info@profdrhaydarbasenstitusu.org

6 .Ehl-i Beyt Sempozyumu - Berlin - Almanya / Kasım 2012
02/10/2025 DİNİ YAŞAM 4

    Neler Okuyacaksınız

Bu mümtaz kadronun takdim ettiği Ehl-i Beyt Programını, 10 Muharrem günü İmam Ali'nin oğlu Hazreti Hüseyin'in şehadetini, Kerbelâ faciasını hep beraber dinledik, takip ediyoruz. Burada olmadığım süre içerisinde televizyon ekranlarından konuşmaları takip ettim. Çok istifade ettim. Evvela konuşan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Saniyen kıymetli basın yayın organı mensuplarına, yani gazeteci kardeşlerime saygılarımı, hürmetlerimi arz ediyorum. Gençler fevkalade bir disiplinle burada hizmet ediyor, onlara teşekkür ediyorum. Sizlere de hürmetlerimi arz ediyorum efendim.

İftira ile Bölünen Toplumu Biz Hamur Olup Buluşturup, Barıştıracağız

Ehl-i Beyt konusunu son zamanda bendeniz gündem ettim. Bunun sebebi de siyasete girdikten sonra ben açık konuşayım, Sünni bir zatım ve bu konuda da yetişmiş bir insanım. Yani bir din âlimiyim, İslam felsefesi dalında doktoram var ve de şarkiyat profesörüyüm. Ciddi araştırmalarım vardır, sadece ekonomide değil sosyal konularda da Türkiye'de ve dünyada ilim adına söz sahibiyim efendim. Ancak siyasete girdik. Siyaset hiç bizim bildiğimiz cinsten bir yol değil. İnsanlara nasıl ulaşacağız, bizim Alevilikle uzaktan yakından benim şahsen bir alakam, ilgim yok. Ama demokrasi gereği bu insanlarında oyunu alacağız. “lütfen” dedim, “Alevi Dedeleri ile bir tanış. İnsanların ne istediğini, ne yapmak istediklerini, hukuki olarak biz bunlara hangi imkânları temin edebileceğimizi öğrenelim ve çalışma programımıza bunu alalım.” Bunun üzerine Hatay’a gitti. “Hasan Hüseyin Dede” isminde bir yaşlı bir ağabeyle şu anda 82 veya 83 yaşında olması lazım. Onunla tanıştı. Üç gün bir arada kaldılar. Ben üçüncü gün bir telefon açtım. Dedim “nasıl insanlar” dedim. Evvela bana “bunları bir insan olarak bir tarif et” dedim. “Lütfen” dedim. Dedi, “hocam” dedi “bize Alevileri çok yanlış tanıttılar. İnsanlık bunlarda, medeniyet bunlarda, ahlak bunlarda, fazilet bunlarda.” Ben de “deme ya” dedim. “Biz bu kadar mı yani yanıldık?” Şimdi birbirinden bir şeyi kaçırmaya gerek yok. Bizde denirdi ki, “Alevi mi? Kestiği yenmez.” Temiz değildir, o değildir, bu değildir. Müthiş bir şartlanma vardı. Dedim “Hasan Hüseyin Dedeme hürmetlerimi bildir. En yakın zamanda onu ziyaret edeceğim. Bizim Hacı Hanımla” dedim. O da ona bildirdi. “Başım gözüm üstüne bekliyorum” dedi. Ve takriben bir veya bir buçuk ay sonra Hasan Hüseyin Dede’ye 81 yılıydı değil mi? 81 yılı, affedersin, 2001 yılında Hasan Hüseyin Dede’ye gittik. Gittik yaşlı, çok efendi bir insan. Hanımı Arap kültürüyle büyümüş. O adetlere aşina. Bizim Hacı Hanım da onu görünce “kendimi” diyor “Arafat'ta zannettim.” Tabii onlar çok, gönülde çok ileri gittiler. Ben de bu esnada öğle namazını kılmamıştım. Dedim “abdest alıp da bir namaz kılayım.” Hemen müsait bir yere getirdiler. Orada işte abdestimi aldım. Olduğumuz yerde hem ev aynı zamanda Cemevi. Ben Cemevi’nde namaz kıldım. Öğle namazını kıldım. Şimdi evin aile efradı yani Hasan Hüseyin Dede’nin hanımı, kızları, torunları öyle bize hürmetkâr, öyle bir saygılı ki anlatmam mümkün değil. Namazı kıldık. Onlar bizden, biz onlardan ilk görüşte adeta âşık maşukuna kavuştu havası. Bu samimi konuşuyorum. Fevkalade bir duygu seli yaşadık. Yani ben neticede erkeğim, ağlayacağım, kendimi zor tutuyorum. Böyle bir şey olamaz ki. Sen bir aileye gidiyorsun, bu kadar seni sıcak karşılayacak. Sonra bu da tiyatro olamaz, yani gösteriş olamaz. Yani bu gönülden gelen bir sevda, bunu yaşıyorsun. Neyse o gün yirmiye yakın dede bizim gelmemizi istikbal etti. Yani beni karşıladılar. Oturduk, mükellef bir sofra hazırladılar. Yemeğimizi yedik, sohbetimizi yaptık ve kalktık. Ben arkadaşların görüşlerini dinledim. Dedim, “ne anladınız” dedim. “Buradan siz ne anladınız?” Biz geldik işte. “Nedir, ne değildir?” diye. “Ben” dedim “çok büyük bir inkılap geçiriyorum, devrim yaşıyorum.” Baktım bütün arkadaşlarımın duygusu aynen benim gibi. “Hocam kendi evimiz gibi. Başka bir şey yani hissetmedik yani. Çok yakınlık duyduk, yaşadık.” “Ben zaten” dedi, bunu anlatmaya çalıştım size” dedi. “Yani insanlık gerçekten burada; medeniyet bunlarda, kültür bunlarda, muhabbet bunlarda, fazilet bunlarda.” “O zaman” dedim, orada tanıştığımız “Muhammed Dede” isminde yaşlı bir ağabey ömrünü şoförlükle geçirmiş. Efendim emekliye ayrılmış tonton bir ağabey. Allah selametini versin. Dedim “o zaman Muhammed Dede’ye de gidelim. Muhammed Dede’yi de ziyaret edelim.” Çünkü o bizi onurlandırdı, geldi. Yani çocuk gibi bize hizmet ediyorlar. Arkadaşlar hakikaten böyle bir şey olamaz. Bir insan bu kadar rol yapamaz. Hiç mümkün değil. Yani yürekten olduğunu ben yaşadım orada. Neyse çok zaman geçmeden Muhammed Dede’yi ziyaret etmek üzere tekrar Hatay'a gittik. Muhammed Dede’nin köyüne vardık. Yanılmıyorsam ikindi namazı vakti. Ben dedim ki “bir abdest alacağım, namaz kılacağım.” Hemen oğlu önüme geçti. Nasıl ama gelinleri, torunları bana hep hazır ol vaziyetinde hizmet ediyorlar. Yani böyle bir şey ben Sünni’yim, böyle görmedim. Açık ve net konuşuyorum. Abdestimi aldım, bir odaya girdim. Koskocaman bir Beytullah, sol tarafta Ravza-i Mutahhara. Allah Allah! Ya bunlar hani, bunların kıblesi yoktu. “Arkadaşlar bir millet ancak bu kadar kandırılabilir. Ancak bu kadar döndürülebilir”, dedim. Oradan çıktık tabi arkadaşlarla tekrar değerlendirme. Ben her insanın görüşünü alan biriyim. Kendi kafama bir iş yaptığım vaki değildir sorabilirsiniz. Herkesi dinlerim. Dedim “arkadaşlar müthiş bir iftira ile bu toplumu böldüler. Biz inşallah bunun hamuru olup bunu buluşturacağız, barıştıracağız.” Hakikaten diyeceksiniz ki “çok muhteşem eserler.” Müslümanların gönüllerini biz onların bakışlarıyla eserlere yansıtmaya çalıştık. Ve İmam-ı Ali'yi önce kaleme aldık. Hasan Hüseyin Dede'ye manen onu ben atfettim yani. Hasan Hüseyin Dede'nin ruhaniyetiyle. Allah ondan razı olsun, çok inançlı bir insan. Çok ciddi sohbetlerimiz oldu. 
Yine bir gün Hatay ziyaretimde bir yere gitmemiz gerekti. Yolda namaz vakti girdi. Dedik “ya namaz kılalım.” Hemen caddenin kenarına çekildi. Takriben 100 metreden karelik çok güzel bir cami. İçeriye girdik namazda “çıkıyoruz” dediler. “Hocam bu camiyi kim yaptırdı biliyor musun?” “Ya ben müneccim miyim, nereden bileceğim?” “Bu cami Hasan Hüseyin Dede yaptırdı.” Allah Allah! 


Ehl-i Beyt Üniversitesi Kurmaya Size Söz Veriyorum

Şimdi arkadaşlar ondan sonra ben partinin programını, bizim Bağımsız Türkiye Partisi'nin programını mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Yeniden ele aldım. İmam Hatip okullarına karşılık dedeler ne istiyorsa ona ait bir efendim maarifimizin yani Milli Eğitim’imizin kabul edeceği orta dereceli bir okul. İlahiyat fakültesinin karşılığında bir üniversite fakültesi, artı yetmiyor, Kur’an kurslarının yerini görecek bir kurs; ama hakikaten Aleviliği öğretecek. “Nedir? Ne değildir? Akaidi? İlmihali? Vesairesi nedir?”, bunları tek tek programıma aldım. Allah nasip eder inşallah hep beraber yaşarız, Ehl-i Beyt Üniversitesi kurmayı da size söz veriyorum. Tabi buradan hareket edince yaşananların, iftiraların, yalanların boyutlarını az çok tahmin ediyorsunuz. “Biz bunları nasıl telafi edeceğiz? Nasıl izale edeceğiz?” bunlara işte eğildik.


Esat Hz. Hüseyin'in Rolündedir 

İlk eserimizi verdikten sonra dedim ki, bu esnada da Suriye'de birtakım gitgeller olmaya başladı. Suriye üzerinde hesaplar, efendim, “orada Şiiler söz sahibi, Şiiler iktidar sahibi; Sünnilere zulmediyorlar, onları katlediyorlar” vesaire gibi propagandalar yapılmaya başlandı dönemin ilk aşaması. Biz tabii bu öngörüyle olaya baktığımız için geçmişteki olaylardan oranın nereye varabileceğini az çok tahmin ettik. Yani bugün gelinen noktayı bendeniz o gün gördüm, arkadaşlarıma söyledim: “Suriye'de korkunç projeler hayata geçirilecek, birçok Kerbelâlar yaşanacak, hepsi de Esat'a mal edilecek. Ama Esat mazlum Hüseyin rolünde olacak, bunu hiç unutmayın. Esat şu anda Hz. Hüseyin'in rolünde, bunu hiç unutmayın arkadaşlar. Ve Hz. Hüseyin'in kahramanlık rolüne soyunanlar da Yezid rolündedir.” Türkiye’dekiler başta olmak üzere. Size soruyorum: Esat'ın iktidardan gitmesini kim istiyor? Amerika Birleşik Devletleri. Kim istiyor? İsrail istiyor. Eğer Esat Amerika'ya “evet” deseydi, İsrail'e “evet” deseydi bu belalar başına gelecek miydi? Gelmeyecekti. O halde ölçü ortada sevgili arkadaşlar. Ölçü onlara karşı dimdik durduğu için “Sen bize nasıl karşı durabilirsin?” İsrail diyor ki: “O topraklar bize ait. Güneydoğu da içinde olmak şartıyla sen orada bulunamazsın. Hizbullah’a destek veriyorsun, Hizbullah bizim başımızın belası kesiliyor. Filistinlilere destek veriyorsun, bizim başımızın belası kesiliyor.” Bak, Filistin’de mağduriyet son derece ileri gittiği noktada herkes “Esat, Esat!” diye bağırdı. Duydunuz bunu, değil mi? Duydunuz mu? Sesiniz gelmiyor. Ben gördüm, televizyon ekranlarında yaşadım. Demek ki Filistin’in  arkasındaki güç Esat’mış. Onun için İsrail’in baş düşmanı olarak ilan edildi. Şimdi Filistin’in dostu kim? Tayyip. Doğru mu? Tiyatro oynadı. Az evvel hocam burada anlaşmalardan bahsetti. Ben biraz daha ötesine gideyim. Onun hocasının dönemini iyi bilirim, 3 yıl beraber kaldık.


Türkiye’de İlk Defa Kürtçülüğü Başlatan Adamdır

Sevgili arkadaşlar, Türkiye’de ilk defa Kürtçülüğü başlatan adamdırlar. Kürtçülük davası Türkiye’de yoktur. “İnnemel mü’minûne ihvetün” “Mümin, Müslümanın Müslüman kardeşidir.” (Hucurat Suresi, 10. Ayet)  O bölgeyle, doğunun batıyla, batının güneyle, kuzeyle hiçbir problemi insan olarak yoktur. Hepsi kardeştir. O gün nifak tohumları atıldı sevgili arkadaşlar, o günden bugüne bu tohumlar devam ediyor. Şimdi adam ne diyor? “Ee, ben İsrail’e karşıyım. Filistin’i nasıl bombalarsın?” Madem sen İsrail’in yanında değil karşısındasın, askeri eğitim anlaşmasını senin büyüğün yaptı. Başbakanlığı döneminde o imzaladı, öyle değil mi? Evet. Peki, bu askeri eğitim anlaşmasında ne oldu? İsrail’in pilotları geldi, Konya Ovası’nda talim yaptılar, terbiye yaptılar, eğitim yaptılar, uçuş yapıyorlar. Hâlâ bu anlaşma devam ediyor. Niye kesmiyorsun bunu? Hani İsrail’e karşıydın sen? Yalan. Yetmiyor, yetmiyor arkadaşlar. Senin eğittiğin adamlar Filistin’i bombardıman ediyor, oradaki  Müslümanları katlediyor. Niye bunu konuşmuyorsun, niye söylemiyorsun? Sevgili  arkadaşlar, yetmedi, istihbarat anlaşması onun döneminde yapıldı. İstihbarat anlaşması… Yani bizim sırlarımız önce MOSSAD’a gidiyor, MOSSAD bunları harmanlıyor, Türkiye’ye bildiriyor. Onun için de görüyorsunuz, verdikleri istihbarat raporlarında “Türk vatandaşını gidip bombardımanla yok ediyoruz.” Öyle olmuyor mu? Bütün bu oyunlar onlar tarafından yapıldığı hâlde sen bu anlaşmayı niye feshetmiyorsun Sayın Başbakan? Bunun hesabını ver bakayım, niye yapmıyorsun? Boş konuşma zamanı geçmiştir, onlara hesap sormak sizin vazifenizdir. Yeminle konuşuyorum. Şayet bu hesabı onlara sormaz da “Aferin, güzel yapıyorsunuz” derseniz, Hazreti Hüseyin’e, Ömer bin Sad’ın attığı ok gibi ok atmış olacaksınız. Hiç unutmayın bunu. Bunları iyi tanıyacaksınız. Sen hep Yahudi’den cesaret madalyası alacaksın, ödülü alacaksın. Yahudi kim? İsrailli. Ondan bu ödülü alacaksın, ondan sonra çıkıp “One minute, bir dakika beyefendi” diyeceksin. Git oradan be! Çocuk mu kandırıyorsun? Sevgili arkadaşlar, bizim yumuşak karnımızdan bizi vuruyorlar. Onun için ayık olmamız lazım. Ayıkmazsak ne olur? Kaybeden, inkâr edenler olur, inananlar mutlaka galip gelecektir. Allah’ın inananlar üzerine zaferi mutlak ve kesindir, kuşkunuz olmasın. 

Ehl-i Beyt, Müslümanların Öz Ailesidir

İşte, biraz da Ehl-i Beyt’ten dem vurmak üzere, “Kimdir? Nedir? Ne değildir?”, ona gireceğim. Ehl-i Beyt, arkadaşlar, Müslümanların öz ailesidir. Olması gereken, Allah’ın ve Resulünün tavsiye ettiği, Allah’ın sevdiği, Peygamber’in kucaklayıp gönlüne bastığı ailenin adıdır. Kimdir bu? Başta Allah sevgilisi; iki, Hz. Fatıma Anamız; üç, İmam Ali Efendimiz. Ehl-i Beyt’te sıralamayı biliyor musunuz? Başta Ali değil, Hz. Fatıma’dır. Hz. Fatıma’dır, Hz. Ali’dir, Hz. Hasan’dır, Hz. Hüseyin’dir. “Hamse-i Âl-i Abâ” denir. Allah sevgilisi çıkıyor, onları davet ediyor. İmam Ali geliyor, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin; abasının altına alıyor: “Ya Rabbi” diyor, “bunlara sen merhamet eyle, benim sevdiğim gibi bunları sev ve onları ümmeti Muhammed’e, benim ümmetime şefaatçi kıl.” Ve Allah onun duasını kabul ediyor. Ümmet içerisinde şefaati mutlak olan ekibin adına ne denir? “Ehl-i Beyt” denir. Sahabeler mukaddestir, muazzezdir, başımızın tacıdır; ama bunların da tacı Ehl-i Beyt’tir. Kimmiş bunlar? Hz. Fatıma, İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin. Bunu çok iyi bilelim. Aleyhisselâm Efendimiz: “Ehl-i Beyt, Nuh’un gemisi gibidir. Kim bu gemiye binerse kurtuluşa erer, kim binmedi helak olup gider.” Onun için “Ya ben bunları kabul etmiyorum, bunlar nedir?” şeklinde bir şekvaya düşerseniz, zarar eden Allah korusun sizler, bizler oluruz. Ehl-i Beyt, Kur’an’ın bize tavsiye ettiği, “beraber olmamız gerektiği” diye ifade ettiği insanlar. Esteuzubillah, “innema yuridullahu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathira." “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizleri tertemiz yapmak ister.” (Azhap Suresi, 33. Ayet) Ümmet içerisinde en temiz kimdir? Kimdir? Korkuyorsunuz ya, buradayız, endişe etmeyin. Ehl-i Beyt’tir. Tertemiz olan Ehl-i Beyt’tir. Daha kimdir? O yolda gidenlerdir. İki, ayet-i kerime, bu ayet, arkadaşlar, Ahzâb Sûresi 33. Ayet. “Kul la es'elukum aleyhi ecren illel meveddete fil kurba ve men yakterif haseneten nezid lehu fiha husna, innellahe gafurun şekur.”(Şura Suresi, 23. Ayet) De ki “Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.” Allah'ın sevgilisi dini getirdi, tebliğ etti, bu kadar zorluklar çekti. Ne diyor? “Akrabalık sevgisini istiyorum, onlara karşı onları sevmenizi istiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla Allah verir. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” Ha, kim Ehl-i Beyt’i severse o sevgisine mukabil de Cenâb-ı Hak onun karşılığını verendir. Mübahale ayet-i kerimesi: “Fe men hacceke fihi min ba'di ma caeke minel ilmi fe kul tealev ned'u ebnaena ve ebnaekum ve nisaena ve nisaekum ve enfusena ve enfusekum summe nebtehil fe nec'al la'netallahi alel kazibin”  Sadakallâhu’l-azîm. (Ali İmran Suresi, 61. Ayet) “Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: ‘Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere siz kendi çocuklarınızı, biz kendi çocuklarımızı; siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım. Sonra da dua edelim de Allah’tan yalancıların üzerine lanet olsun.’” Bu ayet-i kerime geliyor. Olayın aslı: Necran Hristiyanlarına Aleyhisselâm Efendimiz İslâm’ı tebliğ ediyor. Onlar da diyorlar ki: “Ya Muhammed, biz de sizler gibi Müslümanız, bizimle uğraşmayın.” Bunun üzerine Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz: “Siz üç sebepten dolayı hidayette değilsiniz: Bir, domuz eti yiyorsunuz. İki, haça tapıyorsunuz. Üç, Hazreti İsa’ya “Allah’ın oğlu” diyorsunuz. Bunlardan dolayı hidayette değilsiniz.” İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime geliyor: “Oğullarımızla oğullarınızı, kadınlarımızla kadınlarınızı, nefsimizle nefsinizi alın, gelin, Allah’ın adına lanetleşelim.”  “Tamam” diyorlar, anlaşıyorlar. Lanetleşecekleri meydana geldiklerinde bakıyor Necranlılar ki, onların din âlimleri, ulemaları: “Vay, bu insanlar insanlardan farklı.” Hemen oranın fertlerini, ahfadını topluyorlar, diyorlar ki: “Bu insanlarla sakın lanetleşmeye girmeyin. Yemin ederiz ki eğer bunlar sizlerle birlikte lanetleşirse kökünüz kurur, helak olursunuz.” Bunun üzerine yaptıkları anlaşmanın yanlış olduğunu anlıyorlar. Peygamber Aleyhisselâm’a gelerek: “Ya Muhammed, biz seninle burada ahitleşmeyeceğiz, yeminleşmeyeceğiz. Senin dediklerini de kabul etmiyoruz ama cizye vererek biz buradan ayrılmak istiyoruz.” Peygamber Aleyhisselâm Efendimiz’e cizye vermek üzere ayrılıp gidiyorlar.  İşte o meydana gelen, o meydana gelen, Ehl-i Beyt kim bu? Hazreti Fatıma. Kim bu? İmam Ali. Kim bu?  Hazreti Hasan. Kim bu? Hazreti Hüseyin. En önde de dedeleri Hazreti Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem. İşte Ehl-i Beyt bu. Bu Ehl-i Beyt İslâm’ın mührüdür sevgili arkadaşlar. İmam Ali burada Peygamber’den sonra olan halifenin adıdır. 

Ehl-i Beyt, Kur’an’ın Canlı Örnekleridir

Burada konuşmacı arkadaşlarımdan birisi, Allah razı olsun, Gadir Hum olayıyla “Peygamber Aleyhisselâm Efendimiz’in İmam Ali’yi yerine halife bıraktığını” ifade ettiler. Ben birazdan onlara az da olsa gireceğim.  Ancak oraya geçmeden evvel bu ayetleri bitirdikten sonra, bu Ebrâr ayetlerinden sadece bir tane okuyayım çok var çünkü. Aşağı yukarı on, on beş tane sadece Ehl-i Beyt hakkında ayet var. “İnnel ebrara yeşrebune min ke'sin kane mizacuha kafura.” (İnsan Suresi, 5. Ayet) “İyiler ise, kâfur katılmış bir kadehten cennette şarap içerler.” Kimmiş bunlar? Kim? Ehl-i Beyt. Daha birçok ayet art arda geliyor. Demek ki Ehl-i Beyt, Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın sevmemizi bize beyan ettiği, daha doğrusu emrettiği, beraber olmamızı gerektirdiği mübarek eşhasın adıdır. Allah bu insanların şefaatinden mahrum eylemesin. Ve Hz. Hüseyin de bu Ehl-i Beyt’in son halkasıdır: Hz. Hasan, Hz. Ali, Allah Resulü Hz. Muhammed Aleyhisselâm ve Hz. Fatıma Anamız. İşte bu aile, İslâm’ın örnek olarak bir insanın “Kur’an’ı nasıl yaşayacağım?” sorusuna vereceği cevap: “Ehl-i Beyt’in yaşantısıdır.”  “Size iki emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı Kur’an, diğeri benim Ehl-i Beyt’imdir.” Yani “Kur’an’ı biz nasıl yaşayacağız?” “Ehl-i Beyt’ten, Muhammed Aleyhisselam’dan gördüğümüz gibi.” “Namazı nasıl kılacağım?” “Ben nasıl kılıyorsam, benden nasıl görüyorsanız o şekilde…” Ha, onu göremedin, kimi gördün? Hz. Fâtıma’yı; aynen Muhammed’i görmüş gibisin. Kimi gördün? Muhammed’i göremedin, Hz. Ali’yi; aynen Muhammed’i görmüş gibisin. Hz. Hasan’ı gördün, aynen Peygamber’i görmüş gibisin. İşte onlar nedir? Bu anlattıklarımdan çıkan sonuç: Kur’an’ın canlı örnekleridir.
Kur’an-ı Kerîm’in mücerret ayetleri var, bir de müşahhas örnekleri var. Mücerret ayetler; Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerîm’de, Esteuzubillah: “Ve ayetun lehumul ardul meyteh, ahyeynaha ve ahrecna minha habben fe minhu ye'kulun.” (Yasin Suresi, 33. Ayet) “Ve cealna fiha cennatin min nahilin ilâhi’l-ilâhî  .” (Yasin Suresi, 34. Ayet)  Allah yeryüzünü anlatıyor, semayı anlatıyor; bunlar birer tane delil. Ama asıl delil ne? O canlı Kur’an: Ehl-i Beyt. Kim bu? İmam Ali. Kim bu? Hz. Fâtıma. Kim bu? Hz. Hasan. Kim bu? Hz. Hüseyin.  Şimdi Hz. Hüseyin’in ölçüsüne uymayan, “Allah’ın sevgilisinin ölçüsüne, Kur’an’ın ölçüsüne uymadı” demektir. Daha, Hz. Hüseyin’in ölçüsüne uymayan, o mikyaslar içerisinde Müslüman olmayan, Allah’a ters düşen insandır. İşte “benim aklım bunu diyor.” Sen bundan anlamazsın. Burada bu sözü söylediğin zaman Allah korusun din dairesinin dışına çıkarsın.
Benim esasen saygı duyduğum, hürmet ettiğim adamlar var; baktım ki bunlar hiçbir şeymiş ya, hiçbir şeymiş! Yazdıkları kitapları okudum. Hiç araştırmadan, tetkik etmeden kalkıyorlar, efendim, ahkâm kesiyorlar. Hadi oradan terbiyesiz! Sen kim, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin kim? Allah senin belanı verdi, verecek. Sevgili arkadaşlar, ben bilerek konuşuyorum, yanlış anlamayın. Bildiklerimi konuşuyorum, hiç iftira etmiyorum. Eğer bu konuda tereddüdü olan varsa gelsin, kaynakları göstereyim. Yanlışlar nelerdir, tek tek izahın ı, ispatını yapayım.  Çünkü bunlardan bir tanesi maalesef İlahiyat ’ta benim hocamdı. Okudum, şimdi ayıkıyoruz. Hasan Hüseyin Dede’den Allah razı olsun. Onu tanımamış olsaydık biz de gaflet içinde olacaktık. Kitabını okudum hocamızın, Allah Allah! Meğer onların şartlandırmasıyla… Ben Hacı Bektaş’ın torunlarına, yolunda gidenlere baktım. Alevî denilen Müslüman kardeşlerime, Caferîlere baktım. Şimdi onların gözlüklerini fırlatıp attım, Kur’an’ın, Peygamber’in nazarıyla baktım ki meğer kardeşimin özü ve ruhu bunlarmış. Bunu gördüm, bunu yapıyorum. Arkadaşlar müthiş oyunlar var! Yani burada zaten 3 saat 4 saat bir arada kaldınız, bundan sonra yani yapılan konuşmalar da buradan girer, buradan çıkar hesabı. Ama öyle dinliyorsunuz ki, bir çocuğun anasını emdiği gibi de bizi konuşturuyorsunuz yani ha, haberiniz olsun. 

Benim Neslim Hem Hasan’dan Hem Hüseyin’den: Bunun Adı Alevîlikse, Daniskasıyım 

Efendim, ehli bana son zamanlarda… Ya, bunlar öyle adamlar ki, Muhterem Hocam, Akçaabat’a adam gönderiyorlar. Ben bu kongreleri yapmaya başlayınca: “Acaba bu adamın sülalesinde Alevî var mı, Alevîlik var mı?” Geldi ler, araştırdılar baktılar ki Müslüman bile yok. Ben şimdi onlara buradan haber göndereyim, selam göndereyim, gene Allah onlara hidayet versin. Bizim aslımız, biz Şamlıyız. Bize “Şâmîler” derler. Benim neslim de hem Hasan ve hem Hüseyin sülbündendir. Selâm! Eğer bunun adı “Alevîlikse” ben bunun daniskasıyım. Eğer Hz. Muhammed’in davasını, sancağını, İmam Ali’nin bayrağını, sancağını taşımaksa “ben Alevîyim.” Ama ben öyle Alevîyim ki benim Alevîliğim Hz. Ebû Hanîfe’nin Alevîliği, İmam Şâfiî’nin Alevîliği, Ahmed bin Hanbel’in Alevîliği, İmam-ı Mâlik’in Alevîliğidir. Şimdi birazdan geleceğiz arkadaşlar, bunların arasında hiçbir fark yok. Ama öyle bir devre yaptılar ki sanki iki dünya, iki ayrı kitap, iki ayrı efendime söyleyeyim meşrep varmış gibi, tevhid içinde olan Müslümanları birbirine düşman ettiler. Siyasi rantlarını çoğaltabilmek, rahatlarını geliştirebilmek için Müslümanları birbirine kırdırdılar. Bu akşam onu göreceksiniz. Ben size onların kaynaklarından atma değil, ehl-i sünnetin kaynağında imanın şartını, ehl-i sünnetin kaynaklarından İslâm’ın esaslarını; Şia’nın kaynaklarından imanın şartlarını, Şia’nın kaynaklarından İslâm’ın şartlarını ortaya koyacağım. Allah Allah! Bir bakacaksınız ki, bir taraftan bakan buna “ehl-i sünnet” diyor, bir taraftan bakan da “Ehl-i Beyt” diyor. Meğer aynı geminin, kurtuluş gemisinin adı bunların ikisi.   

1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Dedemiz Alparslan’ın Ordusunda 10 Bin Ağzı Dualı Alperen Vardı

Sevgili arkadaşlar, Anadolu’ya biraz sizi taşımak istiyorum. Anadolu coğrafyasında yaşayanlar: Keldânîler, Yezdânîler, Süryânîler, Rumlar, Ermeniler… İfadeye göre 36 tane etnik grup var. Bunlar o tarihlerde henüz Müslüman değil. Anadolu’yu 1071’de Malazgirt Meydan Muharebesi ile kapılarını açan Dedemiz Alparslan Cennet Mekân. Ordusunun içerisinde 10 bin tane ağzı dualı Alperen var yani derviş var. Bunlar Ehl-i Beyt’in kanalıyla, yani İmam Ali kanalıyla Allah’ı, Resulünü tanımış; gönüllerini cennetin bahçesi hâline getirmiş insanlar. Anadolu’ya bunlar giriyorlar Malazgirt’ten. 
Şimdi sevgili arkadaşlar, şimdi Hacı Bektaş kim biliyor musunuz? Musa Kâzım var, 12 İmam’dan bir tanesi. Musa Kâzım’ın sülbünden olan ve de Ahmet Yesevî’nin dergâhında yetişen, Horasan erlerinden yetişmiş büyük bir zât. Anadolu’ya 1300 takriben 20-30 yılları civarı Anadolu’ya geliyorlar, Anadolu insanına İslâm’ı tebliğ etmek için. Şimdi gelin arkadaşlar, bu Bektaşi’yi bir tanıyalım. Hacı Bektaş kimdir? Hacı Bektaş Anadolu’nun genelkurmay başkanı, haberiniz var mı? Maneviyatta da genelkurmay başkanı, maddiyatta da genelkurmay başkanı. Hacı Bektaşi Veli gidiyor. Hacı Bektaşi’yi ilk defa orada karşılayanlar kimler biliyor musunuz? Türkmen Türkleri. Hepsi eşkıya, hiç İslâm’dan haberleri yok. Bu Hacı Bektaş ne mübarek bir adam, mübarek oturuyor keramet, kalkıyor keramet. İslâm’ı tebliğ ediyor, o eşkıya sürüsünden müthiş bir derviş ordusu hazırlıyor. 30 bine yakın Türkmen Türklerini derviş ediyor. Ve bunlar Anadolu’ya yayılıyor, Anadolu yaylasında her gittikleri yere Allah, Muhammed, Ali sevgisini yayıyorlar. Anadolu öbek öbek, koşa koşa İslâm’a giriyor, Müslüman oluyor. Hacı Bektaş sülalesinden olan bu insanların nezaketini, nezafetini; insanlara karşı olan yardımlaşma, düşkünlerin elinden tutma, çocukları sevme, büyüklere saygı gösterme, ne bileyim sırtı çıplakları giydirme, karnı açları doyurma... Öyle bir insanlık örneği ortaya konuluyor ki bir taraftan da onların ruhunu doyuruyor. İslâm’la, Allah’la buluşturuyor; Muhammed sevgisiyle deryâ-yı ehadiyete açılıyor. İmam-ı Ali kaptanlığında öyle bir Muhammed, Anadolu adeta bir rüzgârın sağa sola yaprağı salladığı gibi o insanları sağdan sola zikir efendim ritmi içerisinde Allah’ın huzuruna taşıyor. Ve ne diyor? O Keldânî, Yezdânî, o Süryânî, o Rum, o Ermeni Müslüman oluyor. Diyor ki: “Müslümanlık bu ne kadar güzel, Türklük o da çok güzel.” Onun için o günden bugüne Türk eşittir İslâm, İslâm eşittir Türk. Müslüman Türk kimliğini Anadolu yaylasında hâkim kılan dervişin, erenin adı kim? Hacı Bektaşi Veli. Allah şefaatinden ayırmasın. Huzuruna giderseniz aman ya Rabbi, böyle bir şey olamaz ki kardeşim. Sanki bir aşk, sanki bir sevda seli alır götürür de götürür. Eğer gönlünüz müsaitse vallahi yüz, yüzebildiğiniz kadar Hacı Bektaş böyle bir umman, böyle bir okyanus. Ve İslâm dünyasında hem Müslümanlığı, hem Türklüğü sevdiren o büyük insanın adıdır. Ne? Hacı Bektaş. Arife Ninem de onun torunu. Hasan Bey’in, kulakları Hasan Meşeli Malatya’dan, kulakları çınlasın. Hacı Bektaş-ı Velî Derneği’nin başkanı. Öyle mi, kulakları çınlasın. Onu da çok seviyorum. O da bir gittim, ilk tanıştım. Allah Allah, bir sohbet yaptı. Yeminle konuşuyorum, yanlış anlamayın, benim hakikaten çok ciddi araştırmalarım var, bir tane iki tane değil. Yani Türkiye’de benim kadar böyle eser vermiş, araştırma eserleri ortaya koymuş çok az ilim adamı var efendim. Ama ben Hasan Meşeli’nin yanında talebe kaldım, hem de küçüldüm. Bir konuştu, İslâm’ı Hacı Bektaş’ın dilinden bir anlattı, hayran kaldım ona. Dedim: “Abi lütfen” dedim, “bu konuştuklarını bir makale hâline getir, bana anlat.” Sonunda bizim Haliç’teki kongre merkezinde müthiş bir tebliğ takdim etti. Allah ondan râzı olsun. Eğer vizesiz gelme imkânı olsaydı buraya getirecektim tabii. Ve ondan istifade, inşallah Türkiye’de tekrar istifade edeceğiz. Bunları tanımanızı isterim. 
Bektaşîlik çok tatlı bir dünya. Bu dünya sevgili arkadaşlarım, niçin buraya girdim biliyor musunuz? Az evvel 400 kilometreden gelen bir Bektaşî dervişini gördüm de ondan. Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. “Hacı Bektaş” kurtuluş dünyasının adına denir, Türklüğün adına “Hacı Bektaş” denir, İslâmlığın adına “Hacı Bektaş” denir. Hacı Bektaş farklı bir kimlik. 


Allah Resul’ünün Hükmü Ortadayken Kimse Bunun Tersine Bir Hüküm Veremez

Evet sevgili kardeşlerim, bu dünyanın ölçülerine gelince müsaadenizle bu ölçülerden de biraz bahsederek fazla vaktinizi aldım, değil mi?  Şia’nın ilk kurucusu “İbn-i Sebe” diye bir zâtmış. Ben bunları tek tek görüşlerimde ele aldım; yalan ve iftira olduğunun ispatını yaptım. Mutlaka bu risaleyi okuyun. Bu risalede bunun bir yalan olduğunu, İbn-i Sebe Yahudi asıllı bir zât, bu hayalî bir kahraman, sanki bu hayalî kahraman “Şiî mezhebini kuran insanmış” gibi bize senelerce yutturuldu. Ama yalancının mumu Haydar Hoca’ya kadar. Şimdi onun için gelin, hakikaten İmam Ali’nin Şiaları, dost, arkadaşları kimler, isterseniz bunlara bir nazar edelim. Ondan sonra bakın şu İslâm dünyasına ne kadar büyük fitneler attılar, anlayalım, düşünelim. 
Arkadaşlar, burada hocamızın, bir Caferî derneğinin başkanı olması lâzım; imam veya bir caminin imamı. İmam Ali’nin hilâfeti konusunda efendim, bazılarının görüşleri noksan. Evvelâ bunları Hazreti Fâtıma Anamızın bu konuda sözleri var. İmam Ali Efendimiz’in bu konuda görüşleri var. İmam-ı Âzam Efendimiz’in bu konuda görüşleri var. Biz dilerseniz sadece İmam-ı Gazâlî okuyalım. Çünkü onun içinde bunların tamamı var. İmam-ı Gazâlî hilâfetle ilgili olarak şunları söylemiştir: Ehl-i sünnetin en önde gelen, işte o sayarsanız bunlar beşi geçmez, âlimlerinden bir tanesidir. “Fakat hilâfet hususunda delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı ve konu aydınlandı. Müslümanların tamamına yakın çoğunluğu, Gadir-i Hum hutbesindeki hadisin metninde şeksiz ve şüphesiz tam icmâ ve ittifak ettiler.” Orada Resulullah şöyle buyurdu: “Ben kimin idarecisi isem, Ali de onun idarecisi ve velisidir.  Dolayısıyla, icmâya veya icmâ ile sabit naslara aykırı olarak teviller üretmek bâtıldır.” Yani Peygamber Aleyhisselam Efendimiz’in hükmü ortadayken, “icmâ vardır, şu vardır, bu vardır, bunların hepsi hikâyedir” diyor.  Burada bir hüküm var: Allah Resulünün hükmü. Bu ortadayken kimse “bu budur” deme hakkına sahip değildir. Ve bütün insanlar bir araya gelse de Allah sevgisinin hükmüne ters bir hüküm verseler bu temelinden bâtıldır. Onu demek istiyor imam . Eğer “onun hilâfetini kurtarmak için icmâ hâsıl olmuştur” derseniz, “şüphesiz bu da doğru değildir. Çünkü onun hilâfetinde icmâ yoktur.” Nasıl olsun ki? “Hz. Abbas ve evlatları, Hz. Ali ve zevcesi Hz. Fâtıma ve evlatlarının hiçbirisi biat halkasında bulunmuş değillerdir. Dahası Sakîfe’de bulunanların bile birçoğu muhalefet ederek oradan ayrılmışlardır.”  Daha okumama gerek var mı arkadaşlar? Yani Sünnî ulemasının görüşü bu. 

Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyt Yolunun Dışında Olamaz

İki, İmam-ı Âzam’ın görüşü bundan farklı değil. Dedim ya, “ben İmam-ı Âzam gibi Sünnîyim, Ehl-i Beyt’im.”  Kim bu İmam-ı Âzam? İmam-ı Rızâ’nın talebesi. Kim bu? Zeynel Âbidin’in çocuğu İmam-ı Zeyd’in talebesi. Ve ona yaptığı istiklâl ve istikbâl mücadelesinde maddî destek veren, hilâfet davasında onu destekleyen, daha kim bu? İmam-ı Cafer’in talebesi. İmam-ı Âzam, İmam-ı Cafer’in de talebesi. İmam-ı Âzam, Muhammed Bâkır Hazretlerinin de talebesi.  Ve onların yolunu savunduğu için Emevîler tarafından susturmak kastıyla valilik teklif edildiği, affedersiniz kadılık teklif edildiği halde, zaten “kadılık” “valilik” demektir. Onu reddeder. Bunun için de hapse atılan, dövülerek şehit edilen zâtın adına ne diyoruz? Ebû Hanîfe. İmamların imamı, İmam-ı Âzam.  Tekrar ediyorum: Kimin talebesiymiş? İmam-ı Cafer’in talebesi. Kimin talebesi? Muhammed Bâkır’ın talebesi. Kimin talebesi? İmam-ı Zeyd’in talebesi. Zeynel Âbidin’in çocuğu, İmam-ı Zeyd’in talebesi, İmam-ı Zeyd’in talebesi.  Sevgili arkadaşlar, İslâm mezheplerinin işte bu dört imamının hayatı bu dediğimiz ölçüler üzeredir. Hiçbir zaman ters düşmemiştir. Bunu çok iyi bilesiniz. Zamanla bunları tanımayanlar, bilmeyenler, mikyaslarına yani ölçülerine vâkıf olmayanlar ileri geri konuşsalar da benim bu dediklerimi kulaklarınıza küpe olarak asacaksınız.  Ehl-i sünnet kimdir? İmam-ı Âzam’ın dediğidir. Ehl-i Beyt yoludur. Ehl-i Beyt yolunun dışında ehl-i sünnet olamaz. Notlarımda var bunlar, onlara girersek içinden çıkamayız. 
İmam-ı Şafi: “Eğer Ehl-i Beyt’i sevmek Rafızîlikse, bilin ki ben de Rafızîyim.” Ve Muvatta’da efendim İmam Mâlik’in rivayet ettiği hadisler arasında Ehl-i Beyt’in faziletleri tek tek anlatılıyor, kendisi de bizzat vicahî olarak o yolun mensup olduğunu ifade buyuruyor.  Ehl-i sünnet nedir biliyor musunuz? Ehl-i Beyt’in yaşandığı dönemde İslâm’a hurafelerin girmek istendiği ve Peygamber ismi, Allah’ın güzel ismi lekelenmesin diye o yolu İslâm adına yüklenen insanların yolunun, Ehl-i Beyt yolunun adına ehl-i sünnet denir. Anlaşıldı mı? Yani Ehl-i Beyt’i yaşamaktır ehl-i sünnet. Ehl-i sünnet, Ehl-i Beyt’in dışında yol olamaz. Bunu söyleyen iftira ediyor, yalan konuşuyor. 

Ehl-i Sünnetle Şia’nın İtikat Esasları Aynıdır, Fark Sadece İmamettedir

Sevgili kardeşlerim şimdi gelelim, hakikaten bunlar gerçekten bir midir? “Sen böyle bağırıyorsun çağırıyorsun, hava atıyorsun ama hakikaten bunların dediğin gibi akaid ölçülerinde, İslâm’ın esaslarını yaşamada bir alakası, ilgisi var mıdır?” Evet, şimdi imanın ve İslâm’ın şartlarını ehl-i sünnet ölçüsüne göre; ehl-i sünnetin  iman esasları, kabul ettiği iman esasları: 
1-  Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak. 
2-   Meleklerine inanmak. 
3-   Peygamberlere gelen kitaplara inanmak.  
4-  Gönderilen  peygamberlere inanmak.  
5-  Âhiret gününe, yani ölümden sonra dirilmeye inanmak.
6-   Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, yani kadere inanmak.  
 Bu altı esas, ehl-i sünnetin iman esaslarıdır. Ehl-i sünnet bunlara inanmak.  

Şimdi gelelim, “Şia” dediğimiz, “Alevi” dediğimiz kardeşlerimizin iman esaslarına. Bizim Türkiye’de “kâfir”, bunlara “kâfir” diyorlar. Bu “kâfir” dedikleri insanların iman esaslarına: 
Tevhid: Allah’ın eşi ve benzeri olmadığına, tek olduğuna inanmak.
Sünni’yle farkı var mı?  
Nübüvvet: Allah’ın peygamberlerine inanmak. 
Sünni’den farkı var mı?   
Me‘at: Ölümden sonra dirilmeye, kıyamet gününe, kıyamette insanların dünyada işledikleri amellerden dolayı adaletle hesaba çekileceğine inanmak. 
Sünnilikten farkı var mı?
Dört, Adalet: Allahu Teâlâ’nın âdil olduğuna, tek yaratıcı olduğuna, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, yaratanın Allah’tan olduğuna, şerrin şeytanın tahriki olduğuna inanmak.
Sünnilikten bir farkı var mı?  
Sadece burada zikredeceğim, bu konuda bir ayrılık var. O da şu: 
İmamet:  Hazreti Muhammed aleyhisselâmdan sonra İmam Ali’nin imametine inanmak. 
 Sevgili arkadaşlarım, bu şartı dışarı çıkardığımız zaman, bütün şartlarda ehl-i sünnetle Şia’nın itikat esasları aynıdır. Aralarında zerre kadar fark yoktur.  
Şimdi bu beşinci imamet konusuna gelince ben bunu kısa bir teville izah etmeye çalışıyorum. Esasen Sünnî dünyada şunu kabul ederek, aynen şöyle diyor, diyor ki: “Velâyetin başı İmam Ali’dir .” Yani iki tane yol var İslâm’da. Biri nübüvvet yolu, ikincisi ne? Velâyet yolu. Velâyet yolunun başı İmam Ali’dir. Onlar “İmam Ali imamdır” demeseler de, “İmam Ali’nin velâyetin başı olduğunu kabul ederek, zaten ‘imam olduğunu kabul etti’” manasına gelir. Burada da tereddüdünüz olmasın. 

Ehl-i Sünnetle Şia’nın İslâm’ın Şartlarında Farkı Yoktur

Sünnîlere göre İslâm’ın şartları: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve de kelime-i şehâdet getirmek. Bu Sünnilikte amel esaslarıdır. Yani bir Müslüman bunları yapmakla mükelleftir. Yani namaz kılacak, orucunu tutacak, hacca gidecek, zekât verecek, kelime-i şehâdet getirecek. Bu İslâm’ın şartı. 
Şimdi geliyoruz Şia’nın, yani Alevilikteki İslâm’ın şartlarına veya Caferilikteki İslâm’ın şartlarına. Bir: Namaz kılmak. Oruç tutmak. Zekât vermek. Hacca gitmek. Bu o kadar detaylı ve o kadar derin ki… Bu tam bir takvâ ölçüsü. Humus, cihat, emr-i bi’l ma‘rûf, nehy ani’l münker, tevellâ (Allah’ın sevdiğini sevmek), teberrâ (Allah’ın düşmanına düşman olma).  Arkadaşlar fark var mı? Artı Alevilik biraz daha da önde. Öyle değil mi sevgili arkadaşlar? Ha, Sünnîliğe göre bu var. Nerede? Tasavvufta. Ama Şia’ya göre normal hayatta da her Müslümanın yaşaması gerektiği esaslar bunlardır. Bunları her müminin yaşaması şarttır ve de zaruridir.  


 Alevîsiyle, Sünnîsiyle, Caferîsiyle Hep Beraber Olup, Türkiye’nin Birlik Mayası Biz Olacağız

Sevgili kardeşlerim, şimdi gerek akaid esaslarını, gerek ameli esaslarını tetkik ettiğimizde ortaya çıkan netice şudur ki; gerek akaid esaslarında, gerek şer‘î şerîfi uygulamada arada bir fark yoktur. O zaman her kim Alevî kardeşimize dil uzatırsa, her kim Alevî olduğu halde Sünnî kardeşimize dil uzatırsa bilsinler ki her iki taraf şunu bilsin ki; şeytanın tuzağına düştüler ve bunun âleti olarak oyuncak oldular.  Şimdi ülkemizde Alevî’si var, Şii’si var, Sünni’si var, hepsi var. Caferi’si var. Benim hayatıma, benim yanımda olanların tamamı Alevî’si var, Şii’si var, Caferi’si var, Arap’ı var, efendime söyleyeyim Laz’ı var, Çerkez’i var, Boşnak’ı var, bu yanımda da var. Hatta Rum’u var Müslüman onlar.    Arkadaşlar, işin reçetesi budur. Bir bilek, bir yürek olmaktan geçiyor. Var mısınız? Var mısınız birbirine sahip çıkmaya, bu yolda yarış yapmaya, var mısınız? Vallahi ben de varım. Allah nasip ederse aralık ayında bir Ehl-i Beyt programı Antalya’dan … Nereydi oranın adı? Abdal Musa, Abdal Musa dergâhında. Yayla orası ama. Böyle, Almanya’da sizler diyar-ı gurbette olduğunuz için bir şey diyemedim size. Yoksa Türkiye’de olsaydı biraz gönül koyardım, açık konuşayım. Yani bizim hatırımız yok ama Ali’nin de mi yok yahu? Abdal Musa dergâhında inşallah bir araya geleceğiz. Orada inşallah on binler olarak bu programları tazeleyeceğiz. Artık anlayacağız ki bizim bizden başka dostumuz ve kardeşimiz yok. Türkiye’nin birlik mayası biz olacağız, hep beraber olacağız. Var mıyız buna? Var mıyız buna? O zaman göreceksiniz, ne Suriye’de, ne Lübnan’da, ne Filistin’de tiyatro oynayamayacaklar. Gerçek kimlikleriyle ortaya çıkıp ya “biz de sizden olduk” diyecekler, pes edecekler veyahut da teslim bayrağını çekip kaçıp gidecekler. Bu meydan, bu meydan Merdan-ı Ali’nin meydanıdır. Bu meydana giren kişi âr etmez. Allah ona gönül verenlerden razı olsun. 

İmam Hüseyin’in Şehadeti Kıyamete Kadar Dalga Dalga Taşınacaktır

Aşure gününde Allah’ın rahmeti rahmânına kavuşan Hazreti Hüseyin’in şefaatinden mahrum eylemesin. Aslında ona da girecektim ama bir iki cümle.  Tasuâ gününde kuşatılıyor, yani dokuz Muharrem’de kuşatılıyorlar. Öyle bir oyun, öyle bir oyun ki… Bazıları, Sünnî kardeşlerimizin aklı evvelleri “bilerek Hazreti Hüseyin ölüme gitti.” İslâm’ı temsil etmek öyle bedava olmaz. Yeri gelir canını verirsin, yeri gelir malını verirsin, yeri gelir neslini verirsin, her şeyini verir, feda edersin. İmam Hüseyin canını verecekti, Allah onun şehadetini murad etti, o da seve seve gitti, onu teslim etti. İmam Hüseyin’in karşısında Yezidî güçler ve Yezid, her ne kadar görünüşte “galip geldi” diye zannettiysek de gördük ki bugüne kadar sevda dalgası dalga dalga, dalga dalga, Hazreti Hüseyin dalgası, Allah sevgilisinin gönlünde deryâ-yı ehadiyet muhabbetini alarak günümüze kadar taşıdı ve kıyamet sabahına kadar da taşıyacaktır. Allah onun şefaatinden mahrum eylemesin. Son sözümüz İmam Ali’den olsun. Onun ibadet hayatı çok farklıdır. Esasen Ehl-i Beyt’in imamet   hayatı farklıdır. Hazreti Ali günde kaç rekât namaz kılardı bilir misiniz? Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, İmam-ı Zeynel Âbidin? Bu insanlar günde biner rekât namaz kılarlardı. Ve İmam Ali diyor ki: “Görmediğim Allah’a inanmam.” Allah, onun nazarıyla bakıp zâtını müşahede eden kullarından bize eylesin. Şefaatinden mahrum eylemesin. Ve birlik, beraberliğimize o sevdayı hamur eylesin, maya eylesin. Allah hepinizden razı olsun. Sağ olun, var olun.        

Bu sohbeti video olarak izlemek için play butonuna basınız



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir