info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Muhabbetullah - Allah Sevgisi / 28 Eylül 1998
23/08/2025 DİNİ YAŞAM 16

    Neler Okuyacaksınız

Cenâb-ı Hakk'ı Sevmek İbadetin Sigortasıdır

Şimdi efendim insanoğlunda elinde olmayan saiklerle kalbinin bir tarafa meyletmesidir. Yani sevginin öz aslı. Siz istemediğiniz halde kalbiniz eğer bir tarafa meylediyor, o taraftan hoşlanıyorsanız o sevgi oluyor. Bunu konuya teşmil edersek, insanın kendini zorlamadan Cenâb-ı Hakka kalbinin meyletmesidir. Onu aramasıdır. Ona iştiyak duymasıdır. İşte bunun adına biz ne diyoruz, “muhabbetullah”, “Allah sevgisi” diyoruz. 
Şimdi kulluk açısından ehemmiyetine gelince, siz tabi Rabbinizi severseniz, onun muhabbetini kalbinizde ihya ederseniz, o zaman emirlerini Allah'ın emrettiği emirlerini hiç kendinizi zorlamadan, eda etme cihetini tercih edersiniz. Hatta bir emri ilahiyi aksattığınızda, niçin ben bunu aksattım, hata ettim, kusur ettim diye kendi kendinizi muhakeme edersiniz, muhasebe edersiniz. Zaten Peygamber aleyhisselam efendimizin hesaba çekilmeden evvel hesaba çekiliniz. “Hâsibu kable en tuhâsebü.” “Hesaba çekilmeden evvel, hesaba çekiliniz.” Hadis-i şerifleri bunu açıkça ortaya koyuyor. Nasıl hesaba çekeceksin? Eğer kendini sen kontrol ve murakabe etme duygusunu taşımıyorsan nasıl muhasebe edecek, murakabe edecek, hesaba çekeceksin kendini? Çekemezsin. O fonksiyonu devreye koyan ne olmuş oluyor? Allah sevgisi olmuş oluyor. O bakımdan Cenâb-ı Hakk'ı sevmek, ubudiyette tabiri caizse ibadetin sigortası oluyor. Fevkalade bir nitelikte insanı Allah'a kul olmada iten en büyük amil. Sürükleyen, o kulvara sokan en güçlü amildir. O sevgiyle insan kulluk kulvarında yürümeye çalıştığı zaman, sen Allah'ı seversin de Allah seni sevmez mi? Değil mi efendim. Yani düşün ki bir evlat, bir çocuk seni seviyor. E sen bunu sevmeyeceksin, bu mümkün değil. Dolayısıyla yani sizin sevginizin karşılığını mutlaka bulacaksınız. Esasen ârif-i billâhların yani ehlullah olan Allah dostlarının bu konudaki izahları da şudur. “Eğer sizde Allah sevgisi var, Allah'ı seviyorsanız biliniz ki Allah sizi seviyor. Zira sevginin hakikati Allah'a aittir. O sizin kalbinizden kendi kendini zatını seviyor”  diye ifade ederler. Allah bu sevgiyi hepimize nasip etsin diyerek özetleyebilirim efendim.


Sevginin Kaynağı Allah’tır

Şimdi Elest Meclisi Allah'ın ruhlarını yarattığı zaman, “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Kalu bela “dediler ki”, “evet sen bizim Rabbimizsin.” “Elestü bi Rabbiküm.” Elest Meclisi denmesinin sebebi, “Değil miyim?” manasına gelen “bi Rabbiküm.” “Sizin Rabbiniz değil miyim?” Manasına gelen o cümledeki elest kelimesiyle ifade edilmiş olmasıdır. (Araf Suresi 172. Ayet), O meclistir yani. Rabbiniz değil miyim? sorusunun tevcih edildiği meclis. İnsanların ilk defa yaratıldığı bu ruhani, manevi tarafları Allah'a kulluk sözü verdiler. Hepimiz Allah'a “evet sen bizim Rabbimizsin, biz senin kulunuz” bu sözü verdik. Şimdi dünya sahnesine gelen insan, dünyada söz verdiği Rabbini arıyor. Biz öyle bir mecliste, öyle mutantan, mütezeyyin bir âlemde, bir varlık gördük, bir âlem gördük, bir güzel seyrettik ki, şimdi bu güzeli göremiyoruz. Şuurumuzun altındaki güç, o sevgiye, o muhabbete, daha doğrusu o güzele, o Allah'a doğru bizi yönlendiriyor. Farkında ister olalım ister olmayalım. Şimdi dikkat ederseniz bütün insanlarda sevgi vardır, bakidir. O cevheri atmanız mümkün değil. Onun kaynağı işte orası. Her insan aslında inansın ya da inanmasın, Allah'ı arıyor. Çünkü mutlak güzel o, mutlak sevginin kaynağı o. İnanan inanmayan hepsi onu arıyor. Fakat aradığı kulvarda neyi aradığını bilmediği için, bazen inkâr ederek onu arıyor. O mutluluktur, o fazilettir, o huzurdur, o saadettir. Şimdi hepimiz onu arıyoruz. İnsanlığın tamamına bakın aradığı o. Ama bazen inkârla onu arıyor. Neyi aradığını bilmediği için işte bu arayış devam ediyor. Müslüman neyi aradığını iyi bilen, aklı başında murakabesini ve de kontrolünü, muhasebesini liyakatle yapan insanın adıdır. Ben Allah'ımı arıyorum. Ona göre hayatını onun çizdiği kulvarda yönlendirir. Hayatını orada yaşar, onun dışına çıkmaz. Çıkarsa bilir ki ben o sevgiye vasıl olamam. Asıl fazilet, asıl şeref, asıl huzur, asıl saadet o kaynağa varmak. Yani hepsi ondan. Hiçbir şey yok ki ondan olmasın. Bir başka ifadeyle varlığın tamamında mevcut olan özelliklerin, bilaistisna hepsi onun kuluna ihsanı olan tecellisidir. Bizim tabirimizde buna yansıma da diyebiliriz. Hani sen ne istiyorsan bütün zenginlikler onda. Şimdi niçin sevmeyeceksin? Bir defa mantığına vursan, sevmemen aptallık. Müslüman işte bu işi bilerek yapan kulun adıdır. Hepimiz Allah'ı seviyoruz. 
Elest Meclisi demek, ilk defa ruhlarla Allah arasındaki akitleşme. Birbirine söz verme. O istiyor, kulları da “evet” diyor. “Rabbiniz miyim?”  “Evet, Rabbimiz. Rabbimiz sensin.”  “Elestü bi”, bela. Evet. Kalu beladan, yani Kalu dedi ki dedi “Bela”, evet. Bu mana. O Kalu ve bela ile o karşılıklı ahitleşmeyi, akitleşmeyi efendim sınırlandırıyoruz. 

Havfullah Allah'a Kavuşamama Korkusudur

Şimdi tabi muhabbetullah. Havfullah da Allah'tan korkmak. O mutlak varlığa insanın vasıl olabilmesi için, elinden gelen bütün gayreti sarf ediyor. Ve nihai noktada istediğini arzu ettiğine, vasıl oluyor. O da Allah. Allah ile birlikte insan sadece Cenâb-ı Hakk'ın zatını kazanmıyor. Onun cennetini kazanıyor. Cennetindeki nimetlerini kazanıyor. Ha kazanmadığı takdirde ne oluyor? Demek cennetini kazanmıyor. Cennetinde ona ihsan edeceği nimetlerini kazanamıyor. Cemalullah'ı kazanamıyor. Zat-ı bariyi kazanamıyor. Şimdi bunları kazanamadı mı ne olur? Cehennem olur. Siz bunu kazanamadınız mı, cehennem bu. Yunus'umuzun dediği gibi, “Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri; isteyene sen ver anı, bana seni gerek seni” diyor. Yani insanın arzu ettiği istediği Allah. Bunu bulamadığı zaman zaten hayatın tamamı cehennem olur. Ukbâ cehennem olur. İşte Rıza-yı Bâri ile vasıl olamayacağı bu hali düşünerek, ben eğer o Allah'a vasıl olamaz, onun muhabbetini kazanamazsam, eyvah! Öyle bir cehenneme, öyle bir nara düşerim ki, bu beni yakar, çıkar. Bir manada kavuşamamanın verdiği ıstıraptır, üzüntüdür, kederdir. Havfullah budur. Diğer manada da şudur. İnsan dünya hayatında birtakım masivalar, hatalar, günahlar ile kirleniyor, temizleneceği yer. Allah onu temizlenmeden de cennetine koymuyor. Cennet öyle müstesna, nadide bir mekân ki, oraya girebilmek için kulun da çok temiz olması lazım. Sen dünya hayatında sana Elest Meclisi’nde verdiği o ruhu kirlettin. Ne olacak onun temizlenmesi gerekiyor değil mi? Ukbâ’da temizlendiğin yerin adı cehennem. İşte onu düşünerek de, Allah'tan korkmak da havfullattır. İki manada, bir ona kavuşamamak, bir de kirlendiği için temizlenmekten korkmak o yerden korkmak. Anlatabildim mi? Hangi manada olursa olsun, Allah sevgisi ile her ikisinin de irtibatı vardır. Bazen sorulur. Efendim, sevgimi üstündür, muhabbetullah mı üstündür, havfullah mı üstündür? Vallahi bence her ikisi de üstündür. Bu kulun makamına haline göredir, diyelim. Efendim, Cenâb-ı Hak her ikisini de ihsan etsin ki kulluğumuz noksansız, ekmel olsun diyelim efendim. 

Yaratılmışı Severim Yaratandan Ötürü

Neden Allah sevilecek en çok? Her şey onun. O'nun olmayan bir şey yok ki. Sen de onusun. Yani bizim ruhumuz da Cenâb-ı Hakk'ın. Hepsi Allah'tan. Sen şimdi her şeyinin sahibi olan Allah'ı, aidiyetin olan Rabb'ı sevmeyeceksin de, ne yapacaksın? Yani onsuz hiçbir şey yok. Canımız ondan, malımız ondan, sıhhatimiz ondan, servetimiz ondan, her şeyimiz ondan. Ruhumuz ondan. Dolayısıyla her şeyden fazla sevilmeye layık, Cenâb-ı Vacibül Vücud Hazretleridir. O bakımdan bizi takip eden kardeşlerimize tavsiyem, Allah'ı sevebildiğiniz kadar sevmek. Yani bu konuda ne kadar ifrata giderseniz gidin. Hiç korkmayın. Bu konunun ifratı da, Allah'ın emrettiklerini fazlasıyla yapmaya gayret etmektir. İbadetinizde, hayrınızda, insanlara yardımınızda, düşkünlerin elini tutmanızda, Allah'ı zikretmenizde. Bunları ifrat derecede diyebilirim. Yapmak da faydalıdır. Allah'ı çok seveceğiz ama diğer varlıkları sevmeyecek miyiz? Elcevap bunları da seveceğiz. Yaratılmışı severim, Yaradandan ötürü. Yani o da bir ölçüdür, bir mikyastır. Şimdi bir varlığı niçin seviyorsun? İnsan o varlığı Allah için sever. Yani bu beni Allah'a yaklaştırıyor. Allah'a yürümemi kolaylaştırıyor. Bu yaptığınız bütün hizmetlerden ibadetlerinize kadar bunun manası budur. Eğer bu şekilde sevgi ile etrafınızda çoluğunuzu, çocuğunuzu, servetinizi, akrabanızı, dostunuzu, milletinizi, vatanınızı seviyor iseniz, bilesiniz ki bunun merkezinde de Allah var. O bakımdan o sevginiz de haktır ve esastır. Böyle de yapmak lazım, böyle de sevmek lazım. Yani Allah'ı sevmenize yardımcı oluyor. Allah'a kulluğunuza yardımcı oluyor. Ben bunu yaparsam Allah da beni sever. Dediğinizde aldığınız cevap, Allah seni sevdiği için ve sevgisine yardımcı olduğu için, her şeyi sevmek de esas ve zaruret oluyor efendim. 
Dikkat ederseniz zaten ehlullahın tamamı, Allah'ın yarattığı bütün mahlûkatı sever. Ben dilerseniz burada bir hatıramı çok anlatırım, onu anlatayım. Bizim Akçabat'ımızda Osman Efendi diye muhterem bir, Allah gani gani rahmet eylesin, zat vardı. Bir defa Akçabat'ın pazarı biliyorsunuz salı günüdür. Ak camiden çıkıyor, şöyle etrafa bakıyor. Diyor ki: “Kurban olayım Allah'ıma, ne kadar muazzam, ne güzel varlıklar insanlar yarattı.” Orada bir tanesi, “ya hoca bırak” diyor. Bunun içinde eşkıyası var, hırsızı var, yolsuzu var, namussuzu var, şusu var, busu var. Bunlar sevilir mi yani? Verdiği cevap çok enteresan. E dedi, iyiyi herkes sever, yani iyi olanı herkes sever. İş dedi bunu sevmektir. Şimdi tabi Allah'a aidiyeti oldu mu varlığın, sevmemesi kulun mümkün değil. Onun için ülkede hakikaten bir muhabbet sevgi noksanlığı görüyor isek, bunun temelinde demek kalbimizde taşıdığımız muhabbeti ilahi tam dozunda değil. Bunu arttırmak lazım. Arttırırsak birbirimizi çok rahat severiz. Aksi takdirde, sette rol yapan aktörlerden farkımız olmaz. Evet, film setlerindeki aktöre döneriz. 


Muhabbetullah Nefis Terbiyesinde En Kuvvetli İksirdir

Şimdi imanın kemali sevgi ile yakinen ilgilidir. Siz ne kadar Allah'ı severseniz, Allah'a o kadar arif olursunuz. Allah'ı o nispette tanırsınız. Cenâb-ı Hakk'a o kadar yakın olursunuz. Yakın oldukça da muhabbetiniz artar, sevginiz artar. Dolayısıyla imanınız o nispette, tanıdığınız ölçüde, şimdi gördüğünüz şeyi inkâr edebilir misiniz? Bu yoktur diyebilir misiniz? Bu stüdyo yoktur. Adama “aptal mısın?” derler ya oradaydın az evvel. Cevabı gelir. Aynen böyle insan muhabbeti ilahi ile Rabbini tanır. Tanıdıkça imanı artar. İmanı arttıkça sevgisi muhabbeti de artar. Onun için ubudiyetin özünde yatan nükte de muhabbetullahtır dersek ifrata gitmiş olmayız efendim. Şimdi tabi bizden insan olarak beklenilen Allah'ın bizi emanet olarak verdiği bu nefsi, Cenâb-ı Hakk'ın rızası istikametinde terbiye etmektir, tezkiye etmektir. Şimdi bizde öyle badireler var, öyle dağlar, öyle taşlar var, öyle ormanlar, öyle ağaçlıklar, öyle vahşi hayvanlar var ki bunları bir noktada ıslah edeceğiz. Yani şu evrende gördüğünüz her şey insanın iç tabiatında meknuz. İşte bunların ıslahı terbiye oluyor. Nefis terbiyesi, nefis tezkiyesi eğer insan Allah'a doğru yönelir, kalbini Allah'a rahmeder, ona doğru yürürse içindeki o fena duyguları, o fena hisleri yavaş yavaş ayıklar. Farkında ister olsun ister olmasın. Neden ayıklar? Şimdi varacağı mekân Cenâb-ı Hakk'ın indi. Allah'ın huzur olduğu için, oraya gitmek için o, sıyrılması lazım o kötülüklerden, içindeki şerden, fenalıklardan. Aksi takdirde gidemiyor. Yol kesen haramiler önünü kesiyor. İçindeki duygular onun önünü kesiyor. Onun için nefis tezkiyesinde muhabbetullah, en kuvvetli bir iksirdir. Bir misal vererek ifade edersek, şimdi nefis terbiyesinde muhabbetullah en kestirme yoldur. İradenizin olmadığı halde kendi kendinizi bir noktaya taşıyorsunuz. Zorlamıyorsunuz kendinizi. Bakın, muhabbetullah'ı ateşe benzetirsek, nefis de kömür, yanan kor içerisindeki bir aleve siz kömürü koyduğunuz zaman hangi renge bürünür? Yakan ateşin, yanan ateşin rengine bürünür. Nefis, o kalpte mevcut olan Allah sevdasına bürünürse, kendi varlığından geçer. Nereye bürünür? O sevdaya bürünür, o sevgiye bürünür. O zaman eliniz, diliniz, gözünüz, kulağınız, ayağınız efendim kendi benliğinizde olan istidatlarla değil, o muhabbetteki istikametle kendinizi yönlendirirsiniz. O bakımdan, nefis terbiyesinde muhabbetullah çok fevkalade büyük bir yoldur. Bizim meşrebi sufiyye dediğimiz zaman, geçmişte büyüklerimiz tezkiye ve terbiyeyi hep bu yolla yapmışlardır. Mesela Ankara'da Hacı Bayramı Veli, Fatih Sultan Cennet Mekânın, Mürşid-i Akşemsettin Veli, Kayseri'de Seyyid Burhanettin Hazretleri, Konya'da Mevlana Hacı Bektaşi Veli. Bunları çoğaltabiliriz. Ahmet el-Yesevi, İbrahim-i Dussuki vesaire gibi büyük zevatların insanları, insanlardaki bu kulvarı hep bu manada sevgiyle, sevdayla değerlendirmiş. İnsanları Cenâb-ı Hakk'a kul yapma yolunda nefsini tezkiye ve terbiye etmişlerdir. Ve kendileri de o şekilde vuslat etmişlerdir. Muhabbetullah ile nefsi tezkiye terbiye edip Hakk'a vasıl olmuşlardır. 

Allah'ın Emirlerine Sarılmak, Muhabbetullahı Artırır ve İnsanı Huzura Kavuşturur 

Şimdi tabi bir defa emredilen, Allah'ın emrettiği bütün ibadetlere, tam manasıyla sarılmak. Yani hiçbirinden kaçmak, tevil yoluyla değil. Şimdi biz insanlara güya kolaylık gösteriyoruz; şunu yapma, bunu yapma. Esasen kul Allah'ın emrettiklerini yapmakla, muhabbeti Allah'a artar. Yapmamakla azalır. Yani şimdi bu onu yapma, bunu yapma bir tavizdir. Kula iyilik değil kötülüktür. Sanki bir şey bağışlıyormuş gibi. Allah'ın koyduğu muradı ilahi kulvar, cadde bu bunu istiyor Allah. Onu sen kuluna söyle o yapsın onu. Ne giriyorsun onunla arasına ki? Onu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın. Bunlar çok yanlış. Bilakis Allah'ın emrettiklerini yapacaksınız. Nedir namazdır, nedir oruçtur, nedir zekâttır, nedir hacdır, nedir Allah'ı sevmek? Nedir o? Sevgiyi vücuda getiren zikri çok ama çok yapmaktır. Ne kadar istiyorsa o kadar yapmak. Bak, “beni çok zikredin” buyuruyor Allah. Ne kadar zikredeceksin? Bunun sayısı yok. “e la bi zikrillahi tatmainnul kulub.” “Kalpleriniz ancak onunla tatmin olur.” (Rad Suresi, 28. Ayet) Huzura, saadete, mutluluğa kavuşmak istiyorsanız, Allah'ı zikredeceksin. Bunun dışında varamazsınız. Sen neyi onun elinden almak istiyorsun ki yani? Ne yardım edeceksin, bilen kişi olarak? Allah'ın dediğini demekten başka elinde çıkarıp yol mu var senin? Kur'an'ı fazla okuyacak değil mi? Kur'an'ı okumakla efendime söyleyeyim, kalbini Allah'ın muhabbeti, Allah'la konuşacak. Kur'an okuyan kişi Rabbiyle konuşur. Çünkü Kur'an Allah'ın kelamıdır. Allah'ın yasaklarından kaçacak, değil mi? Haram kıldıklarından kaçacak. Bir insan Allah'ın haram kıldıklarına meylederse, kendi kendini yoklar. Eyvah, der ya, biz ne yapıyoruz? Yanlış bir şey yapıyoruz ki, Allah yapma dedi yapıyoruz bunu. Bizim sevgimizde bir noksanlık var. Kendini hesaba çeker. Değil mi? Ha bunu yapacağız. 


Allah'ı Sevenleri Seveceğiz

Artı Allah'ı sevenleri seveceğiz. E bazen ya biz Allah'ı seveni nereden bileceğiz? Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Sen oturuyorsun “Allah” diyorsun, kalkıyorsun “Allah” diyorsun. Bütün işlerinde Cenâb-ı Hakk'ın rızasını gözetiyorsun. Milletin gözü kör mü ki, seni görmeyecek? Ha bu söz de Allah'ın böyle sevdiği kulları görmek için, bir şey olmuş oluyor. Anlamazsınız ya siz, öyle şey mi olur? Demek insanların kalbine bir şüpheyi koyup adeta sevgi, muhabbeti birbirinden insanlardan esirgemektir. Hâlbuki ben sizi Allah'ı çok seviyorsunuz diye sevsem ne kaybederim? Veya siz bir başkasını sevseniz ne kaybedersiniz? Bu âlamet ve işaretleri gördüğünüz zaman, bakıyorsun namazı kılıyor, insan hakkı yemiyor, insanlara yardım ediyor, Allah'ı çok zikrediyor. Oturuyor “Allah” diyor, kalkıyor “Allah” diyor, yürüyor “Allah” diyor. Yaptığı işlerde ölçüsü Allah. Daha ne işaret arayacaksın baba? Hatırıma yine bir fıkra geldi, onu nakledeyim. Adamın bir tanesi irşat ehli bir arifi billah arıyor. Geliyor bir zata diyor ki: Bir karpuz kesiyor olmadı diyor, beğenmedim. İkincisini, üçüncüsünü, dördüncüsünü bütün sergiyi heba ediyor. Sergi sahibi de kusura bakma diyor, size verecek bir demek karpuz satamadık. Özür dilerim. Adam öyle insafsız ki, bir karpuz. Bir sergi sahibi karpuz. Geliyorlar bir mezatcıya, gidiyorlar işte, şu kumaş indir onu indir onu indir.  Orada da diyor; benim  istediğim mamulü satmıyorsun diyor, ona da bir fırça atıyor. Bu zatla kusura bakma diyor sizin istediğiniz kalitede mal burada bulunduramadık . Özür dileriz. Üçüncü zata gidiyor, o da aşçıymış garsonmuş bir yere gidiyor. İşte diyor, adam getiriyorlar tabi o zatla. Getiriyor koyuyor önüne. Bir tane elini tersiyle vuruyor, çorbaya atıyor. Hemen tutuyor, o garson adamın kulağından. “Ne karpuzcuya benzerim ne de mezatcıya kafanı kopartırım” diyor. “Yiyeceksen ye, yemeyeceksen defol git” diyor. Öteki de diyor ki, bana bir irşat eli göster. Şimdi insanın gözü de kör oldu mu, burnun dibindekini görmez daha. Sabır küpü adamlar ya, bunlar yani bu seni irşat etmiyor. Kim irşat edecek? Bilmem anlatabiliyor muyum? Hepsinden ötesi, gezdirdiği adam hepsinin fevkinde. Anlatabildim mi? Şimdi buradan neyi anlatıyordum, ona geleceğim. Yani bu Allah'ın dostları sevdikleri her zaman, her yerde mevcut bunları arayacağız. Zaten Allah muhabbeti kullarına olmazsa bu âlemin ne değeri var ki? Değil mi? Bu kullara muhabbet dolayısıyla   bu âlemin bir değeri oluyor. Bu düzen, bu nizam devam ediyor. Kısaca alametler çoktur ama bu kadarı kâfi diyorum.

Vatan İnancınızın Yaşadığı Yerin Adıdır 

Şimdi vatan sevgisiyle çok yakın ilişkisi vardır. Çünkü o vatanda az evvel bütün takım şeyler saydık. Namaz kılacak, oruç tutacak, zekât verecek, hacca gidecek, insanlara yardım edecek. Bu bir mekânda, bir zeminde olur bütün bunlar. İşte o inancın yaşandığı topraktır. O toprak da vatandır. Onun için orası alelade bir toprak parçası değil. İnancınızın yaşadığı yerin adıdır vatan. O halde siz Rabbinize sevdanız ne nispette büyük olursa, o saydıklarımızı o nispette daha fazla muhabbetle, aşkla eda edeceksiniz. Dolayısıyla o mekâna daha fazla sahip çıkacaksınız. O sevgi sizde yok, vatan sevgisi de noksandır. O bakımdan her şeyin merkezinde Allah sevgisi. Vatanı sevmede vesaire de… Her şeyde Cenâb-ı Hakk'ın sevgisi. Ne kadar fazla ise vatana olan sevdanız, muhabbetiniz o derece artar. Zira bakınız orada ölüm de şehadettir, şehitliktir. Allah bu rütbeyi hepimize nasip eylesin. Milletimizi sevgi ve muhabbet yönüyle kuşatan bir anlayış, bir yaşayış, nasip edip içinde bulunduğumuz bu bunalımdan, buhrandan hepimizi kurtarsın. Biz millet olarak kabul etmemiz lazım ki, çok büyüğüz ama bazen çok küçük hesaplarla kendi kendimizin ayağını kaydırıyoruz. Bu akıbetten de Allah hepimizi muhafaza eylesin. Yalnız büyüklüğümüzün alamet ve de işareti, her düşeceğimiz zaman birden kalkarız. Yani o büyüklüğün bir alametidir. Onun için düşmek diye bir şey olmaz, inşallah. Gerek siyasi, gerek içtimai, gerek hukuki, gerek ahlaki, milli birliğimize, beraberliğimize anlayışımızı ve de yaşayışımızı Allah ziyade eylesin. Ve sevgiyle muhabbetle hayatımızı tamamlamayı, kul olmayı da Allah nasip etsin diyor. Bizi takip eden kardeşlerimize hürmet ve saygılarımı arz ediyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir