info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Milli Ekonomi Modeli / 16 Haziran 2003
22/08/2025 EKONOMİ 23

    Neler Okuyacaksınız

Dünya Durağan Bir Ekonomik Dönemi Yaşamaya Başladı

Şimdi efendim içinde yaşadığımız dünya şartlarında globalizm, liberalizmi kendi felsefesi yaparak dünyayı getirebileceği noktaya kadar taşıdı. Bu sistemde artık üretim ve tüketim öyle bir döneme girdi ki büyümek şöyle dursun, dünyanın birçok yerleri artık gerilemeye başladı. Mesela Amerika Birleşik Devletleri'nde ciddi bir sıkıntı var. Avrupa Birliği ülkelerinde çok ciddi sıkıntılar var. Bilhassa Almanya, Avrupa Birliği'nin kalbi ve ruhu sayılır. Buralarda çok ciddi sıkıntılar var. İşsizlik her gün artmakta, bir sonraki gün bir önceki günü aratmakta. Mesela sadece Berlin'de yüzde yirmi dolayında bir işsizlik sorunu var iken, bunun Türklere yansıyan oranı yüzde ellidir. Şimdi Almanya'sı böyle, Fransa'sı böyle, İngiltere'si böyle, İtalya'sı böyle. Başta da söylediğimiz gibi Amerika Birleşik Devletleri'nde işsizlik oranı yüzde on nispetine kadar varmıştır. Ve bu öyle bir noktaya dünyayı taşıdı ki artık ekonomi büyümeyi terk etti, gerileme dönemine girdi. 
Biz en iyi bir tespitle, teşhisle, bugün dünya durağan bir ekonomik dönemi yaşamaya başladı. Sürekli büyümesi lazım, iktisadi kurallarda ülkelerin sürekli büyümesi gerekiyor. Toplumların sürekli büyümesi gerekiyor. Bu büyüme, bu hız durduğu zaman, kesildiği zaman artık sistemler geriye gitmeye hatta çökmeye başlar. Şimdi kanaati şahsiyemiz o ki gerek Amerika Birleşik Devletleri 'nin şahsında, gerekse Avrupa Birliği'nin şahsında şu anda uygulanmakta olan ekonomik sistemler batmak üzeredir. Dolayısıyla böyle bir geçiş noktasında herhalde yeniden yapılanmakta olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu çökmekte olan ekonomilerden alacağı pek bir şey olmaması lazım. Ama bunu söylerken bizim dışımızda da daha doğrusu Bağımsız Türkiye Partisi'nin dışında da böyle planı, programı, projesi olan da yok. Ne zaman ki iktidar olarak hadiselerin içerisine partiler giriyor, bu acı biberi tadıyor. Ondan sonra diyor ki “canım biz de şu seneden sonra artık global ekonominin şartlarını terk edeceğiz. IMF’yi terk edeceğiz. Kendi şartlarımızda iktisadi bir modele geçeceğiz.” Ama herkes başta bu şerbeti, bu zehirli şerbeti içiyor. 
Şimdi Türkiye'de durum bu olunca tabii yeni teşekkül eden, yeni de demeyelim buna, çünkü 8 ay gibi bir zaman artık onu da dolduruyor olan bu iktidar, bu da aynı yoldan ülkenin kalkınmasını esas olarak ele aldı. Ama gördü ki şimdi biz bu yolla beraber Türkiye'yi bir noktaya taşıyamayacağız. Sayın Başbakanımızın ifade ettikleri gibi “2004 yılında biz IMF’yi terk edeceğiz.” Sözüyle birlikte Türkiye'de de bu ekonominin artık bu hükümetle beraber hiçbir şey, bu hükümetin de bununla beraber hiçbir şey yapamayacağını deklare etmiş oldu. Yani “biz bu sistemle biz de bir şey yapamayız” manasına gelen aslında bu cümledir. Yani “biz de 2004 yılından sonra IMF’yi terk edeceğiz’in manası “bu sistemle biz de devam edemeyeceğizdir.” Bu ne demektir? Yani “bu sistem Türkiye'de de çöktü” demektir. 

İktisadi Modelimizin Tamamen Milli Olması Gerekir

Hayır, bundan önceki iktidarlara bakarsak, bundan önceki iktidarlar zaten olayın ezberci mukallitlerindendi. Sayın Derviş'in, Amerika Birleşik Devletleri'nden tutun da iç politika gereği, o zamanki koalisyonun uyguladığı ekonomik istikrar programına kadar, bütün bunların tamamı aslında global ekonominin, bugünkü iktisadi koşulların, şartların bir neticesiydi. Şimdi bu noktaya gelmişken Türkiye, dünyanın hali bu, Amerika'sı bu, Avrupa'sı bu, Uzak Doğu'su bu. Dünya bu noktaya gelmişken illa da ben, “bu çöken iktisadi formüllerle, sistemlerle, rejimlerle hayatımı devam ettireceğim” demesinden çok daha bence yanlış bir karar olamaz. Binaenaleyh işte biz bu tespiti yaptıktan sonra, Türkiye'nin kendisine gelebilmesi veya kendi bölgesindeki devletlere örnek olabilmesi için acilen içinde bulunduğu, ekonomik sistemi terk etmesi lazım. Çünkü bu ekonomik sistemde artık, Türkiye iç ve dış borç olmak üzere, 270 milyar dolara balîğ olan bir batağın içine saplanmıştır. Buna mukabil Türkiye'nin milli geliri yılda 75-76 katrilyonadır. Yani 76 katrilyon. Bunun neresinden bakarsanız bakın, 50 milyar civarındadır. 50 milyar dolar civarında. 50 milyar dolar civarında geliri olan bir ülkenin aşağı yukarı 75 milyar dolar gideri var. Şimdi böyle bir ülkede bütçe açığı 50 katrilyona yaklaşırken, siz şimdi aynı yolla bu ülkeyi kalkındırmaya çalışacaksınız. Ve bu, “abesle iştigal” manasına gelir ki, akıllı bir siyaset ve devlet adamı bu yolu kesinlikle daha tercih etmez. İşte bu sebeple, biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak acilen bu sistemden çıkılması, Türkiye'nin borçlarını kapatabilmesi, milli gelirini arttırması, giderlerini buna göre dengelemesi ve de halkını huzur ve refah içerisinde mutlu bir hayat yaşatması gereğine inandık. Buna göre planımızı, programımızı, projemizi ortaya koyduk. Global iktisadi anlayışı tamamen terk etmek, milli hassasiyetlere dayanan, milli özverilere dayanan, milli kaynaklara dayanan en önemlisi bir program ortaya koyduk. İşte onun için biz bu anlayışın, bu gidişin ülkenin yararına olmadığı, iktisadi modelimizin tamamen milli olması gerektiğini savunduk. 

Para, İnsan Vücudunun Kanına Benzer 

 “Peki bunun unsurları nedir?” diyecek olursak. Şimdi bunun unsurları ileride de belki gelebilir, unuttuklarımız da olabilir. Şu anda Türkiye'nin sıkıştığı nedir? Türkiye'nin sıkıştığı, mali açıdan paradır.  Yani Türkiye paraya sıkışmıştır. Spekülatörler zaman zaman Türk piyasasına giriyor, çıkıyor ve bir bakıyorsunuz ki para değerleniyor veya para değerinden kaybediyor. Şimdi bu para dediğimiz şey insan vücudunun kanına benzer. Kanı başkalarının tasarrufundan kurtarmanız lazım. Ve vücut bu kanı kendisi imal etmesi lazım. Eğer siz kanı taşıma su mantığıyla devamlı surette başka taraftan taşırsanız o vücut hayatını bulamaz. Yani vücut kendini beslemesi gerekiyor, dengelemesi gerekiyor. Borcunuz var, e borcu alıp bunu kapatacaksınız. Onun zamanı geldi, yine onu da borçla kapatacaksınız. Onun da zamanı geldi, yine onu borçla kapatacaksınız. Bu nereye benzer biliyor musunuz? Bir insan kana ihtiyacı var. İşte iki kilogram kan alıyor. Aradan işte bir ay geçiyor, on gün geçiyor. Yine iki kilogram kan alıyor. Yine geçiyor bir iki ay. Yine iki litre kan alıyor. Bu şekilde bir hayat bir hasta için kazançlı olabilir mi? Yahut da bu mantıkta devamlı surette taşınan kanla, dışarıdan alınan kanla bir vücut hayatiyetini devam ettirebilir mi? Ettiremez. Nasıl bu böyle ise, iktisadi yapıda da mali anlayışın toplum bünyesindeki anatomisindeki yeri ve değeri budur. Dolayısıyla parayı dışarıdan devamlı alacaksın, devamlı alacaksın, devamlı alacaksın. Böyle bir ekonomi gitmez. Böyle bir ekonomi batmaya, yok olmaya mahkûmdur. Yani o hem devletini batırır, hem milletini batırır. Toplum birden gider. Onun için biz dedik ki kendi şartlarımıza döneceğiz. Vücudumuz kan imal etmesi lazım. Yani bu bünyenin kan imal etmesine ihtiyaç var. Türkiye kendi kendine bakacak. Bu kaynakları araştırdık biz. Ortaya koyduk. “Nasıl çalışacak?” diye efendim gündemimizi aldık. Birincisi bu. 
İkincisi nedir? İkincisi de bütün bunların olabilmesi için mutlak surette bir finansın olması lazım. Peki, efendim bizim finansımız yok zaten. Hep dışarıdan bunu alıyoruz. Devletlerin tasarrufuna giren bir mevzu vardır ki o da emisyondur. Emisyonla bu finansı siz temin ediyorsunuz. Bu finansın karşılığı var, yok. Artık siyasi iradenin basiretine bağlı bir olaydır. Finansın karşılığı var, eğer siz emeği devreye koyabilirseniz. Finansın karşılığı var, eğer siz üretimi devreye koyabilirseniz. Bu bir hünerdir. Bu bir devlet adamlığıdır. Bu bir ilim adamlığıdır. Bunu yaptığınız zaman iş neticeye varır. Ha finansın kaynağı vardı, yoktu. Eğer halkı böyle bir badirenin içerisine sokarsanız o zaman hepten gittiniz demektir. Zaten gidiyorsunuz. Binaenaleyh biz işte o basireti, o feraseti o idareyi gösterebilecek kadrolara malik olduğumuz için emeği ve üretimi biz devreye koyabileceğiz. Buna ait de ciddi projelerimiz vardır. Bunu tasarladık, bunu düşündük. Yani finans. Finans içinde emisyon. Bunlar birbirini dengeler. 

Para Kimin Elindeyse Onlar Kazanır, Biz Herkesin Kazanmasını İstiyoruz

Artı toplumda veya devletlerde kapitali, parayı belli eller topluyor. Yani sizin anlayacağınız para bugün dünyada serbest dolaşmıyor. O “serbest dolaşıyor” diyenler yalan konuşuyor. Serbest dolaşmıyor. Dünyada 5-10 tane bankanın para esiri olmuş. Düğmeye basıyor. Bir bakıyorsun ki uzak doğuya filan yerdeki döviz aktarıldı. Bir de Avrupa'da bir tanesi basıyor düğmeye, oradan Avrupa'ya aktarıldı. Efendim ne biçim para ki bu insanların cebinde durmaz, elinde olmaz. Bu para değil, bu esir. Hem de yıldırım hızıyla hareket kabiliyetini kazandırmış olan bir esir bu. Bunu bir o taraftan, bir o tarafa. Biz “parayı hür bırakalım. Bu esaretten kurtaralım” derken her insanın cebine girebilecek yolları önüne açalım. Oralara gitme imkânını buna bahşedelim, verelim. O girdiği zaman kimin eline gelecek? Çiftçinin eline, çöpçünün eline, memurunun eline, işçinin eline, orman köylüsünün eline, tüccarın eline, sanayicisinin eline. Herkesin eline ve cebine bu para gelecek. Böyle bir piyasada sen cebinde, elinde para varken işsizlik olabilir mi? Bunu düşünebilir misin? Ha işte biz buna göre modellerimizi ortaya koyduk. 
Parayı bir noktada bloke eden, belli noktalarda bloke eden mantığı ve zihniyeti de kaldırdık. Faizi sistemi biz iktisadi modelimizde, milli modelimizde yok kabul ediyoruz. Böyle bir modelde, paranın belli ellerde stok edildiği, bloke edildiği veya esir edildiği modelde parayı kazanan belli ellerdir. Kim ne derse desin, hiç kimse sizi kandırmasın. Para kimin elindeyse onlar parayı kazanır. Şimdi biz insanların tamamının zengin olmasını veya refah içerisinde yaşamasını istiyor muyuz? İstiyoruz. O zaman parayı herkesin eline. Biz eşit bir şekilde fırsat imkânları tanıyacağız ki onlar bundan istifade edebilsin, onu devreye koyabilsin. Emeğini, işini, üretimini yapabilsin. O zaman ne oluyor biliyor musunuz? Üreten insanların âdeti bugün faraza insanlığın yüzde 10-15'i ise, yarın yüzde 70'i, yüzde 80'i, hatta yüzde 100'ü olacak. Şimdi böyle bir model işte milli model. O da Türkiye'de uygulandığı zaman ki göreceğiz milletimizin bundan kesinlikle tereddüdü olmasın. 
Bakınız bu model aslında imparatorluklar döneminde çok güzel işlerken, çok ciddi ajan faaliyetleriyle, misyoner faaliyetleriyle bu modelden milleti tecrit ettiler, uzaklaştırdılar. Allah da bu milletin o zaman belasını verdi. Çöküş o dönemden sonra başladı. Ekonomiyle uğraşan iktisat ilimcilerimiz bu konulara girmiyor veya haberleri yok veya bilmiyorlar kusura bakmasınlar. Ha para ne zaman tekelleşti, insanların elinden çıktı belli ellerin sermayesi haline geldi; ondan sonra da bizim geçmişimizde yaşadığımız musibetler, belalar kaçınılmaz kaderimiz oldu. Şimdi bütün bunlardan biz Allah nasip ederse projelerimiz, planlarımız, programlarımız gereği hep kurtulacağız. Ama milletle el ele beraber olmamız lazım. Milletin itimat etmesi lazım. Millet bakıyorum kendisine proje, plan, program gösteren insanla değil; hiçbir şey göstermeyenle beraber. Nasıl olabilir bu ya? Ondan sonra açlıktan, yokluktan, kıtlıktan şikâyet edemez. Böyle bir hakkı yok. Niye? E sana bir şey söylediler mi? Hangi şey söyledi sana? Sana çok şey söyleyen, “yapamaz” diyorsun. Hiçbir şey yapamayanın yanında “niye bana bir şey yapmıyor?” diyorsun. Böyle mantıksızlık olur mu ya? 
Binaenaleyh milletin ayıkması lazım. Ben sana plan gösteriyorum, program gösteriyorum, proje gösteriyorum. Bizim sistemin ayakta olabilmesi için yani bu sistemin hayatiyeti o anlattığımız projelerle beraber mümkündür. Yani bu benim bir vaadim değil, projenin gereğidir. Bu mantığı, bu mantalite hep beraber kavrayalım ki ülkeyi en kısa zamanda layık olduğu yere, olması gerektiği yere taşıyalım, diyorum. 

Milli Ekonomi Modeli, Ekonominin Sürekli Büyümesi Mantalitesi Üzerine Bina Edilmiştir

Ekonominin sürekli büyümesi gerekiyor. Bunu nasıl yapabiliriz? Yani iktisadi kurallar da esastır. Büyümek esastır. Eğer iktisadi kurallarda büyümeyi siz kaybettiyseniz mutlaka duraklamayı, duraklamayı da kaybettiyseniz mutlaka gerilemeyi yaşayacaksınız. Yani bu insan ömrüne benzer. Doğarsın, büyürsün, ölürsün. Şimdi bugünkü sistem, artık miadını tamamlamıştır. Kim ne derse desin. Bu sistem, globalizm doğmadan öldü. Neden? 
Çünkü bir sistemi ayakta tutan iradenin bir defa adaletli ve merhametli, şefkatli olması lazım. Ki insanlar ona talip olsun, orada bir gönül birliği olsun. Bu sistemde bu yok. Bu sistemde zulüm var, gözyaşı var, kan var. Dolayısıyla böyle sistemlerin tarih boyu hayat bulduğu vaki değildir. Bulmuştur. Ne kadar? 10 sene, 20 sene, bilemedin 50 sene. 100 seneyi bulan bir hayat sistemi görmek mümkün değil. Şimdi iktisadi modellerin devamlı surette büyümeye müheyya olması gerekiyor. İşte bizim Milli Ekonomi Modelimiz, bu mantık, bu mantalite üzerine bina edilmiştir. Bunun üzerine oturmuştur. Biz ne yaptık? Biz “tüketici bir sınıf” dedik, ortaya koyduk. İki, üretici bir sınıfta buna mukabil düşündük. Bunu vergiyle beraber sınırladık. Vergiyle de sınırlarken insanların böyle nâmüsait şartlarda değil, en rahat şartlarda yaşayabilmelerine imkânlar tanıdık. Ve bunu işte vergi vermeyecek sınıfa en mükemmel şartlarda olanlar dahi vergi vermeyecek sınıfa dâhil edildi. Neden? 
Çünkü bu insanın eğer vergi vermeden geliri 100 milyarın sınırına kadar varıyor ise, vergi alındıktan sonra, onun bugünkü hali bu ise, vergi vermeden onun hali çok daha rahat olacaktır. Ve biz bunun, birtakım proje mukabili kredilerle, faizsiz kredilerle beraber, o insanların kendi kulvarlarında, kendi sahalarında ekonominin içerisine dâhil ettiğimiz zaman; 10 kazanan 20, 20 kazanan 30, 30 kazanan böyle en az %100 misli bir katlamayla ekonomik dünyada büyüme görüleceği muhakkak olacaktır. İşte biz bunu vücuda getirdik. Onun için bir bölgeye, daha doğrusu bir kesime ki bu halkımızın %80'ini kapsıyor, %80 insandan biz vergi almayacağız. Bizim vergi alacağımız kesim %20'dir. Ama %80 insandan biz vergi almazken, bu vergi verenlerin tamamı da %80'in üzerinden kazanacak ve onlardan vergiyi verecek. Bilmem ifade edebiliyor muyum? O halde iki sınıf insan, birisi tüketmeye memurdur, diğeri de üretmeye memurdur. Tüketen sınıf, üreten sınıf. Ve bu tüketen sınıf, öyle bir imkânlarla önü açık olması gerekir ki, yarın onun en az %10'u, %20'si de üretme imkânına kavuşabilecek şeyleri önüne koyacaksın; projeleri, planları önüne koyacaksın. Biz bunu getirdik. Böylece üreten, böylece tüketen. Toplumda her ikisi de var. Şimdi tüketen ne kadar fazlaysa, üreten o kadar fazladır. Düşünün ki bir piyasada, bir pazarda 1000 tane gömlek satılıyor. Bu 1500 ihtiyacı oldu. O gömlek imalatçısı 1500 tane imal etmeyi istemez mi? Elbette ister. İşte ona o imkânı, 1500 gömleği imal edecek imkânı da devlet verecek. Diğerine tüketecek imkânı da tüketici sınıfına da tüketme imkânını verecek olan yine devlettir. 


Bizim Ekonomi Mantığımızda Devlet, Tüketimde de Üretimde de Teşvik Edicidir

Bizim mantığımızda devlet teşvik edicidir. Baba olmasının manası da budur. Her ikisini de teşvik ediyor. Tüketimde de, üretimde de. Her ikisine faizsiz kredi veriyor. Her ikisi bu sebeple tüketmeyi daha hızlı, bu tarafta üretmeyi daha kuvvetli, daha hızlı, daha fazla yapabiliyor. Böyle bir ekonomik modelde ne var? Devamlı büyüme var. Yani çark dönüyor. İşte bizim modelimiz budur. Bu modelde “durağanlık” diye bir şey yoktur. Bu model ne kadar büyüyebilirseniz, istidadınız, kabiliyetiniz, aklınız, fikriniz, çalışmanız ne kadarsa siz o kadar büyümeye mahkûmsunuz yani. Büyümeye mecbursunuz. Büyürsünüz. Ama bugünkü sistemlerde bu yoktur. Gidemezsiniz. Geleceksin finans lazım sana. Kaldın yolda. Kim verecek sana bu finansı? Bankaya gidiyorsun. Hayda, anasını satayım. Şu kadar kredi, şu kadar faiz de. Bilmem, anlatabiliyor muyum? 
Adam, bir bakıyorsunuz ki banka buradaki firmanın ortağı olmuş. Bir söz vardır. İşte “güneşli havada şemsiye tutar, yağmurlu havada bankalar şemsiyeyi elinden alır.” Şimdi bu mantıkta bir insanın büyümesi veya iş yapabilmesi mümkün mü? İşte biz bunu ters-düz ederek hem üretene hem tüketene imkânlar tanımak suretiyle ekonomiyi devamlı büyütme sürecine Allah nasip ederse Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni koyacağız. Halkımızın bundan kuşkusu olmasın. Bu işi biz çok iyi biliyoruz. Ve bizim bildiğimizi hiç kimse bilmiyor. Bakınız, bizim farkımız diğerlerinden onların modellerini de biz biliyoruz. Ama onlar bizimkini bilmiyorlar. Ben onlara hepsini yazılı kitap halinde versem gene hayata geçiremezler. Çünkü hepsinin bir küçük nüans farkı vardır. O ilim de bize aittir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bizim iktisadi modelimizde göreceksiniz. Allah nasip edecek bunu. Şimdi halkımıza buradan müjde veriyoruz. Bunu anlaması lazım, iyi dinlemesi lazım. Devamlı büyüme olacak. Devamlı zenginlik olacak. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Biz bunu yaparız. 
Kopya çekmekle şimdi benim öğrencilik dönemimde çok iyi hatırlıyorum. Bazı arkadaşlar vardı. Böyle bize “çekil” derdi. İşte arkadan kâğıda bakacak, yazacak. Yazardı, yanlış yazardı. Yazmasını bile beceremezdi. Şimdi bu işler bizde bir tabir vardır. “Hal ilmi olması lazım.” Yani siz olayların içerisinden gelerek tezler, doktrinler, hadiselerin içerisinden gelerek olursa bunlar tutarlı olur. Aksi takdirde Marks’ınki gibi olur. İşte geleceği vaat etmez. Sönmeye mahkûm olur.

Türkiye Mutlaka Milli Modeline Geçmeli, Kaynaklarını Devreye Koymalıdır

Şimdi efendim ben hemen acilen unutmadan Sayın Başbakanımızın IMF ile beraber yürünmeyeceğini bilmemesini ihtimal olarak düşünmüyorum. Yani mutlaka IMF ile gidilmeyeceğini çok iyi biliyor, biliyor idi. Ha niçin “biz IMF ile yürüyeceğiz” dedi. Türkiye'nin şartları bunu gerektiriyordu. Birtakım hak ve hukuk meselesi manasına gelen şartlar var ülkede. Ben o manada diyorum. Aksi takdirde şunu dememiz lazım. Bunlar dünyayı hiç tanımıyorlar. Dünyayı hiç bilmiyorlar. Bunu tenzih ederim. Dünyayı biliyorlar, tanıyorlar. Ama bir de evde bir hesap yapıldı. Pazara inildi ki evdeki hesap bunu tutmadı. Onun için ne dendi? “Biz 2004'ten sonra IMF’yi terk edeceğiz.” Bence 2004'te kalmaları da yanlış. 2003'ün sonunda IMF’den kurtulmaları lazım. Olabilir ki 2004'e kadar bu iktidar gitmeyebilir. Neden gitmeyebilir? Yani bu şartlar halkın boğazını tamamen sıkmıştır. Bu arkadaşlarımız her ne kadar “enflasyon düşüyor, dövizi biz düşürüyoruz” şeklinde beyanatlarda bulunuyorlarsa bunlar hilaf-ı hakikattir. Doğru değildir. 
Enflasyon kesinlikle düşmüyor. Enflasyonun düşmesi birazdan gelirse, ben geçen haftaki sohbetimde onu izah ettim. Siz satılmayan malları örnek olarak alır, bunun üzerine enflasyonu bina ederseniz, “enflasyon düşülmedi” zannını uyandırırsınız. Hâlbuki pazara gittiğiniz zaman, herhangi bir manava gittiğiniz zaman, bir kırtasiyeciye gittiğiniz zaman, enflasyonun hiç de düşmediğini, aksine azdığını görüyorsunuz. Hem de yaz mevsimi olmasına rağmen. Yani böyle bir şey olamaz. Yani “IMF ile niçin olmaz?”
IMF ile olması mümkün değil. Dünyada biz evet, IMF’yi kuranlardan biriyiz. Daha doğrusu IMF’nin ortaklarından, yardımcılarından, ne derseniz deyin, bunlardan biriyiz. Biz bu devletlerdeniz. Fakat IMF bu ortakların elinde değil. IMF global sermayenin elinde. Biz de onların elinde oyuncak gibi oynuyoruz. Anlatabildim mi? Şimdi onların arkasındaki bu eli görmeden, siz yola çıkarsanız, “ha” deyip o zaman yeni bir tarih verirsiniz. Bilmem anlatabiliyor muyum? Şimdi biz bunu ta baştan beri biliyoruz ve görüyoruz. IMF şartlarını koyan, IMF’yi kuran irade değil. Ya, IMF’yi yönlendiren irade. IMF’ye, IMF’nin üstündeki iradedir. Bu irade global sermaye sahipleridir. Küresel sermaye sahiplerinin elindedir bu. İşte buna mukabil, buna rağmen ekonomik şartlarınızı ortaya koyacaksınız. Buna göre de milletin huzuruna çıkacaksınız. Ve o şekilde milleti idare edeceksiniz. Onları eğer siz kendi ortağınızmış gibi, onlarla iş yapmak mecburiyetinde kalıyormuşçasına ekonomik hayatınızı yönlendirirseniz, çıkışınız hiç mümkün değil. Bir sene sonra, iki sene sonra, üç sene sonra bu anlayıştan, bu ortaklıktan çark etmek mecburiyetinde kalırsınız. Biz o bakımdan olayı çok iyi bildiğimiz ve tespit ettiğimiz, hastalığı teşhis ettiğimiz için baştan itibaren IMF’ye karşı çıktık. “IMF ile beraber yol alınmaz” dedik. Ne demektir bu? Şimdi IMF ne diyor? “Senin” diyor “borcun var.” “Borcunun ödenmesi için şu şu şu şartları yerine getirmen lazım. Yeni kredi ile beraber bunu alman için şu şu şu şartları yerine getirmen lazım.” IMF’nin dediği bu. Yani borcu borçla kapatma mantığı. Dünyada borcu borçla kapatma mantığı hiçbir zaman geçerli olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Alıyorsun da bunu sana babasının hatırına vermiyor. Bunu da satın alarak yani parayı mal gibi, emtia gibi sana satıyor. Bundan belli bir kar alıyor. Bu karı üzerine ilave ediyor. Ödemede bir defa anaparadan önce faizini senden tahsil ediyor.
2002’de Türkiye'nin aldığı iç ve dış borçlara ödediği faiz miktarı 51 katrilyon. 2003'te 72 katrilyon olacak. Şimdi bunlar resmi rakamlar bunun üstünde de olabilir bunlar. 72 katrilyon aldığı borçlara faiz veren bir devletin ekonomisi düzelir mi? Neden düzelmez? Yahu senin zaten 76-77 bilemedin 100 katrilyon gelirin var. Efendim giderin 150 katrilyon. Bunun 70'ini şeye veriyorsun, faizine veriyorsun. Neyle bu millet geçinecek? Bilmem anlatabiliyor muyum? O bakımdan bu sistem kesinlikle terk edilmesi lazım. Türkiye mutlaka milli modeline geçmesi lazım. Kaynaklarını devreye koyması lazım ki işin altından Türkiye çıkabilsin.

Siyasetçiye Düşen, Emisyonun Karşılığında Emeği, Üretimi Devreye Koymaktır

Şimdi olay şu: Türkiye neye sıkışmış? Türkiye bu krize düştüğü zaman paraya sıkışmıştı. Neden? Spekülatörler parayı bir anda çektiler piyasadan. “Güm” diye maliye dibe vurdu. Hastalığı teşhis edelim. Hastalığın ana nedeni bu. Ha şimdi vücutta kan kalmadı. Vücutta kan yok. Siz hastayı kurtarmak için doktor olsanız ne yaparsınız? Vücuda kan verirsiniz. Enjekte edersiniz. Devletler de aynen bir insan anatomisine benzerler. Farkı yoktur. Hatta bir aile ile bir devletin arasında mali bakımdan hiç zerre kadar fark yoktur. Tekniği değişir. Şimdi bu devlete, bu bütçeye kan lazım, para lazım. Ne yaparsınız? Dışarıdan alamıyorsunuz bunu. Yapacağınız iş emisyonu genişletmektir. Sonra dünyada bütün devletler milli gelirlerinin en az yüzde 30'unu tedavülde para olarak dolaştırırlar. Yani yüzde 30 emisyonunu her yıl arttırır. Bak Avrupa Birliği'ne Almanya girdikten sonra bunu yapamadı. Yapamadığı için de Alman ekonomisi sıkıştı. Anlatabildim mi? Şimdi belki de Almanlar da bilmiyor “niye sıkıştık?” diye. Hâlbuki her sene parayı kendi iradeleriyle bastığı için emisyonu, yüzde 30 emisyonu yapıyordu. Hatta yüzde 40, yüzde 50. Ama şimdi 50 tane kuma var. Bir sürü kaynana var. Gelmiş bir araya yapamıyorlar bu hırsızlığı. Bunu yapamıyorlar. Dolayısıyla Almanya piyasası paraya sıkıştı. İşsizlik günden güne artıyor. Daha üç ay evvel yüzde 7 idi işsizlik. Bugün yüzde 12'ye çıktı. Yarın yüzde 15'e çıkacak. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Şimdi iktisatta bazı kurallar var ki bunlar kaçınılmaz kaidelerdir. Bunları uygulayacaksınız. Biz ne yaptık? Biz bu yüzde 30'luk emisyon hakkını, yüzde 2’ye indirdik. Yüzde 28; 6-7 seneden beri piyasa darlaşıyor, darlaşıyor, darlaşıyor; sıkboğaz oldu piyasada, para kalmadı. Anlatabildim mi? Şimdi biz bu hakkı elde edebiliriz. Merkez Bankası'na da IMF dedi ki “para basamazsın.” Onlar da bunu kanunlaştırdı mı? Bir kuruş devlet parasını basamıyor. Ne oldu o zaman? Kansızlıktan hasta ölüm yatağına yatıyor. Haa, biz işte “bünye kan yapsın” diyoruz. Bünyeye kanı yaptıracağız. O kanunu çıkartacağız. Kanun ne kadar zamanda çıkar? 24 saatte çıkar. Bu zamandan kinayedir bu 24 saat. Yani kısa zamandan kinaye 24 saat. Bu kanun çıkış süresi içerisinde bu işler oluverir. Yani vücut kan yapma hakkını tekrar, sıhhatini elde eder. Ondan sonra takır takır, takır takır işini görür. 
Siyasetçiye ne düşer? Başta söyledik. İşte bu emisyonun karşılığında emeği, üretimi devreye koymaktır. Eğer bunu beceremiyorsa lütfen çekilsin milletin başından. Beceriyorsa o millet, o devlet bir anda silkinişte en büyük kalkınmayı elde eder. Anlatabildim mi? Bu bir ilim meselesidir. Bir ferasettir. Bir hayatın içerisinde kazanılan hayat ilmidir. Bunu bileceksin. Şimdi bu benim anlattığım en iyi kim anlar biliyor musunuz? Tahtakale'deki tüccar. Kemeraltı’ndaki esnaf. Ha başkası anlamaz. Neden? Çünkü bunları bilmezler. Onlar hayatta sürüne sürüne belli bir noktaya geldiği için onların ilmi, hal ilmidir. Anlatabildik mi? Onlarla bunları sohbet etmeniz lazım. Anlaşıldı mı efendim?

IMF’ye “Geriye Dön” Diyecek İrade Lazım

Yani sen şimdi cerrahi bir müdahale gerekiyor sana, yapmıyorsun. İki sene sonra, üç sene sonra, oğlum vücudu öldürdün sen. Müdahaleyi anında yapacaksın. IMF’ye “geriye dön” diyecek irade lazım Türkiye'de. Türkiye'nin hiç hallolmayacak meselesi yok. Gerçi fevkalade borç stoğu var şu anda iç ve dış borç. Muazzam bir bütçe açığı var. Bunları da efendim tabii ben bilerek konuşuyorum yanlış anlamayın. Bazıları gelir iktidara, ee biz bilmem “enkaz devraldık.” Kör müydü gözün kardeşim be? Zamanında kör müydü? Eğer bu hesap yoksa sen de yalan konuştun. Bilmeden geldiysen yalan konuştun. Yalan konuşan hiçbir zaman doğru iş yapamaz. Ha doğru konuştuysan, efendime söyleyeyim sen bu işi bilmiyorsun demektir. Anlatabildik mi? Olay bundan ibaret. Yani ha şimdi nedir? Önümüzdeki sıkıntı nedir? Biz olayı görüyoruz. Muazzam bir borç var. İki, bütçe açığı var. Bugün bıraksınlar bugün halledelim onu. Bu kadar basittir bu olay. Ama dediğim gibi irade lazım, bilgi lazım, feraset lazım buna. Kimsenin endişesi olmasın. 

Hedefleri Dünya Yeraltı Kaynakları ve Yerüstü Kaynaklarıdır

Yani “dünyanın kanını emen sülükler” bunlar, tabiri caizse. Bu kadar olay basit. Şimdi ilk hedefleri bunların dünya yeraltı kaynaklarıdır, yerüstü kaynaklarıdır. Emeğin ucuza alınmasıdır. Artı üretimin kendi ürettiklerini pahalıya satmaktır. Ve de bütün dünya parası haline kendi paralarını getirmektir. Bu düşünce üzerine felsefelerini bina ederler. Bu felsefe üzerine bina edilmiş düşüncenin esiri olan devletler er veya geç batmaya da mahkûmdur. Bu Meksika'da olsa böyledir. Arjantin'de olsa böyledir. Türkiye'de olsa böyledir. Anlatabildik mi? Onun için bugüne kadar IMF ile stand-by yoluyla anlaşan bütün devletler hiçbir şey kazanamamıştır. Ha istisna biz olacağız. Göreceksiniz. Böyle bir kabiliyetiniz varsa hodri meydan. İşte onu da görüyoruz. Ama ben arkadaşlarımıza tavsiye ediyorum. Bu abesle iştigali terk edelim. Yapılması gerekenlere bir an evvel başlayalım. Ki millet de kurtulsun, devlet de kurtulsun. Hepimiz kurtulalım. Aksi takdirde sıkıntının ardı arası kesilmeyecektir, diyorum ben efendim. 


İmal Ettiğin Mamulü Ucuza Almak İstiyorsa Doların Değerini Düşürüyor

Şu anda dövizin değer kaybetmesi, Türk Lirası'nın değer kazanmasından kaynaklanmıyor. Bunlar birtakım oyunlar. Spekülatif oyunlar bunlar. Tamam mı? Yani Türk Lirası 1000 dolar, 1 milyon 700 bin liraydı da yahut da bir öyle değil mi? 700 bin liraydı da 1,  5 milyona düştü veya 1 milyon 400 bin liraya düştü. Böyle değildi. Olay böyle değil. İstiyorlar bir anda bakıyorsunuz dolar, 1 milyon 700 bin lira. İstiyorlar bakıyorsunuz 1 milyon 400 bin lira. Burada parayla oynamak sureti onların en güçlü unsuru. Oynuyorlar sizi bir kıskaca alıyorlar. O zaman işine geldiğini yapıyor. Eğer senin imal ettiğin mamulü ucuz almak istiyorsa doların değerini düşürüyor. Anlatabildim mi? Kendi   mamulünü sana pahalıya satmak istiyorsa doların değerini pahalıya önüne koyuyor. Şu anda yapılacak olan esnaflar için ben söyleyeyim ithal mallara girmektir. Girsinler ithal mallara 3-5 kuruş kazanırlar. O zaman da yerli imalat, yerli üretim, yerli sermaye çöker. Yani esnafın %90'ı çöker, %10'u da 3-5 kuruş kazanır. %10 da yoktur bu. %5, %4 civarındadır. Olayın özü budur. Bilmem anlatabiliyor muyum? 
Şimdi siz ihracatçı olarak bütün mallarınızı Türk lirasıyla alıyorsunuz. İmalatınızı Türk lirasına yapıyorsunuz. İşçiye aynı maaşı veriyorsun. Sigortaya aynı maaşı veriyorsun. Maliyeye aynı vergi veriyorsun. Değil mi? Enerjiye aynısını veriyorsun. Ama senin almış olduğun 10 bin dolar dün diyelim 20 milyar ederken, bugün düşmüş 15 milyara, 14 milyara. Vatandaş da bu saydıklarımı verdikten sonra yaptığı 10 bin dolarlık ihracattan şimdi alıyor efendime söyleyeyim 14 bin lira, 14 milyar lira. Hâlbuki bunu 16 milyara mal etmiş. 2 milyar zarar ediyor. Olayın püf noktası burası. Bilmem anlatabiliyor muyum? O bakımdan böyle sistemlerde batış çok kolaydır. Ne olacak? 
Esnaf, kedi fareyi kollar gibi hangi mala gireyim? “İthal malına mı gireyim, yerli malına mı gireyim?” diye düşünecek. Hangi strateji uygulanıyorsa ona göre vitrinlerini değiştirecek. Bu da imkân var mı buna? Böyle bir esnaf, böyle bir tüccar Türkiye'de var mı? Binde bir, binde iki, binde üç bunlar istisnadır. Kaideyi bozmadığı için “yoktur” manasına geliyor. Bu sistem hayırlı bir sistem değildir. Yanlış bir sistemdir. Acilen Türkiye'nin bundan dönmesi lazım.
  
Şimdi efendim nasip olursa ben bu konuları geniş bir şekilde daha da farklı bir zeminde konuşmak isterim. Onun için derim ki siz televizyon olarak bu tip programları yapıyorsunuz, yayınlıyorsunuz. Bizim de imkânımız olursa önümüzdeki günlerde tekrar bu mevzular üzerinde görüşlerimizi beyan edelim. Halkımız bunları dinlesin, yeise kapılmasın. Bunu söyleyeceğim ben. Hiç kimse yeise kapılmasın. Her hastalığın bir devası vardır, bunu mutlaka böyle bilsinler. Ama gecikme de olmasın. Gecikme olursa malum “Allah korusun” diyerek bizi takip edenleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Allah'a emanet ediyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir