info@profdrhaydarbasenstitusu.org

Haftanın Sohbeti - Milli Ekonomi Modeli ve Üretim / 2002

    Neler Okuyacaksınız

Dünyanın Tamamında Ekonomi Durağan Dönemini Yaşıyor

Sadece Amerika Birleşik Devletleri veyahut da Avrupa değil, Dünyanın tamamında ekonomi durağan dönemini yaşıyor. Çünkü ekonomide uygulanan kurallar, kabul etsek de etmesek de onun artık ömrünün tükendiğini ifade ediyor. Şimdi bunu siz taşımasıyla çeviremezsiniz, döndüremezsiniz. Ekonomi kuralları acımasızdır. Yani,  mutlak surette iki çarpı iki eşittir dört neyse, bu kurallara aynen uyumak mecburiyetindesiniz ki bu kurallar sizi bir taraflara taşısın. Şimdi günümüze kadar hadiseleri tahlil ettiğimizde göreceğiz ki dünya, iki tip ekonomi de ısrar etmiş: bir tanesi sol ekonomi de, birisi de sağ ekonomi. Sol, Rusya'nın şahsında efendime söyleyeyim 1991 yılında yani komünizmin inkırazıyla son buldu, son buldu. Bu sistem tutmadı. İnsanlık bunda aradığını bulamadı. Efendim, liberal sistemde Amerika Birleşik Devletleri'nin şahsında bütün dünyada hükümdar olmaya çalıştı; ama o kadar enteresan durumlar sergilendi ki, bu sistem ceberut yoluyla beraber efendim kendini ayakta tutmak istediği ise de, onun da ayakta duruma imkân ve ihtimali olmadı. Aynen ifade buyurduğunuz gibi bugün ABD'de işsizlik oranı gittikçe artıyor. Mesela, bir iş adam arkadaşımız, bir hafta evvel kendisiyle beraberlik yaptığı sohbette, 170 bin işçi çalıştıran bir iş yeri, 30 bin kişiye indi. Efendim, bilmem 200 bin işçi çalıştıran bir iş yeri, 60 bin insan indi. Dolayısıyla işsizlik oranı,  Amerika Birleşik Devletleri'nde alabildiğine hızlandı ve de ekonomi kabul etsek, de etmesek de durağın bir döneme girdi. Ben buna durağanda demiyorum, gerileme dönemine girdi, Amerika Birleşik Devletleri'nde. 

Ekonomide Asıl Maksat Sürekli Büyümeyi Temin Etmektir

Hâlbuki ekonomide asıl maksat sürekli büyümeyi temin etmektir. Sürekli büyüme olması için de gelir dağılımının dengeli olması lazım. Bakıyoruz ki dünyada böyle bir iktisadi model yok. Adalette bir gelir dağılımı yok. Adalette gelir dağılımı olmayınca, siz çalışan bireylerden istediğiniz neticeyi alamıyorsunuz. Adam sende diyor. İsçilik maliyeti alabildiğine yükseliyor. Şimdi sol dünyada, komünist dünyada, Çin'de bir ayaklanma bu manada var. İsçilik burada ucuz. Bu ucuzluğun ardından, imalat ucuz elde ediliyor. İmal edilen mamulleri ucuz elde ediliyor. Kendisine ucuz elde edildiği için, pazar bulma imkânları da olduğundan, Çin'de bir ayaklanma, bir kıpırdama var. Ama dikkat ederseniz, bilmem ne virüse adı altında bir hastalıkla, sars hastalığı ile beraber de onun önüne kapitalist dünya, bana göre geçmiştir. Şimdi demek istediğim, Almanya'da aynen ifade buyurduğunuz gibi mesela; Berlin'de işsizlik oranı %20. Türkler arasında işsizlik oranı %50. Almanya genelinde işsizlik oranının %10. Düşünebiliyor musunuz? Almanya Avrupa'nın kalbidir. Peki, Avrupa'da Almanya gibi yerde %10 oranında bir işsizlik olursa,  o zaman Avrupa'nın batışı kaçınılmaz oluyor. Şimdi bu durağan ekonomi dönemini, aşmaları lazım.  Nasıl aşacaklar? Herhalde ilerleyen dakikalar da bunları da gözden geçirir, ifade etmeye çalışırız. Yani böyle bir manzara var. Hatta orada Essen Eyaletinin başkanı, İkinci Dünya savaşında aynen böyle bir biz kriz yaşamıştık, Almanya olarak. Bugün böyle bir krize doğru gidiyoruz, diye de kendisi ifade de bulunmuş, beyanatta bulunmuş. Avrupa'nın durumu bu, kabul etsek de bu, etmesek de efendim. 


Avrupa Birliği Dini Bir Birliktir

Şimdi, siyasilerimizin Avrupa Birliğine girmek istemesinin gayesini, maksadını, ben şahsen bilemem. Ama Avrupa Birliği nedir? dersen bana, o zaman ben sana derim ki: Avrupa Birliği, dini bir birliktir.  Bir medeniyet birliğidir, bir kültür birliğidir, siyaset birliğidir. Yani bu birlikte olmak isteyenlerin tamamı, mutlaka dinlerini değiştirmeleri gerekir. Şimdi diyalog adı altındaki çalışmaların temel maksadı, Avrupa'dan ayrı inancı malik olma ihtimali olan milletleri, kendi inançlarına transfer etmektir. Tek tip insan modeli ortaya koymaktır. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Şimdi böyle bir insanın, dinler akaitleri bakımından mümkün olup olmaması bir tarafa, yani akaitler buna müsaade eder etmez,  bu bir tarafa. Şimdi buna bu fetvaları verecek bir defa kadrolar yetiştirildi, insanlar yetiştirildi. Bunlar ahiret var yok, bunun hesabı onları pek ilgilendirmiyor. Onları ilgilendiren hesap, bu komutayı veren komuta merkezinin, iradesine tam rahmi olmaktır. Bu iradeyi onlar rahmi oluyor, onlar bu şekilde insanları dinler açısından yönlendirmek için çalışmalar içerisine bulunuyor. Siyasiler de burada, taşeron gibi vazifelerini yapıyorlar. Yani bu medeniyet farkını siz ortadan kaldırdığınız zaman, kültür farkını ortadan kaldırdığınız zaman, din farkını ortadan kaldırdığınız zaman, Türk milleti diye bir millet kalmaz. O milletin adı Türk’te olsa; ne âdetinden, ne geleneğinden, ne örfünde, Türk’ lük bulamazsınız. Şimdi, böyle bir garip çalışmayı kabul eden kim olursa olsun, Türklüğe ve Türk milletin inancına, inancını kabul etmeyen insanlardır demek, bence çok doğru yerinde bir tespit olacaktır. Bilmem anlatabiliyor muyum?  Şimdi niçin bunu kabul etmiyor, neden etmiyor? Bunu kendileriyle konuşmak lazım. Yani niye siz, durup dururken böyle bir birliktelik istiyorsunuz? Batma noktasına gelmiş bir Avrupa'yla, neden beraber olmak istiyorsunuz?  Çırpınan bir Avrupa'yla, neden beraber olmak istiyorsunuz? Değil mi? Onu kendilerine sormak lazım.  Sorduğumuzda, kanaat-ı şahsiysem benim o ki, istediğimiz cevabı da belki alabileceğiz, diyebiliyorum.

Üretimin Kıymeti Ona Talebin Dengesiyledir

Yani durağan ekonomiyi biz nasıl hareketle geçireceğiz? Ekonomiyi nasıl sürekli büyüteceğiz? Evet. Şimdi efendim, tabi her iktisadi prensiplerin kuralları vardır. Yani düzenin, mutlaka kendine ait kuralları vardır. Bu kuralları hayata geçirme durumunda, istediğiniz modeli görmeniz mümkündür. Şimdi şu ana kadar dünya, emeği ucuza satın almak istedi. Yani işçiliği istedi ki ucuz alayım. Artı, başka milletlerin yer altı kaynaklarını istedi, ucuza alayım. Yine istedi ki, imal ettiğim mamulü ben pahalıya satayım. Yine istedi ki,  paramı ben çok daha değerli yapıp,  onlara değerli takdim edeyim. Şimdi bu esasları insanlığa, milletlere kabul ettiren dünya, burada adalet var yok bunun hesabı içerisine girmedi. Hâlbuki bütün bunları dünya isterken, mutlak surette adalete de ram olmaları, adil bir şekilde insanların menfaatine, bunları sunmaları gerekirdi. Böyle bir şey olmayınca insanlar aradığını bulamadı. Aradığını bulamayınca, tüketim azaldı. Şimdi siz bir mamulü ürettiğiniz zaman,  kabul etseniz de etmeseniz de,  bunun mutlaka alıcısı bir müşteri olması lazım. Müşteriyi bulamadığınız takdirde malınız ne kadar kıymetli olursa olsun, bu işe yaramaz. Üretimin kıymeti ona talebin dengesiyledir, orantısıyladır. Talep ne kadar fazlaysa, mal o kadar kıymetlidir. Talep ne kadar azsa, mal o kadar kıymeti yoktur, kıymeti haiz değildir. Mesela altın satıyorsunuz. Altına olan talep, onun kıymetini ortaya koyuyor. Eğer altına talep olmasa, kıymeti azalır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Mesela bazen bakıyorsun altın fiyatları düşüyor, bazen çıkıyor. O talepten kaynaklanıyor. Yani siz ona bu değeri verdiğiniz için, o bu değerdedir. Toplum bu değeri ona vermezse, o değerin altına düşer. Yani mamule olan kıymet izafidir, zati değildir. Öyle oldu ki herhangi bir ham maddeden fevkalade bir icat yaptınız. Bir de baktınız ki o işe yaramayan ham madde, dünyanın en kıymetli unsuru haline geldi. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani biraz da olaylar, tesadüflere insanların talebine bağlıdır.

Faizli Sistem Kapitalin Belli Ellerde Bloke Edilmesine Vesile Olur

Şu anda demek istediğim şu; imalat da durmuş, pazarlamada durmuş. Şimdi durağan ekonomi dönemi;  pazarın olmadığı, üretimin istediğine seviye çıkamadığı dönemlerdir. Bu dönemlerde ekonomi durgunluk devrelerini yaşar. Bu evreleri yaşar, yaşadıktan sonra şayet yeni bir değişiklik ortaya konulursa, bunları bakarsınız. Bunu açma imkânını elde eder. Şimdi böyle bir şey var mı? Şu anda gerek sol sistemde, gerekse liberal sistemde böyle bir insanların ufkunu açacak, ekonomi harekete geçirecek, bir müjde görülemiyor. Niye? Yani aktif bir pazarlama yok ortada. Hızlı bir pazarlama yok ortada. Hızlı bir pazar, tüketici bir grup yok ortada. Pazarın olabilmesi için, tüketenin olması lazım. Tüketenin olması için de, cebinde para olması lazım. Cebinde para olmayan tüketici,  istediği kadar tüketme imkânını bulamaz. Şimdi, bazı kurallar konuldu. Bu kurallar münasebetiyle, tüketicinin cebinden para çekildi. Ve üretici de bu çekilen para münasebetiyle,  ürettiğini bu pazarda satma imkânını elde edemedi. Nedir bu? Şimdi kabul etsek de etmesek de,  bir takım kurallar var ki bunlar uygulandığı zaman, ekonomide kaydı olarak uygulandığı zaman, ekonominin kanını yok ediyor, felç ediyor. Mesela faiz. Faiz görünüşte sanki parayla para kazanma ve de ticareti hareketlendirme yolu ve yöntemi olarak görülse de hadd-ı zatında, faizli sistem kapitalin belli ellerde bloklaşmasına, bloke edilmesine vesile olur. Yani 100 milyonluk bir memlekette faraza kabul edin ki, 100 milyar dolar tedavülde para vardır. Faizli sistemde siz bunları çok rahat 10 tane elde bloku edebilirsiniz. Hâlbuki 100 milyon nüfusun elinde, bu 100 milyar para olması gerekiyordu. Ama 10 kişi bundan parayı satın alma yoluyla beraber, bu parayı bloke etti. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Siz bunu 100 kişiye çıkartın. Ben 10 kişi dediysem, yani maksat anlaşılsın için söyledim. Siz bunu 100 insana çıkartın. 100 insan parayı satın almak suretiyle, faiz mantığıyla satın almak suretiyle bloke ediyor. Düşünebiliyor musunuz? 100 insan bloke ettiği bu parayla beraber, 100 milyon insanın verimini koyması, ortaya çıkarması mümkün mü? Hiç mümkün değil. Böylece, ekonominin kanı olan para piyasadan çekilince,  bütün piyasa gerek efendime söyleyeyim, tarımı, gerekse sanayisi, gerek denizciliği, gerek ormancılığı, gerek pazarlaması, ne bileyim her dalı durma noktasına geliyor ki, bugün dünya bu kaderi kabul etsek de etmesek de yaşıyor. Neden? Global sermaye sahipleri bu mantıkla beraber parayı piyasadan emdiler, belli ellerde para bloke edildi. Şimdi, dünyada birkaç bankayla beraber bu parayı satıyorlar. İşte şu devlete, bu devlete… Düşünebiliyor musunuz? Dünya devletlerinin bütçesinin 25-30 misli kapital para, bu sermaye sahiplerinin elinde. Ve de öyle kurallar kanunlar çıkardılar ki, adeta milletleri hükümran olduğu milletleri üzerindeki, efendim kuralları devam ettirebilmek için, iktisadi kuralları devam ettirebilmek için, para basma hakkını da o devletlerin elinden aldılar. Böylece, sadece fertleri değil, devletlerin de hemen hemen bunlarla iş yapanların tamamına yakını, piyasadan paranın mahrumiyetiyle karşı karşıya kaldı. E kime lütfediyor, faizle para satıyorsa o biraz gözünü açıyor. Aksi takdirde hiçbir iş yapamıyor. Şimdi dünyanın geldiği nokta yaşadığı kader bu. Bunun aşılabilmesi için, bu paranın mutlak surette piyasada hâkim olması lazım. Her elde bulunması lazım. Her el derken;  mesela bu çiftçi, tarım kesimi elinde olması lazım. Artı orman köylüsü, elinde olması lazım.  Artı sanayici, elinde olması lazım. Artı pazarlamacı, elinde olması lazım.  Artı işçi, elinde olması lazım.  Artı memur, elinde olması lazım.  Artı sivil, elinde olması lazım. Artı asker, elinde olması lazım. Yani herkesin elinde olması gerekli olan kapital, devreye girmesi lazım. 


Milli Ekonomi Modeli Tüketiciye Tüketim Kabiliyetini Kazandırır 

İşte milli model dediğimiz model, parayı bloke etme mantığını bir tarafa itiyor. Bu olması gereken parayı olduğu kadar, olması gerektiği miktarı kadar bütün piyasaya bu saydığımız kurumlara ve kişilere vermenin yollarını, efendime söyleyeyim ortaya koyuyor. Milli modelin özü budur. Milli modelde belli eller,  belli kurumlar çalışmaz. İnsanları çalıştıran, insanların sahip olduğu kapital gücüdür. Anlatabildik mi? Milli modelde sadece kurumları biz devreye koymuyoruz. Ya kurumları da harekete geçiren bireyleri, yani fertlerin tamamı. Efendime söyleyeyim, ister o bir kurumu müntesibi olsun, ister olmasın. İster işçi olsun, ister memur olsun, ne olursa olsun hepsi. Biz ona şöyle bir mantıkla bakıyoruz. Bir sınıf insan var ki bu mutlaka tüketicidir. Tüketim vazifesini görebilmesi için bunun mutlaka cebinin dolu olması lazım. Bir misal verelim. Şimdi zatı hallerinizin cebinde, bir milyar para var pazara gidiyorsunuz. Bir de cebinizde elli milyar para var. Bir milyar parayla pazara gittiğiniz takdirde yapacağınız işle, iş hacmiyle, elli milyar para olduğunda yapacağınız iş hacmi, bir olabilir mi? Çok farklı olur. Neden? Çünkü birinde alım gücünüz çok daha fazladır. Mesela malın kalitelisini seçersiniz. İstediğiniz kadar alma imkân ve fırsatını elde edersiniz. Bu gömlekten alın, atlet, şort, ayakkabı, elbise, gözlük, neyse… Hepsine varıncaya kadar alım gücünüzün nispetinde almanız, alışverişiniz, o nispette geniş olur. Daha evvel 1 milyarınız vardı, bunun belki onda birini almıştınız. Bakınız şimdi,  onda birini aldığınız zaman sizin sırtınızdan para kazanan üretici firma, onda bir kazanıyordu. Ama şimdi tüketim gücün senin fazla olduğu, için 10 misli daha fazla senden para kazanıyor. Bilmem anlatabilir miyim? Sizin zaten bugün durağan ekonominin yaşanmasının asıl nedeni, tüketen vazifesini yapma durumunu kaybetti. Vazifesini yapamıyor. Fakirleşti, fukaralaştı, işsizlik arttı, cebinde parası yok. Pazara gidiyor bir şey alamıyor. Ben ona şu tabiri kullanıyorum; karnı aç, kebapçı kedi giysi gibi, lokantada yemek yiyenleri seyrediyor. Bu ne yapsın cebinde para yok. Karın aç ama yiyebilmesi için,  gücü olması lazım. Parasının olması lazım.  Bu yok elinde.


Parayı Esaretten Kurtarmak Gerekir

Bugün dünya işte o bloku edilmiş sermayeyi insanlara dağıtması lazım ki, harekete geçsin dünya. Yani dünyanın kanını 15-16 kişi sömürüyor, emiyor. Sen buna 100 kişi söyle. Bu kaderi mutlaka biz değiştirmemiz lazım. İşte ekonomik model dediğimiz model, bunu değiştiren yegâne sistemdir. Onun için dikkat ederseniz biz vergiyi herkesten almıyoruz. Düşünebiliyor musunuz? Vatandaşın %80'i, Türkiye'de 10 katrilyon vergi veriyor. Bu memurdur, bu işçidir, bu tarım köylüsüdür, bu denizcidir, bu ormancıdır, neyse… Bakkalı, efendim söyleyeyim manavı, işte hayvancılıkla uğraşan, bunlar. Aslında fena bir sermaye yok ama, istenildiği kadar bir sermaye yok elinde bunun. Bunlar 10 katrilyon vergi veriyor. Bu insandan bu 10 katrilyon vergi almadığınız takdirde, bunun geliri bir anda 10 katrilyon artıyor. Bakınız %80'in vereceği vergi miktarı, 10 katrilyondur. Geçen yıl itibariyle konuşuyorum ben. Siz bunu almadığınız zaman %80 vatandaş vergi yükünden kurtuluyor. Artı, bir de buna emisyonla siz istediği krediyi proje mukabili verdiğiniz zaman, adamın geliri bir anda 4-5 misli artıyor. Ve bu insan öyle pazar oluyor ki, bu sefer üreten geçende geçen yıl sattığı bir gömleği 5 adete çıkartıyor, 10 adete çıkartıyor. Niye? Çünkü alıcı güçlü, cebinde parası var. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Ha bu şekilde o 10 katrilyon onun sırtından vergi veren insan, 50 katrilyona çıkıyor. Neden? Çünkü cebinde 5-10 misli daha fazla onun artık kapital vardır, para vardır. Alım gücü ona göre daha fazla artmıştır. 
Dolayısıyla piyasaya tamamen bir rahatlık gelmiştir. İstihdam probleminde çözülmüş olur mu?  Çözülmüş olacaktır efendim. Kısaca demek istediğimiz, yani bugün parayı esaretten kurtarmak gerekiyor. Mahdut ellerin esiri olmaktan kurtarmak gerekiyor. Onu piyasanın tamamına, insanların tamamına sirkülasyon yoluyla beraber en azından cebine girsin, çıksın. Bu imkânı tanımak gerekiyor. İşte milli model, milli sistem bu imkânı bütün insanlara verebilecek bir sistemdir. Diğer sistemler ise, parayı maalesef tamamen bloke ediyor. Ve milli sistem vergiyi kazanan insandan alıyor, kazanmayandan almıyor. Hâlbuki milli sistemin dışındaki vergi sistemlerine baktığımız zaman, kazansın kazanmazsın, senin sırtından mutlaka vergiyi alıyor. Kısaca dilerseniz bunu çok daha geniş bir zaman içerisinde mukayese etmek suretiyle, aralarındaki farkı, mahiyeti ortaya koyarak bizi takip edenlere de teferruatlı malumat, bilgiler verelim diyorum. 

Gurbetçi Kardeşlerimizi Türkiye’de Çalışıyormuş Gibi Emekli Edeceğiz

Şimdi efendim milli ekonomik modelle bir defa gurbetçi vatandaşlarımız, bugüne kadar çektiği çileyi fazlasıyla çekmiştir. Artık vatana dön milli ekonomi modeli, gurbetçi kardeşim evine dön, vatanına dön. Bu vatan senindir, bu ülke senindir parolasını, mesajını veren bir sistemdir. Onun da ülkeye gelebilmesi için evvela ona yatırım imkânları temin ediyor. Artı bu kadar zaman çalıştı, 30-40 sene bu insan çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiçbir hayati meselesine garantörlük gibi bir kefaleti ortaya koymadı. Hâlbuki bizim iktisadi modelimizde, orada çalışan bütün işçilerimizi sanki Türkiye'de çalışıyormuş gibi emekli edeceğiz. Hocam bu formülü nasıl bulacaksınız? İş adamı, iktisatçı odur ki bu formülü bulan insandır. Ha bunu da bugün tek tek anlatırız. Dediğim gibi bize ait olanları hepsi transfer ettiği için, oradaki çalışanları yanıltırlar. Onlar da bunlar doğru söylüyor diye tekrar peşlerine kapılıp gittikleri zaman da, aradıklarını bulamazlar. Yine mağdur ve mahrum olmamaları için söylemiyorum. Biz onların tamamını, inşallah kısmet olursa emekli edeceğiz, ev sahibi edeceğiz. Ve emekli çalışmayan ev hanımları, aynen Türkiye'de olmuş insanlar kadınlara vereceğimiz hakları emekli olma hakkını vereceğiz.


Toplumsal Atıl Gücün Ekonomiye Kazandırılması ve Devletin Rolü

Şimdi Türkiye'de çok garip bir manzara var. Adamcağız gitmiş 70 yaşına, ne işçi olabilirmiş ne memur olabilirmiş, kahve köşelerinde pinekleyip duruyor. E niçin bunu kazanmıyorsun? Bu insana 3-5 kuruş maaş bağlasan, yolda göstersen fevkalade bir iş sahibi olacak. Yani o cebindeki parayı harçlık yapacak veya onunla evinin donanımına, evinin yiyeceğine, giyeceğine yardımcı olacak. Böylece o insana siz kazanmış olacaksınız. Hâlbuki insanlar, atıl vaziyette toplumda bir tarafa itilmiş duruyorlar. Ne bizim bu akaidimize, örfümüze, âdetimize yakışan bir hadisedir, ne de millet olarak bize yakışan bir olaydır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Yani toplumun tamamını, mesela sakatlara bugün hiç bakılmıyor. Özürlü olan insanlara hiç bakılmıyor. Bunların da tamamı topluma kazanılması lazım. Ya annenin babanın sırtında bunlar yük olmaktan çıkacak. Devlet niçin vardır? Onu söyle bana. Devlet niye vardır? Eğer devlet, birey olarak benim yaptığımı yapamıyorsa veya benim yapamadığımı yapamıyorsa, o devlet olmaktan çok uzak. Devlet; benim yapamadığım iradeyi ortaya koyarak çok daha güçlü yapan, insanları tatmin eden güçlü iradenin adıdır. Bilmem anlatabiliyor musun? Bunu yapabilir misin? O zaman sen devlet değilsin ki. Niçin yapamayacaksın? Anlatabiliyor muyum? Kısaca efendim, milli ekonomik modelde biz Batı'da çalışan arkadaşlarımızın tamamını emekli edeceğiz, ev sahibi edeceğiz. Kısmet olursa aynen Batı'da olduğu, gibi çocuk maaşı burada onlara bağlayacağız. Onlar da bu imkânı, bu fırsatı görüp dururken, zannım o ki herhalde Batı dünyasının bankalarında gurbetçilik yaptığı dönemlerde olduğu gibi, o kıymetli kapitallerini orada bulundurmayacaklar. Gelecekler memleketinde iş kuracaklar, iş sahibi olacaklar, aş sahibi olacaklar, inşallah diyorum efendim.


Paranın Değerli Olabilmesi İçin Üretim Şarttır

Şimdi, tabi hükümetin ekonomik modelini oynamak isteyenler var. Dedik ya bu güçler ne yapıyorsa yapıyor. Şimdi doları siz istediğiniz kadar aşağı çekerseniz, dolarla iş yapan ihracatçı bu sefer iflasa boyun eğer. Niye? Şimdi bu gözlüğü kabul edelim ki bir ihracatçımız imal ediyor, ihraç ediyor. Bunu kaç paraya satıyordu? 100 dolara. Dolar aşağı düştü diye bunu 150 dolara satmıyor ki, yine 100 dolara satıyor. Bunun mukabili aldığı Türk lirası 1700 lirayken 1400 liraya düştü. Bu insan 300 lira zarar etti. Bu gözlüğün satışında. E zaten bunun kazanacağı para 300 liradır. Hatta o kadar da değildir. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Şimdi olayı bu mantıkta düşündüğünüz zaman, ihracatçının tamamı birkaç ay sonra eğer dolar, kurlar, döviz kurları bu şekilde devam ederse, aradan çıkarlar. Öyle değil mi? Şimdi deniliyor ki efendim, faizleri düşürelim, buna mukabil faizleri düşerse dengeyi temin edersin. Bu da yanlış. Niye yanlış? Şimdi faizi düşürdün. Yüzde 15 düşürdün. O zaman ne olacak? Tasarruf sahibi dövizde parasını tutamadı. Faizini de tutamıyor. Ne olacak o zaman? O zaman para Türkiye'den kaçar. Nereye gider? Kendisine kâr veren vatanlara gider, ülke arar. Yani aşağı tükür sakal, yukarı tükür bıyık. Binaenaleyh, bunların her ikisi de ciddi bir tehlikedir. Mutlaka hükümetin şu andan tezi yok, bunlara çare bulması lazım. Bir düşün ki, 1300 liraya veya 1200 liraya dolar indi. Görüntüde bu iyiymiş gibi, fevkaladeymiş gibi görünürken, hemen bazı güçler senin kafanı, onun kafasını bozdun. Çok basit meselelerden. “Niye sigaranın dumanını bana böyle üfledin?” He samimi konuşuyorum, dercesine.  Bir zamanlar hatırlarsanız bilmem anayasayı şuya, Özkan fırlatmış da Türkiye'yi batıran bir deprem olduydu o zaman, ekonomik deprem. E bir tanesi de sigaranın dumanı etmiş, o zaman fevkalade bir ekonomik deprem olur. Hayda! Dolar bir anda 2000 liraya çıkarsa bu milletin hali ne olacak? Bilmem anlatabiliyor muyum?  Bunlar sakat oyunlar. Şimdi onun için hükümetin yapacağı iş burada, kim ne derseniz sabit kur politikasını uygulaması lazım. Sabit kur politikasını uyguladığı zaman, o zaman parasının değeri, değersizliği neyse zati değeri ortaya çıkar. Sonra, bakın paranın değerli olması olayı da öyle sözde olacak işler değildir. Paranın değerli olabilmesi için; yapılacak olan eylem, yapılacak olan iş, bir milletin bir devletin üretim yapmasıdır. Siz ne kadar güçlü üretim yaparsanız sizin paranız o derece kıymetlidir. Neden? Yaptığınız üretime mukabil, eğer nadide bir üretim yapıyorsanız, bunu alacak olan devletlere şartınız, “kendi paramla bu işi yapmanızdır” olduğunda, o da senin paranla beraber bu işi yapacağı için, senin paranın değerini mal; yani paranın değeri eşittir mal olur. Zaten para demek de, emek ve üretim, mal demektir yanlış anlama. Şimdi şu andaki para tarifi bu değil. Şu andaki para tarifi, emek artı üretim değil. İşte biz de anlayamıyoruz nasıl bir para tarif ediliyorsa. Bu tarifi uyduğu zaman bizim paramız,  yani üretimi fevkalade bir nitelikte yaptığımızda ve bunu istediğimiz ülkelerde pazarladığımızda, bizim paramız o zaman kıymetli olur. Hiçbir irade istediği şekilde bununla oynayamaz. Neden? Onun karşılığında senin üretimin var da onda ama şu ana gelince böyle bir kabiliyeti yok Türkiye'nin, bu kabiliyeti olmayınca da adam dolarla beraber oynuyor. Senin paranı bir anda yükseltiyor, bir anda bir de doları fırlatıyor indiriyor. Yani, çocuk gibi seninle; kedinin kuyruğuyla oynadığı gibi, seninle beraber oynuyor. İşte bunun önüne geçebilmesi için, şimdilik iktidarların sabit kur politikasına geçmeleri lazım. Bu da tabi Türkiye kredi verenlerin işine gelmez. Sabit kur politikasına geçtiği zaman, o zaman senin malını istediği zaman ucuza alamaz. Hâlbuki ki, bu sistemde senin malını istediği zaman ucuza alabilir. Şu anda 1400 lira değil mi? Ne alacak senden tekstil. İstediği kadar bağlantı yapar, efendim malı çektikten sonra hayda 1800 liraya çıkardı doları. Malın geldi ucuza, emeğin gitti sıfıra. Anlatabildim mi? Kısaca şunu demek istiyorum yani, bu bir satranç oyununa da döndü desek caizdir yani. Efendim şimdi burada kimseyi de kınamak doğru değil. Ancak bazı kuralları uygulamak ve bunları takip etmek lazım. Bu olursa kanaat-i şahsiysem benim, efendim ekonomimiz düzelme istikametinde yürümeye başlar diyorum efendim.

Türkiye'deki Enflasyon Maliyetlerin Pahalı Olmasından Kaynaklanan Bir Enflasyondur 

Türkiye'deki olan enflasyon maliyetlerin pahalı olmasından kaynaklanan bir enflasyon. Yani mal pahalıya imal ediliyor. Onun için de pahalıya satılıyor. Eğer pahalıya imal edilip, ucuza satılan mal varsa, bil ki o piyasa durgunluktan batmaya mahkûmdur. Kim satıyorsa malını ucuza, yani bunun manası zararına satıyorsa;  sanayici ise sanayisi durur,  pazarlamacı ise pazarlaması durur. O zaman stagflasyon dönemine, Türkiye girer ki, malum bir sene evvelki yaşadığımız kaderdi. Bunu ben şahsen temenni etmiyorum. O bakımdan yani şu anda, eksi enflasyondan bahsetmek çok yanlıştır. Ekonomi için çok ciddi zarardır. Niçin bir adam ucuza satsın malını? Pahalı aldığı malı, pahalı imal ettiği malı niye ucuza satsın? Borcu vardır, namusunu kurtarmak için eksi fiyatına satar. Bir sattı, iki sattı, üç sattı ne oldu? Aradan çıkar. Yani ben inşallah böyle bir şey olmaz diyorum. Onu halkı moralini düzeltmek için eksi enflasyon denmiştir. Ama hakikatte böyle bir şey yoktur. Veyahut da hiç satılmayan bir mamul vardır. Adamın bir tanesi onu da satmak için böyle bir değer biçilmiştir. O anda da denmiştir ki, enflasyon bunun üzerine yapılsın. Bu ölçü bu olsun. O şekilde bir rakam çıkabilir. Başka türlü çıkması mümkün değil. Neden? Ben tekrar ediyorum. Bizde malı imal ederken ortaya koyduğumuz değerlerde bir düşüş olmadı. Onun için imalat ucuz mal olmuyor. İmalat pahalıya mal oluyor. Şimdi git Gezer terliklerine. Sor bakalım. Üç ay evvel imal ettiği terliği, yüzde 30 noksanına imal edebiliyor mu? Ne der sana? Kafamı buluyorsun benimle. Öyle demez mi? Şimdi şunu demek istiyorum. Gezer terliğinin ucuza satılabilmesi için, ucuza mal olması lazım. Eğer ucuza satıyorsa, deme bu ağabey aradan çıkıyor. Bunun manası budur. Saygı, sevgi, hürmetlerimi bildiriyorum efendim. 
 

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir