
Neler Okuyacaksınız
Bağımsız Türkiye Partisi, Teleferik Sistemi Projesiyle Trafik Sorununu Çözecek
Çok kıymetli, Bağımsız Türkiye Partisi Belediye Başkan Adayları, sevgili dinleyenlerim hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Tabi bu adaylarımız sadece Karadeniz bölgesi illerimize ait adaylarımızdır. Evvela arkadaşlarımı tebrik ediyor, Cenâb-ı Hak'tan hayırlı başarılar niyaz ediyorum. Ben musafaha ile tebrik edecektim. Birkaç arkadaşımı da ettim. Birden hatırıma ciddi bir grip salgını, ben 15 günden beri yaşıyorum, dedim de onları hasta etmeyelim. Kusura bakmasınlar. Esasen bugüne kadar biz anlatmadığımız hiçbir konu kalmadı. Ama kısa da olsa bu adayları tanıtma programında bazı hususların altını çizmemiz lazım.
Birincisi, mahalli hizmetlerde kimsenin şundan hiç şüphesi olmasın ki en güzel projeleri, en verimli projeleri, faydalı projeleri olan parti adayları Bağımsız Türkiye Partisi'ndedir.
Mesela bir kanal projesi, denizle derenin buluşması, sağında solunda moteller, oteller, işyerleri, parklar vesaire. Hakikaten çok zengin bir proje. Bir ilçeyi tek başına sürükleyecek, karnını doyuracak, iş merkezi halinde bir yer olacak. Bu bir projenin bir tanesi. Öyle yerlerimiz var ki oralarda bizim bu Ata Selçuk Hocamıza ait olan projedir. İstanbul'a uygulanmak üzere düşünülmüştü, teleferik sistemiyle trafik meselelerinin halledilmesi. Şimdi sadece İstanbul'da değil trafik meselesi. Mesela Trabzonluyum ben. Trabzon'da da artık trafik konusu bir hastalık haline geldi. İnşallah bizim mahalli hizmetlerde söz sahibi olduğumuz, olduğumuz yerlere bu teleferik sistemini getireceğiz. Neden mi? Çok ucuz bir sistem arkadaşlar. Bir ip ona bağlı işte bir sandık gidip gelecek. Ondan sonra da istasyonlar. Maliyeti çok ucuza ama faydası çok ileride olan bir proje bu. Bu sadece birkaç vilayet için değil. Bence bugün Türkiye'nin hemen hemen trafik problemi olan her yerinin üzerine eğileceği bir projedir. İnşallah ben adaylarım adına burada ekranları başında bizi dinleyenler de vardır. Onlara söz veriyorum. İstedikleri takdirde kazandığımız zaman ilçelerinde de bunu hayata geçireceğiz. Yani trafik diye bir dert olmayacak. Bu teleferiğin ikinci bir yönü de var. Tabii 40 50 metre yukarıdan gidiyorsunuz. Etrafı seyrediyorsunuz uçuyorsunuz adeta kuş oluyorsunuz. İnşallah bunu Bağımsız Türkiye Partisi hepimize yaşatacaktır.
Karnı Doymayan Bir İnsanın Huzur İçinde Olması Mümkün Olabilir Mi?
İkinci bir husus sevgili kardeşlerim , onu müsaade ederseniz ekonomi bahsinde en son kısımda ele alacağım. Hiç kimse endişe etmesin, biz Türkiye'nin problemlerini biliyoruz, gerek tarımda, hayvancılıkta, ormancılıkta, denizcilikte, sanayide, madencilikte, hatırınıza ne geliyorsa, ticarette. Her meseleyi çok iyi biliyoruz ve hepsinin çözümü için de projelerimiz hazır. Ve bizim projelerimiz dünyaya mal olmuştur. Ama ne hikmetse bir kedinin damdan dama atlayışını gösteren, zıplamasını gösteren televizyon ekranları, bizim dünya çapındaki bu işlerimize gözünü de kapatıyor, kulağını da kapatıyor. Allah onların gözlerini mühürlemesin, kulaklarını tıkamasın, bizi duysun, bizi görsün inşallah. Çünkü sevgili kardeşlerim, aslında bu hepimizin meselesi, Türkiye'nin ekonomisi halledildiği zaman göreceğiz ki hepimiz rahat olacağız. Karnı doymayan bir insanın huzur içinde olması mümkün olabilir mi? Kızının işi yok, oğlunun işi yok, gelinin işi yok, şahsın kendisinin işi yok, karısının işi yok. Türkiye'nin manzarası maalesef bugün bu noktada. Ama bir düşünün ki bir ailede on sekiz yaş üzeri beş insan var, beşinin de işi var. Bu kadar büyük nimet olabilir mi sevgili arkadaşlar? İşte bunu sizlere, bu imkânı tanıyacak olan partinin adı “Bağımsız Türkiye Partisi”, liderin adı “Haydar Hoca'dır.” Bunu iyi bilin. Ben sonra sevgili kardeşlerim, yanlış anlamayın. Maaşınıza zam yapıyorlar, ben de emekliyim şu anda. Sekiz yüz elli lira maaş alıyorum. Sekiz yüz elli Türk lirası maaş alıyoruz. Vay bizim çocuklar kuyruğa girdiği zaman hangisine ne vereceksin? Sadaka bile düşmüyor. Böyle arkadaşlar bir manzara olabilir mi? Bizim dönemimizde asgari ücret Allah nasip ederse tam 4000 Türk lirası olacaktı r. Bakın bundan sonra hiç kimse daha asgari ücretin “şudur budur” diye şikâyet etmesine imkân yok. Aha söylüyoruz. Ben bunu yapmazsam benim yakama yapışacaksınız, arkadaşlar. Bu kadarda size net konuşuyorum.
Hatırlarsanız bir evvelki seçimde, vilayetlerde, ilçelerde, beldelerde, köylerde çalışırken bir de taahhütname dağıtıyorduk. Bu taahhütname noter tasdikli bendenizin imzasıyla dağıtılan taahhütnamelerdir. Ne dedik? Asgari ücret şudur. Anneye babaya vereceğimiz maaş budur. Gençlere vereceğimiz maaş budur. Evlilik kredilerimiz hepsi burada tek tek yazılıdır. İmzamızı attık noterden bunu tasdik ettirdik. Ya kardeşlerim okudunuz bunu oylarınızı vermediniz. Şimdi siz geçimden şikâyet edemezsiniz. Ben Allah'ın huzurunda sizin yakanıza yapışırsam ne olacak? Beni de bu haklardan mahrum ettiniz. Şimdi sadece siz mahrum olmadınız ben de mahrum oldum. Niye? Aynı hakları ben de elde edecektim. Ama bunu icra edebilmek için, hayata geçirebilmek için devletin gücünün elinizde olması lazım. Onu siz de gittiniz birbiriyle kavga eden, partilere verdiniz onları şimdi seyrediyorsunuz. Efendim “paralel devlet.” Siz bunları bu hale getirdiniz. Bu paralel devletçilere siz rey vermediniz mi? Verdiniz mi? Verdiniz canım. Nereden? Yüzde elli oy aldılar. Yüzde elli oy aldılar. Nereden aldılar? Sizden.
Paralel Devletin Müsebbibi İktidardır
Şimdi geçiyorum sayın paralel devlete. Sayın Başbakanımız, iyi bir arkadaşımızdır, temiz bir insandır. Ama damarına bastığın zaman da: Aaa birden dünyanın en ….’si olur. Yani öyle güçlüdür. Ne diyor? “Paralel devlet var.” Bu çok ciddi bir ithamdır. Yani bu kadar büyük bir suçlama olmaz. Ne demektir o? Eskiden buna biz ne derdik? “Devlet içinde devlet.” Daha “derin devlet.” Yani Sayın Başbakanım diyor ki: “Benim dönemimde derin devlet var o da şunlardır.” “Neymiş onlar?” “Cemaat.” Öyle mi? Doğru mu söylüyorum? Peki arkadaşlar sen bunu gösterdin. Suçlu bu. Bir soruşturma başlattın mı? Başlattın mı? E bunun eğer derin devlet tarafı varsa bak yeminle konuşuyorum bu suçludur. Ve sorgulandığı zaman en az 10 sene, 15 sene, belki de 20 sene, belki de “müebbet” dediğimiz hapis türünden cezalandırılacak suçların işlendiğini göreceğiz. Niye peki adli kovuşturmalara başvurmuyorsunuz? Onu söyle bakalım. Neden? Alıyorsun savcıları oradan veriyorsun B fırkasına. Oradan alıyorsun veriyorsun A tarafına. Emniyet mensuplarını önden alıp arkaya, arkadan alıp sağa sola. Ya kardeşim eğer senin dediğin mikrop varsa, o mikrop buradan alındı gitti o tarafa. Yetmedi oradan aldı gitti sağa. Ondan sonra sola.
Sevgili arkadaşlar Türkiye'de öyle bir tiyatro oynanıyor ki bu tiyatro adı aslında büyük bir cinayettir. Bu suçu kim işledi? Tamam, paralel devlet ama müsebbibi kim? Sayın iktidar. Sayın hükumettir. Sayın hükümet bunun hesabını versin. Aa elçileri topluyor. “Gittiğiniz devlete ne anlatacaksınız biliyor musunuz?” “Ne anlatacağız?” “Efendim bakın Türkiye'de paralel devlet var. Yani derin devlet var. Ne yapıyorsak yanlış ne varsa hep bunların eseridir.” Adama demezler mi ki kardeşim onların bir de senin, senin hakkında söyledikleri var. Sen bunlar için ne diyeceksin? “Senin Bilal'in nerede yahu? Senin Bilal'in nerede?” Savcı istiyor bizim Bilal'i. Bilal'in babası başbakan. E niye gitsin hesap vermeye? Kim oluyor cumhuriyet savcısı? Bunu söyleten sizin zat-ı alilerinizdir. Bunu söylettiğiniz zaman sizin paralel devletten bahsetmeye hakkınız yoktur. Bunu böyle bileseniz.
Yalanlara, Dolanlara Sarılarak Siyaset Olmaz
Efendim ayakkabı kutularının içerisinden paralar çıkıyor. Çıkabilir. Sen bunu niye sahipleniyorsun? Niye itmiyorsun elinin tersiyle itmiyorsun? “Ben bunu kabul edemem. Değil dört buçuk milyon dolar, bir tek kuruşun hesabını gözlerinin içine bakarak, gözlerine parmaklarımı sokarak hesap soracağım.” Niye demiyorsun? Niye söylemiyorsun? Bunu söylediğin zaman o zaman inanacağız ki Sayın Başbakanım çok samimi konuşuyor. Ama “paralel devlet” diyorsun. Seni bazı şeylerle ilzam ediyorlar, itham ediyorlar. Onlara sahip çıkmak için savcıları görevden alıyorsun. Birini sağa, birini sola veriyorsun. Sevgili kardeşlerim bakınız bunlar hukuk devletinde olacak işler değildir. Şimdi bir de bakıyor ki faraza İstanbul Belediyesi depara kalkmış. Sarıgül’ü ben seyrediyorum programlarda. Aa Sarıgül 15 sene evvel 16 sene evvel devleti dolandırmış. Allah Allah! Yeni mi geldi bu aklına senin be? Bu senin aklına yeni mi geldi?
Sevgili arkadaşlar yalanlara, dolanlara sarılarak siyaset olmaz. Sarıgül bizim rakibimiz. Ama delikanlı gibi İstanbul'u alsın isterim. Anladın ki o depara kalktı, önünü kesiyorsun. Dosya. Ne dosyası ya? 15 sene evvelinin, sen 15 gün evvelinin dosyasının hesabını ver. Bırak 15 sene evvelini. Sevgili kardeşlerim, diyelim ki paralel devletle ilzam ettiğimiz, itham ettiğimiz bu kadro suçlu değil. Burada çok kıymetli hocamız var. Ünal Bey. “Acaba iddia edilen müddeinin iddia ettiği dava adliyede söz konusu olsa ceza davası açılsa ve beraat etse. Bu dava üzerinde emek çeken, çile çeken, saçını başını ağartan adamların sayın iktidara dava açma hakkı olur mu Hocam? Sevgili hocam.” Yani bu sefer suç kime dönecek? Sayın Başbakan'a dönecek. Ben de şimdi diyorum ki: Sayın Başbakan suçlu olarak yakayı ele vermemesi için soruşturmayı başlatmıyor. Olay bu. Yani “yarın olur da benim yakama yapışırlar” diye soruşturmayı bugün başlatmıyor. Eğer kendine güveniyorsa soruşturmayı başlatsın. Ve bizden de görev istesin ona delil toplayalım. Var mısınız?
İslam'ı Getirecekken Ayakkabı Kutularının İçinde Dolarları Getirdiler
Sevgili kardeşlerim, Türkiye'de Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında biliyorsunuz ki ben Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve devletin yanındayım. Onun için de bana “derin devletin adamı, askerin adamı.” Çok duydunuz mu bunu? Duymayan var mı ki? Ya asker benim gibi sünnet-i seniyyeyi yerine getiren adamı dinlese bu hale gelir miydi? Devlet Ehl-i Beyt aşığı olan Haydar Hoca'yı dinlese bu hale gelir miydi? Şimdi arkadaşlar şeytan diyor ki: “Ya Rabbi bunları yaratacaktın beni niye yarattın?” Bunlar böyle bir kavimdir. Allah bunların şerrinden ümmet-i Muhammed'i halâs eylesin. İftira. Ya vatanına sahip çıkma, milletine sahip çıkma, devletine sahip çıkma, orduna sahip çıkma! E senin yaptığın ihanettir yahu. Ha bunların yanlışı var mı? Oho. Belki de sayılmayacak kadar fazla. Ama onun da suçlusu yine biziz. Niye? Çünkü bu milletin, bu halkın büyüğü, artı, babası, anası, dedesi biziz yahu. “Biz vazifemizi göremedik, onlar da bahtsız kaldı, bu hale düştü” deyip de nefis muhasebesiyle yaptığımız yanlışları düzeltmek ve bu kadroları eğiterek milletin menfaatine kazanmak dururken, yıllardan beri fitne çıkartmanın manasına ne diyorsunuz sevgili arkadaşlar? Böyle bir şey olabilir mi yahu? Böyle bir şey olabilir mi? Alıyorsun hayda “dinsiz devlet yıkılacak elbet.” Ben büyük bir zatla 80 öncesi Konya'da bir mitinge gittim. “Tamam, oğlum” dedi “dinsiz devlet yıkılacak da altında kim kalacak?” O yaşlı zat bana. Merhum Mustafa Hayri Öğüt Hazretleri. Bir durdum. “Zannettim ki ben…” “Evladım biz kalacağız altında” dedi. “Öyle diyeceğine, inşallah dindarlığı da biz bu insanlara kabul ettiririz deseler daha güzel olmaz mı?”
Sevgili arkadaşlar ama orada, orada puan var. Halk anlamıyor. Nasıl olmasa, işte “suyun akışına gidiyor” deyip yanlış yere insanları yönlendirmek. İşte İslam'ı getirecekken bak neyi getirdiler. Ayakkabı kutuların içinde şimdi dolarları getirdiler. Şeriat yerine para çıktı. Size de vermiyorlar onu. Değil mi? Kime veriyorlar? Sevgili kardeşlerim, bu zanla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mensupları yargıya soruşturmaya tabi tutuldu. Ve bütün etkinlikleri ellerinden alındı. Allah korusun üç sene, beş sene evvel şayet bir savaş olsaydı ki ben sabah namazından sonra hep dua ederdim. “Ya Rabbi bir savaş yüzü bize gösterme.” Çünkü savaşacak komutan kalmadı. Şimdi de kalkıp diyorsun ki, “bunların delilleri var ya hepsi uydurmadır.” E sen dün bilmiyor muydun bunu? Allah aşkına. Niye konuşmuyorsunuz sevgili arkadaşlar? Dün bu arkadaşımız Sayın Başbakan bu delillerin uydurma olduğunu bilmiyor muydu? Niye o gün konuşmadı? Şimdi konuşmaya hakkı yok ki. Eee “git bilmem filan dağa, kazı orasını askerin bilmem nesi çıkıyor” isimlerini bilmem kusura bakmayın. Hepsi uydurma hikâye. O zaman kalkıp bir başbakan olarak elini masaya vursaydın Türkiye bu sona gelmezdi. Şimdi Sayın Başbakanımı sevdiğim için ayıktırıyorum. Sevmesem daha farklı konuşurdum.
Avrupa Birliği, Türkiye’yi Kabul Etmeyecektir
Şimdi Sayın Başbakanım, mayıs ayında demiştim. Dinlemedin beni, gene de dinlememeye devam ediyoruz. Israr ediyorum “sonun senin Hüseyin Bin Ali'nin sonu gibi olacak.” “Nereden biliyorsun?” Hocamı dinledim az evvel. Şahsına dava açıldı var mı bundan ötesi? Öyle değil mi muhterem hocam? Daha da açılacak. Ve Türkiye'nin aleyhine davalar açılacak. Eee burada gelip de benim yakama kimse yapışamaz. Kimin yakasına yapışılacak? Sayın Başbakanım ve o gün icra-i faaliyette bulunan iktidarım. Evet. O bakımdan diyoruz ki. Sayın iktidar, çok iyi düşünmesi bundan sonra da adımlarını bu şekilde atması lazım. Yine iktidar bu Avrupa Birliği sevdasından vazgeçmiyor sevgili kardeşlerim. Nasıl bir sevdalık bu ki?
Bizim Karadeniz'de, Karadeniz'de. Kızla delikanlı sevdalandı mı, dağdan dağa, Türk’e atarlar. O ona, o ona. Bu da şimdi Avrupa Birliği'yle sevdalanmış. Hâlbuki Avrupa Birliği bunun yüzüne baktığı yok. Selam da verdiği yok. Bu nasıl bir kara sevda? Allah bu sevdayı bunun gönlünden alsın. Bu milleti de bu çileden, bu musibetten kurtarsın. Sevgili kardeşlerim, Avrupa devamlı bizden bir şeyler istiyor. “Demokrasiyi yaşayacaksınız, demokrasiyi getireceksiniz.” Elhamdülillah biz onlar gibi değilse de bizim demokrasimiz daha güzel, onu yaşıyoruz. Demiyor ki “kardeşim siz şu kadar zamandan beri istediniz, istediniz, istediniz. Bana ne verdiniz? Ne verdiniz söyleyin?” “Bir kalem mi verdiniz? Kurşun kalem de olsa.” “Yok.” “Önümü mü açtınız? Bir kapıdan içeri mi soktunuz? Sizin benden bir şey istemeye hakkınız yok.” Bunu samimi olarak söylüyorum. Sayın Başbakanım hala bu kapının eşiğinde beklemesinin manasını ben anlamış değilim. Çünkü ideolojisine kesinlikle bu ters. Buna rağmen orada ısrar etmesinin ben manasını anlamadım. İçinizde bilen varsa lütfen bana da anlatsın, ben de öğreneyim. Biliyor musunuz? Bilmeniz mümkün değil. Çünkü dediğiyle yaşadığı birbirine ters. Evet. Avrupa Birliği zaten bendeniz 1986 yılından beri bizi kabul etmesi asla mümkünatı olmayan bir yolculuktur. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kesinlikle kabul etmeyecektir. Bu yolda yapılan bütün gayretler beyhudedir. Bunu iyi bilelim. Ama milyarlar buraya katılabilmek için sarf edilmiş ve hepsi de boşa gitmiştir.
Cumhuriyet, Hacı Bektaş Dergâhında Temelleri Atılmış Bir Devlet Biçimidir
Şimdi sevgili kardeşlerim, günümüzü böyle değerlendirdikten sonra size hepimizin tanımakla mükellef olduğu merhum Mustafa Kemal Atatürk'ten de bir bahis açmak isterim. Kabul etmemiz lazım ki biz Türk milleti olarak, Türk milletinin atasını tanımıyoruz. Hele bizim gençlik yıllarımızda Akçaabat'ta bir bahçe vardı. “Uzun Ali'nin bahçesi” diye anılırdı. Buranın böyle en az 2-3 misli büyüklüğünde herkes oturur. Bilhassa gençler, yaşlı bir ağabey gelir. O zamanki gündem ne, bu değerlendirilir. Ama eninde sonunda Mustafa Kemal ve annesi Zübeyde Hanım gündeme getirilir. Atılmadık iftiralar, konuşulmadık yalanlar, o günün şartlarında ben hatırlıyorum. Her türlü yalan iftira atılmıştır. Çok ama çok. Hele Türkiye'de Atatürk'e bayrak açmış, öyle çok ağzı kelam eden, önünde durmak da mümkün olmayan bir adam vardır. O gelirdi, bir başlardı. Sanki hafız-ı kelam. Bir saat giderdi en az. Ve terden su olurdu, yaz sıcağında. E biz de derdik kendi kendimize ki, “ya bir insan bu kadar beyhude yere zahmet çeker mi? Herhalde dediklerinde bir hak payı vardı.” Ama dediklerini eve gider, şöyle gene düşünürdüm. Allah Allah. Ya açardım kitabı, bak yeminle konuşuyorum. Merhum Molla Zübeyde Hanım'ın çehresine, yüzüne bakıyordum. Ya bu kadın aynen benim annem gibi. Annemden farkı olmayan, dindar bir kadın, nurani bir kadın. Bu mümkün değildir. Bunların dediği gibi olması mümkün değildir.
Sevgili arkadaşlar, yine bir gün böyle düşünürken, namaza durmuşum. Namazda hatırıma ne geldi biliyor musunuz? Ya bu “Mustafa Kemal” denilen şahıs, Osmanlı'nın paşası ya. Daha gerisi yok bu işin. “Ya eğer bir paşanın anası böyleyse”, dedim orada jeton düştü. “Vay dedim hainler, bu kadar büyük iftira olur.” Büyük bir iftira arkadaşlar. Rahatladım. Olmasının mümkün olmadığını ve şimdi araştırıyorum inşallah Mustafa Kemal Atatürk'ü yazacağım, göreceksiniz. Yazıyorum zaten. Bir kızımız şu anda Almanya'da, Fransa'ya gidecek. Dokümanlar, yani size yazılan tarihler değil bunlar. Asıl tarihi okuyacaksınız inşallah. Hacı Bektaş Dergâhında Mustafa Kemal Atatürk, Cemalettin Çelebi Efendi'yle birlikte Cumhuriyeti kurmaya, istiklal mücadelesini yapmaya, karar aldığını o kitabımda okuyacaksınız. İşte burada şahidim de Timurcan Beyefendi.
Bir gün Hacı Bektaş'tayız. Söz sözü açıyor kusura bakmayın. Cemevine gittik. Cemalettin Çelebi'yle Mustafa Kemal Paşa'nın kahve içtikleri bir fotoğraf var. “Aa dedim bu Cemalettin Çelebi.” “Evet” dedi. “Atatürk burada” dedi. “Burayı ne arar” dedim. Dedi “Mustafa Kemal istiklal mücadelesine başlamadan evvel bu dergâha geliyor. Cemalettin Çelebi'yle üç gün burada beraber kalıyor. Ve kendilerine hizmet eden Cemalettin Çelebi'nin oğlunun dışındakileri müsaade ediyorlar. Beraberce üç günden sonra efendim, Cumhuriyet'in kuruluşuna karar vererek ve istiklal mücadelesine de başlamak üzere hatta Atatürk'ün gördüğü bir zuhuratı da Cemalettin Çelebi Efendi dinliyor. ‘İnşallah savaşı da kazanacaksın, Cumhuriyet'i de kuracaksın’” diyor. Ve orada Cumhuriyet, Hacı Bektaş dergâhında temelleri atılmış bir devlet biçimidir. Bunu böyle bilelim. Şimdi sevgili arkadaşlar işin hakikati buyken biz ne okuduk? “Atatürk gitti içki masasında neyi kurdu? Cumhuriyet'i kurdu.” Senin dilini eşek arası soksun. Ne nasipsiz insansın. Ne yalancı bir hainsin sen.
Atatürk’ün Hem Anne, Hem Baba Tarafı Ehl-i Beyt Soyundandır
Sevgili arkadaşlar gelelim Zübeyde Anamıza. Zübeyde Anamız kim biliyor musunuz? Karaman Türkmenlerinden, taa Balkanlara hicret eden ve atası Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soyuna dayanan seyyide bir annemiz. Ehl-i Beyt'ten yani atası kim? Hz. Hasan. Daha? Hz. Hüseyin. Dedeleri kim oluyor o zaman? Babaları kim oluyor? Hz. Ali. Yani Hz. Ali'nin sülalesinden gelen Zübeyde Anamız. Biliyor muydunuz bunu? Biliyor muydunuz? Ya ne korkuyorsunuz? “Hayır” deyin. Şimdi biliyor musunuz? Tamam. Ve bu mübarek kadın, sevgili kardeşlerim, kiminle beraber evleniyor biliyor musunuz? Mustafa Kemal'in babasının adı “Ali Rıza Efendi.” Niye konmuş bu isim? 12 imamdan İmam-ı Rıza var. Allah şefaatinden ayırmasın. Çok büyük bir evliya. Türk dünyasını irşad eden, ikaz eden, Musa Kazım, Cafer-i Sadık, Ali Rıza işte bu insanların yolundan gelen, Ali Rıza'nın babası, oğluna “Ali Rıza” ismini koyuyor. Ve Ali Rıza, “Mustafa” diye bir çocuğu oluyor. O çocukla Zübeyde Anamız bir araya geliyor, sevgili kardeşlerim, bir yuva kuruyorlar. Yani Atatürk'ün ana tarafı da, baba tarafı da, nereden? Ehl-i Beyt'ten. Ehl-i Beyt sülbündendir. Şimdi sevgili arkadaşlar, hangimizin sülalesi Ehl-i Beyt'e dayanıyor? Var mı içimizde? Bir tane var, benim önümde.
Evet sevgili arkadaşlar, peki Ehl-i Beyt nedir? Onu da anlatacağım size. “Yani biz insan değil miyiz?” “Evet insanız ama onların yanında, onların nuruyla kalpleri tenvir olunan insanlarız biz.” Ehl-i Beyt hakkında, Kur'an-ı Kerim'de Cenâb-ı Hak, bakınız, “Ancak ve ancak, siz Ehl-i Beyt'ten, her türlü pisliği gidermek ve sizleri tertemiz yapmak ister.” (Asaf Suresi, 33. Ayet) Ayet-i Kerime. Bu ayet, Asaf Suresinin 33. ayeti. Bir başka Ayet-i Kerime'de, “Ben bu peygamberliğimi tebliğe karşılık, sizden Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka bir ücret istemiyorum.” (Şura Suresi, 23. Ayet) O da bir başka ayet, sevgili arkadaşlar. Yani Ehl-i Beyt hepimizin, sevmekle mükellef olduğu, bir sülale. Peygamber Efendimizin ailesi, Ehl-i Beyt bu. Demek Mustafa Kemal'in babası bu sülaleden, anası da bu sülaleden geliyor. Öyle mi arkadaşlar? Hanımı, Zübeyde Hanım kim oluyor? Affedersiniz, annesi, Hz. Hasan'ın ve Hz. Hüseyin'in sülbünden gelen mübarek bir kadın oluyor. Şimdi Atatürk kim oluyor? Bazıların zannedip iddia ettiği gibi veya küfür içinde bulunduğu gibi bir insan değil.
Laiklik Dini ve Dindarları Korumak İçin Vardır
Bakınız, bana bir tanesi bunu anlatırken dedi ki, “Atatürk” dedi, “güzel diyorsun da laikliği getirdi. Laiklik İslam'ın neresinde var?” Bunu da söyleyen arkadaş, asker kökenli biri. Gittim araştırma yaptım, şimdi beni iyi dinleyin. Atatürk, laikliği niye getirdi biliyor musunuz? Bektaşileri, Bektaşileri, “Müslüman değildir” iftiralarıyla birlikte, idam sehpalarına çektiler, Marmara Denizi kana bulandı. Marmara Denizi kana bulandı. Birçok olaylar oldu. Ve ta Cumhuriyet dönemine kadar da bu olaylar devam etti. Yani devlet dine baskı yaptı. Onun önüne geçebilmek için Mustafa Kemal Paşa, “devlet din işlerine karışamaz” dedi. “Laiklik var” dedi. Anlaşıldı mı? Yani dini korumak için, dindarı korumak için. Sevgili arkadaşlar, “güzel de hocam, tekke ve zaviyeleri niye kapattı? Niçin kapattı?” Arife anamızla sohbet ederken, Cemalettin Çelebi buyurdu ki, “Paşam” dedi, “bu tembeller, bu işe yaramaz adamlar, ne tekkede gelip ibadet ediyor, ne eğitiliyor, ama askerlik zamanı geldi mi buraya sığınıyor. Askere gitmemek için.” Geçici bir müddet için, tekkeler kapanmıştı. Ben merhum, Ecevit'in lisanından, Atatürk'ün bu konuda, ısrarlı olduğunu değil, mutlaka tekkeleri de açacağının, bizzat lafzından ifade buyurduğunu biliyorum. Duydum yani. Ecevit'in yakınlarına bunu sorabilirsiniz. Yani Mustafa Kemal Paşa'nın, laiklik formülü, tekke ve zaviye formülünün, iç yüzü budur. Onun için Mustafa Kemal, bizim zannettiğimizden çok daha, dindar bir insandır. “Ben İslam'ın” diyor, “cihat yönünü hayata geçiren bir insanım, bu şekilde bir Müslümanım” buyuruyor. Peki biz, hangimiz İslam'ın cihadını, Allah'ın emri kabul edip de hayatımıza koyduk? Düşünebiliyor musunuz? Var mı böyle bir şey? Yok. Şimdi, ee, Atatürk'e bu kadar, inşallah daha fazlasını, bizim eserimizde okuyacaksınız. Burada vasiyetnamesi var. Vasiyetnamesine girersek, epey uzayacak. Ama bu kadarı kâfi diyorum.
Türkiye'de Ekonominin Temelleri Sağlam Değil
Şimdi, hepimizin problemi olan, ekonomiye birkaç söz, söylemek istiyorum. Dolarla aranız nasıl arkadaşlar? Dövizle aranız nasıl? Gayet güzel. Doları olan kazandı. Yani, dövizi yanında olan kazandı. Benim aşağı yukarı, 100 milyon eurom var. Yani köşeye döndük. Sevgili arkadaşlar, sizlere dikkat ederseniz, önceden beri söylediğim, Türkiye'de ekonomi yok. Göz boyama var. Eğer Türkiye'de, sağlam bir ekonomi olmuş olsaydı, bugün euro, 330 liraya değil, 320 liraya değil, 10 bin liraya da çıksa, hiçbirimize bir şey olmazdı. Dolar, 5 bin liraya çıkmış olsa, yine bir şey olmazdı. Niye? Çünkü senin, cebinde, harcaman gerektiği para var, sermayen var, artı, iş yapma kapasiten var, gücün var, her şeyin var. Hiç kimseye muhtaç değilsin. Senin dışında adam, padişah olmuş, vezir olmuş, “bana ne ” dersin. “Beni ne ilgilendirir” dersin. Ama Türkiye'de, böyle değil şimdi, ekonomi o kadar, bizimle iç içe girmiş ki, bu ekonomik şartlarda, etkilenmemek asla mümkün değil. Ne oluyor?
Bakınız, dolar, fırladı, yüzde 30 mu, yüzde 20 mi ne artmış işte. E peki, borcun kaç lira? Atıyorum, 200 bin lira. Yüzde 25 ise, 250 bin liraya çıktı borç. Öyle mi? Euro ise, 200 bin liraysa, 250 bin euro oldu. E peki sen bunu nasıl, affedersiniz Türk lirası, bunu nasıl ödeyeceksin? Buna karşılık, fazla bir gelirin var mı elinde? Yok. Dolayısıyla, ekonominin temelleri sağlam değil, çürük bir zemine oturduğu müddetçe, hiçbirimizin geleceğinin, teminat altında olması asla mümkün olamayacaktır. Zaten Türkiye, 35 yıldan bu tarafa, kendi hak ettiği parasını, piyasada döndüremiyor.
Türk Lirasını Bağımsızlığına Kavuşturacağız
Para nedir? Üretimdir, emektir. Bizim, “gayrı safi milli hâsıla” dediğimiz, devletin yıl sonundaki, karı, işte o bizim paramızdır. Ama bu mal cinsinden. Şu anda bir buçuk katrilyon, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, gayrı safi milli hasılası var. Yani, yıl sonu kazancı var. Bu, para olarak elinizde değildir. Mal olarak, işte senin dükkânının raflarında, bilmem, sermayenin, arasında vesaire. Senettir, çektir, bankada parandır. Kısaca, gayrı safi milli hasılamız, halkın elinde. Ama yüzde sekseni kesinlikle emtiadır; yani maldır. Bunun, para olarak piyasaya girmesi lazım ki, piyasa rahatlayabilsin. Bakınız, size bir misal vereceğim. Hepinizin anlayacağı bir misal.
Bin lirayla biz, bir çuval mısır aldık. Tarlamıza ektik, sonra, zamanı geldi, topladık. On çuval mısırımız oldu. Bire on, bire dokuz, karımız oldu. Bin liraya karşılık, bizim on tane çuval, mısırımız oldu. Bin lira verdik, bir çuval mısır aldık, tarlaya attık, on çuval oldu. Şimdi, piyasada bin Türk lirası var. Bu bin Türk lirası ile, on çuval mısırı almamız mümkün mü? Değil. O zaman ne yapacağız? İşte, paranın basımı, emisyonun genişletilmesi, “senyoraj hakkının devreye konması” denir buna, iktisat lisanında. Dokuz çuvalın karşılığında, emisyonunuzu genişletiyorsunuz ve senyoraj hakkını kullanıp, on çuvalın karşılığında, parayı piyasaya sürüyorsunuz. Ne oluyor? Tam on bin Türk lirası, piyasada. Bin lirayken, kazancının karşılığındaki para da, piyasaya sürüldüğünde, on bin Türk lirası oluyor. Eğer sizin, dokuz bin Türk lirasını devlet olarak, piyasaya sürmezseniz, ticaret yapmanız mümkün olabilir mi? Şu anda, Türkiye'nin, içler acısı, manzarası bu. Piyasada mal fazla, ama para az. Neden? Çünkü biz, kendi paramızı, gayri safi milli hasılamızı, para yapıp, devreye koyamıyoruz. Erkeksen koy. Niye? Bizim sırtımızdan, para kazanan devletler, diyor ki, “yağma yok. Siz kendi alın terinizin karşılığını, para olarak piyasaya süremezsiniz. Ya, benden kredi alacaksınız. Hazinenize koyacaksınız.” Dövizi alacaksın yani. Buna, “sendikasyon kredisi” deniyor. Hazinenize koyacaksınız. Hazinende atıyorum, ne kadar var? Altmış milyar dolar. Ha, işte o kadar para. Ancak bunu da bu parayı piyasaya sürdükten sonra, harcama yapamazsın. Hazinede bekleyecek. Tam bir yıl bekleyecek. Onun da faizini ödeyeceksin. İşte cebimizdeki paralar, sendikasyon yoluyla aldığımız kredilerin, hazinede sakladığımızın karşılığı olan paralardır. Çıkartın elinizi elli lira, yüz lira. Bu, o paranın tercümesidir, bize ait değildir. Yani aslı bunun dolardır. Aslı bunun eurodur. Hazineye ne koyduysak odur. Şimdi, biz diyoruz ki, iktisat kurallarına göre, Türk lirasını bağımsızlığına kavuşturacağız. Alnımızın terini, para olarak piyasaya süreceğiz. Var mısınız buna?
Milli Ekonomi Modeli Rusya’da Uygulanarak Putin’i Dünya Lideri Yaptı
Ve bakın arkadaşlar. Hani ben diyordum ya, “ben size vatandaşlık maaşı vereceğim. Ev hanımı maaşı vereceğim. Ev hanımlarına ayrıca vatandaşlık maaşı, 1000 Türk lirası vereceğim .” “Hocam nasıl vereceksin?” Bak nasıl vereceğim. Beni iyi dinleyin. Sevgili arkadaşlar, bizim yapacağımız iş, bir buçuk katrilyon bu yılın, gayri safi milli hasılası, en az yüzde otuz beş, onun karşılığında, para piyasaya konur. Ama biz otuz beş yıldan beri, bunun karşılığında parayı piyasaya koymadığımız için, çok alacağımız var. İlk yıl, bir buçuk katrilyon Türk lirası, devreye girecek. Bir buçuk katrilyon. Soruyorum. “Haydar hocanın veremeyeceği maaş olur mu? Var mı?” Sakın ha içinizden, şeytan bizim işlere fazla karışır. Yalancıları dinleyip de, moralinizi sakın ha bozmayın. Vallahi de yaparım, billahi de yaparım. Arkadaşlar ispatı var. Şu anda Rusya beni dinledi, Rusya'nın yirmi yıl evvelki halini biliyorsunuz. On beş yıl evvel, on yıl evvelki halini biliyorsunuz. Şu andaki halini biliyor musunuz? Putin dünyanın geçen yıl nesi oldu? Lideri oldu. Dünya birinci sınıf lideri oldu. Kimin sayesinde? Haydar hocanın sayesinde. Adam gizlemiyor bunu. Gizlemiyor bak.
Çok muhterem hocalarım da hep beraber. Biz, Moskova'ya gittik, devlet Duma’sında, yani devletinin meclisinde, biz bangır bangır Milli Ekonomi Modelini, Sayın Putin'e, vekillerine, danışmanlarına, iktisatçılarına, profesörlerine anlattık. Bizi dinledikten sonra baş danışmanını gönderdi Sayın Putin. “Ben bu sistemi baştan sona uygulayacağım” dedi ve uyguluyor şimdi. Lisiçkin sevgili dostum, arkadaşım, Kıbrıs'ta bize dedi ki, “Şimdi Milli Ekonomi Model’inin maddelerini biz maddeleştiriyoruz.” Yani ekonomi sistemini Milli Ekonomi Modeli yaptık. Yahu bizim güneş taa Moskova'yı aydınlatıyor da, niye size vurmuyor? Bunun sorumlusu ben miyim? Allah aşkına.
Gidiyorsun kimin peşine? Kılıçdaroğlu'nun. İlmimin zekâtı etmez. Kimin peşine gidiyorsun? Devlet Bahçeli'nin. Vallahi ilmimim sadakası etmez. Kimin peşine gidiyorsun? Başbakanın. O hiçbir şey etmez ya. Hodri Meydan, adamlarını alsınlar, istedikleri yerde, istedikleri kanalda, bu meseleleri tartışalım. Ama siz takım tutmaya devam edin. Edecek misiniz? Edecek misiniz? Yer gök inleyecek arkadaşlar. Ne demek bu ya? Perişan olduk, rezil olduk. Hem siyasette, hem iktisatta, hem ticarette, hem ülkeler arası münasebette, nedir bu dış siyasetimiz Allah aşkına? Nedir bu?
Adam elinde bir bayrak, ee “ben eş başkanıyım.” “Neyin?” “Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanıyım.” Neymiş o proje? İslam ülkelerinin işgali, Mısır'ın işgali. Şimdi diyor ki, “ Oo Mursi şöyle yaptılar”, ya senin projen bu ya. Bu senin projen. Allah'tan korkmaz. Yahu senin konuştuğunu kulağın duymuyor. Tunus'u perişan ettiniz. Libya'yı perişan ettiniz. Suriye'yi perişan ettiniz. Irak zaten belli. Geçenlerde Necef'e gittik, İmam-ı Ali Efendimiz'i ziyarete. Vallahi içler acısı. Çamurdan sokaklarda yürüyemiyorsun. İnsanlar perişan. Bitmişler. E bu ülkeleri bu hale siz getirdiniz yahu. Dua edelim Allah bizi bu musibetlerden muhafaza eylesin, korusun, kurtarsın. En son neyi demiştim ben? Yok, hepsini anlattık. Daha ne anlatacağız?
Şimdi arkadaşlar, bu mahalli seçimlerde bir karar verelim. Ben “sizin partileriniz kötüdür demiyorum.” “Ama bu partileriniz bu işi bilmez” diyorum. Gelin beni bir defa dinleyin. İlçemizde, beldemizde, vilayetimizde Bağımsız Türkiye Partisi Belediye Başkanlarımızı kazandıralım. Hep beraber hizmet görelim, yüzümüz de gülsün, gönlümüz de gülsün, karnımız doysun, sırtımız giysin, huzur içinde olalım diyorum arkadaşlar. Buna var mısınız? Sağ olun. Allah razı olsun. Allah hepinizi muvaffak eylesin. Yar ve yardımcımız olsun. Allah'a emanet olun. Sağ olun, var olun.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız