alınan karar bana göre anayasaya terstir, kurallara aykırıdır. Yani bu dosya henüz daha ikmal edilmemiştir. İkmal edilmeyen bu dosya ortadayken sen kalkıyorsun bir başka dosyadan davayı yürütüyorsun. Bu hukuk adına olacak iş değildir. Bu meseleyi saptırmaktır. Anlatabiliyor muyum? Ben bunların bu yaptığı işe katılmıyorum. Onu diyorum. Şimdi bunun asıl sebebi ne? Bakınız, eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin mecliste seçilememesi halinde ortaya çıkan bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olmuş olsaydı, bu 45 gün içerisinde hayata geçecekti ki o zaman henüz daha memurlarımız, işçilerimiz, büyük vilayetlerden ayrılıp tatil bölgelerine gitmeyeceklerdi. Yani herkes kendi bölgesinde rahatlıkla oyunu kullanabilecekti. Tarımla iştigal eden vatandaşlarımız kendi bölgelerinde tarım sahasına henüz tam inmeyecekleri için oylarını çok rahatlıkla kullanabilecekti. Ama şimdi verilen 22 Temmuz tarihi o kadar ters bir tarih ki.. Artı, artı tarımla iştigal eden vatandaşlarımızın bilaistisna hepsi, tamamı yedisinden yetmişine tarlasındadır, bağındadır, bahçesindedir. Onun artık gündeminde seçim diye bir şey yoktur. Olamaz. Can yani “keçi can gayretinde, kasap yağ gayretinde” derler. Bunun gibi bir şey. O gün o geçim derdindedir. Seçimi düşünemez. Bu münasebetle bu seçimi olan iştiyak, talep azalacaktır. Ama bunlar bugüne kadar elde edebilecekleri noktaya ulaşabilmek için talimli seçmenlerini devreye koyarak netice elde etmeye çalışacaklar. Artı, efendim bölgelerinden, tatil bölgelerine giden insanlar kendi bölgelerinde oylarını kullanacakları için bundan da çok ciddi kayıplar olacaktır. Belki de yüzde otuzlara varan, seçime iştirak etmeyecek olan bir kayıp şu andaki muhalefetten kaybolacak. Binaenaleyh seçimin bu tarihe alınması kadar, vatandaşın aleyhine bir durum olamaz. Artı, bunun neticesinde, hâlbuki haziran ayı çok daha müsaitti. Eğer “erken seçim” diyorsa, hodri meydan. O zaman yapalım bu işi. Niye bir ay geciktiriyorsun? Bu sebepten dolayı geciktiriyor. Bunun manası da, halkın önünden sandığı kaçırmaktır. Başka bir şey değildir. Bunlar halkın önünden sandığı kaçırıyorlar. “hile-i şeriyye” denir. Bunların işi gücü hile yapmaktır. Başka bir şey de bilmezler. “Nasıl yapsam da orayı atlasam, nasıl yapsam da burayı geçsem” hesabı vardır. Hizmet diye bir dertleri yok.

Bağımsız Bir Türkiye Olmadan, Cumhuriyet Halk Partisi Olamaz

Ben Cumhuriyet Halk Partisi'ni uzun zamandan beri düşünüyorum. Merhum Mustafa Kemal Atatürk ile alakası ne kadar kaldı diye. Pek de ileri gitmeyeyim ama Cumhuriyet Halk Partisi herhalde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde olsa olsa iyi bir muhalefet partisi yerine, güzel bir süs kabağı. Bilirsiniz süs kabağını. O mesabede. Ya bu kadar ülkenin aleyhine kanunlar çıktı, efendime söyleyeyim, bu kadar ülkenin aleyhinde icraatlar yapıldı. Mahalle dedikodularını geçmeyen bir politika üretti Cumhuriyet Halk Partisi. Yazık günah değil mi ya? Eğer bugün elini kolunu sallayan bir iktidar bu neticelere rahatlıkla gelebiliyorsa, onu mecliste markaja alan, önünü kesen, doğruyu gösteren, projeleriyle “ne yapıyorsun” diyebilen muktedir bir iktidar olmadığı için. İktidar da muktedir değil, bunlar da muktedir değil. Hepsi aynı kaynaktan besleniyor. E şimdi Cumhuriyet Halk Partisi'ne bak. Cumhuriyet Halk Partisi'nin halkçılıkla ne alakası var? Niye? O da “Avrupa Birliği” demiyor mu? Onun da merkezi Brüksel değil mi? O da Türk bayrağı yerine Avrupa Birliği bayrağını istemiyor mu? O da “ABD” demiyor mu? “IMF” demiyor mu? Şimdi böyle bir muhalefetin olduğu yerde hani “kel başa şimşir tarak”  derler. Onun gibi bir şey. Bunların hiçbirinde bir şey olmaz. Onun için bilhassa sol kesim Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım olayların farkındalar. Çok samimi konuşuyorum bizim planlarımız, programlarımız, projelerimiz, merhum Kemal Atatürk'ün hayatında ortaya koymaya ve planına programını almaya çalıştığı hususlar olduğu için, biz tam da bu kardeşlerimizin gönlündeyiz. Zaten onların partisi de Bağımsız Türkiye Partisi'dir. Bağımsız bir Türkiye olmadan, Cumhuriyet Halk Partisi olabilir mi ya? Atatürk'ün partisi olabilir mi? Olamaz. Onun için biz bu dönem CHP'li kardeşlerimle el ele vereceğiz, inşallah. Türkiye'yi layık olduğu yere hep beraber el birliğiyle taşıyacağız diyorum efendim. CHP tamamlamadı. CHP'nin içindeki kadrolar tamamladı. Onlar gidecek, Atatürk'ün partisi baki kalacak. Ondan sonrasını konuşacağız inşallah.


Siyaset Halkın, Milletin İdaresi Demektir

Siyaset” demek “halkın idaresi” demektir. “Milletin idaresi” demektir. Soruyorum. “Siz tanımadığınız insanları nasıl idare edeceksiniz? Görmediğiniz, bilmediğiniz halinden, ahvalinden, dünyasından, duygusundan, işinden, aşından, hastalığından, geçiminden, derdinden, haberin olmadığı bir insanın nesine deva olacaksın?” Onu söyle bana. Bu iş tiyatro oynamak değildir. Bu iş “adam seninle ne kadar güzel konuşuyor” deme işi de değildir. Bu iş halkla el ele, halkla beraber iç içe olma işidir. Ha niçin gittim ben? Hatta öyle vilayetler var ki üç defa, dört defa gittim. İlçelerine gittim, köylerine gittim. İmkânım olsa yine giderim, gideceğim. Ben insanlarımın yakinen dertlerini gördüm. Mesela ticaret erbabının neden şikâyet ettiğini anlamam için onunla konuşmam gerekiyordu. Onu yakinen gördüm. Ben hastalığı teşhis eden bir doktor gibiyim. Olmam lazım. Siyasetçi budur. Doktordur siyasetçi. Siyasetin doktorudur. Pazara inecek, orada alışveriş yapan halkı görecek. Nasıl alışverişini yaptığı, hangi imkânları değerlendirdiği, neyi satıp neyi aldığı, satanın nasıl mamulünü tezgâhına koyduğu… Yani bunlar birer büyük problem, derttir. Bu dertleri yakından göreceksin, çözüm üreteceksin. Masa başında gelip gözünü yumup bu çözümü üretemezsin. O çözüm bugüne kadar öyle üretildi, ülkede bu hale geldi. Ama milletle beraber olursan ne istediğini, o zaten söylüyor sana “şunu şöyle yap” diye. Çözüm millet de yine. Yanlış anlama. Senin kafandaki bütün düğümleri çözen de millet. Planı, programı, projeyi sana hatırlatan da millet. Sen onu matematik formülleriyle ifade eden bir uzmansın. Arandaki milletle fark bu. Dert orada. Deva sende değil, gene onda. O sana diyor, sen onu formülleştiriyorsun. Sanayicisine gidiyorsun, derdini dinliyorsun. Esnafına gidiyorsun, derdini dinliyorsun. Çiftçiye gidiyorsun, derdini dinliyorsun; yani tarımla uğraşan. Nedir, ne değildir? Aldığı tarım aletlerinden bahsediyor. “Şu kadar para verdim” diyor. İlaçtan bahsediyor, “şu kadar para verdim” diyor. “İşçiye şunu verdim” diyor. “Ben bunu şu fiyata mal ederim. Bunu nasıl ben bu fiyata satayım? Bu mümkün değil” diyor. Bütün bunları yerinde görüyorsun. Yaşıyorsun sıcağı sıcağına. Affedersiniz hayvancısının ahırına giriyorsun. Allah Allah koskocaman kardeşimizi orada ahır yaptırmış. Yüz tane ineğin, bilmem kaç tane küçükbaş hayvanın besleneceği, kaç tane tavuk, hiçbirinde bir şey kalmamış, bunları görüyorsun. Milletin tükendiğini, bittiğini görüyorsun. Ve bütün bunları gördükten sonra yerinde tespitle “ben sana, senin derdine deva olurum. Ben senin reçeten olurum, ilacın olurum; ekmeğin olurum, tuzun olurum. Haberin olsun. Ben bu işi yaparım” diyorsun. Nasıl tiyatro, sanatkârları sahneye çıkıyor, konuşuyor, rol yapıyorsa bu olur. Tiyatrolar oynanıyor şu ana kadar. Oynandı siyasette. Milletin derdi yok ortada. Var işte tiyatroda. Onun için yüce milletim endişe etmesin. Ben bu işi biliyorum. Kimsenin kuşkusu olmasın. Ben bu işi yaparım. Bunu diyecek bir Allah kulu daha yok. Bak sen bir sene   dedin, ben dört buçuk yıldan beri geziyorum. Mesleğimin, mesleğimin ben erbabıyım. Hangi meseleyi elime aldıysam, onu dört dörtlük yapmaya mecburum. Bir defa vicdanen, ben bunun hesabını kendime veremem. Anlatabildim mi? Binaenaleyh bunun hesabını vermeye de mecburuz biz. Şimdi bu sorumluluğu taşıyan insan olarak biz yola çıktık. Yüce milletim hiç tereddüt etmesin. Hiç sağa sola da bazı laflarla, sözlerle kanmasınlar. Bakınız en güçlü teşkilatları ben kurdum. Ben sıfırdan geliyorum ama Türkiye'nin en güçlü teşkilatları benim il idarelerim, ilçe idarelerim, köy teşkilatlarım, mahalle teşkilatlarım, sokaktaki teşkilatlarım. Düşünebiliyor musunuz? Dört buçuk yıl içerisinde bütün bunları biz ikmal ettik. Yarım asra yakın partilerin hiçbir şeyi yok. Niye? Dediğin gibi Ankara'da oturuyor, demeç veriyor, gazete okuyor, Türkiye'yi gazetelerden, televizyonlardan takip ediyor. Aramızdaki fark bu işte. Onun için ben milletimin arasındayım. Ben onun için, bana diyorlar ki “sen nasıl yapacaksın?” Ben milletle yapacağım. Biz icazeti milletten istiyoruz. Kışın karında, soğuğunda, yazın sıcağında ben o millete gideceğim. Anlatabildim mi? Ondan icazeti isteyeceğim. Onun tabutunun altına ben gireceğim. Benim tabutumun altına o girecek. Biz bir bilek, bir yürek olacağız. Sadece de dünyada değil, yanlış anlama. Ahirette de beraber olacağız. Biz böyle inanıyoruz. Ve bu iş böyle gider, böyle olur. Böyle olmazsa netice vermez, diyorum efendim. 

Bizim Derdimiz Koltuğa Oturmak Değil, Millete Hizmet Etmektir

Evet, bir koltuğa oturmak için oraya gidersin. Bunlar doğrudur. Bizim derdimiz bu koltuğa oturmak değil. Bu millete hizmet etmektir. Mevlana'nın çok, müthiş bir sözü var. “Ben o kişi değilim ki attan inip de eşeğe bineyim.” Milletin, milletin vereceği küçücük bir gomri derler bizde. Yani biz iskemle de olsa onların tahtından daha üstündür. Biz buna inanıyoruz. Onun için biz milletle varız. Biz bir kuva harekâtıyız. Milletin gücüyüz biz. Milletle varız, milletle geliyoruz, milletle olacağız. Onun dışında hiçbir şey olmaz. İnancım benim budur. Haa, yol kesenler, şunlar, bunlar, vaatlerde bulunanlar, efendim, yanlış anlamayın, öyle hani kuyruk sallayanlar olursa çok müşteriler gelir. Milletim zannetmesin ki yani Haydar Hoca bana, bütün dünya benim önüm eğildi. Bunu kafamıza koyalım. Allah'ın izniyle. Okyanusun ötesi de geldi, Avrupa'dan da çok adamlar geldi. Elimin tersiyle hepsini ittim. Konuşma bile konuşmadım. Ben bir Türk'üm. Bu onuru ortaya koydum. Hiçbir kimsenin iradesine muhtaç değilim. Yüce milletim kabul ederse varım. Etmezse guşe-i uzlet etmesini de biz biliriz. Hiç kimsenin iltifatına, ikramına milletimin dışında ihtiyacımız yoktur, diyorum efendim.


Siyaset Dert Üretme Yeri Değil, Milletin Derdine Deva Olma Yeridir

Ben hiçbir şeyin istismarını yapmam buna da karşıyım. Milletim, yüce milletim beni tanır, görür seçer, severse layık olmaya çalışırım ve olurum. O tamamen onun duygularının istismarını kabul etmiyorum ben. İşin bir başka boyutu benim, bu benim kaderimdir. Kadere de bir Müslüman'ın, Müslüman Türk'ün rıza göstermesi lazım. Bu yönüyle de biz isyankâr değiliz. Allah bizi onunla da imtihan eder, bununla da imtihan eder. Sen kaderinle uzlaşamıyorsan bu partilerle nasıl uzlaşacaksın? Sen kaderinle uzlaşamıyorsan bu milletle nasıl uzlaşacaksın? Bugüne kadar zaten milletimizin çektiği uzlaşmasını bilmeyen insanları işte “derdi vardır, çile çekmiştir, mağdur olmuştur” tiyatrosuyla milleti aldatanları seçtiği içindir. Öyle bir dava adamı, bir lider olmak kolay değil. Onun için bunlar benim sermayem olmaz, olmasına da karşıyım efendim. Yani biz milleti tanıyacağız, derdini öğreneceğiz, derdine çare olacağız, ona hizmet edeceğiz. Benim siyasetim bu. Şekva şikâyet yeri değildir orası. Dert üretme yeri değildir, milletin derdine deva olma, ona şifa olma yeridir. Varsan girersen bu meydana da “er meydanı” derler. Varsan girersin, yoksan girmezsin. “Ha efendim bunlar var.” Canım her dönemde her meslek istismar edilmiştir. Ne yapalım? Bunlar da istismar ediyor. Bunlar istismar ediyor diye biz de istismar mı edeceğiz? Ben etmem. 
Ben de hayatımı o yönüyle, onu ararsan hatıra defterlerimi al da sen güzel bir kitap meydana getir. Halk şunu diyor. “Bu adam bizi çok yanılttı. Biz buna çok güveniyorduk. Çok itimat ediyorduk. Efendim bu bizi çok yanılttı. Hiç beklediğimiz değil. Hiçbir şey çıkmadı bu. Bu bir şey değil. Hiçbir şey çıkmadı bu. Bizi bitirdi” diyor. “Yok etti.” Zaten görünen köyde kılavuz istemez. Efendim halkın durumu pek iç açıcı değil. Ve bu halinde her zaman her yerde dile getiriyorum. Bunu diyebilirim. 


Bir Partinin Seçime Hazır Olabilmesi İçin Teşkilatlanma Olmazsa Olmaz Şarttır

Biz esasen bir yıldan beri seçime hazırız. Bağımsız Türkiye Partisi bir programı, bir projesi, planı ve tezi olan bir partidir. Esasen partilerde olması gereken iki ana unsur var. Bunun bir tanesi partilerin teşkilatlarıdır. Merkez başkanlık divanı olsun, merkez karar üyeleri olsun, artı bölgelere bakan bu konulardan anlayan adamlar olsun, artı il teşkilatları, ilçe teşkilatları, mahalle teşkilatları, köy teşkilatları hülasa teşkilatlanması olması lazım. Neyin? Bir partinin seçime hazır olabilmesi için bu olmazsa olmaz şarttır. İkincisi partilerin evet teşkilatı var, programı var, projesi var affedersiniz mahalle, köy, ilçe hatta apartman teşkilatları var ama halkın dertlerini tespit edip bu dertlere karşı bir çözümü, bir önerisi bir tezi olması lazım partilerin. Bağımsız Türkiye Partisi'ne baktığımız zaman bunların her ikisini dört dörtlük görüyoruz. Az evvel de konuşmamda izah ettiğim gibi biz halkımızın dertlerini bizzat kendisinden dinleyerek yakinen görerek tek tek tespit ettik. Yani vatandaşın neye ihtiyacı var, nereye ihtiyacı yok. Hangi sınıf insanımızın mağduriyeti fazla, hangisinin sesi çıkmıyor, kimin çok daha fazla derdi olduğu halde dertsiz görünüyor veya dul yetimin efendim şehit torunlarının, yakınlarının manzarası, hali nedir? Hülasa bütün bunları, tarım kesiminin bugüne kadar hali nedir, ne olması lazımdır? Hayvancısının, ormancısının, denizcisinin, esnafın, sanayicisinin hülasa yediden yetmişe bütün bunların halinin ne olması gerektiğini şu anda nedir, tespitinden yola çıkarak biz tek tek ele aldık, hepsine çözüm ürettik. Çok enteresandır biz ürettiğimiz bu çözümlerin akademisyenlere de önlerine koyarak tartışmasını temin ettik. Yani biz oturduk bir parti programı, parti projesi, planı, tezi hazırladık “bu doğrudur, bundan daha doğru yoktur” demedik. Bizim tespit ettiğimiz dertlerden yola çıkarak, ortaya koyduğumuz efendim çıkar, milletimiz adına menfaat yollarını, milletimize ait problemlerin halini bir tez haline getirdik aynı zamanda ben de kitabını yazdım. 


Milli Ekonomi Modeli, Rusya’nın Üç Yıllık Stratejik Kalkınma Programına Alındı

Mesela bu eser Milli Ekonomi Modeli arkadaşımız zoomlarsa ekranda görüldüğü gibi milli ekonomi modeli bu bir tezdir. Bakınız 370 sayfalık bir tez, kitaptır. Burada bütün problemleri, Türk milletinin problemleri enine boyuna tartışılmış neticeye bağlanmıştır. Ben bunu yazdım diye “doğrudur” demedim. Evvela kendi ülkemde tartışmaya açtım. Öyle ya bir parti programını yapar, efendim Merkez Karar Kurulu’na anlatır, başkanlık divanında kabul ettirir, artı işte parti mensuplarına doğrulatır. Böyle yapmadık. Biz bunu evvela ülkemin saygın ilim adamlarını bir araya getirerek iki gün üst üste kongresini yaptık. Yani bu kitabı didik didik ettik, tartıştık. İlim adamları bütün konularını ele aldılar, anlattılar. Nedir? Ne değildir? İzah ettiler. Yetmedi kalktık bu Türkiye'de yaptığımız kongreyi Amerika Birleşik Devletleri’nden saygın ilim adamları, Avrupa'dan az da olsa o günün şartlarında ilim adamları ve Azerbaycan’dan efendim ilim adamları, aynı zamanda Türkiye'nin saygın ilim adamları bu iki günlük çalışmaya iştirak ederek, dediğim gibi bu tezin ne olup olmadığını ifade buyurdular. İkinci olarak biz bu tezi biliyorsunuz sol dünyanın görüşüne onun önüne koydum. “Alın bunu tartışın.” Bir zaman Rusya komünist dünya hepinizin bildiği gibi yani iktisatta dünyanın en ünlü simaları bunların arasındaydı. Gerçekten de Lisiçkin gibi, Gavrilets gibi, Lebedev gibi ünlü ilim adamlarının da katıldığı efendim Victor gibi, ilim adamlarının katıldığı bir kongrede Azerbaycan İktisat Üniversitesi’nde iki gün devam eden tartışma ortaya koyduk. Orada da bu esere Milli Ekonomi Modeline, Türk dünyasından gelen ilim adamları, yüzün üzerindeki ilim adamları, Nobel ödülünün verilmesinin gerekliliği üzerine durup Nobel’e tavsiyede bulundular. Bilmem anlatabiliyor muyum? Artı o da yetmedi ben halkımın kalbi tamamen mutmain olsun diye dünyada hiçbir düşünce, bu teze itiraz etmediğinin ispatını yapmak için batılı ilim adamlarının da gündemine getirmek durumunda kaldım. Avrupa'da zaten onlar bize yakinen takip ediyorlardı. Efendim Avrupa'da, Almanya'da, Heidelberg'de iki gün devam eden orada da yüzlerce ilim adamlarının huzurunda, Avrupalı ilim adamlarının huzurunda bu eseri tartıştık. Bu eserin hakikaten ve bu eseri orada Bonn Üniversitesinin, Viyana Üniversitesinin katılımı ile beraber tartışmasını yaptık. Orada bu eserden nasıl faydalanabileceğini, dünyanın nasıl istifade etmesi gerekliliğini, gerektiğini altını kalın harflerle, çizgilerle çizdiler, çizdik. Ve dünyanın huzuruna bunu takdim ettik. Çok enteresandır o kongreden sonra mesela Türkiye'den Bonn Üniversitesine bazı konulardan proje istiyorlar, onlar da bize arıyorlar işte “bu konuda müsaade eder misiniz sizin? Kitabınızdan filan sayfadan şunu takdim edeceğiz” diye. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani böyle çok güçlü bir hazırlık neticesinde biz bugüne geldik. Yetmiyor bütün bunu yaparken yani bu eseri yazdık ama bunu hangi şartlarda, hangi devlet anlayışıyla da ortaya koyacağımızın eserini yazdım ben. Sosyal Devlet Projesi, bilmem anlatabiliyor muyum? Milli devlet, sosyal devlet. Global dünyanın fakir ülkeleri, kalkınmakta olan ülkeleri sömürdüğü bu günde, yer altı ve yer üstü kaynaklarını ele alıp milleti mağdur ettiği bu günde; nasıl onların ağına düşülmemesi gerekir? Şimdi mesela “siyaset” diyoruz ki “bunlara karşı çıksın.” Çıkamaz. Niye? Şimdi düşünün ki sizin bir hasmınız var, silahlarla mücehhez her tarafı donanmış size saldırıyor. Senin de bir mantar tabancan yok. E nasıl kendini müdafaa edeceksin? Edemezsin. Şimdi global akımın karşısında bu siyasi iktidarın ve bizim partilerin durması mümkün değil. Kabule mecburdurlar. Niye? Onlara karşı silahları yok ki, bir müdafaaları yok. Onun için biz onun da efendim eserini ortaya getirdik. Onlara karşı “bize taarruz ettiklerinden nasıl cevap verebiliriz, nasıl durdurabilirizin” formüllerini ortaya koyduk. Şimdi işin garip tarafı Türkiye'de uygulanmadığı halde, uygulamaya konulmadığı halde bu ilmi inceliklerden hareket ettiğimiz için Chavez bizden mesela Chavez 'in danışmanı sekreteri “Lisiçkin” denilen Rus bilim adamı iktisatçı arkadaşımızın arkadaşı oluyor. Ona projelerimizi verdiler. Şu anda Venezuela bizim projelerimizi hayata geçiriyor, enteresandır. Daha Brezilya bizim projelerimizi hayata geçiriyor. Daha Rusya'da efendim Sayın Lisiçkin bu ilmi tezin aynı zamanda iktisat derneği adında da bir derneği kuruldu. Dünya çapında bir derneğe kuruldu ve Lisiçkin de bu derneğin efendim ikinci başkanıdır, genel başkan yardımcısıdır. Orada “ben” diyor “bir brifing verdim, konferans verdim, tezi tanıttım beni dakikalarca ayakta alkışladılar ve bu eser kamuoyuna lütfen bunu güzel anlatmamız lazım. Bu eser Rusya'nın 3 yıllık stratejik kalkınma programına alınmıştır.” Anlatabildim mi? Bu eser Milli Ekonomi Modeli 3 yıllık kalkınma programına alınmıştır. Demek isterim ben çok hazırlıklıyım milletimin kuşkusu olmasın. Türkiye'nin bütün problemlerini halledebilecek benim bir tezim var. Benim bir kadrom var. Türkiye'nin en güçlü kadrosu bizdedir. Hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın, ben bu işi biliyorum ve bu işi yaparım. Bizim dışımızda bilmiyorlar. Neye? Mesela bakınız benim görüşlerimi, benim tezimi bazı siyasiler alıyor kendilerinmiş gibi takdim ediyorlar, reklam ediyorlar. Ne alakası var ya sen bir satırlık makalen yok, bir satırlık bu konuda düşüncen yok. Almışsın basmakalıp efendim programdan kendine mal etmişsin. Efendim “bu şekilde bunlar hayata geçireceğini…” Bunlar hayata geçirmek öyle kolay bir olay değil. Bu bir formüldür, matematik formülüdür. Bunu bilen insan çözebilir başka türlü çözemez. Mesela ben çok karşılaştım “güzel de bu kadar insana sen gerçekten maaş mı vereceksin?” “Evet vereceğim.” “Nasıl vereceksin ya? Biz çalıştığımız halde maaşımızı alamıyoruz; işçiyiz, memuruz.” “Alamazsınız.” Niye alamazsınız? Bunlar dan dun giden bir mahalle takımına benziyor. Sen milli takımda oynayacaksın. Senin bir güçlü bir hocan var, bu işin kuralını bilen bir antrenörün var. Hülasa bu iş de böyledir. 


Vatandaşlık Maaşı ile Hem Millet Hem Devlet Karlı Çıkacak

Şimdi izah belki anlatırken hatırıma gelmez onu izah edeyim. Mesela düşünebiliyor musunuz? Biz 300 katrilyon vatandaşlık maaşı vereceğiz. Burada hedef aldığımız bazı sosyal dertlerin de halledilmesi konusu var. Yani siz sosyal problemleri halletmek istiyorsanız, bütçenizde mutlaka buna bir pay ayırmanız lazım. İşte biz bu payı aynı zamanda bu vatandaşlık maaşıyla beraber halkımıza inşallah bahşedeceğiz. Ha bunu “nasıl vereceğizin” cevabını ben vereyim de. Bak 300 katrilyon bir yılda paranın dolaşımı 16 defadır. Ben size 100 lira verdiğimde sizde kalmaz bu. Bir yıl içerisinde sizin dışınızda 15 kişide daha bu el değiştirir. 16 el eder. 16 çarpı 300, 4800 katrilyon eder. 4800 katrilyon işlem hacmi. Ben bu işlem hacminden sadece %10 vergi alsam, aldığımı düşünelim. 480 katrilyon eder. Ne verdim milletime? 300 katrilyon. Ne aldım? 480. Herkes karlı çıkacak, devlette karlı çıkacak. Böyle bir formülü biz bulduk. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ama bunu ben buldum. Bunlar bulamazlar. Niye? Halkın arasında gezen benim, derdini dinleyen benim, Allah da onun için onun devasını bana nasip eyledi. Onlara etmez. Onun derdiyle hallolacaksın ki, sana da Cenâb-ı Hak bunu ihsan edecek. Hülasa demek isterim ki ben; düşünce olarak, tez olarak, hazırım bugün biz iktidar olduk, yarın güneş farklı doğacak, kimsenin bunda kuşkusu olmasın. Millet samimi konuşuyorum kuşların ötüşü farklı olacak, ağaçların çiçek vermesi, güllerin açması; havanın, tabiatın, güneşin, bize yumuşacık o şeysi çok farklı olacak. Çünkü çok yeni bir duruma, kâinat devletinin temelleri atılacak. Bunda yüce milletim kuşku duymasın. Biz böyle büyük bir idealle büyük bir projeyle geliyoruz ama uzlaşmayla, uyumla; kavgayla değil. Evvela kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimizi, dirliğimizi temin ederek yola çıktık. Etrafımızı, onları da. Ne demek yani? Türk milleti cömert bir millettir, merhametlidir, şefkatlidir, izzetlidir, iffetlidir, alicenaptır, düşenin elinden tutandır. Tarihin hiçbir döneminde onun kimseye zulmettiğini hiç kimse ispat edemez. Onun için biz hazırlıklı geliyoruz. Sadece milletimizi değil, civar ülkeleri de Allah nasip ederse karnını doyuracağız, sırtını giydireceğiz, onların da Allah nasip ederse Türk milletinin nasıl bir millet olduğuna şahit yapacağız dünyanın huzurunda. Şimdi efendim bunu yaptık. İki, yetmiyor işte ben 4 buçuk yıldan beri teşkilatlarımı tamamladım. İl teşkilatımı, illerimi, ilçelerimi, efendim mahalle teşkilatlarımı, köy teşkilatlarımı, öyle yerlerimiz var ki sokaklarımız, apartmanlarımız, hepsi burada hazırdır. Şimdi sandık çalışmaları yapıyorduk, onu da teşkilat başkanım bana geçenlerde sorduğumda, “durumumuz gayet iyidir” demiştir. Onun berkemal olduğunu farz ettiğimizde, Türkiye'de seçime hazırlıklı giren birinci ve tek partiyiz diyebilirim, İnşallah çok uzatmadık. 


Euro’ya Geçiş, Avrupa Birliği’nin Sonunu Getirecektir

Şimdi Türk dünyası bu eseri tamamen ele aldı, inceledi.  Avrupa Birliği ülkeleri bakın ben zaman zaman “Avrupa Birliği'nin biteceğini” söylemiştim. Çok enteresandır, Hollandalı bilim adamı Avrupa Birliği adına katıldı kongreye, Avrupa Kongresine. Ben İstanbul'da yaptığımız konuşmada şunu söylemiştim: “Avrupa Birliği 15 yıl içerisinde mutlak surette dağılacaktır, bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Benim gerekçelerim var, bu gerekçeler nedeniyle Avrupa Birliği'nin sürekli olması hiç mümkün değil, sizde göreceksiniz bunu.” “Biz” diyor “ilk defa bunu duyduğumuz zaman siyasi bir sözdür zannıyla  değerlendirdik.” Hollandalı ilim adamı profesör arkadaşımız. “Sonra” diyor “Haydar Bey'in eserini okuduktan sonra gördüm ki, bu sözünün altında iktisadi sebepler, siyasi sebepler var. O bakımdan Avrupa Birliği derhal” söz çok enteresan, “derhal bir komisyon oluşturup bu eseri tetkik etmesi lazım. Bu tetkik etmezse onun için hayat tetkik etmesi Avrupa Birliği için bir ölüm, kalım meselesidir; hayat, memat meselesidir.” Aynen bunu böyle ifade ediyor. Ben   bir hususu burada misal olarak vermek istiyorum. Berlin'de iktisatçı bir Alman arkadaşımla sohbet ediyoruz. Tabii bu sözümü ben ilk defa Avrupa Birliği euroya geçince söyledim. Dedim “sizin sonunuz geldi.” “Neden?” dedi. Dedim “siz para birliğine geçtiniz. Hep bütün ülkelerin üretim kapasitesi Avrupa'da aynı mı?” “Yok” dedi. Peki, “sizin gayri milli hasılanızla mesela Belçika'nın gayri milli hasılası bir mi?” “Yok” dedi. “Onu bir tarafa bırak İtalyan’ınla, Almanya'nınki bir mi?” “Yok” dedi. “Fransa’nınla efendime söyleyeyim Hollanda'nın bir mi?” “Yok” dedi. Hülasa şu anda aşağı yukarı 25 ülke olmuşlar. Hiç ama hiç bu işin devam etmesi mümkün değil. Nasıl mı? Şimdi gayri milli hasılasına göre yıl sonunda parasının yüzde 30'unu yani gayri milli hasılasının yüzde 30'unu paraya tebdil etmekle mükellef olan ülkeler birbirine bağlı olduğu için, geçmişte kendi merkez bankalarından bunu yapıyordu. Ama şimdi bu imkân ellerinden kalktı. Anlatabildim mi? O bakımdan hiçbiri emisyonunu genişletemiyor. Genişletemediği için de Avrupa'da para darlığı ortaya çıkacak. O gün söylemiştik bunu. Ve sizin çöküşünüze sebep olacak. Ülkeleriniz ciddi şekilde borçlanma altına girecek. Bir yıl geçtikten sonra aynı arkadaş tekrar beni Berlin'de bir Türk arkadaşımın evinde ziyaret ediyor. “Haydar Bey çok haklısınız. Biz bu konuyu sizin gibi düşünemedik” diye bana itirafta bulunuyor. Yani bizim bu dediklerimiz hamasi veya hissi, duygusal değildir. Tamamen ilmi temeller üzerine oturmuş görüşlerdir. Allah nasip eder, inşallah iktidar olma imkânını milletimize Cenâb-ı Hak lütfederse ülkemizin yüzü, insanımızın yüzü güler diyorum efendim.

Kaynak Gelirleriyle Hem Millet Zenginleşecek Hem Devlet Borçtan Kurtulacak

Şimdi biz bunların tamamını sosyal devlet projemizde tek tek ele aldık. Bugün bakınız bu ülke hiçbir şey yapamaz bu şartlarda. Niye? Yılda 135 katrilyon sadece aldığı borçlarının faizini veren ülke ne yapacak kardeşim? Senin gelirin ne? Yani kedide , butu ne derler? Yani senin gelirin ne kadar? Vergiden ne kadar topluyorsun? 130 katrilyon. Ne kadar faiz veriyorsun? 135 katrilyon. Ya senin aldıkların faize yetmiyor. Bu memlekette çalışan işçi var, memur var, tarım kesimi var, ormancısı var, hayvancısı var, denizcisi var, sanayicisi var, esnafı var, öğrencisi var, askeri var. Ne kadar genişletirsen bu yetersiz olduğunu, imkânsız olduğunu göreceksin. O halde Türkiye'nin ilk defa yapması gerektiği husus, iş, bu borçlardan bir an evvel kurtulmasıdır. Bu faiz giderlerinden Türkiye kurtulacak. Ha bunu nasıl yapacaksınız? Bunu yapmanın tek yolu var. Bizim yer altı kaynaklarımız dünyanın en güçlü kaynaklarıdır. Şu anda bizim elimizdeki imkânlar kadar Avrupa'yı bir araya getirseniz, Avrupa'nın tamamında bu kaynaklar mevcut değil. Yanlış anlamayın. Üç katrilyon dolarlık bizim yer altı kaynağımız var. Yer altı kaynağımızın tamamına, bakın dikkat edin benim tespitime, benim dediklerim ilmi gerçekler. Tamamına bu kaynağın onda birinin karşılığında siz emisyonunuzu genişletip paranızı basarsanız, hem o kaynakları yerin altından çıkartıp milletim dünyanın hizmetine takdim edeceksiniz, hem ekonomiyi devreye koyacaksınız, zengin olacaksınız. Bilmem anlatabiliyor muyum? Sende altın var, bor var, toryum var, demir var, bakır var. Sende olmayan maden yok ki. Bütün bunları işletmek için sen işletme sermayesini yabancılardan arıyorsun. Ya Allah'tan kork. Kaldı ki biz kendi insanımıza da işletmiyoruz. Bunların kendi insanıma kapılarını kapatıyoruz, yabancı şirketlere bunları veriyoruz. Hülasa demek isterim ki ilk defa biz milletin huzuruna bu kaynakları koyarak, milleti de ortak etmek şartıyla, millet ve devlet ortaklığıyla şirket kuracağız, bu kaynakları devreye koyacağız. Bunlardan elde ettiğimiz karla birlikte bunlar çok müthiş korkunç karlar getirecek. Hem milleti zengin edeceğiz, hem devleti borçtan kurtaracağız. Ve Türkiye gerçekten bağımsız olacak.


Vatandaşlık Maaşı ile Terör ve Ayrışma Ortadan Kalkacak 

Peki ne yapacak ondan sonra Türkiye? Ben bugüne kadar klasik iş yerlerine dokunmuyorum. Onlar ne yaparsa yapsın. Biz ne yapacağız? Biz devlet olarak kısmet olursa, bakın biz “kadın, kadınlara hak verdik” diyoruz. Ne hakkı verdik söyler misin Allah aşkına? Gerçekten kadınlara hak verdik mi? Yok. Kadınlara hak verecek olan ülkemizde göreceksiniz Bağımsız Türkiye Partisi olacak. İktidar olduğumuzun ilk haftası çıkartacağımız kanun kısmet olursa, hanımları işçi statüsüne kavuşturup maaş bağlamak olacak. Her ev hanımı 500 Türk Lirası maaş alacak. Beni buradan iyi dinlesinler. 500 Türk Lirası yetmiyor, aradan birkaç ay geçtikten sonra tabii Türkiye'nin ekonomisi hiç düzgün değil. Bozuk olduğu münasebetiyle 5 bilemedin 6. aydan itibaren vatandaşlarımızın tamamına maaş bağlayacağız. Vatandaşlık maaşı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşı olan insanlar, vatandaşı olan insanlar, devletinden her ay maaş alırsa kalkıp o devletin ortadan kalkması için, dağılması için çetelere iştirak edebilir mi? Dağa çıkabilir mi? Veya annesi babası ona müsaade eder mi? Düşün ki bir ailede dört insan var. Anne, baba, iki tane evlat neyse hepsi de devletten yardım alacak, maaş alacak. Bu ailenin fertleri devlet babasına karşı çıkabilir mi? Mümkün değil. Biz uzlaşmayı, birleşmeyi, kardeşliği devlet eliyle yapacağız. Biz bugüne kadar yapılmayan işi hayata geçireceğiz, Allah kısmet ederse. Yediden yetmişe; zengin olsun, fakir olsun. Bakınız ihtiyarlarımız var, sakatlarımız var, şehit yakınlarımız var, dullarımız var hepsi bunlar geçim derdinde. Bağımsız Türkiye Partisi döneminde hiç kimsenin geçim derdi olmayacak. Niye? Herkes “benim devlet babam” var diye sevinecek. Biz bunu Türkiye'nin gündemine taşıyacağız. Biz Türkiye'nin gündemine taşıdığımız an fevkalade bir huzur gelecek, muhabbet gelecek, dostluk gelecek, kardeşlik gelecek. Artı yetmiyor ülkenin insanlarını ciddi bir eğitim seferberliğine tabi tutacağız. Bu ülkeyi sevmesinin gerekliliğini ilmen ona izah edeceğiz. “Adam olmak” eskiler derler ya “adam ol.” Adamın bir tanesi oğluna, “oğlum senden adam olmaz” demiş. Oğluna kızmış babasına gitmiş okumuş vali olmuş. Çağırmış babasını ayağına. “Baba gördün ya demiş ‘sen bana adam olmazsın’ dedin, ben vali oldum.” “Hay Allah senin canını alsın. Ben sana vali olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Gene sen adam olmadın. Adam olsaydın babanı ayağına çağırır mıydın?” Şunu diyorum. Toplumda artık taşlar döküldü, endazemizi kaybettik. Ölçüler yok oldu. İnsan olmak? İnsanlık nedir? Ahlak nedir? İffet nedir? Hayâ nedir? Fetânet nedir? Kardeşlik nedir? Dostluk nedir? Bunları unuttuk. Bunu inşallah eğitimlerle efendim gündem edip insanımızı o noktaya taşıyacağız. Birbirimizi sevmenin kurallarını, yollarını yaşayarak göstereceğiz. Yani bir taraftan cebine parasını, maaşını koyacaksın, diğer taraftan gönlünü bağlayacaksın. Bir bütünlük oluşturacaksın. Zaten bu böyle olmazsa efendim hiçbir şey yapamazsın.
 


Türkiye'deki Enflasyon Talep Değildir, Maliyetlerden Kaynaklanan Enflasyondur

Artı yetmiyor, enflasyonu bunlar canavar haline getirdiler. Bunların da enflasyonu düşürmesi mümkün değil. Devamlı surette piyasadan parayı çekiyorlar, parayı çekiyorlar. Bu enflasyonun aşağı düşmesi değildir. Milletin cebine para girmeyecek mi? Girdiği zaman gene hortladı bu. O halde bu enflasyonun temel bir sebebi olması lazım. Türkiye'deki enflasyon, hatırlarsanız rahmetli Ecevit döneminde IMF heyeti geliyor enflasyonu aşağı düşürmek için işte “şu kadar daha parayı çekmemiz lazım, bu kadar daha çekmemiz lazım.” Ben de devamlı konuştum. Dedim ki “siz enflasyonu yanlış teşhis ettiniz. Türkiye'deki enflasyon talep değildir. Talepten kaynaklanan enflasyon değil.” “Ya nedir?” “Türkiye'deki enflasyon talep değildir.” O günün şartlarında sen aldığın krediye yüzde elli faiz veriyorsun. Şu kadar kira veriyorsun. Şu kadar vergi veriyorsun. Çalıştırdığın işçine şu kadar vergi veriyorsun. Bunlar üst üste katlanıyor. Malın üzerine yükleniyor. Bu malı sen ucuza sattığın zaman aradan çıkıyorsun. Yani bu pahalılık maliyetten dolayı. Yoksa talep buna fazla da ondan dolayı bunun değeri artmış değil. Demek isterim ki biz bu maliyet enflasyonunu aşağı düşüreceğiz. Türkiye'de faiz de yüzde yirmiye varmış. Bankalar masraflarıyla beraber yüzde yirmi iki, yüzde yirmi beş verdiği krediye faiz alıyor. E ondan sonra sen yüzde altıdan, yüzde yediden ne bahsediyorsun? Enflasyondan bahsediyorsun. Hadi oradan be. Adam yüzde yirmi beş verecek faize. Ondan sonra yüzde yedi enflasyon olacak. Nereden kazanacak bu parayı? Çalacak mı onu? Bunlar hesapta bilmiyorlar. Milleti deli mi zannediyorlar? Yüzde yirmi beş beni takip edenler hemen şunu düşünsünler. Yüzde yirmi beş aldığı paraya faiz veren bir esnaf, malının üzerine yüzde yirmi beş kar ilave etmek mecburiyetindedir. Bir de düşün ki onun geçimi var. İşçisi var. Değil mi? Vergisi var. Ha hülasa demek isterim ki bunların dediği gibi değil olay. Biz ama bunu düşüreceğiz. 
Enerji giderleri, Allah kısmet ederse muayyen bir zaman sonra enerji Türkiye'de evlerimizde kullandığımız enerjiler sayın enerji uzmanı Fuat Bey'in yaptığı hesaplara göre on sekiz ay sonra milletin bedava bunu alacak. Biz bugün bedava elektrik yapmış olacaktık. Yanlış anlamayın.


Üniversite Eğitimi Her Gence Sunulacak, Mezunlar İş Sahibi Olacak 

Artı yetmiyor. Bütün bunlardan sonra bu yapılan hizmetlerden sonra bakınız Türkiye'de daha yapılması gereken bizim gençliğimiz yetişiyor. Geliyor hopur hopur aşağıdan yukarıya geliyor. Geliyor ama önünü kesiyoruz devlet olarak. Niye? “Üniversite okuyamaz.” Ya kardeşim niye bu çocuk üniversite okumasın? Yani bu mezun olduktan sonra buna iş mi veriyorsun da, “iş veremem” diye bunu okutmuyorsun? Onu da vermiyorsun. Bir diplomayı, bir kâğıdı çok görüyorsun buna. Moralini bozuyorsun. Kimliğinden onu ediyorsun. Azmi yok oluyor. Kısmet olursa okuyan her gencimize biz bugüne kadar eğer iktidarda olmuş olsaydık, hep üniversitelere müracaat edenlerin tamamı üniversiteye girmiş olacaktı. Biz o günün döneminde siyasette iktidarda olsaydık. Bugün onlar hayata atılmış olacaktı. Bizim dönemimizde hayata atılanların tamamı da iş sahibi olacak, aş sahibi olacaklar. Bunu sakın hatırınızdan çıkarmayın. 


Türk ve İslam Dünyasıyla Siyasi ve Ekonomik Birlik Kuracağız

Hülasa bakınız kısmet olursa yine nasıl Avrupa'da bir birlik varsa, bizim de Türk dünyasıyla, İslam dünyasıyla hatta uzak doğudaki dünyalarla birlikte sosyal, siyasi, iktisadi birlikteliklerimiz olacak. Mesela şurada önümüzde koskocaman bir Rusya Federasyonu var. Niye buna bakmıyorsunuz? Amerika dedi diye yüzünü ters döndün. Ama düşün ki bu insan bugün enerji problemini halletti. Dünyanın en güçlü problemini halleden devletlerden bir tanesi de bu. Hülasa şunu demek istiyorum. Bütün bunları da yaparken devlet ve millet, sivil ve asker beraberliğini mutlaka temin edeceğiz. Kendi kafamıza “ben dedim oldu” değil. Oturacağız, konuşacağız, istişare yapacağız. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız. Ve kısmet olursa bunu hayata geçireceğiz. Eğer bunlar olmuş olsaydı bugün Türkiye'nin rengi çok daha farklı olurdu diyorum. 
 


Tarım ve Hayvancılıkta Üretici Ürününü Satma Derdi Yaşamayacak

Tabi insanların getirdiği doğuştan hakları Allah nasip ederse onlara biz çok iyi yaşatırdık. Artı bugün tarım kesimi ölmüştür. Biz tarım kesimine yetiştirdiği ürünleri pazarlama diye bir problemi olmayacak. Ne demek yani? O yetiştirmekle mükellef, devlet babası da bunu pazarlamakla mükellef. Bunu biz pazarlayacağız. Hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın. Biz bunu pazarlayacaktık. Artı yüzde elli avansını alacaktı. Artı hem kendisi, hem ürünü sigortalı olacaktı. Bir derdi olmayacaktı. Malının hem karını bereketini bulacaktı ve hem de efendim devletiyle barışık halde olacaktı. Şu anda siyasetle soruyorum. Tarım kesimi barışık mı? Veya barışması mümkün mü? Yetiştirdiği fındığını satamıyor. Tütününü satamıyor. Üzümünü satamıyor. Buğdayını satamıyor. Pamuğunu satamıyor. Narenciyesini satamıyor. E bu insan nasıl siyasetle barışık olsun? İşte kısmet olursa biz bu barışıklığı da getireceğiz. Hayvancıyı da öyle. Hayvancı memnun olacak. Bugün hayvan üretimi Türkiye'de bitmiştir. İthalata başlatılmıştır. Türkiye ithalat cennetine döndü. Hem tarım ürünlerinde, hem hayvansal ürünlerde. Kısmet olursa bütün bunlara bizim dönemimizde son verilecektir   diyorum, daha fazla konuşmama gerek var mı bilmiyorum  . 

Türk Milleti Dünyanın En Zengin ve Müreffeh Milleti Olacak

Bizim dönemimizde hem her işçimizin ve her memurumuzun 2000 Türk lirasından   aşağıya maaşı olmayacaktır. Asgari ücret 2000 Türk lirası olacaktır. Onun üzerine ilave edebildiğiniz kadar ediniz. Şimdi bazıları “sen 2000 lirayı nasıl verirsin?” Şimdi bunu söylüyor. Peki Avrupa'da bir işçi kaç asgari maaşı kaç lira biliyor musunuz? Bizim parayla 4000 lira. Yani Avrupalı olduğu zaman bunu alabiliyor ama Türk olduğu zaman alamıyor. Ondan az mı çalışıyorsun sen beyefendi? Yok. Niçin netice böyle? Çünkü siyasilerin seni bugüne kadar basiretle, ferasetle idare edemediği, çalıştıramadığı için kazancı da elde edememişsiniz, edemediler. Ama biz planlı, programlı, projeyle geldiğimiz için karımız da fazla olacak. Ve şimdilik 2000 Türk lirası. Bir yıl geçtikten sonra zannım o ki en az 4000 lira asgari ücret olacaktır. Bunda endişe etmesin kimse.
 Onların planlarıyla, programlarıyla, eskimiş elbiseleriyle, ayakkabısıyla, otomobili ile hareket edersen onlara binersen, onlarla beraber olursan insanın da böyle olur. İnsanın da böyle olur. “Biz yapamayız, biz edemeyiz.” Biz yaparız. Hem en iyisini yaparız, en güçlüsünü yaparız. Dünyanın en güçlü milletiyiz, en güçlü devletiyiz. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Bunu göstereceğiz. Ben sadece yüksek ideal ve proje programdan dolayı bunu söylemiyorum. Bu imkân var bizde kardeşim. Bu kabiliyet bizde var. Yani hamasi konuşmuyorum. Ben matematik olarak konuşuyorum. Ve onun için bunları yazdım dünyanın önüne koydum. Matematik olarak konuşuyorum. Haydar hocanın ideali güçlü ondan değil. Benim projelerim, programlarım bunlar güçlü. Anlatabildim mi? Ben bunları güçlü yaptım. Ne zannediyorsun? Ne zannediyorsun? Türkiye dünyanın en güçlü devleti olacak. Türk milleti dünyanın en zengin en müreffeh milleti olacak. Milletimin kuşkusu olmasın bundan. Bundan sonra şayet yanılırsak “eyvah” demenin de zamanı geçmiş olur. 


Planla, Programla Geliyoruz

Ben seçime hazırım, yüce milletim de hazır olsun. Bu işi bu seçimde bitirelim. Nedir bu adamlar ya? Geliyorlar ağlamakla rey istiyorlar? “Yok beni dövdüler, yok beni kovdular.” Neredeyse emzik sokup ağızlarına susturacağız. Siyaset adamı bu mudur? “Yok, bana şu şöyle söyledi, bu böyle söyledi.” Kardeşim burası ağlama duvarı değil. Hizmet etme iş görme. Tamam mı? Millete hizmet etme, milletin derdine deva olma yeridir. Ağlayacaksa millet ağlayacak. Seni mi dinleyecek? Millet sana bakmaya mı mecbur? Yok, “bana asker şunu dedi, bilmem şu filanca bunu dedi.” Hadi oradan be. Sen bir şey bilmiyorsun diye bahane üretmene gerek yok. Göreceksiniz biz bu bahanelerin hiçbirine sığınmayacağız. Niye? Çalışmaya geliyoruz. Planla geliyoruz, programla geliyoruz. Bakınız her şeyimiz hazırdır. Yüce milletim beni çok iyi dinlesin, çok iyi anlasın. Ve bu işi bu dönem bitirelim. 22 Temmuz'da bu işi bitirelim. 


Bağımsız Türkiye'nin Gücü Karşısında Erimek Mecburiyetinde Kalacaklar

Şimdi biz girdiğimiz zaman bir defa bir denklem girecek ortaya, bir tez gelecek. Her konuda bizim görüşümüz var. Milletin kavga etmesine gerek kalmayacak. Kavga ettiği zaman millet onu oradan yuhlayacak. “Bak bu adam gibi ol, bunun gibi konuş” diyecek. “Bağırıp çağırma. Ne hoyratlık yapıyorsun. Baksana adam önüne senin hesap koydu, kitap koydu, tez koydu sen de koysana.” Yani ak ile kara belli olacak. Bu çıkacak ortaya. Bir yapacak, iki yapacak. Bağımsız Türkiye'nin gücü karşısında erimek mecburiyetinde kalacak. Doğruya ram olacak. Bana kalırsa Bağımsız Türkiye'li olmayan vekiller de mecliste yakinen şu ana kadar tanımadılar bizi. Orada yakinen tanıyıp belki de tamamı Bağımsız Türkiye'de geçebilir, mecliste muhalefetsiz kalabilir. Doğrunun karşısında değişmeye mecburdurlar. İnada gerek yok diyorum efendim. Allah da o günleri bu seçimde yüce milletimize göstersin diyorum. Bizi takip eden yüce milletime saygılarımı, sevgilerimi, muhabbetlerimi arz ediyorum. Allah'a emanet olsunlar diyorum efendim. 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir