
Neler Okuyacaksınız
İnsan Hayatı Bir Boru mu?
Efendim bizi takip eden milletimize hürmet ve saygılarımı arz ederek sorunuza cevap vermek istiyorum. Siz de biliyorsunuz ki dünyanın neresinde olursanız olun, hayata geçirdiğiniz sistemin mutlak surette bir örneği olması lazım. Yani sistemler ne kadar mükemmel olursa olsun, onları hayatınızda uygulayacak insanların olması lazım. Aksi takdirde bu nizam ve kanunları uygulayacak insandan mahrum olursanız, o takdirde sistemlerin de hiç bir işe yaramadığını görürsünüz. Türkiye'nin uzun zamandan beri kendi örf, adet, geleneklerinden kaynaklanan hukuki yapısını biz maalesef terk ettik. Bununla da iş kalmadı. Bu terk ediş de çok uzun bir zaman, süreç içerisine yayıldı. Bununla da kalmadı. Bir de insanımızın kendi iç tabiatında oluşunu gerektiren, hani “yaratana hesap verme” diye bizim inancımızdan gelen bir ifade vardır. Bunu da unuttuk. Düşünebiliyor musunuz bir insan hudayinabit gibi bir hayat yaşıyor. Hayat mantığı, hayat mantalitesi evin mutfağında alıyor, affedersiniz tuvaletinde aldığını veriyor. Yani hayatı bir boru. Bu şekilde bir hayat tarzını insanımıza reva gördük. Yani onu ezel ve ebed çizgisi içerisinde kuşatan, murakabe, muhasebe, olgunlaştırma, kemale erdirme diye bizim bildiğimiz kendi inancımızdan, örfümüzden, adetlerimizden kaynaklanan böyle bir eğitimi, oluşumu insanımızda maalesef fazla gördük. Bunu da ondan aldık. Bu iktidar döneminde anlatmak istediğimiz mağduriyetin belki doruk noktasını yaşıyoruz. Sen öyle bir devlet bakanı karşında gör ki bu adam, ben bir dindarlık öğreten veya onu örnek olarak gösteren tarz değil, “din kültürü vereceğim” diyen, fantazik ne dediğini bilmeyen, bomboş kafasının içinde ne olduğu, güya felsefe yapan, hudayinabit bir mantık. Şu adamın veya bunun gibi olan insanların Türkiye'ye getirdiği bir anlayışla din kavranacak. Ve tabii bu insan helal, haramı düşünmesi mümkün değil ki. Şimdi sen ailede dini çocuğa öğretemiyorsun, gence veremiyorsun, herhangi bir kurumda da veremiyorsun. Zaten öyle bir sistematik yapıya kavuştuk ki sağ olsunlar, Kur'an kursuna gitmek için bu çocuğun bilmem kaç yaşına gelmesi lazım. Yani çocuk akıl baliğ olduktan bilmem kaç sene sonra. Efendim, ona da gitmesi o yaştan sonra mümkün değil. Yani dinini öğrenmesi, yaşaması için, artı bir de okullarda hiçbir şey buna vermiyorsun. “Din kültürü” adı altında bir tiyatro öğretiyorsun, oynuyorsun. Ondan sonra diyorsun bana ki, “hocam işte gasplar başladı, soygunlar başladı, şu başladı, bu başladı.” Ya sen şükret ki seni çalmıyorlar kardeşim. Samimi konuşuyorum. Yani bir insan ki nereden gelip gittiğini bilmiyor. Kime nasıl bir hesap vereceğinden haberi yok. Efendim, hani büyük bir zatın olması lazım. “Nereden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.” Adeta bu mantık içerisinde bir nesil yetiştiriyorsun. Ondan sonra duyuyorsun ki, “hocam bu manzara nedir?” Bu siyasilerimizin maalesef millete ikram ettiği bir faturadır. Bu bir.
Avrupa Birliği Uyum Yasaları Adı Altında Kontrolsüz Yetişen İnsanın Önü Açılıyor
İkincisi, “Avrupa Birliği uyum yasaları” adı altında bu iç oluşum, bu iç oluşumu sen vermiyorsun. İki, bu iç oluşumu kontrol ve murakabe edecek bir de siyasi iradenin ortaya koyacağı kanunlar vardır. Adam kendisine karşı bir tehdit unsurunun olduğunu müeyyide olarak görmesi gerekir. Neden ceza verilir ki? Bundan dolayı. Yoksa kanun koyucunun milletten intikam alma diye bir derdi mi var? Ama o değil. Onu görsün karşısında, işte “ben şu kadar hapis yatacağım, şu olacak, şu haklardan mağdur edileceğim.” Bunlar hatırına gelir, yapacağı yanlış işten elini çeker. Sen “Avrupa Birliği'nin uyum yasaları” adı altında bir de bunu ortadan kaldırıyorsun, kontrolsüz yetişen insanın önünü tamamen açıyorsun. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Ondan sonra ülke tabii bir kuşatma altında, işsizlik almış başını gidiyor. Bir de bu insana işsizlik elbisesini, açlık elbisesini sırtına giydiriyorsun. Ondan sonra soruyorsun ki “hocam nedir bu manzara?” Ne olacak kardeşim? Bunun olması çok tabii. Anlatabildik mi? Ama burada yapılması gereken ne? İsterseniz bunu bu programda değil, hakikaten enine boyuna tartışarak, zaten bu anlattığım şu üç mesele, Türkiye'nin akademisyenlerinin mutlak surette tartışıp ortaya koyması gerektiği, enine boyuna müzakere etmesi gerektiği konulardır. Alalım enine boyuna tartışalım ve ülkeyi bu badireden kurtaralım, insanımızı bu ahvalden kurtaralım. Ne layıktır, ne değildir, bunu anlatarak insanımızın hayırlı hizmetler görebilecek karaktere sahip olmasının nasıl olabileceğini ifade edelim diyorum efendim.
Medeniyetlerin Buluşması Hezeyan Sahibi İnsanların Görüşüdür
Şimdi efendim Avrupa Birliği'ne ben teşekkür edeceğim. İçindekini dışına vurdu. Yani bizim ne kadar doğru olduğumuzu milletimize de ifade etti. Ben yüce milletimin bu konularda kaç sene evvel olursa olsun söylediklerimizin yüzde yüz değil, yüzde bin doğru olduğunun altını çizmesini ve bu konuda da aslında yapılması gerekenlerin âcizane bu fakirin dediklerinin yerine gelmesi hususudur. Şimdi sen diyeceksin ki “Avrupa'nın medeniyeti ayrı kardeşim.” Avrupa'nın kültürü ayrı. Avrupa'nın dini ayrı. Avrupa'nın örfü ayrı. Avrupa'nın geleneği ayrı. Nesi varsa hiçbir şey seninle buluşmaz. Her şey de seninle taban tabana zıt ve seninle çakışır. Şimdi medeniyetler buluşması, bilmem neyin buluşması, kültürlerin buluşması bunlar saçma sapan ruh hastası adamları sözleridir. Hayatı tanımayan, insanlığı bilmeyen, insanlık tarihini hiç okumayan böyle hudayinabit, köşede kıyıda kalmış, kendi kendine felsefe yapan, hezeyan sahibi insanların görüşüdür. Bunu bir defa bilelim. Avrupa bu dediğinde samimidir ve doğrudur. Böyle de olması gerekir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Neden? Avrupa'nın bu dediği, şu andaki Avrupa Birliği Komisyonu'nun bu ifadesi, aslında bizim akaidimizle de tam manasıyla örtüşen bir görüştür. Başka bir şey değildir ki. Onlar farklı bir millettir, biz farklı bir milletiz. Biz 20 sene evvel de bunu diyorduk, bu sene de bunu, şimdi de bunu diyoruz. Şimdi 20 sene evvel, “hayır sen yanılıyorsun, sen komplo teorisi üretiyorsun” diyen adamı Avrupa şamar gibi cevap veriyor. “Beni sen, sen mi zannediyorsun? Ha sen ben olduysan ayrı” diyor. “Ayrı konu” diyor. “Ama Haydar Hoca benden değil” diyor. “Haydar Hoca gibi bir millet var” diyor. “Türk milleti var” diyor. “O benden hiç olmaz.” “Şimdi” diyor “sen Sevr’i kabul edeceksin.” Çok rahat bunu, efendim katliamları kabul edeceksin. Ermeni’ydi, Rum’du, vesaireydi. Bunlar çok tabii söylenmesi gereken, yapılması gereken şeylerdir ki Avrupa şu anda bunu yapıyor. Baktı ki biz bunlara ne dediysek bizim dediklerimizin hiçbirini almadı. Şimdi gelelim onların diliyle, yani Türkçe konuşalım. Şimdi Avrupa kendi dilini bıraktı, bizim dilimizle konuşuyor. Öz Türkçe. “Kafana akıl koy, ben seni bir millet olarak, Türk milleti olarak, bütün olarak kabul etmem.” Hadi senin özün budur. Bana daha ne soruyorsun ki, “ne diyorsun buna?” Adam diyeceğini diyor. Milletin bozulduğu yok. Bunlar yetiştirilmiş birtakım bozulmuş adamları, allem etmiş, kallem etmiş, birtakım yerlere getirmişler. Şimdi insanımızın alması gerektiği ders şu, “vayy biz böyle tanıdık ama meğer bu adam ajan çıkmış.” Anlatabildim mi? Ajanları tek tek cımbızla çeker gibi milletimizin ayıklaması lazım. Yapılacak olan iş odur. Anlaşıldı mı? Daha fazla söze gerek var mı bilemiyorum.
Annan Planı Türk Kesimini Asimile Etme, Azınlığa Düşürme Planıdır
Annan planının getirdiği ortada, oradaki Türk kesimi, asimile etmek bir, azınlığa düşürmek iki, soysuz, sopsuz, soytarı haline getirmek üç. Başka bir şey değildir. Annan planı orada vatanından etmektir, mağdur etmektir; toprağından, kimliğinden tamamen koparmaktır. Annan planını bir daha tekrar ısıtıp şu anda gündeme getirmeye çalışan kim olursa olsun, bir defa Kıbrıs konusunda samimi olamaz. Ya çok cahil bir insan olması lazım ki bu mümkün değildir. Veyahut da ikinci şık malumunuz, satana, edene, yok edene ne denirse onu demek lazım. Onu da bizim sözcüğümüzde dilerseniz kullanmayalım. Annan planı Kıbrıs'a hiçbir şey getirmez. Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde çok efendim, sabit hakları vardır. Bu haklar hiçbir konuda, hiçbir konumda tartışmaya açılamaz. Hayata geçmesi gereken politikalar, elde edilen hakları tekrar hayata kavuşturabilme en haklı davasıdır Türkiye'nin. Türk Devleti'nin, Kıbrıslının en haklı davasıdır. Bunu dünya kamuoyuna kabul ettirmesidir.
Türk hariciyesine düşen bu hakların kabul ettirilmesidir. “Uyum” adı altında Kıbrıs'ın satılması değildir. Şimdi siz büyüklerinizden şu sözü duymuş olmanız lazım. “Oğlum kendin kazanmadın ki bunun kıymetini bilesin. Har vurup harman savuruyorsun.” Tabii şu anda mevcut olan insanların, ne torunları, ne yakınları herhangi bir kara parçası için veyahut da bir vatan toprağı için feda-i canda bulunmadıkları için bu şekilde düşünebilirler. Ama 1571 yılından beri Kıbrıs Türk'ün vatanıdır. O gün bizim atalarımıza, “benim atamdır” diyen bugünkü nesil, onların soyundan olduğunu inkâr etmediği müddetçe Kıbrıs Türk'ün vatanıdır. Benim onlar dedemdir. Senin de dedendir. Fuat Bey'in de dedesidir, Ali Bey'in de dedesidir. Ama dedesi olmayanlar bize ait değildir diyebilirler. Olayın hülasası budur. Burası bize ait bir topraktır. Kim ne derse desin. İşte siyasilere düşen vazife, bu hakkı kamuoyunun, dünya kamuoyunun önüne hukuk olarak getirip takdim etmektir. Başka bir şey değildir. Yapılacak olan iş budur.
Türkiye, Güneydoğu Hadiselerinde Hep Amerika Projelerine Uygun Hareket Ediyor
Şimdi ben bu işin biraz evvelinden başlamak istiyorum. Türkiye, Güneydoğu'daki hadiselerin başladığı andan bu ana kadar Amerika projesini yerine getirmede maalesef ihmali olmayan bir devlet olarak karşımıza çıkıyor. Bendeniz o zaman bile Güneydoğu politikalarının netice vermeyeceğini, çok yanlış bir istikamette gidildiğini anlatmaya çalışırdım. Ki o zamanlar işte 1987'ler, 90'lar, 91'ler ne söylediklerimi gerekirse böyle yazılarımda da vardır. Kelime kelime ortaya koyabilirim. Hatta Türkiye'de bazı kurumlar bu meselenin konuşulmasının dahi doğru olmadığını ifade ettiği dönemler. Aynı oyun, yani şu anda Kuzey Irak'ta oynanan aynı oyun Güneydoğu'da oynandı. Neyle oynandı? ABD PKK'lıları destekledi, çeşitli köylere baskınlar yaptı, katliamlar işlendi, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hücum edildi. Bu olaylar o bölgenin insanına mal edilmeye çalışıldı. Bilmem anlatabiliyor muyum? Zaman içerisinde öyle bir psikoloji ortaya çıktı ki, “canım bu mu, bunun ölüsü dirisinden hayırlıdır” gibi adeta toplumu nefretle doldurabilen bir politika senelerce insanımıza aktarılmış oldu. Şimdi geldiğimiz noktada toplum yani o bölgeyle sanki Türkiye ayrı ayrı parçalarmış gibi telakki edilmeye başlandı. Hâlbuki o bölgenin insanında öz be öz bu vatanın evladıdır, biz de öz be öz bu vatanın evladıdır, biz kardeşiz. Bir bünyenin iki kolu gibi biri sağ koludur, biri sol koludur. Her ikimizin de kökü aynıdır. Gerek din bakımından, gerek ırk bakımından. Bu kadar bir olan, beraber olan bir bünyeyi maalesef bu kadar birbirine uzak düşürebilecek bir noktaya getirdiler. Ve çekiç gücü oraya getiren irade hangisi olursa olsun, “efendim ben bunu kabul etmiyorum, istemiyorum” ne kadar söylemiş olsa da bana göre tamamı suçludur. Hiçbiri masum değildir. Şu anda ekilen fitne tohumlarının bilakis elinde “süzgüsüz sulayıcılarındandır”.
Şimdi o bölgede de bir şey var. Efendim bir topluluk var, Türk topluluğu. Bunun şimdi Türk kamuoyu önünde gözden düşürülmesi lazım. Daha evvel sahip çıkılması gerekilen bu topluluk şimdi işte “bunlar öz be öz Türk'ün evladıdır, bu milletin bir parçasıdır” diyemememiz gerekmesi oradaki insanların çok ciddi yanlışlar yapmasına bağlı olması gerekiyor değil mi? İşte Türkmen başının söylediği de bu. Geliyor efendim okyanusun ötesinden adam giyiyor orada Türk elbisesini çıkıyor, etrafını tarıyor, hadiseleri provoke ediyor. Neymiş “orada bir terörist Türk var, Türkmen Türkü var. Bunlar zaten hep böyledir.” Bunu söyletmek ve Türkiye'den bunun desteğini koparmak. Ama Türk siyaseti bu oyuna geldiği takdirde hiçbir zaman bunun da hesabını veremez. Zaten Türk siyaseti şu ana kadar o bölgede işlediği cinayetlerle hesabı verilemeyecek. Adeta bu millete faturalar ödetti. Yanlış anlamayın. Yani millete ait yüzde yüz bir kara parçasının, bir vatan parçasının şu anda dava edilemez hale gelmesi adeta Türklerin bizzat tapulu arazisi olan bu efendim gayrimenkulün yani Kerkük'ün, Türk'ün vatanı olmasından çıkartılması bu siyasetin en büyük hayati hatasıdır. Eğer ikinci bir hatayı bu şekilde kabullenip, bu şekilde okyanus ötesinden gelenlere müsaade edilir ve onlara baş sallanır, cevap verilmezse samimi olarak konuşuyorum bunun vebalini ne dünyada ödeyebiliriz, ne de ahirette ödeyebiliriz. Ve bir gün hatırlarsanız biz derdik “bir Molla Kasım çıkar bunun hesabını sorar” hiç kimsenin bunda kuşkusu olmasın. Mutlaka bu kadar haksızlıkların hesabını soracak bir Molla Kasım çıkacaktır. Kimse bundan kuşku duymasın diyorum efendim.
Hocalı Katliamı Dünya Kamuoyunun Önüne Getirilirse, Ermeni Katliamı İddiası Suya Düşer
Şimdi tabi bizim siyasilerimizin iradeleri kendilerinde değil. Birisi düğmeye basıyor, konuşuyorlar. Birisi düğmeye basıyor, susuyorlar. Hocalı Katliam’ını eğer Türk siyaseti dünya kamuoyunun önüne getirirse bu sefer Ermeni katliamı Türkler tarafından yapıldığı iddiası suya düşer. O konuşulmaması lazım ki yani Hocalı Katliam’ı konuşulmaması lazım ki bu taraftan bu efendim gündem edilebilsin. Tamamen burada Türk siyaseti bir zafiyet içerisindedir. Bizim bu konuda gerek tarihi olarak elimizde çok ciddi vesikalarımız olduğu gibi işte Hocalı Katliamları gibi Ermenilerin yaptığı zulümleri ortaya koyabilecek efendim delillerimiz de vardır. Bunları şu anda siyasetin dünya kamuoyunun önüne taşıması lazım. Geliyor diyorum efendim.
Kredi Kartları Plastik Para Cinsinden Olan Bir Paradır
Bu defa yani plastik para dediğimiz şeyin devreden kalkması lazım. Yani bunların olmaması muhaldi. Olmaması anormal olması lazım. “Neden?” diyeceksin. Siz mevcut olan paranın yerine kalkıyorsunuz olmadığı için plastik parayı basıyorsunuz. İşte bu kredi kartları da bu plastik para cinsinden olan paradır. Çekti, senetti bunlar da “plastik para” adında ekonomi kuralları ile zikredilen para nevindendir. Şimdi bu aslında olması gereken paradır. Ama bu para piyasada olmadığı için işte faizli sistemlerde bu paralar iş görürler. Ne yaparsın? Para olmadığı için işte bu plastik parayı faizde kullanırsın. Kim sana bu parayı kullandırıyor ise, kullandığınız zaman sürecinin sonunda üzerinize düşen faiz yükü ile sizi sömürürler. Aslında bu bir sömürü kanalıdır. Efendim iktidarların buna müsaade etmemesi gerekir. Paranın piyasada dolaşım hızını siz kabul edelim ki 1'e 10 asgari olarak düşünürseniz işte 64 katrilyon limiti olan bu plastik paranın onda biri 6 katrilyon civarında bir para eder. Yani bu kadar parayla devlet bu kullanım sahasına, vatandaşın kullandığı bu sahaya inerse bir tek kuruş faiz vermeden vatandaş bu kadar yükten kurtulmuş olur. Yani yılda kaç para faiz ödüyordu vatandaş bu yükten kurtulmuş olacak. Ama bunu yapacak olan irade siyasi iradedir. Yani senin benim bunu yapmam mümkün değildir. Şimdi devlet bu sahadan elini çekince, parayı çekince vergi yoluyla beraber şu veya bu yolla beraber emince bu sahada parasız kalıyor. “Denize düşen yılana sarılır” hesabı o da gidiyor bankaya, işte bu plastik paraya sarılıyor. Onunla beraber zannediyor ki bu böyle kullanılacak zamanı gelecek hiç ödenmeyecek. Ama bir de vakti doluyor ki “Eyvah! Ne yapmışız.” Eli böğründe hadise-i seyirden başka bir şey yapamıyor. Ona ayıktıracak olan da siyasi iradedir. Ona bu konuda bilgi verip ve de efendim imkân sahibi yapacak olanda yine siyasi iradedir. Yani plastik para devreden çıkacak hakiki para devreye girecek efendim vatandaşın zararına kesinlikle mani olur. Olmasa ne olacak? İşte bankalarda oturduğu yerden vatandaşın sırtından yüzde 200'e varan faiz nitelikli para kazanmış olacak diyorum efendim. Olay budur.
Bunu biz çok anlatmıştık yine de bu vesileyle izah edelim. Milli Ekonomi Modeli devreye girmeden hiçbir siyasi parti veya ekonomist bu işi düzeltmesi bunun altından çıkması mümkün değildir. Milli Ekonomi Modeli’yle beraber emisyon genişleyecek, vatandaşın ihtiyacı olan para vatandaşın yani tüketicinin eline gelecek faizsiz o da cebindeki parayı rahatlıkla harcayacak ve sana bana dua edecek. Olay budur.
Milli Ekonomi Modeli Olmadan Milletimizin İki Yakası Bir Araya Gelmez
Bunun karşılaştırmasına gerek yok. Hüküm ortada. Yani bunlar tefeciden, soyguncudan, şundan bundan bir tek kuruş vergi almazken ama diğer taraftan mahdut gelirli vatandaşımızı kanına emercesine elinde ne varsa bunu alıyor. Sadece o değil ki peşin vergiler değil ki işte tabela vergisiydi. Şimdi efendim envanter çıkartılacaklar köylüye yani tarım kesimi bölgesine. Yani bu nedir? İşte tavuk vergisi alacak, inek vergisi alacak, bilmem şu vergi, bu vergi alacak. Bu, milletimizin bunları görmesi; bu sistem aslında çok yanlış, batıl bir sistem. Şimdi bu arkadaşlar geldiler bu sistemi uygularken bu yanlışlıklara düştüler. Biz zannediyoruz ki A partisi geldi bunu uyguladı yapamadı da, B partisi bu sistemi daha iyi uygular. Yanlış. Hatırlarsanız bendeniz Sayın Bülent Bey'in başbakanlığı döneminde ortaya koyduğu efendim bir proje vardı, program vardı. Bu programla beraber “hiçbir zaman enflasyon aşağı düşmez” demişti. Yani program bu. O zaman yine hatırlarsanız bütün ekonomistler, iş adamları hatta sendikacılar “düşer” demişti. Sonunda bizim dediğimiz oluyor. Bu program üzerinde efendim “belki uygulayanlar yanlış uyguladı” diye Amerika'dan bir tane derviş isminde bir arkadaşımızı getiriyorlar. Diyorlar ki “bu programın özünü Türkiye'de olan arkadaşlar bilmediği için tam uygulayamadı. Onun için netice alınamadı. Şimdi tam mektebinde okuyan, orada yetişen gelsin bunu yapsın. Bundan iyi bir netice alalım.” O zaman da hatırlarsanız “hayır derviş değil, kim gelirse gelsin bundan netice alamaz” demiştik. Ve Derviş de netice alamadı. Şimdi bu da aynen onun gibi. Şimdi bu sistemler yanlış. Bu sistemler işi bitti. Bu sistemler tıkandılar. Yeni bir modeli, yeni bir sistemi geçmek lazım. Biz o bakımdan “Milli Ekonomi Modeli” diye ısrar ediyoruz. Milli Ekonomi Modeli olmadan bu vatandaşın, milletimizin iki yakasının bir araya gelmesi mümkün değil. Bak biz ne diyoruz bu modelde? Tüketen kesim mutlaka doyması lazım. Onun doyması içinde ne olması gerekiyor? Karısının cebine para girmesi lazım. Çocuğunun cebine para girmesi lazım. Dedesinin cebine para girmesi lazım. Çalışanın cebine para girmesi lazım. Sanayicinin, tarım kesiminin yani hiçbir kesim kalmayacak ki parasız olsun. Hepsi paralı olacak. Ha o takdirde ne olmuş olacak? Millet pazara gittiği zaman gözü açık istediği mamulü alabilecek. O mamulü ona satan efendim iş adamı kim ise o da bunun imalatını veya pazarlaması için yapılması gerekenleri yapacak ve emme basma tulumba gibi bu çark dönmeye başlayacak. Şimdi sen tüketiciyi terk ediyorsun. Yani tüketiciden her türlü vergiyi almakla efendim şu veya bu envanter bilmem nesine tabi tutmakla her türlü elindeki imkanları alıyorsun, ondan sonra da piyasaya iniyorsun. “Yahu baksana” diyorsun “yaprak sallanmıyor.” Oğlum ne yaprağı sallanacak? Milletin yaprak sallamaya nefesi mi kaldı? Ha? Cebinde ne kaldı? Hiçbir şey kalmadı. Ha bunlar bu politikalar çok yanlış. Bunlardan artık dünya yakasını silkmeye başladı. Liberal soyguncu politikalardan. Haa tek çıkar yol Milli Ekonomi Modeli’dir. Bizi takip edenler bunun dışında bir çıkışın olmadığına inanacak. Hep beraber el ele vereceğiz. Milletimizi bu zulümden, bu işkenceden kurtaracağız. Bizim senelerden beri anlatmaya çalıştığımız budur. Ama milletimiz yeise kapılmasın. Direncini korusun. Yeter ki beraber olalım diyorum efendim. Bizi takip eden kardeşlerime saygılarımı, hürmetlerimi arz ediyorum efendim.
Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız